Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

14.10.2009, 08:46

Gazete ve siyaset


Gazete ve siyaset (1)


Son yazılarımızdan rahatsızlık duyduğunu ileten bazı kardeşlerimiz, ayrıca şu tarz bazı tavsiyelerde bulundular: "Lütfen siyasî konularda yazmayınız. Dinden, imandan, Kur'ân'dan bahsedin, yeter..."

Lisân–ı münasiple mukabele ettik: "Sevgili kardeşim, açıkça desenize 'Gazetecilik yapmayın' diye..."

Şükür ki, yine de gazetemizde ağırlıklı olarak dinî, imânî, ahlâkî konular işleniyor.

Ama hayır, sırf bunlardan bahsedilsin deniliyorsa eğer, bunun adı gazetecilik olmaz; bunun adı neşriyat, matbuat hizmeti olmaz... Kaldı ki, eğer öyle olsa, bu matbuat hizmeti "vasıta" olmaktan çıkıp "gaye" haline gelmiş olur.

Halbuki, gazete ve sair medya, aynı zamanda siyasetin ve aktüalitenin lisanıdır. Din, iman, Kur'ân hizmeti için vesilelik, vasıtalık görevini ifâ eder. Onların yerine geçemez.

Ayrıca, hakikaten "vasıta" olmaktan çıkıp "gaye" rengine boyanan ve sırf "dinî/imanî" şeylerden bahseden bir "gazete" var mıdır? Böyle bir mevkuteye gazete denilir mi?

Serapa din ve iman hakikatlerini ihtiva eden Risâle–i Nur meydandadır. Gazete, onun yerine geçme iddiasında bulunamaz. Belki, o hakikatleri, devam eden hayat ve hadiseler seyri içinde şerh ve izah etmeye ve o hakikatlerin ışığı altında yaşanan gelişmeleri "günlük periyotlarla" yorumlamaya çalışır, gazete.

Şayet, vesile ve vasıta durumundaki unsurların tamamını hiçe sayacak olursak, o takdirde meselâ Risâle–i Nur'u bile okumaya ve mütalâa etmeye gerek olmadığı noktasına varırız ki, maazallah.

Acaba Risâle–i Nur okunmadan bu zamanda Kur'ân'a nasıl hizmet edilebilir ve Kur'ân'da kudsî hakikatler nasıl anlaşılabilir?

Demek ki, vesile lâzım, vasıta lâzım. Dolayısıyla, Risâle–i Nur, bilvesile Kur'ân'a hizmet ediyor, gazete ve sair neşriyatımız da bilvasıta Risâle–i Nur'un mânâsına ve muhtelif hayat tabakalarına yansımasına hizmet ediyor.

Meseleye bu açıdan, bu zaviyeden bakmak daha münasip, daha doğru olmaz mı?

AKP'li olunca,

"siyasetçi" olunmuyor mu?

Bir başka kardeşimiz de, itirazvari şu düşüncesini iletme ihtiyacını duydu: "Ben bu gazeteyi alıp okuyorum. Çünkü, hiçbir gazetenin yapamadığı bazı hizmetleri yapıyor. Ancak, siyaseten sizin gibi düşünmüyorum. Hatta, sizin gibi yazarlarımızı bizim burada 'siyasetçi abilerimiz' diye niteliyoruz. Siz istediğiniz kadar 'Demokrat misyon' diye yazınız, bizi yine de etkileyemezsiniz. Ayrıca şunu da bilmenizi isterim ki, bizim bu muhitte gazete alanların belki yarısına yakını AK Partiye oy veriyor ve o partiyi tutuyor. Yani biz diğer siyasetçi kardeşlerle aynı fikirde değiliz, bunu bilesiniz diye söylüyorum."

Ah benim sevgili kardeşim. Zaten dikkat ediyorum, daha çok benim AKP ile ilgili yazılarıma tepki gösteriyorsunuz. Başka konularla pek ilgili değilsiniz. Belli ki, bu hususta çok duyarlısınız ve çok da rahatsız oluyorsunuz. İnanın, belki o partinin genel merkezindeki kişiler dahi, tenkitlerimizden bu derece rahatsız olmuyorlar. Yani, böylesine bir parti muhabbetiniz, alâkanız ve bağlılığınız var.

Peki, aziz kardeşim, biz "Demokrat misyon" deyince siyasetçi oluyoruz da, siz bu derece AKP'li olunca siyasetçi olmuyor musunuz?

Emin olun, halen o partinin içinde olan ve o partiye maddî mânevî her türlü yardımı, desteği esirgemeyen bazı dostlardan da aynı tarz sitemleri duydum. Onların da bize "siyasetçi" kaftanını biçtiklerine şahit oldum.

Bu mesele, 1985'te Özal'ın başbakanlığı zamanında bizzat yaşadığım bir hadiseyi hatırlattı. Onu da bir sonraki yazıda nakledelim.



14.10.2009


2

14.10.2009, 09:54

Gazete ve siyaset

paylaşım için teşekkürler ruhefza. Latif Salihoğlu ilğiyle takip ettiğimiz bir kalem. Gerçekten matbuat lisanıyla gönlümüze tercüman oluyor. Yazarı tebrik ediyoruz. Üstadımızın izinde devam...

3

14.10.2009, 10:13


Son yazılarından anladığım kadarıyla, Latif Abiye bilhassa -cemaat içinde zannedilen (!)-

fakat Yeni Asya misyonuyla ve meşrebiyle eklem uyuşmazlığı olan bir kesim kişilerce

-siyaset damarları, iktidar yandaşlıkları- yüzünden tenkidler gelmiş olmalı.

O tenkidleri yapanlar, aynayı önlerine koyup evvela kendilerine bir bakmaları lazım ve sormaları lazım:

-Ben kimim? Hangi meşrebe göre harekat düsturu belirlemişim?

Bana benzemeyenlerin olduğu cemaatte ne işim var?

Niye meşrebime uyan onca cemaat varken, Yeni Asya'nın -içinde zannedilerek- huzursuzluk çıkarıyorum? vs. vs.

Bu soruları, içinde bulunduğu cemaat meşrebiyle bir türlü eklemlenemeyen herkes kendine sormalı..!

Koca bir cemaatin ve çizgisi en ceberut devirlerde bile kırılmamış Yeni Asya'nın çizgisini bozma hesabları yapılacağına,

sessiz sedasız meşrebini bir an evvel bulmalı o insanlar.

Başka meşrebleri yerdiğim filan yok, sadece demek istediğim, rahatsız olan, rahatsız olduğu yerde durmasın, daha rahat edeceği yere gitsin.

Herkes de kafasını dinlesin, işine baksın.

Siyasetten salkım yutanlar, siyaset yapıyorsunuz talkınını vermemeli..!



4

14.10.2009, 10:43

Gazete ve siyaset

kesinlikle katılıyorum...Aslında bizim problemimiz sanıyorum Üstadımızın mahiyetini kavrayamamış olmamızdan kaynaklanıyor. Üstad için sadece büyük bir din alimi tabirini kullanır isek, eksik kalırız. Üstad her noktada ve her konuda bizim örneğimizdir. İşimize gelidiği konularda başka alim arayıp,arkasına düşer; işimize geldiğindede Üstad der isek bu bir noksanlıktır. Bu Bediüzzaman çizgisine aykırılıktır.Üstadın arkasında sağlam durmak gerekir. Bizim başka Üstad beklentimiz olamaz. Bu istasyona başka tren uğramaz vesselam. Hani Üstad Emirdağ Lahikasında bir mektupta diyor ya: Dünya hadiseleriyle ilğili bir talebeme boğazlar hakkında bir kaç şey sordum baktım bilerek ve alaka ile cevap verdi..boğazlar hakkında boşboğazlık etti. diyor. yani bu mealde boşboğazlık yok, hizmete devam.
Namık Kemal'in güzel bir beyiti var: eder tedvir-i alem bir mekinin kuvve-i azmi
cihan titrer sebat-ı erbab-ı pay-i metanetten.
yeterki sebat olsun..yeter ki davamızda ayak diretelim.yeterki ısrarla fikirlerimizi savunalım..bakın nasıl dünya dize geliyor..Rabbim O'na sıkı sıkı bağlı olnlardan eylesin.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

14.10.2009, 22:25

Bu siyasi tartisma 1960 da Menderesin sehadeti ile basladi. O zamanda demokrat misyon bitti dediler ve dini siyasete alet eden parti kurma calismalarina basladilar. Dini siyasete alet edenler dine en büyük zarari ettiler ve etmeye devam ediyorlar.

Bunlara taraf olmadigima hadsiz sükürler olsun
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

6

15.10.2009, 08:51

—Dünden devam—

Kendisi siyasetin hangi kademesinde olursa olsun, yine kendisini değil de bizi "siyasetçi" gören dostlarımız var.

Bizzat görüp şahit olduğum için söylüyorum: Muhatabımız, bir partiye fena halde bağlıdır. Üstelik partiye resmen kayıtlıdır. İl veya ilçe yönetimindedir. Hatta başkanlık makamındadır. Dahası belediye başkanı, ya da milletvekili adayıdır. (Belediye veya hükümet ihalelerinden nemalananları saymıyoruz bile.)

Buna rağmen, muhatabımız tutar yine bizi "siyasetçilik" yapmakla, "tarafgir" davranmakla itham eder.

Geçen gün, iktidardaki AKP adına bu mânâda bir ithama mâruz kalınca, birden yıllar önceki bir hatıra canlandı hafızamda.

Yıl 1985'in ikinci yarısı. Üniversiteden henüz yeni mezun olmuşum. Aynı zamanda Yeni Asya'da çalışmaya devam ediyorum. Zengin, itibarlı, tanınmış firma sahibi muhterem bir ağabeyimizin işyerinde çaylar eşliğinde başbaşa sohbet ediyoruz.

Okul hayatında çalıştığım Yeni Asya'da mezuniyetten sonra da çalışmaya devam ettiğimi öğrenince, beni bundan caydırmaya yönelik şöyle bir teklifte bulundu: "Yazık; üzüldüm inanki. Oradaki işlerin çoğunu tahsilsiz, hatta çoluk–çocuk seviyesindeki kişiler bile görebilir. Dolayısıyla, senin gibi yüksek tahsilini tamamlamış, kabiliyetli, istikbâl vâdeden bir kardeşimin orada çalışmaya devam etmesine gönlüm razı olamıyor... İyisi mi, gel seni emniyet teşkilâtına alalım. Altı aylık bir eğitim devresinden sonra, üniversite mezunları il emniyet müdürü olabiliyorlar. Bu konuda sana güvence verebilirim. Üç büyük vilayet hariç, nereyi istersen oranın emniyet müdürü olabilirsin. Ben kefilim, senin tayinini çıkarttırırım. Benim Turgut Beyle (Başbakan Özal) samimiyetim var. Onunla eskiden beri dostuz, halen de özel görüşmelerimiz oluyor. Bizi kırmaz, senin tayin meselende hiçbir zorluk olmaz."

Muhterem ağabeyimiz bunları söyledikten sonra, şu tuhaf çekincesini eklemeyi de ihmal etmedi: "Bak kardeşim. Birşey daha var. Biz sana bu yardımları yaparız. Fakat, sen siyasetçi olmayacaksın. Yeni Asya, bizim nazarımızda siyasetçidir. DYP'ye destek çıkıyor. O parti öldü, bir daha da dirilmez. Şimdi artık ANAP var, Özal var. İstikbâl burada, mâşerî vicdan burada..."

Değerli büyüğümüzün burada sözünü bilmecburiye kestim ve daha fazla dayanayarak şu hususu yönelttim: "Muhterem ağabey. Siz bana ANAP'ın propagandasını yapıyor, bu partinin kurucu lideri ve aynı zamanda Başbakan olan Özal'ı göklere çıkarıyor, hatta onunla çok samimi dost ve ahbap olduğunuzu söylüyorsunuz. Peki, sizin bu yaptığınız siyasetçilik olmuyor da, Yeni Asya'nın yaptığı mı siyasetçilik oluyor? Kusura bakmayın ama, benim mantığım, vicdanım bunu hiç, ama hiç kabullenmiyor."

Bizim bu tarz mukabelemizden sonra, muhterem ağabeyimiz, sohbetin bittiğini, artık ne söylerse bir faydasının olamayacağını ifade ederek son noktayı koydu.

Bu hadise ve bu hatıra, esasında boylu boyunca siyasetin içinde olsa bile, yine de kendisini değil, Yeni Asya'yı "siyasetçi" görenleri tarif için, tipik ve çarpıcı bir örnektir.

* * *

Bizim zaman zaman "Ahrar–Demokrat çizgi"den söz etmemiz sebebiyle, bazı okuyucularımızdan da şu tarz mesajlar alıyoruz: "Yahu kardeşim, sen diyorsun hâlâ... Görmüyor musun, Demirel bile yamuldu, Cindoruk da yamuk adam. Sen tutturmuş hâlâ Ahrar–Demokrat diyorsun."

Evet, buna rağmen biz yine de "Ahrar–Demokrat" diyoruz. İsterse, (1914–49'daki gibi) bir 35 sene daha gizlensin, biz bu misyonun tekrar dirileceğine ve yeniden uyanacağına inanıyoruz. Zira, Üstad Bediüzzaman da, aynı inanç ve kanaatle 35 sene beklemiş.

O halde, bize ne oluyor? Niçin sabırsız, mütereddit, mütekalkıl davranalım ki?

Ayrıca, şuna inanıyoruz ki: "Ahrar–Demokrat" çizginin fikrî ve mânevî asıl rehberi/sahibi Hazret–i Bediüazzaman'dır. Diğer şahıslar (yani Prens Sabahaddin, Mizancı Murad, Celal Bayar, Adnan Menderes ve Demirel gibi şahıslar), zaman ve zeminin şartlarına göre ortaya çıkan ve istihdam olunan pratisyenlerdir.

Dolayısıyla, Ahrar–Demokrat hareketin başındaki veya yönetim kadrosundaki o şahısların durumu, bizim için yegâne ölçü veya öncelikli kriter değildir.

Buna göre, farz–ı muhal olarak, Menderes'in kendisi dahi bu çizgiye ters düşse, bizim siyasî kanaatimiz yine de sarsılmaz, temel düstûrlarımız yine de değişmez.

Nitekim, 1950'li yılların sonlarında—bizim de birinci ağızdan dinlediğimiz—şöyle bir hadise yaşanır: İnönü'nün damadı Metin Toker'in çıkardığı AKİS dergisinin tahriklerine kapılan Menderes, DP Emirdağ İlçe Teşkilâtını fesheder. Teşkilât Başkanı, Üstad'ın talebesi Hamza Emek'i de görevden azleder.

Olup bitenleri gidip Üstad Bediüzzaman'a arz eden Hamza Emek, orada görüp duyduklarını bize şu şekilde nakletti: "Üstad buyurdu ki: 'Ne demek, azletmek!.. Asıl ben azlederim onu. Bunlar bilmiyorlar, kuvveti nereden aldıklarını...' Üstad, teessür içinde bir müddet bekledi, muhavereye daldı, sonra da başını kaldırıp 'Yok, şimdilik azletmek kalsın' dedi ve elini şöyle ters yüz ederek şunları söyledi: 'Şimdilik durum çok karışık, eğer azledersem, ortalık alt üst olur." (Ayrıca bkz: Son Şahitler–II, s. 424)

Not: Kaynak olarak belirttiğimiz aynı eserin 422. sayfasında da, Üstad Bediüzzaman'ın Emirdağlı talebelerine "Kardaşlarım! Sizler gidin benim ve Risâle–i Nur'un bedeline Demokrat Partiye kaydolun" dediği naklediliyor. Ki, aynı sözleri sağlığında bizzat merhûm Hamza Emek'ten dinlemişizdir.

Netice: Risâle–i Nur'un hey'et–i umumiyesinden, Birinci, İkinci ve Üçüncü Said devrelerinin analizinden, saff–ı evvelden olan Nur Talebelerinin hatıratından ve yakın tarihin akış seyrinden çıkardığımız derslerden biri şudur: Siyasetteki Ahrar–Demokrat misyonun asıl temsilcisi, fikren ve mânen nokta–i istinadı, siyaset sahasında da bir vazifesi bulunan Hazret–i Bediüzzaman'dır. Pratikteki liderler ve vazifeliler ise, biri gider diğeri gelir. Gelenler—haliyle zaman ve zeminin şartlarına da bağlı olarak—ne derece ehliyetli, liyâkatlı, Bediüzzaman'a dost ve asıl dâvâya sadâkatli olurlarsa, siyasette de o derece muvaffakiyetli olurlar.

Şahısların yamuk olmaları veya yamukluk yapmaları, bizlerin ne yakînini değiştirir, ne de istikametini. Zira, şahıslar geçici, fikriyat ise daimîdir. Liderlerin kalite ve kapasitesi pek mühimdir; ancak, bizler için şahıs yegâne ölçü ve öncelikli kriter değildir.

Hal ve hakikat bu merkezde iken, ne yazık ki, bazı dostlarımız bizi hâlâ şahısların özel durumlarıyla yargılayıp, fikriyatımızı da ona göre değerlendiriyorlar.

Temenni edelim ki, bundan böyle şahıslar değil de, ana fikirler, temel ölçü ve esaslar baz alınarak değerlendirmeler yapılsın.

15.10.2009

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr

Benzer konular

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir