Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

13.01.2009, 23:22

Ali FERşADOğLU yazıları

Ali FERşADOğLU

ıktidar ve dünyevîleşme!





Dünyevîleşme, ahtapot gibi Müslümanları sarmalamış! Peki dünyevîleşmek nedir?

Dünyanın üç yüzü var:

1- Esmâ-i Hüsnâ’nın (Allah’ın isim ve sıfatlarının) tecelligâhıdır. Fen ilimleri dahil, bütün ilimlerin dayanağı Esmâ’dır. Herbir fen bir Allah’ın bir isminin tecellisinden çıkmıştır. Meselâ tıp şâfî, matematik-fizik-kimya Mukaddir isminin tecellisinden çıktığı gibi.

2- Dünya, ahiretin tarlasıdır. Yani ahiret burada kazanılacaktır.

3- Dünyanın maddî, fânî, nefse bakan yönüdür.

ışte, ilk iki madde penceresinden dünyaya bakmak, dünya ve içindekileri Allah adına sevmek, ıslâmın emridir. Bu iki cepheyi unutup tamamen dünyaya yönelmek, olaylara nefsî, indî, maddî çıkarlar açısından bakmak ise dünyevîleşmektir.

Dünyevîleşme çalışmak, zengin olmak; makam, mevkî, şan/şöhret sahibi olmak değildir. Dünyevîleşmek, zenginliğini gayr-i meşrû yolda harcamaktır. Makam ve mevkiini nefis, dünya hesabına kullanıp, kulluğun kapsam alanından çıkmaktır.

Dünyevîleşmek; dünyevî dost ve rütbelerin kabir kapısına kadar olduğunun farkına varmamak; dünya için âhireti unutmak, ahiretini dünyaya feda etmek; sonsuz hayatı, dünya hayatı için bozmak; malâyânî/boş şeylerle ömrünü telef etmek; kendini misafir telâkkî etmeyip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etmemektir.

Dünyevîlik, maneviyâttan ziyade maddiyâtı, ahiretten ziyade dünyayı öne çıkarır. Kişi, himmetini, hizmetten ziyade nefsine hasrederse dünyevîleşme kaçınılmazdır.

Dünyevîleşme o kadar ileri götürülmüş ki, zarurî olmayan şeyler de zarurî ihtiyaç hâline getirilmiş. Lezzetkoliklik, madde bağımlılığı, teknolojik cihaz bağımlılığı (yani bunlara kalben müptelâ olmak) vesâire dünyevîleşmektir.

Halbuki, bu dünyaya, dünyevîleşmek için değil; uhrevîleşmek, yani imtihanı kazanmak için gönderildik.

Mısır’ın eski ekonomi bakanlarından Dr. Hassan Abbas Zeki, Bediüzzaman’ın, mü’minlerde îmanın zayıf olduğuna dikkat çektiğini söyler:

Müslümanların işlerinde dünya menfaati ağır bastı; Allah yerine paraya, makama ve şöhrete kul köle oluyorlar. Hayvanî, nefsânî ve şahsî arzuları hâkim oluyor, Kur’ân’ın gösterdiği doğru yoldan uzaklaşıyorlar.

Dünyevîleşmeme, yani uhrevîleşme dersini Muhacir ve Ensar’dan almalıyız:

Muhacirler, hicret ile çoluk-çocuğunu, malını-mülkünü, yıllarca yaşadıkları şehri terk ile dünyevîlikten uzaklaştılar. Kur’ân’ın övdüğü Medine’nin Ensar halkı, Mekke’de zulüm altında inletilen ilk Müslümanları şehirlerine dâvet etmiş, onlarla evlerini, bağ-bahçelerini paylaşmışlardır. Müşriklerin taarruzlarını da göze alarak, hayatları pahasına onları koruyacaklarına söz vermişlerdi. Hatta, kimi Ensar, kardeşi Muhacire, “Üç hanımım var, birisini boşayayım, sen nikâhla!” diyecek kadar bir kardeşlik ve yardım ruhu sergiledi.

Bugün, özellikle siyaset ve iktidar yoluyla dünyevîleşenler; can ciğer kardeşinin, komşusunun malına, mülküne göz dikecek kadar ileri gitmiş. ıktidar ve servetini, hakperestlik uğruna değil; haksızlık için rüşvet verip, mahkemeleri bile şaşırtmış! Başkalarının namusuna göz koymuş!

14.01.2009

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr

2

13.01.2009, 23:25

Tebrik ediyorum. düşünüpte yazamadığımı bir kardeşim yazmış. Başım gözüm üzere

3

13.01.2009, 23:27

şaban DÖğEN

Kabir gecesinin ışığı





Gündüzlerini Risâle-i Nurların telif ve neşri, hizmet-i imaniye ve Kur’âniyeyle geçiren Bediüzzaman Hazretlerinin gecelerini de ibadetle ihyâ ettiğini biliyoruz. “Kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık”1 dediği teheccüd namazının onun hayatında çok büyük bir önemi vardı.

Resûlullah'a (asm) ve önceleri Sahabeye de farz olan teheccüd sonraları Sahabeye ve onlar yolunda giden ümmet-i Muhammed’e mühim bir sünnet olarak devam edegelmiştir.

Teheccüdün insanın mânevî hayatında büyük yeri ve önemi vardır. Gece özellikle son üçte birinde yapılan ibadet, istiğfar, duâ, yalvarış, yakarış, okunan Kur’ân ve yapılan tefekkürlerin insanın o gün üstleneceği işler ve meşakkatler için en büyük ve etkili bir güç, metanet kaynağı, mânevî bataryalar olduğu bir hakikattir.

Onlar her şeyden önce Allah tarafından övülen insanlardır. Kur’ân, Cennet bahçelerinde ve pınar başlarında, Rablerinin kendilerine verdiği nimetlerden yararlanacak olan kullarından bahsederken onların özelliklerini şöyle anlatır: “Çünkü onlar bundan önce Allah’ı görür gibi ibadette bulunan kimselerdi. Onlar geceleri pek az uyurlardı. Seher vaktinde istiğfar ederlerdi.”2

Dünyayı ahiretin bir tarlası, ebedî hayata hazırlanmak için bir ticaretgâh olarak gören insanın vazgeçemeyeceği bir ibadettir gece namazı. Nice faydaları vardır onun. Her şeyden önce ahiret azığıdır. “ızzet ve celâl sahibi olan Allah buyuruyor ki: ‘Ben salih kullarıma öyle nimetler hazırladım ki, ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş, ne de bir insanın kalbine gelmiştir’” buyuran Resûl-i Ekrem (asm), bunu söyledikten sonra “Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfatların saklandığını kimse bilemez”3 meâlindeki âyet-i kerimeyi okumuştur. Ümmetine gece ibadetini tavsiye ederken, bu sûretle Cennete esenlik içinde gireceklerini de bildirmiştir.4

Kâinatın Efendisi (asm) gecenin derinliklerinde kılınan iki rekât namazın dünya ve içindekilere bedel olduğunu bildirmiş,5 “Sadece sizden önceki mümtaz insanların âdeti olduğu için değil, Allah’a mânen yaklaşmak, günahlara keffaret olduğu, hastalıklara şifa sunduğu ve kötülükleri engellediği için size gece ibadetini tavsiye ediyorum“6 buyurmuşlardır. O aynı zamanda hayır kapılarından biridir.7

Böylesine önemli bir ibadet için daha fazla söze ne hacet?


Dipnotlar: 1- Sözler, s. 46., 2- Zariyat Sûresi: 15-18. 3- Secde Sûresi: 17., 4- Tirmizî, Sıfatü’s-Kıyame: 42; ıbni Mace, ıkametü’s-Salât: 174. 5- ıhya, 1:313 (Deylemî’nni Firdevs’inden.) 6- Tirmizî, Daavat: 101. 7- Tirmizî, ıman: 8.

14.01.2009

E-Posta: sdogen99@ttnet.net.tr

4

17.01.2009, 23:15

Ali FERşADOğLU

ınkâr ve inkâr otobüsü





ıngiltere’de bir Hristiyan grubu, belediye otobüslerine “Tanrı muhtemelen yok; siz dertlenmeyi bırakıp hayatın tadını çıkarmaya bakın...” şeklinde ilân veren tanrıtanımazlardan, Tanrı olmadığına dair “delil/belge” istedi.

“Hristiyan Sesi” adlı baskı grubunun lideri Stephen Green, otobüslere ve Londra metrosuna asılan afişlere reklâm denetleme kurulu (Advertising Standards Authority, ASA) nezdinde itiraz etti. Green, afişlerin reklâm kurallarına uymadığını öne sürdü.

ıtiraz dilekçesinde “ılânda söylenen şeyin doğruluğu kanıtlanabilmeli, yoksa kurallar çiğnenmiş olur” diyen Green, “ınsanların şahsî tecrübelerinden tabiattaki karmaşık yapı ve güzelliklere kadar Tanrının varlığını gösteren bir çok kanıt bulunabilir, ama karşı tarafta fazla bir şey yok” ifadesini kullandı.

ASA sözcüsü, şikâyet dilekçesini aldıklarını ve gelecek günlerde durumu değerlendirip gereğini yapacaklarını açıkladı.

Bilindiği gibi, iman ve inkâr, yani, hidayetle dalâlet, doğrulukla yanlışlık, hak ile bâtıl mücadelesi insanlık ile başlamış; Kıyamete kadar da bu mücadele devam edecektir.

ıman, hidayet, doğruluk ve hak; aklî, kalbî, vicdanî ispat, ikna ve delillere dayanır. ımanın esasları ve ıslâm şartları akıl, bürhan, ilim, tahkik ve tetkik ile kabûlü gerektirir.

ınkârın, küfrün ve dalâletin elinde ne bir delil, ne bir belge, ne bir makûl yol vardır. Yani, “Allah’ın varlığı” dâvâsının doğrulanması binlerce delil ve belgeye dayandırılmış. Bazı felsefî akımların öne sürdüğü ve bir kısım insanları küfre sürükleyen “Allah’ın yokluğu” iddiâsı zandan, vehimden, şekten, şüpheden, adem-i kabul veya kabul-ü ademden öteye geçebilmiş değil.

ınkâr da iki çeşittir: 1- Adem-i kabul 2-Kabul-ü adem

a) Adem-i kabûl: Tasdik etmemektir. Yani yok olduğuna dayanan bir iddiâdır. Sadece kabulün, imanın ve tasdikin olmamasıdır. Kısaca, inkâr ve imansızlıktır. ıman esaslarını nefiy ve reddetmekten ibârettir. ınanmamaktır. Gerçeği ve gerçekleri kabul etmemektir. Doğrudan yüz çevirmektir. Hidayeti terk etmektir.1 Bir lâkaytlıktır. Bir göz kapamaktır. Cahilâne bir hükümsüzlüktür. Aklen hakla uğraşmamaktır.2

Bu yol basittir, herhangi bir cehd, çaba gerektirmiyor. Yalnızca gözünü kapamaktır.

b) Kabûl-ü adem ise: Yokluğunu kabul edip, onu ortaya koymaya çalışmak ve ispat etmektir. Bu zor, hatta imkânsız bir şeydir. Çünkü sadece “inanmamak” değil; “yokluğun kabulüdür.” Îtikâdî, imanî ve fikrî bir hükümdür. Yani imanın aksine hükmetmektir. ımanın zıddına bir yol açmaktır. Hakkın aksini ispat etme dâvâsıdır.3 ınkârdır.4

Kabül-ü ademe dayanan bir inkâr; ispat ve delil ister. Yokluğun ispatı ise imkânsızdır. Yani “Allah’a inanmıyorum” demek başka; “Allah yoktur” tarzında hüküm vermek başka, bu iddiâyı ispat etmek bütün bütün başkadır.


Dipnotlar:


1- Lem’alar, s. 82.

2- Mektûbât, s. 302.

3- Lem’alar, s. 82.

4- Mektûbât, s. 302.

18.01.2009

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir