Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

20.06.2007, 03:00

Demokratlık Dersleri - M.Latif Salihoğlu

-1-
Daha evvel de kısmen bahsetmiştik. Yeni bir seçim atmosferine girdiğimiz şu günlerde, kıymetli okuyucularımızdan, dost ve kardeşlerimizden çok sayıda mesajlar alıyoruz.

Yurt içinden olsun, yurt dışından olsun, daha evvel eşi benzeri hiç görülmedik ölçüde gelen bu mesajlar, yön ve mahiyet itibariyle ikiye ayrılıyor:

Bir kısmı tebrik, takdir, duâ, müzakere, muhakeme ve paylaşım ağırlıklı.

Diğer kısmı ise, daha ziyade tenkit, techil, tahkir, itham, isnat, karalama şeklinde devam edip gidiyor.

Bu tenkitçi dostların bir kısmını gayet yakından tanıyoruz. Onların yapıcı ve samimi olan tenkitlerini yine de saygıyla karşılıyoruz.

Ancak, tenkidin yanında, bazıları bize ayrıca "Demokratlık" dersini vermeye kalkışıyor ki, asıl acipliği, tuhaflığı, bu noktada yaşıyoruz.

Buna rağmen, yine de kırmadan, dökmeden, nazik bir lisan ve mülâyim bir üslûpla şahit olduğumuz şu gerçekleri hatırlatmak durumunda kalıyoruz:

"Bak, kıymetli dostum. Gayet iyi biliyoruz ki, sen geçmişte de hiç demokrat olmadın. Demokrat misyonu temsil eden partilere hiç teveccüh göstermedin. Her seçim devresinde bir başka partiye yöneldin, bir başka kulvarda siyaset koşturdun. Senin siyasî çizginde istikrardan, istikametten eser yok. Yani, hep Demokrat'ın dışında kaldığın ve zigzaglarla dolu bir geçmişe sahip olduğun halde, şimdi gelmiş bize Demokratlık dersini vermeye kalkışıyorsun. Ne yüzle ve hangi hakla? Kusura bakmayın, ama bu noktada sizden ders almaya hiç mi, hiç ihtiyacımız yok.

"Ayrıca, bizi ikna etmek için de kendinizi yormayın. Biz, altmış yıldır hiç değişmeyen çizgimizle, hiç kırılmayan istikametimizle, hiç bozulmayan düstûrlarımızla ve daima istişareye dayanan kararlarımızla, zaten yeterince ve dahi tereddütsüzce ikna olmuş durumdayız. Ama görülüyor ki, siz ciddî tereddütler yaşıyor ve kendinizden tam emin değilsiniz. Zaten, halinizden emin olamadığınız içindir ki, zaman zaman hiddet ve öfke ile üzerimize geliyorsunuz.

"Ha, bir de şu 'sayısal üstünlük' kriteriyle ahkâm kesmek hiç doğru değil. Zira, yegâne ölçü bu değil; belki bu, tâli derecedeki ölçülerden sadece bir tanesidir. Kaldı ki, geçmişte bu ölçüyü de esas almış değilsiniz. Yani, bu ölçüyü bile işinize geldiği zaman geçerli saymaktasınız. Lütfen, ciddî ve tutarlı olalım.

"Ayrıca bilin ki, bu 'sayısal hamurlu siyaset' çok su kaldırır. ıyisi mi, gelin sizinle siyaset dışında konuşalım ve yine dost olalım, dostça kalalım. Zira siyaset, bizim en mühim, en öncelikli meselemiz değil. Ne var ki, öyle müvazeneyi bozarak, düstûrları karıştırarak ve zihinleri bulandırmaya çalışarak, başımızı ağrıtmaya ve bizi bu meselede konuşmaya mecbur bırakmaktasınız. Aynen, geçmiş dönemlerde de olduğu gibi... Ne yapalım, demek ki bizim de kaderimiz böyle."

Evet, mecburiyet hasıl olduğunda, bazı dostlarımıza bütün bunları söylemek durumunda kalıyoruz. Tabiî, kimine faydası oluyor bunların, kimine ise hiç olmuyor.

Bilhassa, dini siyasete karıştıran kimi dostlarımız, kelimenin tam anlamıyla "tarafgirlik siyaseti" güttüğü için (veya o hale getirildiği için), ne dediğimizi bir türlü anlamıyor, yahut anlamak istemiyor.

Doğrusu şu ki, dine siyaset karıştırıldığı yerde, tarafgirlik marazı da kaçınılmaz oluyor. Zira, siyasete de din gibi bakılıyor ve bu durumda taraf olmak adeta farz derecesinde görülüyor.

Öyle ya, kişi, din meselesinde olduğu gibi, dine nisbet edilen siyaset meselesinde de tarafsız kalmayı elbette ki düşünemez bir hale gelir; kesin ve keskince bir tarafgir olur.

ışte size, tarafgirlik marazının çıktığı en koyu ve en karanlık dehlizden çarpıcı bir misâl.



Gerekçeler


Bize demokratlık dersi vermeye kalkışan dostlarımıza hatırlatmak isteriz ki, Üstad Bediüzzaman'ın "siyasetteki muktesit meslek" tercihi ile "Ahrar ve Demokratlara nokta–i istinat olma" yönündeki gerekçesi, bazılarının zannettiği gibi öyle bir–iki maddeden ibaret falan değil.

Burada, o haklı ve tutarlı dâvânın gerekçelerinden belki otuz–kırk tanesini ardı ardına zikretmemiz mümkün. Kaldı ki, bunları çeşitli vesilelerle peyderpey zikrederek yorumlamaya çalışıyoruz.

Dolayısıyla, bütün bu gerekçelerin tamamını (hiç olmazsa kısm–ı âzamını) birlikte düşünmek ve yekûnunu dikkate alarak yorum ve değerlendirmelerde bulunmak gerekiyor. Aksi halde, isabet kaydetmekte ve istikameti muhafaza edebilmekte büyük müşkilât çekilir.

Hamdolsun ki, bu noktada tam bir vicdanî ve kalbî rahat içindeyiz.

Zira, bu meselede de, Hz. Bediüzzaman'ın Kur'ân'ın feyziyle vâz etmiş olduğu hakikatli ölçü ve prensipleri esas almaktayız. Altmış yıllık demokrasi tarihimizde, bu temel çerçevenin dışına çıktığımızı kimse çıkıp iddia edemez.

Çizgimizi, istikametimizi beğenmeyen, hatta şiddetli muhalefet edenler dahi, çıkıp bu istikametli gidişi tekzip edecek bir iddiada bulunamaz. Kaldı ki, sözünü ettiğimiz istikametli içtimaî çizginin, bir de Cumhuriyet tarihi öncesi var.

Meselâ, Üstad Bediüzzaman, Demokratların öncüsü olarak gördüğü Ahrar Fırkasına daima destek vermiş, onlara daima istinat noktası olmaya çalışmıştır. Üstelik bu desteğini, katılmış oldukları seçimlerde başarılı olup olmadıklarına hiç bakmaksızın sağlamış. Zira, muvaffak olup olmamak Allah'ın vazifesidir; ki, onu da bir "vakt–i merhun"da gizlemiş.

Üstad Bediüzzaman, "Otuz beş sene sonra dirildi" dediği Ahrar'ın devamı mahiyetinde gördüğü Demokratları da, yine aynı gerekçelerle desteklemiş ve bu iki parti arasındaki "kök bağlantısı"nı özellikle nazara vermiştir. Bu da gösteriyor ki, "Ahrar–Demokrat misyonu"nda kök ve köken bağlantısının da aranması ve bulunması gerekiyor.

Dolayısıyla, kök bağlantısı bulunmayan bir parti nevzuhûrdur, Ahrar'ın, Demokrat'ın devamı, yahut onların misyon takipçisi olamaz.


Yarın, "Demokrat Nur Talebeleri."

19.06.2007

2

20.06.2007, 03:01

-2-

Demokrat Nur Talebeleri


Risâle–i Nur Külliyatına dahil olan Emirdağ Lâhikası isimli eserde, gerek tarif itibariyle ve gerekse imza yerinde "Demokrat Nur Talebeleri" ifadesi açık bir şekilde zikrediliyor. Üstelik, mükerrer surette...

Meselâ, aynı eserin 422. sayfasında "Sayın Adnan Menderes" hitabıyla başlayan mektupta, isimleri tek tek zikredilen 14 Nur Talebesi, kendilerini Demokrat Partinin hem mensubu, hem de âzâsı olarak takdim ediyor.

ışte, o "Demokrat âzâlarından Nur Talebeleri"nin isimleri: "Mustafa, Nuri, Nuri, Hamza, Süleyman, Hasan, Seyda, Receb, ıbrahim, Faruk, Muzaffer, Tahir, Sadık, Mehmed."

Bu listede ismi geçen Emirdağ'lı Hamza (Emek) merhumun hatıralarını, yıllar önce ve yaklaşık 300 kişinin huzurunda bizzat kendi lisanından dinleme bahtiyarlığını yaşadık, söylediklerine yakînen şahit olduk.

Hamza Emek Ağabey, o mümtaz meclisin huzuruna çıkarak şunları söyledi: "Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin tensib ve tasvibiyle, Demokrat Parti Emirdağ ılçe Teşkilâtında vazife aldık. Bir gün Mehmed Çalışkan'la beni çağırdı ve 'Kardaşlarım, sizler benim ve Risâle–i Nur'un bedeline Demokrat Partiye kaydolun' dedi. Biz de kaydolduk ve bilâhare yine onun izni ve rızasıyla Teşkilât Başkanlığı vazifesinde bulundum. (...) Bazı kimseler, dedikodu şeklinde yaydılar ki, 'Üstad, Demokratları terk etti, onlardan yüz çevirdi, desteğini geri çekti, vesaire...' Bunun aslı esası yok. Üstad, zaman zaman Demokratlara kızıp hiddet etmekle beraber, yine de onları desteklemeye devam etti, hele hele bir başka cereyana zerrece meyil göstermedi. (...) Üstad bir defasında, Demokratlardan mânevî desteğini çekmesi halinde, 'ortalığın karışıp altüst olacağı' şeklinde bir endişesini dile getirdi. Maalesef, Üstad'ın vefatından iki ay kadar sonra (27 Mayıs), ortalık karıştı, bundan da devlet ve millet olarak çok büyük zarar gördük. Yaşananlar, Üstadımızın endişesini doğrulamış oldu." (Not: Aktardığımız bu bilgileri te'yiden, ayrıca bakınız: Son şahitler–2, s. 421–427)


Bayram Yüksel'in hatıraları


Üstad Bediüzzaman'ın has talebelerinden Bayram Yüksel'in bu hususla ilgili hatıralaları da, yukarıda aktardıklarımızla aynı paralelde. Her ikisi de birbirini te'yit ve te'kid ediyor.

Sağlığında kendisinden şifâhen de dinlediğimiz Bayram Ağabeyimizin söz konusu hatırâ notlarını, dilerseniz yazılı bir kaynaktan aktaralım. ışte, Son şahitler–3'te yer alan ifadelerinden bir bölüm: "(Halkçılar gibi) Demokrat milletvekilleri de Üstadın ziyaretine gelirlerdi. Üstadın onlarla görüşmesi ise (Halkçılardan) daha farklıydı. Onlara, 'Biz Nurcular, sizi destekliyoruz. Ben sizi tutuyorum' derdi. Misâller verirdi. 'Hamza Emek benim talebemdir, hem de Demokrattır' diye Demokratlara anlatırdı."

Bayram Yüksel'in, yine siyasî mevzularla ilgili olarak merhum Zübeyir Ağabeyden aktardıkları da çok dikkat çekici. ışte anlattıklarından kısacık bir bölüm:

"Zübeyir Ağabey, müstesnâ idi... Bizler Üstadımızın, Risâle-i Nur'un tarz-ı hareketini, ihlâs, istiğna, mahviyet, fedakârlık, kahramanlık, iktisat; kardeşlerine karşı tevazu, şefkat, düşmanlara karşı ise, şecaat, cesaret derslerini Üstaddan sonra Zübeyir Ağabeyden aldık.

"Allah ebediyyen razı olsun. Allah, dünyada olduğu gibi, âhirette de Nur Üstadımızın hizmetinden ayırmasın. Kendisinden çok istifade ettik. Sahabelerin isâr hasletine tam mazhardı.

"Risâle-i Nur ve Üstad uğrunda kendisini binler parça da etseler, o, yine Risâle-i Nur diye kalkardı.

"Onda, Risâle-i Nur'a ve Üstadımıza karşı öyle bir bağlılık vardı ki, katiyyen taviz vermezdi.

"Millî Nizam Partisi kurulduğunda (1969) da hiç taviz vermedi. Daima Nur'un içtimaî hayatımıza dair derslerini anlatırdı. ‘Ama Ağabey, bunlar Müslüman değiller mi? Bunlar kardeşlerimiz değil mi?’ dediğimizde, ‘Bunlar Üstadı anlayamamışlar. Bunlar bilmeyerek Nur Talebelerini parçalıyorlar, çok, pekçok zarar veriyorlar’ diyordu.

“Zübeyir Ağabey, Risâle-i Nur prensiplerine aykırı hareketlere katiyyen müsamaha etmezdi: ‘Nur Talebelerini parçalamak isteyenler, Risâle-i Nur’un düsturlarını bilmiyorlar, bize siyasî bir gözle bakıyorlar, baktırıyorlar... Biz, Üstadımızdan böyle dersimizi aldık. Lâhikaları okumuyorlar, okumak istemiyorlar veya anlamak istemiyorlar. Bu hayat-ı içtimaiyeye dair mektupları bize Üstadımız ders vermedi mi? Bunları bize Üstadımız yazdırmadı mı? Biz bunların hepsini de biliyoruz ve Üstadımız bu meselelere ne kadar ehemmiyet veriyordu, onu da biliyoruz. Bunlar Üstadımıza tek taraflı bakıyorlar. Üstadımız vazifeli. Üstad, her cihetle Üstad değil mi ki, bunlar başka bir çığır açmak istiyorlar? Nur Talebelerini siyasî yapmak istiyorlar’ diyor ve bunlara çok üzülüyordu."


Zübeyir'in tarzı ve Necip Fazıl ekolü


Hayatı ve herşeyiyle Üstad Bediüzzaman'a ve onun eserlerine kemâl–i sadâkatla bağlanan Zübeyir Gündüzalp'in, Üstad'ın vefatından sonraki siyasî cereyanlara bakışını ve yeni gelişmeler hakkındaki değerlerdirmesini, yukarıdaki hatıradan da anlamak mümkün.

Yakın tarihimizin çok acı bir gerçeği şudur ki: ıkisi de âlim olan hocaları, fikren, mesleken ve meşreben hiç uyuşmayan, hatta tam bir zıtlaşma içinde ömrünü tamamlayan Necip Fazıl ile Zübeyir Gündüzalp'in kendileri de, siyasî ve içtimaî meslek–meşrep noktasında aynı tarz üzere gittiler.

Üstad Bediüzzaman'ın talebesi olan Zübeyir'in siyasî çizgisi bellidir, alenidir: Demokrat Parti, Adalet Partisi...

Üstad'a muarız "ıstanbul'daki ihtiyar hoca"nın talebesi olan Necip Fazıl'ın siyasî ekolü de bellidir: ıki kanatlı Millet Partisi: 1. kanat Millî Nizam–Selamet Partisi ve 2. kanat olarak da zaman zaman Milliyetçi Hareket Partisi.

Bugün, bu her iki kanadın partileri de—türevleriyle birlikte—siyaset meydanındadır.

şimdi, Zübeyir ile Necip Fazıl'ın siyasî tarzlarını mizanın iki kefesine koyarak bakalım ve meselâ şu suâlin cevabını bulmaya çalışalım: "Siyasî kökenleri itibariyle Nizam–Selâmet'ten gelen ve tâ başından beri her biri birer Necip Fazıl hayranı olan bugünkü AKP'nin kurmay kadrosunun tepesindeki meselâ ilk üç adamın (Erdoğan, Gül ve Arınç) ağırlıklı tercihi, sizce hangi yönde olur? Yani, bunlar 'Zübeyrî çizgi'ye mi yakın durur, yoksa, 'Necip Fazıl ekolü'nü mü tercihe şâyân görür?"

Kanaatimizce, bu muhim suâlin tahkike dayalı bir cevabı bulunabilirse, büyük ölçüde bugünkü hal ve zihin kargaşasının da önüne geçilmiş olur.

20.06.2007

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr

3

16.10.2007, 21:38

Alıntı sahibi ""talhagenc""

-2-



Zübeyir'in tarzı ve Necip Fazıl ekolü


işte bütün mesele bu!..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir