Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

14.12.2007, 23:58

Mescid-i Aksa Yangını ve Putları Kırmak

[img:300:225]http://img338.imageshack.us/img338/8710/fotoarsivkutsalmescidiakx3.jpg[/img]


Her sene 21 Ağustos yaklaştığında boğazımda bir düğüm, kalbimde bir sızı, vicdanımda bir acı duyuyorum. 21 Ağustos 1969 günü ısrail Arapların gücünü sınamaya çalışmış ve Mescid-i Aksa’yı yakmaya yeltenmiştir.

Golda Meir o dönemde Arapların nefret, üzüntü ve kınama beyanatlarıyla sınırlı tepkilerinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Verilen tepki işlenen suçun büyüklüğüne uygun değildi bu yüzden Golda Meir Arapların bir güçsüzlük ve değer yitirme durumunda olduklarını anladı. Eğer Arapların Mescid-i Aksa’nın yakılmasına verdikleri tepki buysa bu demek oluyordu ki ısrail istediği her şeyi yapabilir, istediği kıyımı gerçekleştirebilir.

Daha Büyük Bir Suçun Örtbas Edilmesi

21 ağustos 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılması, duvarlarını ve temellerini yıkmak için mescidin altında tüneller kazmaya yönelik ısrail’in uzun vadeli planında kendini gösteren büyük suçunu örtbas etmeye yönelik bir çabaydı.

Bu plan, ısrail’in Kudüs’ü işgalinin ertesi günü başladı ve ısrail bu planın işleyişini kolaylaştırmak için mescide bitişik Arap evlerini yıkıp Arapları oralardan uzaklaştırdı.

Ancak bu planın tedrici olarak ve sistemli olarak ilerlediği bir gerçek. Zira mescidin altında kazılan tüneller tehlikeli boyutlara ulaştı. Yine basın tarafından radikal olarak vasıflanan ve mescidi yıkmayı planlayan Yahudi grupların varlığına dair kanıtlar mevcut.

ısrailli bir vekil, kilisede mescidi yıkma tehdidinde bulundu ve bu tehdidi, mescidin yıkılmasının Araplarla ısrail arasındaki barışı sağlayacak bir kılıf olarak sundu. Görünen o ki; ısrail hala planlarını Arapların 1969 yılında verdiği zayıf tepki üzerinden yapıyor.

Araplar Bugün Daha mı Güçsüz?

Araplar bugün, ısrail’in 1969’da yaptığı sınavın sonucu hala geçerliliğini koruyacak kadar güçsüz mü? Arapların tepkileri nefret ve aşağılama sözleriyle mi sınırlı kalacak?

Arap sistemlerinin daha zayıf ve değersiz bir hal aldıkları şüphe götürmez bir gerçek. Zira onlar bütün güçleriyle ısrail’i memnun etmeye çalışıyor ve ısrail’in güvenliğini muhafaza edebilmek adına halklarına zulmediyorlar. Bu Arap rejimleri, Amerika’yı memnun etmenin yolunun ısrail’in güvenliğini muhafaza etmek olduğunun bilincindeler.

Arap rejimleri, Amerika’nın emirlerine boyun eğerek Filistin halkına ambargo uygulanmasına ve aç bırakılmasına ortak olmaktadırlar. Ve bu rejimler Filistin davasından tamamen vazgeçmiş durumdadırlar.

Filistin Özerk Yönetimi ise Filistin’i ısrail işgalinden kurtarmayı tamamen unutup Gazze’yi Hamas’ın hâkimiyetinden kurtarmak için savaşır olmuştur. Yine Kudüs davasını görmezden gelip orada Yahudileştirme, kazı ve yıkım planını uygulasın diye onu ısrail’e bırakmıştır.

Filistin Özerk Yönetimimin Yaptığı Yenilik

Filistin Özerk Yönetimi, yönetimin ısrail’le yaptığı anlaşmaları tanımayanları seçimlere aday olmaktan meneden başkanlık ve meclis seçimleri için çıkardığı kanunla dünyayı hayrette bıraktı. Bu da demek oluyor ki, bu kanuna göre ısrail’i tanımayan aday olma hakkını kullanamaz. Bu hak artık ısrail’i memnun etmeye ve onun Filistin topraklarını işgal etmesini tanımaya bağlı.

Bu kanun Filistin’in bağımsızlığı için savaş veren, Kudüs’ün Arap kimliğine ve Filistin’in başkenti oluşuna ve dönüş hakkına sıkı sıkıya bağlı olan direniş hareketini ortadan kaldırma çabasıdır.

Bu da, bu kanuna göre Hamas’ın seçimlere girmesinin yasak olduğu ve ısrail adına çalışanların, halkın ve vatanın haklarına sahip çıkan vatanseverleri yok saymaya çalıştıkları anlamına geliyor.

Bu yüzden ısrail’in 1969 yılında ulaştığı sonuç hala doğru. Belkide Arap rejimleri bugün ısrail, Mescid-i Aksa’yı yıkacak olsa nefret ve kınama açıklaması sunmaya bile güç yetiremez.


Sonuç Doğru Değil

Ancak, ısrail bu sonuca bel bağlar ya da aciz, güçsüz Arap rejimlerinin tepkisinin tek tepki olduğunu zannederse tarihi bir hata işlemiş olacak.

Arap rejimlerinin hepsi çöküşün eşiğinde ve halk bu rejimlerin ısrail karşısındaki güçsüzlükleri ve Amerika’ya bağlı oluşlarından sıkılmış durumda. Ve ısrail Mescid-i Aksa’yı yıkma planını uygulamaya koyduğunda ya da Yahudi bir gruba onu yıkması için izin verdiğinde bütün bu rejimlerin çöküşüne yardım etmiş olacak.

ısrail şunu bilmeli ki, Arapların içinde biriken öfke gün geçtikçe çoğalıyor ve rejimler, patlamak üzere olan bu öfkeyi deşarj edecek alan bırakmıyor.

ısrail’in en büyük çıkarı, Amerika’ya bağımlı ve varlığının en büyük hedefinin ısrail’in güvenliğini garanti altına almak olarak gören ve Amerika’ya ısrail’i en iyi onların koruyabileceğini kanıtlamaya çalışan bu sistemlere arka çıkmasında kendini gösterir.

Ama halkın öfkesi taşacak ve Amerikan putlarının ve fal oklarının birçoğunun kırılmasına sebep olacak. Kesin olan şudur ki; Mescid-i Aksa’ya yapılacak olan en ufak bir saldırı, patlamanın başlangıcı olacaktır.

1969 yılında Golda Meir’in içine su serpen sonuç, rejimlere nispetle hala doğru ve bu sistemlerin vereceği tepki üzüntü, dehşet ve anlam verememeyi içeren sözlerin tekrarlanmasından öteye geçmeyecek ama şu kesindir ki, halkın vereceği tepki farklı ve bütün beklentilerin üzerinde olacak.

Kapsamlı Bir Arap ıntifadası

Mescid-i Aksa’ya karşı sergilenecek en ufak bir düşmanlık, bölgedeki bütün durumları altüst edecek geniş kapsamlı bir intifadanın başlangıcı olacaktır. Burada belki de olayların gidişatını en iyi görecek olan ısrail olacak çünkü o Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar açısından taşıdığı anlamın -belki Arap yöneticilerden de daha fazla- farkındadır.

şüphe yok ki her Müslüman, mescit ısrail işgali altında kaldığı müddetçe vicdan azabıyla yaşayacaktır ve aslında ısrail’le müslüman âlemi arasındaki savaşın sebebi bu mescittir.

Dünya üzerindeki hiçbir Müslüman bu mescit üzerinde pazarlık yapılmasını kabul etmez. Ve yine hiçbir Müslüman ısrail’in bu mescidi işgal etmeye devam etmesini kabul eden hiçbir yönetici ve rejimin yasallığını da tanımaz.

Haçlılar Kudüs’ü işgal ettiklerinde olduğu gibi seneler geçebilir –haçlıların Kudüs’ü işgali 80 sene sürmüştü- ama ıslam ümmeti gücünü toplayacak ve Kudüs’ü işgalden kurtaracak güçlü cesur bir komutan seçecektir kendine.

Eğer ısrail 1969’da olduğu gibi verilen tepkilerin nefret ve kınama sözleriyle sınırlı kalacağını sanıyorsa bu demektir ki, ısrail, tarihi ve gerçekleri nasıl okuyacağını bilmiyor.

Ve yine Amerika’ya bağımlı rejimler de kendi güvenlik teşkilatlarının Kudüs’ü müdafaa için patlak verecek olan Arap intifadasını bile kontrol etmekten aciz olduklarını anlayacaklar. Bu rejimler birinci Filistin intifadasını ve Aksa intifadasını kontrol edemeyen ısrail’den bile daha acizler.

ısrail Cesaret Edebilir mi?

Ama ısrail, Mescid-i Aksa karşısında kendini zarara uğratacak bir düşmanlık sergilemeye cesaret edebilir mi?

Yahudi hahamların Yahudi gençliğinin düşünce yapısını oluşturduğuna ve bu gençliği dini ve kültürel açıdan Mescid-i Aksa’nın yerine Süleyman Mabedini kurmaya hazırladıklarına dair birçok delil var. Yeni mabet olmasına izafeten tasarımı tamamlanan binaya ait bazı resimler basıldı. Ve bu bina, Mescid-i Aksa’nın yerinde görünüyor bu resimlerde. Bu yöneliş, bu gün Amerikan idaresini kontrol eden ve Amerikan siyasetini oluşturan muhafazakâr sağcı Hıristiyanlardan büyük destek görüyor.

Yine bu mabedin açılışına ilişkin organizasyon, ayin ve kıyafetlerin hazırlanması hakkında bazı romanlar basıldı. Bu da durumun şaka kaldırmayacak derecede ciddi olduğunu gösteriyor. Bu yüzden ısrail’in mescidi yıkma planını görmezden gelmek demek başları kuma gömmek demektir.

Bazı dönemlerde basın yayın organlarında Araplarla ısrail arasındaki kavganın sınır kavgası değil de varoluş kavgası olduğunu söyleyen bir cümle tekrarlandı. Ama bu söylem, basın aracılığıyla kitlelere ulaşılabileceğine kesin gözüyle bakanların sayesinde ve rejimlerin kavganın alanını daraltıp, halkı dolandırmaya ve barış anlaşmalarını piyasaya sürmeye yönelmesiyle hayatımızdan silindi.

Lakin Barış Olası mı?

Araplar ısrail’le barış yapmak istiyorlar ve bütün Arap rejimleri bunu tek stratejik çözüm olarak kabul ediyor. Barış karşıtı olanları kendilerini ifade etmekten ve siyasi katılımdan men edecek seviyeye vardıran sistemler de var.

Ama acaba ısrail, tuzakları ve bundan elde edeceği kazancı ne kadar büyük olursa olsun barış istiyor mu?

Amerikan –ısrail söyleminin incelenmesi barışın şu an içinde bulunulan duruma razı olmak olduğunu teyit ediyor. En azından Kudüs bile, üzerinde görüşmelerin yapılacağı bir alan değildir. Kudüs’ten vazgeçme ve ısrail’in oradaki egemenliğini tanıma temeli üzerinde barışı kabul eden taraf, Amerika’nın sınırsız yardım ve desteğini kazanır.

Kudüs’ün ister barış ister savaş yoluyla olsun özgürleşmesinde ısrar edenleri ise bombalar, füzeler, hapishaneler, ambargo ve açlık bekliyor.

ısrail’in Kudüs’ü yıkma planı barışın imkânsız olduğu ve var olma adına verilen kavganın ısrail’in Mescid-i Aksa’ya düzenleyeceği en ufak bir saldırıyla patlak vereceği anlamına geliyor.

Bütün Müslümanlar, Mescid-i Aksa ister yerin altından ısrail’in kazdığı tünellerle ister yerin üstünden bomba, füze ya da patlayıcılar kullanarak en ufak bir yıkıma maruz kalırsa intifada başlatacak.

ıslami öfke patlayacak ve Amerika’nın kuklası durumundaki rejimleri yok edecek. O zaman ısrail kendini sayıları 1,5 milyarı bulan milletten koruyacak –özellikle de ısrail’in Mescid-i Aksa’yı yıkma tehditlerinin Amerikalı cumhuriyetçi başkan adayının Mekke ve Medine’yi yıkma tehditleriyle bağlantısı olduğu zamanda- kimseyi bulamayacak.

ısrail ve Amerikan söyleminin incelenmesi, istikrarın bir vehim, barışın imkânsız bir olgu olduğunu netleştirirken patlamanın da yakın olduğunu vurgular.

Filistin Enformasyon Merkezi
Dr. Süleyman Salih


kaynak
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

2

18.05.2008, 23:14

şER DEVLETı ELBET BıR GÜN YOK OLACAKTIR

şer devletler, tıpkı şerir insanlar gibi, sonsuza kadar var olamazlar. Ve ısrail de müstesna değil.


ısrail ışgali: 1948-2008 bir etnik temizlik ve soykırım tarihi

ısrail yaklaşık altmış yıl önce etnik temizlik ve soykırımla birlikte gelen gayri meşru doğum merasimini henüz başlatadursun, nesepsiz velet Siyonizm ise akan diğer bir kan gölüyle altmışıncı yıldönümünü kutluyor.

27 Nisan 2008 Pazar günü ısrail “savunma” güçleri (daha uygun bir isimlendirme belki de Yahudi Wehrmacht [1] ’ ı olmalıydı) Kuzey Gazze’nin kenar mahallelerinden biri olan Beyt Hanun’da bir anne ile dört evladını katletti.

Bir Anne ve 4 Evladının Katliamı

Anlatılanlara göre Merkava tankından açılan top saldırısı esnasında anne ve evlatları kahvaltı yapmaktaydılar. Ateş sonucu aile hemencecik orada ölürken cesetleri etrafa saçıldı.

Çocuklar ve annelerinin etrafa dağılmış cesetlerinin kanlı fotoğrafları ve görüntüleri ısrail liderleri arasında ve Siyonist-Yahudi kamuoyu nazarında hiç de bir tepki doğurmadı. Ne de olsa, Nazi-zihniyetliler ve Nazi-yürekli Siyonistler bunu kırk yıldan daha uzun süredir yapmaktadırlar. Ve görünen o ki dünya, bu işlenen cinayetlere hayatta yaşanan birer gerçeklik olarak bakıyor. Bu, en azından ısrail’in Ortadoğu halklarına karşı işlediği suçlar karşısında dünyanın tepkisine nasıl baktığında ortaya çıkmaktadır.

Siyonist düşünce tarzına biraz aşina olan herhangi bir insan sizlere; ısrail işgal ordusu ne zaman herhangi iğrenç bir katliam işlese ısrail liderlerinin – kendilerinin de dahil oldukları –bu barbarca davranışları bir nefis muhasebesinden geçirme noktasında pek de gönüllü olmadıklarını söyleyeceklerdir. Bunun yerine onlar hemencecik hasbara [2] makinesini çalıştırıyorlar. Böylece dünyanın gözünden düşmemesi için ısrail’in herhangi yanlış bir işini aklamaya yardımcı olarak kamuoyu imajını zedeleyecek sonuçları kontrol altında tutuyorlar.

Nitekim bu şerir bebek katilleri, bizlere kurbanlarının ısrail ağır bombardımanı sonucu ölmediklerini; bilakis Filistinlilerin patlayıcıları nedeniyle öldüklerini söylemektedirler. Vallahi ne güzel?! Peki yine bu habis yalancılar Muhammed Durra’nın da Filistinli keskin bir nişancı tarafından ısrail’in imajını lekelemek için öldürüldüğünü iddia etmediler mi?

Bu elbette ısrail ordusunun toptan bir aileyi katlettiği ilk cinayet değil. Bu cinayetlerle hayatta kalma ve yaşam arasındaki insanlar “korku ve dehşet” ile yaşarken ısrail’in kendisi katliam ve cinayetlerle birlikte var oluyor. Ne de olsa ısrail’in tarihi kesintiye uğramayan, birbirine bağlı savaş suçları ve katliamların tarihi. Aslında bir insan azıcık ileriye giderek ısrail’in bizzat kendisinin insanlığa karşı bir suç teşkil ettiğini ve bu bağlamda sürekli bir suç işlendiğini söyleyebilir.

Gazze’deki en son katliam tecrit altında vuku bulmadı. Gazze şeridi’nin tamamı 1943 yılında Polanya’nın Varşova gettolarında uygulanan Nazi ablukasına ziyadesiyle benzeyen çok sert bir kuşatma altında çürüyüp gidiyor.

Dünya Kamuoyu ve Gizlenmek ıstenen Hakikat

Bu, yaşanan bir hakikat olup Avrupa’daki ve Kuzey Amerika’daki insanların birçoğu -en azından açık bir şekilde- kendilerini bu hakikati kabul etmeye yanaştırmıyor; çünkü bu, politik olarak yapılması doğru olmayan bir şey. Peki acaba Batı, omuzlarında bulunan soykırım suçluluğunu atmak için Filistin’de tam kapsamlı bir soykırım yapılmasına mı ihtiyaç hissediyor? Avrupa’nın soykırım kompleksinin uzun zamandır beklenen telafisinin en sonunda giderilmesi için her sabah ve her akşam Filistinli çocuklar mı katledilmeli?

Yaklaşık 1.5 milyonluk Gazze halkının yiyeceğe, işlerine, ilaca ve benzine ulaşmalarının engellenmesi sonucunda nüfusun büyük bir çoğunluğu zorla sefil bir yokluğa ve gerçek bir açlığa maruz bırakıldı.

Yerel sağlık merkezlerinde gerekli tıbbi tedavi göremeyen ve ihtiyaç duyulan ilaçları bulamayan insanlar ölmeleri için hastalıklarıyla yüz yüze bırakılıyor. Hissiz/merhametsiz Nazi-benzeri kuşatmanın direk sonucunda şimdiye kadar 200’den fazla masum Gazzeli hastanın hayatını kaybettiği biliniyor.

Tüm bu olaylar ısrailli devlet yetkililerin batılı televizyon kanallarında boy gösterip ısrail’in hiçbir şart altında Gazze’de “insani bir krizin” büyümesine izin vermeyeceği noktasında çoğu ilgisiz ve ahlaken kayıtsız batılı seyircileri ikna etmeye çalıştıkları esnada yaşanıyor. Ne ala! Uydurmalarının dışında bizler katliama, hırsızlığa, yalana dayanan şeytani ve dinsiz Siyonist bir ideolojiden daha fazla ne bekleyebiliriz ki?

ışgalin Gerçek Yüzü: Hırsızlık, Baskın ve Ahlaksızlık

Birinci sınıf askerlerini gecenin bir yarısında el Halil şehrindeki yetim okullarını ve yatılı diğer okulları basarak buralarda terör estirmeye gönderen bir devletten ne bekleyebiliriz ki?

Aileleri ısrail ordusu tarafından katledilen yetim ve öksüz çocuklar için bağışlanan yiyecekleri gasp eden bir devletten ne bekleyebiliriz ki?

Askerlerini depolara, ambarlara baskın yapmaya göndererek on yaş altındaki yetim çocukların geceliklerine varıncaya kadar ayakkabılarını ve elbiselerini çaldıran bir devletten ne bekleyebiliriz ki?

12 yaşındaki bir ilkokul öğrencisini katleden, ardından bu küçük kız çocuğunun ölüp ölmediğinden, kahraman askerlerin güvenliğine bir tehdit oluşturup oluşturmadığından emin olmak için kurbanın vücuduna 20 mermi daha boşaltan askerlerin devletinden ne bekleyebiliriz ki?

Barış gönüllülerini ordu buldozerleriyle katleden ve ardından da dünyaya “buldozer şoförü verilen talimatlara göre davranmış ve yanlış hiçbir şey yapmamıştır” diyen bir devletten ne bekleyebiliriz ki?

Kesin olan şu ki sözünü ettiğimiz bir devlet, yüzde yüz bir Nazi devletidir.

Evet, şahsen ben ısrail’in kaliteli bilim adamları yetiştirdiğini, iyi hastaneler inşa ettiğini, teknolojide, bilimde ve diğer alanlarda etkileyici başarılara imza attığını biliyorum.

Ancak bu dediklerimiz ahlaki anlamda pek de bir anlam ifade etmemektedir. Nazi Almanyası da birçok kaliteli bilim adamı yetiştirmişti, birçok kaliteli hastane inşa etmişti, bilimde ve teknolojide müessir başarılar göstermişti.

Tüm bunların yanında, acaba gelişmiş elektronik araçlar üreterek bu teknolojiyi beşiklerindeki bebeleri, kadınları ve diğer masum sivilleri öldürmek ve katletmek için kullanmak da neyin nesi oluyor?

ısrail: Zulüm, Soykırım ve Etnik Temizlik

Zulüm, toplu katliam ve etnik temizlik üzerine kurulu müreffeh bir devlet inşa etmek aslında neye işaret etmektedir?

ısrail dünyanın birçok kesiminde demokratik, dinç ve modern bir yapı olarak görünebilir. Ancak biz Filistinliler için ısrail, her zaman bir katil, bir hırsız ve bir yalancı olarak kalacaktır.

ısrail kendi ülkemizi bizden çaldı, insanımızı etnik temizliğe tabi tuttu, evlerimizi yıktı, kasabalarımızı ve köylerimizi tarumar etti, belki döneriz korkusuyla temiz su kaynaklarımızı zehirledi, ardından insanlarımızın büyük kısmını dünyanın dört bir yanına sürdü…Bu dediğimiz kategorideki insanların birçoğu ısrail liderleri ve sözcüleri tarafından şimdi arsız bir şekilde “teröristler” olarak isimlendiriliyor.

Doğrudur, ısrail askeri ve ekonomik olarak güçlü; dev sayıda nükleer silaha sahip, ısrail yanlısı baskı grupları Amerikan Hükümeti’ni ve dahi medyayı kontrol altında tutuyor ve ABD’de iş yapıyor.

Eee, ne peki?

şer devletler, tıpkı şerir insanlar gibi, sonsuza kadar var olamazlar. Ve ısrail de müstesna değil.


[1] Terim olarak “savunma gücü” anlamına gelen Wehrmacht kelimesi literatürde 1935’ten 1945 yılına kadar Almanya’nın birleşik silahlı güçlerini tanımlamaktaydı. Bu birleşik ordu Heer (kara), the Kriegsmarine (deniz) ve Luftwaffe (hava gücü) üçlüsünden oluşmaktaydı. Adolf Hitler’in Nazi Almanya’sındaki bu dev güç II. Dünya Harbinde etkin bir ol oynadı. Ordudaki asker sayısı 18.2 milyona ulaşmaktaydı. 2.3 milyon Wehrmacht askeri öldü, 550,000 asker çeşitli sebeplerle hayatını kaybetti; 2.0 milyon asker savaşta ve savaş sonrası kayboldu; 459,000 savaş esiri öldü, bunlardan 77,000 tanesi ABD, ıngiltere ve Fransa esiriydi.

[2] Hasbara terimi ıbranice’de açıklamak anlamına gelen fiilin, isim-fiil haline getirilmesi sonucu oluşan bir kelimedir. Yani, anlamı basit bir tabirle "açıklama"dır. Fakat bu kelime kullanım ve asıl kast edilen mana anlamında farklı bir anlam taşımaktadır. Özellikle söz konusu terim işgal devleti ısrail’in fanatik bir şekilde savunulması, avukatlığının yapılması bağlamında kullanılmaktadır.



Halid Amayre
Filistin Enformasyon Merkezi
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

3

10.07.2008, 13:17

Allah razı olsun bu tip bilgilendirmeler daha sık olarak yapılmasında fayda var özellikle Türkiye müslümanları bunlardan uzak pek bir şekilde umursatılmadan yaşıyor gündemi ..birde bunu belirtmek ve vurgulamakta fayda ve yarar görüyorum siuonistler bu aşamaya beş on senede veya bir asırda gelmedi 6-7 asırlık kararlı bir deccaliyet paket programi ile bu günlere ulaştılar bunlarıda uzun uzun açıklamak gerekir ama bir başka zamana inşallah.. şuraya dikkat çemek istiyorum nazi yahudi diyorsunuz bunu şöyle dersek daha iyi anlaşılır nazilik siyonist hadimlerin tapınakçı mason ilişkilerin ortaya çıkarıp kullandığı bir tür jacoben oluşumdur zaten naziliği faşizmi bu versiyonuyla kullanmayıda bu adamlara öğreten siyonistlerdir düşünmek gerekir hitlerin katliamlarıyla yahudilere ne mesaj verilmiş akabinde israil devletinin kurulumuna bu mesele ne kadar yardımcı olmuş ve teodor herzl in hayallerini yerine getirmek adına belki birazcık zormu kullanılmıştı bunları biraz açmak istedim Allahın selamı ve bereketi tüm müslümanların üzerine olsun

4

13.07.2008, 15:32

YEDı KAPILI GAZZE'YE YEDı KıLıT

[img:300:200]http://img503.imageshack.us/img503/8274/datafilescachetempimgs2ct8.jpg[/img]
Gazze'nin yedi sınır kapısı işgalciler tarafından Gazzelilere eziyet için kullanılıyor.

12 Eylül 2005 tarihinde Siyonist işgal güçlerinin Gazze’den çekilmesine rağmen bölge gerçekte özgürlüğüne kavuşmamış, bölge ahalisi de özgürlük ve bağımsızlığın kokusunu alamamıştır. Aksine bölge etrafı bütün yönlerden tel örgülerle ve engellerle çevrilmiş bir büyük hapishaneye dönüşmüştür. Bu şartlar altında işgal yönetimi kapıları kapatma metodunu kullanarak toplu cezalandırma yoluna gitmekte ve böylece özgürlük bütün yönleriyle anlamını kaybetmektedir.

Bir buçuk milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze’ye yedi sıkı kilit vurulmuştur. ışte bunlar çıkış kapıları olarak adlandırılıyor. ışgal yönetiminin uyguladığı politika sebebiyle bu kapılar yıl boyunca çoğu zaman kapalı tutuluyor. Bu kapılar kilitlendiğinde içeriye bir şey girmediği gibi içeriden de sadece insanlar değil hiçbir şey çıkamaz.

Söz konusu yedi kapıdan altısı tamamen işgal yönetimin kontrolündedir. Sadece bir tanesi işgal yönetiminin kontrolünde değildir; o da Mısır sınırındaki Rafah sınır kapısıdır.

Bu yedi kapı Filistin parlamento seçimleri sonrasında başlatılan ambargo sebebiyle iki yıldan beri kapalıdır. Gazze’ye boğucu ambargonun uygulandığı bir yıldan beri de çok sıkı bir şekilde kapalı tutulmaktadır. Bu sebepten dolayı iki yüzden fazla hasta tedavisinin engellenmesi nedeniyle hayatını kaybetmiş, daha önce benzeri görülmemiş insanî, ekonomik ve çevresel felaketler birbiri ardından gerçekleşmiştir.

El-Mintâr (Karni) Kapısı

Tamamen Siyonist işgal devletinin kontrolünde olan bu kapı Gazze şehrinin doğusunda yer alır. Bölgenin en önemli kapılarından ve aynı zamanda 1948’de işgal edilmiş topraklarla Gazze arasında ticarî mal geçişinde kullanılan en büyük kapıdır.

El-Mintâr kapısı en çok kapatılan kapı olarak bilinmektedir. 2007 boyunca toplam açılma süresi 150 gündür. Burası aynı zamanda en çok kontrole tabi tutulan kapıdır. Bilhassa Filistinlilere ait mallar çok sıkı denetimden geçirilir. ışgal yönetimi el-Mintâr (Karni) kapısından geçirilen malların çift denetime tabi tutulmasını şart koşuyor. Bu şarta göre Filistin tarafı önce bir denetimden geçirir, sonra bu işle ilgilenen bir Siyonist şirketi ikinci denetim gerçekleştirir. Yani her yük iki kez indirilir ve iki kez yüklenir. Bu uygulama taşınan mallarda zayiat miktarını artırdığı gibi aynı zamanda büyük vakit kaybına yol açmaktadır.

Boğucu ambargonun uygulanmasına başlanmasından sonra bu kapıdaki denetimler daha da sıkı bir hal aldı. Bunun sonucunda 1948’de işgal edilmiş bölgeden Gazze’ye ticari eşya taşıyan kamyonların hareketi neredeyse sıfıra indi. Özellikle un, buğday, süt mamulleri, meyve, inşaat malzemeleri, çocuk oyuncakları ve patlayıcı üretiminde kullanılması muhtemel birtakım kimyasal maddelerin taşınması tamamen durdu. Filistinlilerin sattığı ürünlerin, özellikle de çilek ve gülün bu kapıdan çıkışı tamamen durduruldu. Bu da Filistinli ziraatçıların milyonlarca dolarlarla tahmin edilen büyük zararlara uğramalarına sebep oldu.

Beyti Hanun (Eretz) Kapısı

Gazze şehrinin kuzey tarafına düşen bu kapı ağırlıklı olarak, 1948’de işgal edilmiş Filistin topraklarında, Batı Yaka’da, Ürdün’de veya herhangi bir dış ülkede tedavisi istenen hastaların geçirilmesi için tahsis edilmiştir. Ayrıca diplomatların, basın mensuplarının, yabancı heyetlerin, işçilerin ve Gazze bölgesi tüccarlarının geçişi için kullanılmaktadır. Gazeteler ve diğer matbuat da buradan geçirilir.

ınsan hakları raporuna göre işgal yönetimi buradan geçmeye çalışan her Filistinliyi, hasta bile olsa aşağılamaya çalışmaktadır. Bu yüzden kapıdan işgal yönetimi kontrolündeki bölge tarafına geçiş için insanlar kilometrelerce yürümeye mecbur bırakılıyorlar. Bazen yine Filistinliler geçiş için saatlerce beklemeye zorlanıyorlar. Tedavi için götürülmek üzere kapıya getirilen birçok kişi bu bekleme sırasında hayatını kaybetmiştir.

Boğucu ambargonun uygulanmasıyla birlikte denetimlerin çok sıkı hale getirilmesi ve zorlaştırılması sebebiyle Beyti Hanun kapısından günlük geçiş ortalama 5 – 10 kişiye kadar düştü.

Ambargonun şiddetlendirilmesi için başvurulan bu kötü yöntem sıkıntıların artmasına sebep oldu. Özellikle bu kapının kapatılması Filistinli hastalardan en az iki yüz kişinin tedavilerinin engellenmesi sebebiyle ölmesine yol açtı. Bunun yanı sıra en az bin beş yüz hastanın da tedavi için çıkıştan alıkonmaları yüzünden Gazze’de büyük zorluklar yaşamalarına sebep olmaktadır.

El-Avde (Sofa) Kapısı

Gazze bölgesinin güneyinde Gazze şehrinin doğusuna düşecek bir yerde bulunan küçük bir kapıdır. Bu kapı da ticari malların özellikle de inşaat malzemelerinin geçişine tahsis edilmiştir. Bu kapı sadece Gazze yönüne götürülen malzemeler için kullanıldığından işgal devleti yönüne bu kapıdan bir şey taşınmaz.

Uluslar arası raporlarda ifade edildiğine göre bu kapının kapanması tamamen Siyonistlerin keyiflerine ve zevklerine kalmıştır. Bu kapıda denetim de çok sıkıdır. ışgal yönetimi polisi buraya gelen kamyonların taşıdığı tüm eşyaları geniş bir alana boşalttırır. Sonra saatlerce arama yapar, ondan sonra taşınmasına izin verir. Bu kapı son iki yıl içinde sadece 65 gün açılmıştır.

şucaiyye (Nahil Uz) Kapısı

Bu kapı Gazze şehrinin doğusunda şuca’iyye mahallesinde yer alır. Oldukça hassas bir kapıdır. Gazze tarafına yakıt bu kapıdan geçer. Yakıt ihracı işini yürüten bir Siyonist şirketinin kontrolündedir. Burada kapı ile kastedilen de işgal devleti tarafından Gazze tarafına yakıt aktarılmasında kullanılan büyük borulardır. Bu borularla aktarılan yakıtın da parası önceden ödenmiş olmaktadır.

ışgal yönetimi şuca’iyye (Nahil Uz) kapısını haftada en az iki gün kapatmayı alışkanlık haline getirmiştir. Bu uygulama da elektrik üretim santrallerinde çalışanları, söz konusu kapının kapanacağı tahmin edilen iki gün için ihtiyaten bir miktar yakıtı depoda tutmaya ve yakıt naklinin durduğu günlerde kullanmaya sevk etmektedir.

Gazze elektrik santrali her beş gün için ortalama 490 metreküp yakıta ihtiyaç duymaktadır. Ancak işgal yönetimi bu miktarı çoğunlukla göndermiyor. Gazze bölgesi günde ortalama 230 Megawatt elektriğe ihtiyaç duyuyor. Siyonistlere ait elektrik şirketinden sadece 120 Megawatt elektrik veriliyor. Mısır ise 17 Megawatt elektrik gönderme sorumluluğunu üzerine almış durumda. Gazze santrali da 42 Megawatt elektrik üretebiliyor. Özellikle bölgenin yoğun saldırıya maruz kaldığı sıralarda ise hiç üretim yapamıyor. Bundan dolayı Gazze bölgesinde günde ortalama % 23 oranında elektrik yetersizliği sorunu yaşanmaktadır.

Kerem Ebu Sâlim (Kerem şalom) Kapısı

Bu kapı 1948’de işgal edilmiş bölgeyle Mısır sınırının kesiştiği noktada yer alır. Gazze’yle 1948’de işgal edilmiş Filistin toprakları arasındaki ticari hareketliliğe tahsis edilmiştir. Bazen yardımların sokulmasında da kullanılmaktadır. Aynı zamanda, hemen yakınındaki Rafah sınır kapısından girme imkânı bulamayan Filistinliler de bazen bu kapıyı kullanmaktadırlar. Fakat bu seçeneği genellikle reddetmektedirler. Özellikle buradan geçmeye zorlanan Filistinlilerin birçoğunun, “işgal devleti tarafından aranan kişiler” oldukları iddiasıyla tutuklanmaları onların bu kapı seçeneğini reddetmelerine sebep oluyor.

Buradan geçmeye zorlanan Filistinliler aynı zamanda aşağılamaya, çirkin muameleye, Siyonist yönetimin güvenlik ve istihbarat teşkilatlarının sıkı denetimlerine maruz kalıyorlar. ışgal devleti istihbaratı bazen de buradan geçmeye zorlananlara, kendileriyle casus olarak çalışma teklifinde bulunuyor.

Karara (Keysofim) Kapısı

Bu kapı Han Yunus ile Deyru’l-Belah arasında yer alır. ışgal devletinin askeri geçişlerine tahsis edilmiştir. Siyonist devlet Gazze’ye baskın düzenleme kararı aldığında tankların ve birliklerin geçişinde bu kapı kullanılır. Siyonist işgal güçlerinin 2005’te bölgeden çekilmesinden sonra tamamen kapatılmıştır.

Rafah Kapısı

Gazze’nin Arap dünyasına açılan tek nefes borusu sayılır. Filistin’in Mısır sınırı üzerinde yer alır. Burası da AB gözetiminde, Filistin ve Mısır kontrolündedir.

Bu kapı Kasım 2005’te işgal devletiyle Filistin Özerk Yönetimi arasında imzalanan ve Filistin kimliği taşıyan her bir Filistinlinin geçişiyle ilgili Geçiş Kapıları Anlaşması’na göre kullanılmıştır.

Kapı Filistinlilerin ticari mallarının özellikle de ziraî ürünlerinin ihraç edilmesinde kullanılmaktadır. ışgal devleti, Geçiş Kapıları Anlaşması’na göre Rafah kapısını kullanacak Filistinlilerin isimlerinin geçişten 48 saat önce kendisine bildirilmesi gerektiği ve kendisinin geçişe izin vereceği ya da engel koyacağı iddiasıyla itirazda bulunuyor. Yine Geçiş kapıları Anlaşması’nın bir maddesine göre Avrupa Birliği’nden bir denetleme heyeti bulunmadan Rafah kapısının açılamayacağı iddiasına binaen bu kapıyı çoğu zaman kapattırmıştır.

Geçiş Kapıları Anlaşması

2005’te işgal yönetimi ile Özerk Yönetim arasında iki ay süren tartışmadan sonra Gazze’ye giriş ve çıkış özgürlüğü, özellikle de Rafah sınır kapısının yeniden kullanıma açılması konusunda bir anlaşmaya varıldığı ilan edilmişti. Anlaşma, Rafah kapısının Kasım 2005’ten itibaren, üçüncü bir taraf sıfatıyla devreye giren AB gözetiminde ve Filistin – Mısır denetiminde kullanıma açılmasına imkân tanıyordu.

Kapı Filistin vatandaşlarının geçişinde kullanılacaktı. Anlaşma, Özerk Yönetim’e yabancı diplomatların, yatırımcıların veya vatandaşlardan olmayan misafirlerin girişlerini bildirme sorumluluğu yüklüyordu. Anlaşmaya göre “ısrail, onlardan herhangi birinin girişini engelleme hakkına sahip olacaktı.”

ABD Dışişleri Bakanı Condoleza Rice’ın öncülüğünde kabul edilen anlaşma bir yıl süreyle yürürlükte olacaktı.

Yine anlaşma gereğince AB heyetinin, ihtiyaç duyduğunda Filistinli yolcuları ve bagajlarını ayrıca denetleme hakkı olacaktı. Anlaşma ilk merhalede araçların Rafah sınır kapısından geçişine imkân tanımıyor, araçların Kerem Ebu Salim kapısından geçmesini şart koşuyordu. Bu uygulama Rafah kapısında altyapının tamamlanmasına kadar sürecekti ki hâlen altyapı tamamlanmış değildir.

Kerem Ebu Sâlim kapısı Mısır’ın Sina bölgesinden Gazze’ye nakledilecek ticari malların geçirilmesinde kullanılacak, bu malların denetimi Siyonist yönetim tarafından yapılacak, gümrük işlemleri aynen eskisi gibi devam edecek ve bir yıl sonra Avrupalılar uygulamanın aynen böyle devam edip etmeyeceğine karar verecekti.

El-Mintar kapısında da ticari mallar toplanacak ve buradan günde ortalama 150 tır geçişine izin verilecekti. Bu miktar ise Dünya Bankası verilerine göre Gazze ekonomisinin yürümesi için gerekli olan asgari miktardı. Ne var ki iki yıldan beri bu da gerçekleşmemektedir.

Gazze ile Batı Yaka’nın bağlantısı konusunda ise işgal devleti, Avrupa barış temsilcisi James Wolfensohn’un tavsiyesine uyacak ortak heyet yoluyla, 15 Aralık 2005’e kadar yolcu araçlarının, 15 Aralık 2006’ya kadar da yük araçlarının korumalı bir şekilde geçişine imkân tanınacaktı.

Deniz ve hava taşımacılığı konusunda ise anlaşma şunu şart koşuyordu: Gazze’ye aynen Rafah sınır kapısındaki gibi AB tarafından gözetlenen liman kurulacak, hava ulaşımı için de ed-Duhniye havaalanı hemen tamir edilip ulaşıma açılacaktı. Bu gerçekleşmediği gibi havaalanı da birçok kez bombalanmıştır.

