بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ علَى سَىِّدِ الْمُرْسَلىِنَ مُحَمَّدٍ وَ علَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
«Tevhidin ıki Bürhân-ı Muazzamı»
şu kâinat tamamıyla bir bürhân-ı muazzamdır. Lisan-ı gayb, şehadetle müsebbihtir, muvahhiddir. Evet tevhid-i Rahman'la, büyük bir sesle zâkirdir ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
Bütün zerrat hüceyratı, bütün erkân u â'zası birer lisan-ı zâkirdir; o büyük sesle beraber der ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
O dillerde tenevvü' var, o seslerde merâtib var. Fakat bir noktada toplar, onun zikri, onun savtı ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
Bu bir insan-ı ekberdir, büyük sesle eder zikri; bütün eczası, zerratı, küçücük sesleriyle, o bülend sesle beraber der ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
şu âlem halka-i zikri içinde okuyor Aşrı, şu Kur'an maşrık-ı nûru. Bütün zîruh eder fikri ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
Bu Furkan-ı Celîlüşşân, o tevhide nâtık bürhân, bütün âyât sâdık lisan. şuâât-barika-i îman. Beraber der ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
Kulağı ger yapıştırsan, şu Furkan'ın sinesine, derinden tâ derine, sarihan işitirsin semâvî bir sada der ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
O sestir gayeten ulvî, nihayet derece ciddî, hakikî pek samimî, hem nihayet mûnis ve mukni' ve bürhânla mücehhezdir. Mükerrer der ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
şu bürhân-ı münevverde, cihat-ı sittesi şeffaf ki, üstünde münakkaştır müzehher sikke-i i'câz. ıçinde parlayan nur-u hidâyet der ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
Evet, altında nescolmuş mühefhef mantık ve bürhân, sağında aklı istintak; mürefref her taraf, ezhan «Sadakte» der ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
Yemîn olan şimalinde, eder vicdanı istişhad. Emâmında hüsn-ü hayırdır, hedefinde saadettir. Onun miftahıdır her dem ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
Emam olan verâsında ona mesned semâvîdir ki, vahy-i mahz-ı Rabbânî. Bu şeş cihet ziyadardır; bürucunda tecellidar ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...
Evet vesvese-i sârık, bâvehm-i şübhe-i târık, ne haddi var ki o mârık, girebilsin bu bârık kasra, hem şârık ki, sur sûreler şâhik, her kelime bir melek-i nâtık ki:
LÂ ıLÂHE ıLLÂ HÛ...