Katılım bankalarının işleri
Bankalar topladıkları paraları ve kendi sermayelerini bizzat ya da iştirakleri vasıtasıyla kullanarak gelir getirici çok şey yapabilirler. Ama bunları üç ana grupta toplamak mümkündür.
Ahmet BATTAL
drbattal@yahoo.com
1. Faiz karşılığı nakit kredi vermek.
2. Peşin alıp vadeli satma yoluyla mal tedarikine aracılık.
3. Yatırımlara iştirak, ticarete ortaklık.
Bu üç iş yönünden mevduat ve katılım bankaları kanunla sınırlandırılmış ve ayırt edilmiştir:
Mevduat bankaları bunların ilk ikisini yapabilir, üçüncüsünü yapamaz.
Katılım bankaları ise ikincisini ve üçüncüsünü yapabilir, ama birincisini yapamaz.
Görüldüğü gibi, ayırt edici olan, bir ve üç nolu işlerdir.
Benzerliğe sebep olan ve piyasada hayli kafa karıştıran ise iki nolu iştir. Leasing (finansal kiralama) da ikinci gruptaki “Peşin al, vadeli sat” işinin bir alt türüdür. Zira leasingde alıcı vade boyunca kiracı gibidir, kira öder gibi taksit öder, vade sonu gelince de zaten baştan beri kendi elinde olan mala sembolik bir bedelle malik olur.
Din İşleri Yüksek Kurulunun III. İstişare toplantısında da görebildiğim kadarıyla iki nolu iş ile ilgili olarak dinî otoriteler farklı görüşlere sahiptirler.
Bu ayrışmanın ve çelişkinin sebeplerini kısaca açıklayayım:
Katılım bankası nakit kredi isteyen kredi müşterisine nakit para vermez, ama onun yerine, para ile ne yapacağını sorar.
Müşteri belli bir mal ya da hizmeti alacaksa ve alınacak şey meşru ise katılım bankası ona bir teklifte bulunur: Ben banka olarak bu malı ya da hizmeti satıcısından peşin alıp sana vadeli olarak satabilirim, böylece ihtiyacın görülmüş olur. Ne dersin?
Müşteri bankaya sorar: Malı kaça alacaksın, kaça satacaksın?
Banka cevap verir: İhtiyacını ve satıcıyı sen belirledin, peşin fiyattan pazarlığı da sen yap, ben o fiyata alırım, üzerine de kendi finansman oranım üzerinden vade farkını koyar ve sana vadeli olarak satarım. (Bu işlemde satıcı, çift basamaklı vergilendirmeyi önlemek için faturayı doğrudan alıcı adına keser).
O halde bu teklifin diğer bir okunuşu şudur: Ben satın alacağın mal için sana değil satıcıya ödeme yapayım, sen malı ondan teslim al, parasını da taksitle bana öde.
Alıcıdan bir soru: Peki mal bana teslim edilmezse ne olacak?
Bankanın cevabı net ve önemli: Mal sana teslim edilmeden satıcıya ödemeyi yapmam, yaparsam da sorumlusu benim.
Alıcıdan bir soru daha: Mal kusurlu çıkarsa ne olacak?
Cevap net: Kusurdan ben sorumlu olacağım ve satıcıya rücu edeceğim.
Alıcıdan son bir soru: Teminat isteyecek misiniz?
Bankanın cevabı: Elbette, mümkünse malın kendisi birinci teminattır, üzerine kaydî rehin veya ipotek koyarız. Ama vade boyunca bütün riskleri teminat altına alacak bir sigorta yaptırırız ve sigorta maliyetini de vadeli satış bedeline dahil ederiz.
Bu işlem aslında, hukuktaki deyimiyle “üç bacaklı bir sözleşme”dir. Bu sözleşme ile neticede bir ticaret yapılmıştır. Banka, bir müşterisine, “ne yaparsan yap” diyerek nakit kredi vermemiş, bir satıcıya bir bedel ödemiştir.
Ancak tek başına banka yönünden bakılırsa ticareti yapan banka değildir, gerçekte bir ticarî risk üstlenmemiştir. Zira banka güya malı satın alıp satmıştır, ama aslında malı görmemiştir. Banka alıcıya vekâlet vermiş, alıcı da bu vekâletle malı banka adına satıcıdan teslim alıp yine banka adına kendi kendisine teslim etmiştir. Ama banka, parasıyla ticareti desteklemiştir.
İşlemin üç bacağı yönünden bakıldığında elde edilen fayda şudur:
Alıcının faydası vadeli fiyattan mala sahip olmaktır. Satıcının faydası peşin fiyattan mal satmaktır. Bankanın faydası vade farkından gelir elde etmektir.
Bu işlemdeki ticarî risk ise çoğu zaman mal sigortası yoluyla tarafların üçünün ve hatta sistemin ve pazarın dışına yani bir sigorta şirketine ve oradan da reasürans yoluyla sigorta sektörüne aktarılmıştır.
Başta katılım bankalarının danışma kurullarının üyeleri (fetva heyetleri) olmak üzere bir kısım âlimler bu işlemi helâl saymaktadır.
Bu fetvanın ve avantajın da katkısıyla katılım bankaları bu faaliyete yoğunlaşmışlardır.
04.01.2011