Siyonistlerin Anlaşma Maddelerini Tanımamaları

Geçiş Kapıları Anlaşması’nın uygulamaya geçirilmesi tam bir hayal kırıklığı getirmiştir. Anlaşmanın giriş kısmında geçen ifadelerde, “anlaşmanın ekonominin barışçı yollardan geliştirilmesine yardımcı olmak ve bölge topraklarında insanî durumun iyileştirilmesi için imzalandığının” ileri sürülmesine rağmen Siyonist işgal yönetimi şartlarına hiçbir şekilde bağlı kalmamıştır. Aksine tüm maddelerini geçersiz hale getirmiştir. Fiili hâkimiyetini güçlendirmeye, Filistinlilerin hayatlarına hükmetmeye, hayatlarının ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasi tüm alanlarını denetim altına almaya çalışmıştır.

Anlaşmanın iki yıllık uygulamasında ortaya çıkan sonuç şudur: ışgal yönetimi bazen güvenlik gerekçesiyle bazen de Avrupalı gözlemcilerin bulunmadığı iddiasıyla kapıları tekrar tekrar ve uzun süreli kapatmak suretiyle bütün ümitlerin yel olup gitmesine sebep olmuştur. Bu durum ekonomik ve siyasi birikimi başta olmak üzere Özerk Yönetim’in çeşitli birikimlerinin üzücü bir şekilde yara almasına yol açmıştır. Bundan dolayı BM’nin Filistin Topraklarındaki ınsani ışleri Koordinasyon Bürosu’nun başkanı David Shearer şu sözü söyleme ihtiyacı duymuştur: “Açıkça ifade ediyorum ki ben Batı Yaka ve Gazze’nin sık sık kapılarının kapatılması karşısında kalıcı bir Filistin piyasa ekonomisinin oluşturulmasının imkânsız olduğu inancındayım.”

ışgalin Katılaştırılması

Filistin ınsan Hakları Merkezi, işgal yönetimiyle Filistin Özerk Yönetimi arasında imzalanan Geçiş Kapıları Anlaşması’yla işgal yönetiminin Gazze bölgesi, bu bölgenin ekonomisi ve nüfus hareketi üzerinde hâkimiyetini güçlendirdiğini dile getirdi.

Adı geçen merkezin konuyla ilgili açıklaması şöyle devam ediyor: “Siyonist işgal yönetiminin Gazze içindeki askeri varlığının sona ermesi kesinlikle Siyonist işgalin bölge üzerinde savaşa dayanan tahakkümünün sona ermesi anlamına gelmez. Mevcut durum işgal yönetiminin, Gazze’ye giriş ve çıkış konusunda hareket özgürlüğü üzerindeki tahakkümünü artırmasının göstergesidir. Anlaşmada kullanılan üslup da işgal yönetiminin Gazze üzerinde, bölgenin tecrit edilmesi planının uygulanmasıyla son bulmayan tahakkümünü güçlendirmektedir.”

Filistin ınsan Hakları Merkezi açıklamasında, işgal devletinin Uluslar arası ınsan Hakları Anlaşması’nın kurallarını, özellikle de silahlı çatışmalar döneminde sivillerin korunmasına dair Dördüncü Cenevre Anlaşması’nı ihlallerini, kuşatma ve ekonomik yönden sıkıştırma politikasını Filistinlilere baskı amacıyla kullanmayı devam ettireceği yönündeki endişelerini dile getirdi.

Merkezin açıklamasında, işgal yönetiminin hareket özgürlüğünün kolaylaştırılmasıyla ilgili göstermelik çıkışlarının da birtakım art niyetlere dayandığına dikkat çekilerek bu yolla Gazze Uluslar arası Havaalanı’nın yeniden açılması işinin geciktirilmesinin amaçlandığı vurgulandı. Açıklamada söz konusu havaalanının onarımının ve ulaşıma elverişli hale getirilmesinin birkaç aydan fazla sürmeyeceğine dikkat çekilerek, inşasının iki yıldan az sürmeyeceği limandan söz etmeden önce söz konusu havaalanının onarımının gerçekleştirilmesi gerektiği ifade edildi.


Filistin Enformasyon Merkezi
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

5

17.08.2008, 23:34

Gazze: Zamanımızın Auschwitz’i
[img:300:201]http://img131.imageshack.us/img131/9016/datafilescachetempimgs2xl5.jpg[/img]


1939 Eylül ayında Polonya’yı işgal etmesinden bir yıl sonra, 1940 yılında Nazi Güçleri 500.000 Yahudi’yi yüksek duvarlarla örülü Varşova Getto’suna gitmeye zorladı. Sürülenlerden on binlercesi açlık ve hastalık nedeniyle öldü. Sonuçta 300.000 Yahudi genel olarak Polonya’nın batısındaki Treblinka ölüm kampına gönderildi.

şimdi aynı şekilde ısrail, Gazze şeridi’ne yaşayan bir buçuk milyon çaresiz Filistinliyi tıpkı Varşova Getto’sunda yaşanan şartlara benzer bir cehenneme çeviriyor. Gazze toplama kampı sadece duvarlarla örülmüş değil; aynı zamanda her türlü baskı yöntemine maruz kalıyor. Elektrikli duvarlar, önce vurup sonra soru soran tetikçi, mutlu Gestapo tipli Yahudi askerlerin bulunduğu gözetleme kuleleri bunlardan birkaçı.

Dahası, binlerce ısrail askeri, nefes aldırmamacasına Gazze’yi çepeçevre kuşatmış durumda. Bu askerler, çalışmak veya yiyecek aramak için ısrail’e girmeye çalışan ve Gazze dışına çıkmak isteyen herhangi bir Filistinli’yi ateş açarak öldürebiliyor.


Filistinli Çocuklar Ekmek ve Çay ile Yaşıyor
Nefret dolu duvarların yakınlarında futbol oynayan Filistinli çocuklar bile rutin olarak “dünyanın en ahlaklı ordusu (!)” tarafından kurşunlanarak parçalara taze kanlarıyla toprağa düşebiliyor.

Bu soykırım düzeni neticesinde binlerce Gazzeli vatandaş anemiden kaynaklanan hastalıklar ve kötü beslenme nedeniyle hayatını kaybediyor. Bunların dışında bir çok çocuk da çoğunluğunu ekmek ve çayın oluşturduğu tamamen yetersiz yiyecekle hayatta kalmaya çalışıyor.



Bu hafta, bu satırları kaleme alan yazar Gazze’deki birkaç aile ile görüştü ve çocuklarıyla konuşmak istediğini söyledi. Aldığı cevap oldukça korkutucu ve dehşet verici idi. 10 çocuk ile konuşma fırsatım oldu ve bunlardan yedi tanesinin geçen hafta boyunca çay-ekmek ve biraz da domates dışında başka bir şey yemedikleri gerçeğiyle şoka uğradım.

Yetişkinler, özellikle de anne-babalar karşılaştıkları trajedinin boyutlarını açığa vurmak istemiyorlar. Bu aileler kısa ve özlü olarak sadece “Elhamdulillah-Allah (cc)’a hamd olsun” diyorlar. Ancak bunu söylerken çıkardıkları ses tonu kendilerinin gerçekten ciddi bir rahatsızlık ile karşı karşıya oldukları gerçeğini saklayamıyor.


Gazze şeridi’nden Dünya’daki en büyük toplama kampına

Gazze şeridi’ne yönelik acımasız ambargo, Hamas’ın deniz kıyısındaki bu küçük bölgeyi kontrol altına aldığı Haziran ortasından itibaren başlamış değil. Hamas, Amerikan dolarları ve silahlarıyla donanan Muhammed Dahlan’ın başkanlık ettiği el-Fetih güçlerini, ısrail ve Amerika yönetiminden bir ödül kazanmak için Hamas liderlerini katletme planlarının açığa çıkması akabinde bunları acı bir yenilgiye uğratmıştı.

Aslında Gazze şeridi etkin bir şekilde, ta ikinci Filistin ıntifadası’nın başladığı 2000 yılından beri kuşatma ve ambargo altında. Bu zamanda beri de Gazzeliler ürettikleri ürünleri dışarıya çıkaramıyor, ihracat yapamıyorlar.

Dahası, dünyaya Gazze’deki işgali sona erdirdiğini söyleyen ısrail, halen Mısır’la Gazze şeridi arasındaki Rafah sınır kapısını tamamen kontrol altında tutmaya devam ediyor. Böylece Gazze şeridi’nin dünyaya açılan tek kapısını da kapatarak burayı dünyadaki en büyük tutuklama kampı haline dönüştürüyor.

Uzun bir hikâyeyi kısaca anlatmak gerekirse şunları söyleyebiliriz: Gazze halkı Varşova Getto’larında hüküm süren şartların aynısını yaşamaya itilmektedir. Gazzelilerin çalışma yapması engellenmektedir (halihazırda Gazze’de işsizlik % 70’den daha fazla), Gazzelilerin yurtdışına çıkmasına izin verilmiyor, ısrail’e çalışmak için girmelerine izin verilmiyor, balık avlamak için dahi olsa Gazze sahiline gitmelerine müsaade edilmiyor. Gitmeleri durumunda bir milden daha fazla sahilden uzaklaşan herhangi bir tekneye ısrail silahlı gemileri tarafından ateş açılıyor.

Cani ve barbar önlemler, Gazzelilerin daha fazla yoksullaştırılması böylece bir ekmek dahi alamaz hale dönüşecekleri anlamına geliyor.

Gazze’de yaşayan halkın açlık ve yoksulluğa muhtaç edilmesiyle ilgili ısrail’in yürütmüş olduğu planın hedefi Gazzelilerin Hamas Hareketi’nin önderliğindeki demokratik seçimle gelmiş hükümete isyan etmelerini sağlamak. Ayrıca bu yolla ısrail, kurulduğu 1948 yılında Yahudi çetelerin köylerinden ve evlerinden ettiği Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı gibi çok önemli konular da olmak üzere Filistin milli çıkarlarını rahatlıkla satabilecek yeni bir hükümetin oluşmasını sağlamak istiyor.

Gazze şeridi’nde yaşayan halkın en az üçte ikisinin mülteci olduğuna inanılıyor. ışte tam da bu nedenlerle Gazze halkına yoğun baskılar ve zorlamalar yapılıyor ki şu an ısrail sınırları içinde olan evlerine ve köylerine dönme hakkından vazgeçsinler.

ısrail’in gayet ısrarla, hatta kesin ve etkileyici bir şekilde Gazze şeridi’nde yaşayan insanlara karşı Nazi benzeri bir yaklaşım sergilediği ortada.

Kamuoyunu yönlendirmede mahir olan ısrail Hükümeti ise dünyanın Gazze’de tüyler ürperten soykırımın açığa çıkartılması yönünde aktif önlemler almamasını ümit ediyor. ışte bu nedenle ısrail, muhtemel uluslararası baskıdan kaçınmak için limitli sayıdaki yağ ve un gibi bazı yiyeceklerin Gazze’ye sokulmasına müsaade ediyor.

Ancak tüm bunlara rağmen Gazze’ye giren malzemeler çarpıcı bir oranda yetersiz. Ki bunlar çok sayıdaki Gazzeli çocuğun temel yiyecek ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan son derece uzak…

Ne yazık ki Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Konseyi (UNRWA) Gazze trajedisinin açığa çıkmaması hususunda mümkün olduğu kadar sessiz bir şekilde ısrail ile gizlice işbirliği yaparak dolaplar çeviriyor gibi görünüyor.

UNRWA yetkilileri habire bomboş açıklamalar yapıyorlar ve Gazze’de “bir insanlık krizi”nin kapıda olduğu konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Ancak, BM temsilcileri sık sık bazı şeyleri olduğu gibi söylemekten de kaçınıyor. Belki de bu ısrailliler ve Amerikalarının üzülmeleri korkusundan kaynaklanıyor. Oysa bu iki kesim açık bir şekilde Gazze’de yaşanan durumla ilgili olarak “şiddetli açlık ve toplama kampı” gibi kelimeleri duymak istemiyorlar ve bunun uluslararası medyada yer almasına da karşı çıkıyorlar.

ısrail şüphesiz ki Gazze’de yaşanan bu insan yapımı trajedide başat rol oynuyor. Zira Gazzelilerin yiyecek almaları, ürettikleri ürünleri, özellikle kendi ürünlerini Batı şeria’ya ihraç etmelerine izin vermek ısrail’in elinde. Atılacak böylesi bir adım ısrail için hiçbir şey kaybettirmeyecek; aksine Gazzelilerin kendi çocuklarını doyurmaları için biraz yiyecek almalarına yardım edecek.

Tüm bunlara rağmen ısrail, her zaman olduğu gibi, Nazilerin kurbanlarına davrandıklarından farksız bir şekilde duygusuz ve ahlaksız geleneğine açık bir şekilde sadakat yolunu seçiyor.


ABD Yönetimi, Abbas ve ısrail Kadar Suçlu

Yaşanan bu insanlık trajedisinde tek suçlu ısrail değil elbette. ABD de ısrail kadar suçlu. Zira Bush Yönetimi, ısrail’e Gazze’ye yaptığı baskıyı devam ettirmesi yönünde uyarılarda bulunuyor.

Aslında Amerikalı yetkililer Gazze’ye karşı uygulanan ambargodaki başarıları nedeniyle ısrailli meslektaşlarını tebrik etmeye devam ediyor. Gerçekten merak ediyorum. Nasıl bir politikacı ki bunlar çocukların açlıktan ölmesini seyretmekten zevk alıyorlar? Bunlar insanoğlu mu yoksa birbirlerini yiyen yamyamlar mı? Bu soru direk olarak Condoleeza Rice adlı şahsa yöneltilmeli kanaatimce. Çünkü kendisinin Filistin halkına karşı gösterdiği tavırlar, en kötü Amerikalı beyaz efendilerin kendi atalarına karşı gösterdiği tavırlardan bin kez daha kötü.

Belki de Filistin meselesiyle ilgili olarak ortaya koyduğu suç kaydından beri Rice’ın gösterdiği adalet ve ahlak hassasiyetine kapılmak saflık olacaktır. Zira tavırları, ahlaksız ve kötü karakterli olduğuna şüphe bırakmamaktadır.

Eğer, Irak’ta bir soykırım yürüten Bush Yönetimi ile Yahudi milliyetçiliği adına Filistin’de etkin bir şekilde etnik temizlik yapan ısrail, şeytani hükümetlerden sadece şeytan temelinde mazur görülselerdi bile Mahmut Abbas’ın Filistin rejimi kesinlikle ama kesinlikle mazur görülemez. Hele bu yönetim, sözde hizmet ettiğini iddia ettiği kendi halkına karşı ısrail ile fingirdeşiyor ve işbirliği yapıyorsa bunun kabul edilecek hiçbir tarafı olamaz!

ısrail’in Gazze’ye yönelik ambargoyu derinleştirmesi hususunda kesin ve açık bir şekilde cesaretlendirilmesi de dahil bu tür davranışlar; Gazze’de açlık ve baskı nedeniyle yüz binlerce insanın sıkıntı çekmesi bir dış işgalin işbirlikçiliği ve yardakçılığının karakterini ortaya koymaktadır.

Abbas ve işbirlikçilerinin Filistin halkına daha çok açıklama yapması gerektiği açık. Yine bunların Filistin halkının gönlünü almaları gerekiyor. Eğer bunlarda zerre kadar ar ve utanma duygusu kalmışsa!



Halid Amayire
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

6

31.08.2008, 21:30

BM Gazze'deki olaylara neden sesini yükseltmiyor?

Gazze'nin abluka altına alınmasının yanı sıra elektrik ve erzak temininin kesilmesine karşı verilen kınayıcı tepkilerin, boş sözleri aşmadığı takdirde ne değeri var? ABD'nin Afgan asıllı Daimi BM Temsilcisi (Zalmay Halilzad), toplu cezalandırmayı ısrail'in kendini savunma hakkı temelinde meşrulaştırırsa Güvenlik Konseyi toplantısının ne önemi kalır? ınsan hakları çığırtkanlığı yapanlar bir nebze vicdan sahibi olsaydı, Siyonist oluşum bir topluma karşı böyle açık bir saldırıda bulunmaya ve 1.5 milyon insanı toptan cezalandırmaya cesaret edemezdi.
Bu Amerikalı delegeye soruyoruz: Bu suçları Siyonist oluşumdan başka birileri işleseydi aynı tutumu sergileyecek miydi? Karşımızda sadece bir insanlık felaketi yok. Aynı zamanda bütün kriter ve örfler ortadan kalkıyor, suç ve barbarlık pohpohlanıyor, en basit uluslararası yasalar ve sözleşmeler çiğneniyor.
Siyonistlerin Filistin'de kadın ve çocuklara yaptıklarıyla Hitler'in 2. Dünya Savaşı'nda esirlere yaptıkları arasında ne fark var? Niçin Siyonistlerin 70 yıl önce sözde kurbanları için tazminat istemeye hakkı var da, kimse bugün bütün bir ümmete karşı yaptıklarını eleştiremiyor bile? Bugün Filistin'de yaşadığımız faşizm şok ve suç bakımından Nazi soykırım masalından daha alt seviyede mi? Hakkında konuştukları vicdan nerede? Övündükleri demokrasi nerede? Hiç kuşkusuz bu kanlı trajedi, direnişin ısrail kanserinin köklerini söküp atma iradesine yeni bir enerji getirecek.
Özgürlük çağrısı yapan herkes, bu utanca karşı çıkmalı. Filistin halkı açlık, susuzluk, baskı ve öldürmelerle yenilgiye uğratılamaz. Tarih, düşmanla işbirliği yapanları kaydedecek. Batı'nın paketleyip gönderdiği Siyonist unsur Arap ve ıslam toplumu üzerinde bir hastalığa, insanlığın alnında bir utanca dönüştü. Siyonist oluşumun Gazze'de Filistinlilere yaptıkları, liderlerinin yargılanması, bütün uluslararası kuruluşlardan kovulması talebinde bulunmak için yeterli. Bu da soykırım siyasetini izlemek isteyenlere ders olur.
(ıran gazetesi Vifak, 23 Ocak 2008)


26.01.2008


kaynak
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

7

31.08.2008, 22:23

Filistinliler göç etsin, vazgeçsin, bıraksın gitsin de bize kalsın diye uğraşıyorlar. Emin olsalar kurtulabileceklerinden, göç etsin diye Filistinlere para bile öder bunlar. Arkalarını koruyacak ABD kalmadığında, ne yapacaklar bakalım.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

8

01.09.2008, 19:38

şuan zaten göçetmekten başka çağresi kalmayan bir sürü filistinli göç etmiş ve ediyor durumda.. gidecek yeri olmayan veya topraklarını terk etmek istemeyenler ise hala direniyor... Rabbim Yardım et onlara...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

9

01.09.2008, 19:56

Bu mübarek Ramazanın yüzüsuyu hürmetine duadan başka birşey yapamayan kullarını af eder ve dularımızı kabul eder inşaallah Beldetün tayyibetünlü kardeşim amin.

Mesajlar: 6

Meslek: Arkeolog

Hobiler: Tarih, arkeploji

  • Özel mesaj gönder

10

08.09.2008, 01:46

yeni bir sellahaddın cıkarmı acaba ?

11

08.09.2008, 11:31

Çıksa bile ancak Nurculardan çıkar :wink:

12

08.09.2008, 19:07

belli olmaz orası.. Allah bilir...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

13

08.09.2008, 21:51

Elbette Allah bilir ancak kul olarak gördüğümüz bir şey var ki:

BU ASIRDA; hem Kudüs'te, hem de alem-i ıslam'da barış ve huzuru sağlayacak çareler Risale-i Nur aracılığıyla Kuran'dan alınıp anlaşılabilir. Risale-i Nur'daki Kuran'dan süzülmüş ve çağımızın idrakine uygun şekilde sunulmuş olan o elmastan daha kıymetli hakikatleri bilmeyen, idrak edememiş olan hiç kimse bu asrın Selahaddin'i olamaz!

14

08.09.2008, 22:10

şu zamanda ne Selehaddinler var,ne Ömer b.Abdülazizler var, ne Ebu Zerr'ler var, ne Musab B.Ümeyr'ler var.. çok zor onlar gibi olabilmek onların yapabildiklerini yapabilmek.. onun için.. ha onların yollarından giden çok var tabi ki ama gerçekten yapabildiklerini yapmak şu dünya nüfusunda sayılı kişiye nasib oluyordur...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Mesajlar: 6

Meslek: Arkeolog

Hobiler: Tarih, arkeploji

  • Özel mesaj gönder

15

08.09.2008, 22:48

EVET BıR SELAHADDIN CIKACAK. YA AKSA AğLAMA , BıR GÜN ELBET BıR SELAHADDIN CIKACAK YAHUDıLERıN VE KUKLALARIIN HAYASIZ BOYUNDURUğUNA KARSI ıSLAMIN REFAH VE HUZUR GETıREN SANCAğINI YENıDEN SURLARINA DıKECEKTıR VE YENIDEN GUL SUYUYLA YIKAYACAKTIR KANA BULANAN SOKAKLARINI.

16

09.09.2008, 02:58

Alıntı sahibi ""ayna""

şu zamanda ne Selehaddinler var,ne Ömer b.Abdülazizler var, ne Ebu Zerr'ler var, ne Musab B.Ümeyr'ler var.. çok zor onlar gibi olabilmek onların yapabildiklerini yapabilmek.. onun için.. ha onların yollarından giden çok var tabi ki ama gerçekten yapabildiklerini yapmak şu dünya nüfusunda sayılı kişiye nasib oluyordur...


Selahaddin Eyyubi bildiğim kadarıyla 1138 doğumludur. Bu tarihi bilgiye dayanarak kendisinin Sahabe-i Kiram'dan olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Yani Selahaddin Eyyubi ile birlikte zikrettiğiniz sahabe efendilerimiz Selahaddin Eyyubi'den kat be kat üstündür. Öte yandan Selahaddin Eyyubi'den sonraki zamanlarda da Selahaddin Eyyubi'den kat be kat üstün olan kutublar, müçtehidler, müceddidler gelmiştir. Bunları şunun için diyorum Aynur kardeşim; Selahaddin Eyyubi'yi en az senin kadar ben de severim ve bununla birlikte bugün bile evet bugün bile Selahaddin Eyyubi'den daha üstün devlet adamlarının yetişebileceğine de inanırım. Çünkü vaadinden kat'a ve asla dönmeyecek olan Rabb-i Rahimimiz ıslam nurunu tamamlamadan kıyameti koparmayacaktır. ıslam nuru da Selahaddin Eyyubi ruhlu insanlar tarafından tamamlanabilir ancak. Benim öngörüm budur. Gerçek bilgi ise elbette Allah katındadır. Vesselam...

17

09.09.2008, 19:11

Allah'ın Elbette ki islamı zafere çıkaracak bunda zerre kadar şüphem olmaz olmaz da.. ama şuan ki konjoktürde biz Aksa'yı kutaracak biri için dua etmeliyiz... bu iş tek kişiyle değil hepimize birşeyler düşüyor muhakkak ki.. hergün binlerce mazlumun duası arşı titretirken Allah yardımını gönderecektir. ve tüm müminler bir arada olacaktır o vakit.. istediğim o ki ıslam'ın zaferini yaşarken görmek... ve buna katkıda bulunmak...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

18

09.09.2008, 19:13

ıslam'ın zaferine katkıda bulunmak, en başta ıslam'ı yaşamakla olur. Allah hepimize ıslam'ı layıkıyla yaşamayı nasip etsin.

19

09.09.2008, 19:16

AMıN... ama bu ahirzamanda bizim gibi gençlerin işi hakikatten de çok zor.. Allah bize sabır versin... Allah bizim yardımcımız olsun,doğru yoldan ayırmasın...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

20

09.09.2008, 19:18

Allah'a karşı olan acizliğimizi, fakirliğimizi ne derece hissedersek o derece rahmete ve inayete layık oluruz. O zaman yapmamız gereken, acz ve fakr ile dergah-ı ılahiyeye sığınmaktır.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir