Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

15.03.2010, 09:18

İSLÂM “ADİL DEVLET” ÖNGÖRÜR

İSLÂM “ADİL DEVLET” ÖNGÖRÜR





YA BİZ YA ONLAR DÜŞÜNCESİNDEN SIYRILMAK GEREK

Ama bir taraftan da şunu söylemek istiyorum: buna rağmen klâsik
sekülerizm modeline karşı çıkarken bile bazı Müslümanlar o modelin
idrak tarzıyla düşünmekten kendilerini alıkoyamamış olabiliyorlar.
Onlar da kamu alanını İslâmîleştirmek isterken “ya laik değerler ya da
bizim değerler” gibi bir ikilemi mutlak kabul ediyorlar ve o alanın
insanî ortak alan olarak gene de —sadece kendileri için de olsa— dinî
bir alan olabileceğini düşünemiyorlar. Yani tıpkı laikçiler
(secularist) gibi onlar da “insanî ortak alan bizzarure dindışıdır”
faraziyesine tutsaklıktan kurtulamıyorlar. Bence bu sanıdan
çıkılabilirse bu Müslümanlar hem akidelerini siyasî ahlâkla ve bizatihi
siyasetle barıştırabilirler, hem de siyaset, farklı dinî-felsefî görüş
sahiplerinin birarada yaşamayı “ya biz ya onlar” (zero-sum-game)
şeklinde görmelerinden kurtulmuş olur. Bu alanda elbette yapılacak çok
iş var, temel bir yönelim olarak bu benimsense bile bu işin
kuramlaştırılması sanıldığından çok güç; ama siyaset teorisi talebesi
bizler de zaten bu çabalar için yok muyuz?

DEVLET İNSANÎ BİR DERNEK OLARAK

GÖRÜLEBİLİR

Nihayetinde gelmek istediğim nokta, siyasetin ve hususen
devletin eşzamanlı olarak hem insanî hem dinî olarak tahayyül
edilebileceğini ileri sürmek. Müslümanlar, devleti, Weber’in klâsik
tanımında olduğu gibi bir “insanî dernek, topluluk” görseler ve tıpkı
sözgelimi bir çevre derneğinde güzel bir gaye için diğer din ve felsefe
mensuplarıyla ortak çalışabildikleri gibi burda da ortak hayır için,
Hılf’ul Fudulvari bir örgütlenmeye niye gidemesinler? Bunları yaparken
herkes kendi ontoloji ve ahlâk telâkkisinden temellendirmelere
yaslanacaktır elbet, ama nihayetinde ortak bir siyasî ilkede
buluşmalarına mâni bir durum olmayacaktır. Evet, burda tamamen
eğretilemesem de Rawls’ın overlapping consensus (örtüşen konsensus)
dediği kamu istişaresi modelinden bahsediyorum. Devletin ister asgarî
olarak güvenlik ve akitlere garantörlük vazifesini yerine getirmek için
muhtaç olunan zarurî şer görüldüğü, isterse de halka belli sosyal ve
iktisadî standardları sağlamakla mükellef sosyal hayır kurumu olarak
kurgulandığı modeller dinî görüşlüler için farklı din yorumlarından
kalkarak pekâla savunulabilir diye düşünüyorum. Bunu söylerken
anarşizme, devletsizliğe yakın düşüncelilerin de bunu dinleriyle
temellendirmekte çok aşırı sıkıntı çekmeyeceklerini eklemek istiyorum.
Bunlar nihayetinde tıpkı Sünnî hilafetçi veya Şia imamcı teoriler gibi
dinî kaynakların farklı biçimlerde yorumlanmasından doğan teorik
kurgular değil midir?

DİN DEVLETİ OLMAYAN DEVLET DE,

DİNE UYGUN OLABİLİR

Sonuçta din devleti olmayan bir devlet yapısı da dinî, yani dine
uygun devlet olabilir diyorum. Bu açıdan bir kavramsal istihale olarak
Müslümanları imtiyazlı sayan İslâm devleti teriminin yerine hiçbir
görüşe imtiyaz vermemekle adaleti önceleyen “İslâmî devlet” teriminin
pekâlâ ikame edilebileceğini düşünüyorum. Sekülerlerin laik devlet
olarak algıladıkları yapı, Müslümanlarca İslâmî devlet olarak idrak
edilebilir demek çok da abartı sayılmasa gerek. Zaten Medine sözleşmesi
teorileri de benzer kaygılarla birarada yaşama projelerini hayata
geçirmeye çalışmıyor muydu?

Evet, söylediklerimi yeniden ifade edecek olursam, Müslümanlar
siyaseti “ya biz ya onlar” şeklinde anlamaktan vazgeçseler bu onları
daha az Müslüman, ortak kamu alanını da daha az İslâmî yapacak gibi
görünmüyor. Ortak yaşama alanımızda kendi inancımıza veya din
yorumumuza sahip olmayan insanlarla ortak insanî faaliyetlerde
bulunmamız niye mümkün olmasın? Niye meselâ yoksulluk sorununa karşı
inançlı inançsız bir grup insanla bir oluşuma girişip birlikte bu yönde
faaliyette bulunmamız ve bunun için bütün üyelerin kabul edebileceği
bir tüzük yapmamız kabul görüyor da bunun benzeri şekilde “devlet”
denen insanî derneği birlikte kurup ona ortak bir anayasa yazmamız
düşünülemesin? Burda devletin şiddet kullanma ve hukuk sistemi icra
etme farkı var elbette ve bunu görmezden geliyor değilim. Ama esas
kavranması gereken nokta bence ortak insanî alanın birarada hayır
yapılabilecek bir alan olarak görülmesinin önünde bizim için hiçbir
engel olmadığı. Müslümanlar tabiî ki her eylemlerinde besmele
çekebilmek istiyorlar, bunun da anlamı her eylemlerinin
İslâmîleşebilmesi, Allah’ın normatif çerçevesinin altında olması. Yani
dünyalarındaki hiçbir alanın ve eylemin dünyevî, profan, seküler
olmaması. Ama bunu yaparken o alanı diğer herkesin zararına ve rağmına
kendi değerlerinin tahakkümü altına almak zorunda değiller demek
istiyorum. Herkes kendi inancından veya felsefesinden niye o ortak
iyiyi yapması gerektiğine dair bir temel bulabilir; Müslüman da aynı
şekilde bu ameli için son derece dinî gerekçeler öne sürecektir.
Böylece yapılan iş aynı, benimsenen nihaî prensip aynı olsa da
gerekçeler farklı olacaktır. Ama bir taraftan da bir Marksist
yoksulluğun önlenmesi için önerilen kamu politikalarına Marksist
gerekçelerle oy verirken bir Müslüman da İslâmî gerekçelerle
verecektir. Bu da Müslüman için o politikayı, o yapıyı, o devleti
İslâmîleştirmiş olacaktır, yani adaletin kollandığı, kendi İslâmî
ideallerinin ortak kabul nispetinde gerçekleştirilmeye çalışıldığı bir
devlet.

DEVLET BİR CİHAZDIR

Kısaca devlet nasıl olurdan önce devlet Müslümanlar için gerekli
mi sorusunu sorup sorunu devletten önce siyasete götürmek ve İslâm
devleti nasıl olurdan önce İslâmî siyaset nasıl olur sorusuna cevap
aramak gerekiyor. Bunun cevabını da ben böyle veriyorum. Devlet bizim
insanî olarak belli ihtiyaçlarımızı karşılamak için kurduğumuz bir
dernekten, cihazdan başka bir şey değil; herhangi bir metafizik anlamı
yok. İslâmî idealleri gerçekleştirmek için devletsiz bir çözüm de
bulunabilirse buna hayır demek kimsenin harcı olmasa gerek. O hâlde
devlet diye bir yapıyı belli bir yöredeki insanlar olarak kurmaya karar
vermişsek, oturup ortaklaşa karar vermekte ne mahzur olabilir? İşte
ortak insanî alan dediğim bu alan. Bu alanı eski tarz düşünen bir
Müslüman dünyevî, laik görebilir, ama bunu derken bile diyorum ki
klâsik laiklik teorisinin sınırlarında kalmıştır. Onun yerine bu alanı
hem ortak, hem insanî hem de İslâmî görebiliriz demek istiyorum ve bu
da herkesin ortak fiili ve prensibi kendi temel değerlerinden kendi
bildiği gibi çıkarabileceğini söyleyerek yapıyorum. Sonuçta İslâm ve
şeriat sadece bir kanunlar bütünü olamayacak kadar, kanunculukla
tüketilemeyecek kadar zengin bir din. İçinde akide de var, ahlâk da
var; akıl da var, gönül de. Burda şeriatı kanun ve kurallar bütünü
gören formelci anlayışa karşı çıkıyorum ve nasıl ki devleti siyaset
tartışmasıyla önceliyorsam, aynı şekilde şeriatı da kanuncu düzlemden
ahlâkî düzleme çekmeye çalışıyorum.

Başka bir deyişle kanuncu adalet anlayışından ahlâkî adalet
anlayışına geçiş gerekiyor diye düşünüyorum. (Macid Haddurî’nin İslâmî
Adalet Tasavvuru kitabından ilhamla bu ayrımı kullanıyorum). Yani
siyasî adalet, şeriat kanunlarının birebir ve körükörüne tatbikinden
değil, İslâmın temel ahlâkî hedeflerinin gerçekleştirilmesinden
ibarettir şeklinde ıslâhçı bir bakış geliştirilebilir. Bu da şeriat
devletini ahkâmın harfi harfine tatbik edildiği değil, İslâmın temel
ahlâkî ideallerini hedefleyen devlet olarak yeniden
tasarlayabileceğimizi ima ediyor. Bence bu şekilde bir yeniden düşünme
çağdaş Müslümanların ahkâmla ilgili sorunlarını çözmekte çok yardımcı
olabilir. Ama biraz önce dediğim gibi burada sadece belli istikametleri
işaret ediyorum, yol haritası çıkarmaya teşebbüs ediyorum; yoksa
bunları benimsesek bile daha işin başındayız demek zorundayız. Bu
modelin nasıl uygulanacağı üzerine elbette çok derin tartışmalar
olacaktır. Ama kısaca “şeriat devleti kanun devletindense adalet
devletidir” dersek ve adaleti kanuna değil de kanunu adalete tâbî
kılarsak bence çok köklü, ama gerekli bir adımı atmış oluruz. Böylece
“İslâm devleti” denilen, ulus-devletin İslâmî uyarlamasından ve onun
devletçi, kanuncu faraziyelerinden kurtulup “İslâmî devlet” gibi ahlâk
ve adalet kaygılarında yükselen, yeni bir zeminden inşa edilen yeni
kurgulamalara yol alırsak, siyaset düşüncemize önemli açılımlar
kazandırabiliriz.

İSLÂM, “İSLÂM DEVLETİ” DEĞİL “ADİL DEVLET” ÖNGÖRÜR

Uzun lâfın kısası, soruya tek cümlelik bir cevap olarak, İslâm
bir İslâm devleti öngörmez, ama İslâmî bir siyaset ahlâkı ve siyaset ve
çok da şartsa “İslâmî devlet” yani “adil bir devlet” öngörür desem her
halde çok da haddimi aşmış olmam. Bu soruda biraz fazla açıldım, ama
sorularınızı cevaplamakta kullanacağım genel çerçeveyi ortaya koymaya
çalıştım. Bundan sonra daha kısa açıklamalarla İnşallah meramımı çok
uzatmadan anlatabilirim.

Peki İslâmiyetin demokrasi ile çeliştiği tezine

katılıyor musunuz? Demokrasideki hürriyet mefhumu ile
İslâmın öngördüğü hürriyet mefhumunun buluşma ve ayrışma noktaları
nelerdir?


İslâm ve demokrasi konusuna gelince, Müslüman teorisyenleri
fazlasıyla yormuş görünüyor bu ikili. Biliyorsunuz sorunun bir çelişki
olarak ortaya konulması, İslâmcılığın 20. yüzyıl başlarındaki Afganîci
ilk dönemine kadar bile gitmiyor. Nitekim o dönemin Türkiye, Mısır,
İran ve Hint alt kıt'ası İslâmcıları da tıpkı üstadları Afganî gibi
Batılı kavramlarla çok daha barışıklar. Ondan da önce liberté
(hürriyet) ve patrie (vatan) gibi kavramları ilk kez Batı dünyasından
İslâm dünyasına taşıyan Mısırlı Tahtavî (belki de Namık Kemal’e ilham
veren o olmuştur), içinde kalem oynattığımız bu mukayeseli siyaset
teorisi alanında, modern dönemde ilk çabaları verendir diyebiliriz. O
patrie’yi Arapça’da tarihî anlamı çok başka olan “vatan”la karşılayarak
aktarmayı uygun bulmuş. Bir taraftan da libertéyi de hürriyet olarak
takdim etmiş; yalnız bizdeki ‘adalet’in düşünce dünyamızda Fransa’daki
libertéyle az çok aynı işleve sahip olduğunu da eklemiş. Bunları
gündeme getirmemin sebebi şu: Demokrasiyi tartışmadan önce Batı’da
doğmuş kavramlarla ne tarz bir diyaloğa gireceğimiz üzerine bir
akidevî-nazarî çaba gerekiyor. Şu an karşılaştırmalı siyaset teorisinde
daha bir Wittgensteincı tarzda akademik olarak ele alınabilecek bu
sorun, Müslüman düşünürler için, “sahihçilik” (authenticity) kaygısı
etrafında daha temelli bir sorun olarak yer edegelmiş. Hourani’nin
Liberal Çağ dediği ilk dönem İslâmcılıkta az önce temas ettiğim gibi
çok daha dışa açık bir tutum var; demokrasiyi derhal şûrâ’yla
karşılamakta çok da beis görülmüyor. Belki de üstadları Afganî’nin
anadamar medrese geleneğine nispetle çok daha fazla felsefî mirasımızla
içli dışlı olmasının bir rolü var bu açıklıkta. Nihayetinde bildiğimiz
gibi “felsefe” denen şeyin bizzat kendisi de “ithal” ve asırlar boyunca
Müslüman âlimlerin sahihçi kaygılarının gazabına uğruyor. Gazali ile
felâsife tartışmasını ve en son İbn Rüşd’ün Fasl’ul Makal’inde
felsefeyi nasıl da sahihleştirmeye, İslâmîleştirmeye çalıştığını
hatırlayalım.

Demokrasi de bizde ilk kez o dönemde tartışılmış değil. Farabî
meselâ “el-Medinet’ul Fâzıla”sında demokrasiyi (cimaîyye) cahil
devletlerin arasına koyuyor, ama tabiî onların da en üst mertebesine
yerleştiriyor. Onun esas kaygısı tıpkı Sokratik felsefede olduğu gibi
fazilet; ama gayet İslâmî bildiğimiz fazilet de bir şekilde Antik
Yunan’ın erdem ahlâkının bize uyarlanmasıyla lugatimize bu kadar girmiş
bir mefhum. Burda “yabancı kavramlar”la barışmak için bütün felsefeyi
aynı membaya götüren halidî hikmet tasavvurundan faydalanmayı tercih
edebiliriz veya istersek daha evrenselci bir medeniyet anlayışını
benimseyebiliriz. Ama her halükârda ve son kertede başka düşünce
geleneklerinde üretilmiş mefhumlara karşı açık da olsak, reddiyeci de
olsak bence bu işin tarihini iyi bilmemiz ve teorisini iyi yapmamız
gerekiyor. Gazalî’nin meselâ Tehafüt’te böyle bir kuramlaşma yolunda en
azından bir başlangıç yaptığını söyleyebiliriz.

DEMOKRASİ, İSLÂM DIŞIDIR DENEMEZ

Şimdi bu çerçeveden bakarsak, demokrasi sırf yabancı bir mefhum diye İslâmdışı oluyor mu?

Dev.http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/15/roportaj/default.htm
UMUT YAVUZ yavuz@yeniasya.com.tr

{YARIN: İSLÂMİYET HERKESE ÖZGÜRLÜK

ÖNGÖRÜR}
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir