Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

1

18.06.2007, 20:50

Minberde başı açık imamın hutbesi

1932 yılında Süleymaniye Camii’nde Türkçe hutbe okuması emredilen Sadettin Kaynak, Atatürk’e “sarık saracak mıyım?” diye sorduğunda şu cevabı alır:

Ezanın Özgürleşmesi yazı dizisinden

Muharrem Coşkun



“ılk Nabız Yoklaması”

Dinde reform girişimine 1926 yılında seçilen aktörlerden biri, Göztepe Camii ımamı Cemaleddin Efendiydi..

Cemaleddin efendi, 1926 yılının ramazanında, göztepe camii'nde, ilk Türkçe namaz kıldırarak dikkat çekmişti.. Cemaleddin efendinin bu girişimi her ne kadar ferdi bir çıkış gibi görülse de aslında bir nabız yoklamasıydı.. Nitekim halktan gelen yoğun tepkiler üzerine cemaleddin efendi görevinden alınmış, ancak maaşı kesilmediği gibi bir kaç ay sonra da imam hatip mektebi muallimliğine atanmıştı.. Dönemin Diyanet işleri reisi Rifat Börekçi ise Türkçe namaz kılınamayacağını, namazlarda ayet ve surelerin orjinallerinin okunması gerektiğini söyeleyecekti.

Ne var ki toplum hayatının kökten değiştirilmeye çalışıldığı bir dönemde, bu tür karşı çıkışlar pek uzun soluklu olamayacak, ve ibadetlerin Türkçeleştirilmesine yönelik taleplerden vazgeçilmeyecekti.. Bu tartışmaların üzeri henüz küllenmeden bizzat Rifat börekçi'inin başkanlığı döneminde, hutbeler Türkçeleştirilecek ve kitap olarak da basılacaktı..

Kısa bir süre sonra, 1928 yılında da ısmail Hakkı Baltacıoğlu, dinde reform taleplerini yeniden gündeme getirmişti.. Baltacoğlu tarafından hazırlanan "dini ıslah beyannamesi"nde ibadetlerin türkleştirilmesi hatta yeniden düzenlenmesi öngörülüyordu..

Baltacıoğlu, Kur’an tercümesi ve ibadette reform çalışmalarında aktif olarak görev almıştı.. Kur’an-ı kerim'de bazı ayetlerin çıkarılmasından, camilere ayyakabılarla girilebileceğine, camilere kiliselerde olduğu gisi sıralar yerleştirilmesi ve müzik eşliğinde ibadet edilmesi gibi radikal öneriler baltacıoğlu'nun gündeme getirdiği bazı taleplerdi.. Baltacıoğlu, bu çabaları nedeniyle Halk Partililerden de büyük destek alıyor, kendisine Luther yakıştırması yapılıyordu..

Dinin türkleştirilmesi projesinin önde gelen aktörlerinden biri de Dr. Resit Galip’di.. Galib, Müslümanlık: Türk'ün Milli Dini isimli eserinde, "şu halde din, dil vasıtasıyla insanın milliyetine girmektedir. Burada din, milli bir unsur oluyor. Binaenaleyh din, milliyetin birbirinden ayrılmaz bir parçasıdır." diyerek yapılacak reformların dil odaklı olacağına işaret ediyordu..

Bu arada siyasi iktidar da boş durmuyor, bir yandan Türkçe hutbeler hazırlatıp Kur’an-ı kerim ile sahih-i buhari'yi Türkçeye çevirtiyor, diğer yandan da ibadetlerin Türkçeleştirilmesi projesi için halkın nabzını yokluyordu..

Hutbelerin ismi ve konusu dahi en tepeden belirleniyor sıkı kontrolden geçiyordu.. Hutbelerin başlıkları da zaten bunu anlatmaya yetiyordu..

Örneğin, tayyare cemiyetine yardım, temizlik, herkes kazancına bağlıdır, askerliğin şerefi, say-ü amel, sanat, ziraat, eksik ölçenler, yanlış tartanlar.. Bunlardan bazılarıydı

Bu arada sahih- buhari'yi tercüme işi Ahmed Hamdi Aksekili'ye, Kur’an'ı kerim'i tercüme işi ise Mehmet Akif Ersoy'a verilmişti..

Ancak Mehmet Akif, ilk yıllardaki atmosferin giderek değiştiğini görünce, çevireceği Kur’an tercümesinin istemedeği bir maksat için kullanılacağını anlamış ve aldığı ücreti iade ederek bu işten vazgeçmişti.. Tüm ısrarlara rağmen de çevirisini yetkililere teslim etmemişti..

"Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli;

Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli;

Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli."

ıfadelerini, yazan mehmet Akif’in, bu marşını ayakta alkışlayan ruh tamamen gitmiş, şimdi yerine, bu satırların yazarın karamsarlığa düşüren tavırlara girişilmişti.. Yazdığı şiirlerde ve milli mücadele yıllarında yaptığı etkili konuşmalarla halkı toplyan akif, gelinen noktadan endişe ediyordu..

Kur’an-ı kerim'i tercüme görevini ise daha sonra, meşhur müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır yerine getirecekti.. Elmalılı da, Akif'le aynı endişeyi taşımakla birlikte, çevirdiği kur'ın'ın önsözüne, "Haşa Türkçe Kur’an" şeklinde bir ifade koyacaktı.. Türkçe Kur’an olamaycağını anlatmak için kullandığı bu cümleyi, mukaddimeden çıkarması istendiğinde ise, bir adım daha atarak, "Türkçe Kur’an mı var behey şaşkın!" ifadelerine yer verecekti..



Tartışmalar sürüp gidiyor ancak kimse dinde reform taleplerinin gerçekleşebileceğine ihtimal vermiyordu.. Ta ki 1932 ramazan'ına kadar..


şapkalı Cemaat, Frakla Hutbe



1923'te Ziya Gökalp'in "Dini Türkçülük", 1928'de ısmail Hakkı Baltacıoğlu'nun "ıslam'ın Türkleştirilmesi", 1932'de ise Reşit Galip'in "Milli Müslümanlık" adını verdiği ibadetlerin Türkçeleştirilmesi projesi aslında, Mustafa Kemal'in zihninde tasarladığı düşüncelerin yazılı ifadeleriydi..

Niketim kendisi de şartların oluştuğunu düşündüğü 1932 ramazan'ında bunu tatbik mevkiine koyacak ve Reşit Galip'le birlikte gerekli hazırlıklara girişecekti..

Örneğin aynı yıl Ayasofya Camii'ni gezip, dolmabahçe sarayı'na döndüğünde, Ayasofya camii hakkındaki düşüncelerini anlattıktan sonra, ‘Reşit Galip'e şu teklifte bulunacaktı..

"Reşit Galip! Ayasofya senin müslümanlık tezini münakaşa edeceğin güzel bir yer değil mi? ıstanbul'daki din ulemasını toplayalım, halka da ilan edelim, herkes gelsin.. Camiye hoparlör yerleştirelim, içeriye giremeyenler dışarıdan dinlesin.. Sen fikrini bu ulema ile münakaşa et.. Halk hakem olsun!".

Reşit Galip'in temkinli yaklaştığı bu teklife, dönemin başbakanı ısmet ınönü de ilginç bir gerekçeyle karşı çıkar.. Falih Rıfkı Atay'ın yazdığına göre, inönü, Atatürk'e yalvarır bir eda ile, "isterseniz önce ezanı Türkçeleştirelim, sonra namaz'a sıra gelir" der..

Bunun üzerine, Mustafa Kemal Reşit Galip'le dolmabahçe sarayında derin bir çalışmaya koyulur..

Alınan karar gereği Atatürk ile Reşit Galip 4 maddelik bir planda karar kılarlar..

- Müslümanlığın bir türk dini olduğu ıspat edilecek

- Dinde ibadetin "Allahla kul arasında bir kalp bağlılığı olduğu tezi inkışaf ettirilecek

- Kul'un, tanrısına ibadet ederken söylediklerini kalbinden söylemesi lazımdır. Kalbin dili de anadilidir. Onun için duaların anadiliyle yapılması lazımdır. ınancı oluşturulacak

- Bu fikirde ittifak hasıl olduktan sonra, duaların Türkçeleştirilmesi hususunda bir iş bölümü yapılacak..



Tartışmaların yapıldığı günlerde, bir kış gecesi ileride büyük tartışmaların yaşanacağı yeni girişimlerin temeleni atacak adımlar için istanbul'a önemli bir ziyaret gerçekleşecekti.. Mustafa Kemal, çok geçmeden bu planı devreye sokacak adımları geciktirmeden atmaya karar vermişti)

Bir kaç yakını haricinde, hiç kimse Mustafa Kemal'in bir kış günü ankara'dan istanbul'a gelmesiyle birlikte, Cumhuriyet tarihinin en büyük dini inkılaplarını başlatacağını kestiremezdi.. Oysa herşey 1932 ramazanı'nın 4. Günü yani 12 ocak 1932 salı günü, Mustafa Kemal'in, haydarpaşa tren istasyonunda maiyetiyle birlikte trenden inmesiyle başlamıştı..

Mustafa Kemal'in bu gelişinde, görünürde askeri tören yapılması da istenmemişti..

Mustafa Kemal'in istanbul'a geldiği hafta ise 17 ocak 1932 tarihinde Müdafai Milliye müsteşarı Derviş paşa vefat etmişti.. Buraya kadar her şey normaldi, ancak Mustafa Kemal'in o gece derviş paşa için yazdığı bir mersiye, ileride çorap söküğü gibi gelecek diğer değişikliklerin de habercisiydi..

Mustafa Kemal, derviş paşa için Türkçe olarak yazdığı mersiyeyi okutmak için hafız yaşar okuru çağırmış, mersiyeyi besteledikten sonra da ertesi gün derviş paşa'ının kabri başında okumasını istemişti.. Hafız Yaşar da, 18 ocak 1932 tarihinde derviş paşa'nın kabri başında ilk Türkçe mersiyeyi okumuştu...

Bu hadiseden iki gün sonra, 20 ocak 1932 tarihinde de, Mustafa Kemal aydın milletvikili dr. Reşit Galip ile antep milletvekili Kılıç Ali'nin bulunduğu bir meclis'te, hafız yaşar okur'a bu cuma günü Yerebatan camii'inde Türkçe Kur’an okuyacağını söyler.. Reşit Galip ve kılıç ali'yi de bu hadiseyi gazetelere bildirmek ve bizzat Türkçe Kur’an merasimine nezaret etmek üzere görevlendirir....

22 ocak 1932 tarihinde yerebatan camii'ne gelen hafız yaşar, hadiseyi gazetelerden öğrenen halkın orada merakla beklediğini görünce hayli heyecanlanmıştı..

Kalabalığı yara yara içeri giren hafız yaşar, Reşit Galip ve kılıç ali'nin ikazları üzerine kürsüye çıkar, "müşfik ve rahim olan Allah'ın ismiyle" diye başlayarak, yasin suresinin Türkçesini rast makamıyla okur.. Hafız yaşar Türkçe okudğu duasında da, "Türkiye Cumhuriyeti'ni ilelebed payidar kıl. Türk milletini sen muhafaza eyle! şanlı türk ordusunu ve onun değerli kahraman kumandan ve erlerini karada, denizde, havada her vechile muzaffer kıl yarabbi!" der..

Gazeteler ertesi gün yerebatan camii'nde yapılan bu olayı birinci sayfalarından genişçe verirler.. Gazetelere göre, istanbul halkı, Türkçe Kur’anı büyük bir şevk ve huşu ile dinlemiş, gazi hazretlerine de duat etmiştir..

Akşam olunca, hafız yaşar Mustafa Kemal'e gelerek izlenimlerini aktarır ve yerebatan camii'inin bunun için küçük olduğunu belirtir..

Hafız yaşar'ı dineleyen Mustafa Kemal ise, kendisine, istanbul'un musikiye aşina meşhur hafızlarının listesini hazırlamasını emreder ve bir sonraki cuma, yani 29 ocak 1932 tarihinde de Sultanahmet camii'nde aynı uygulamanın yapılacağını söyler..

Ertesi akşam da, istanbul'un meşhur hafızları Dolmabahçe Sarayına davet edilir.. Dokuz kişiden oluşan heyeti, Mustafa Kemal tarafından, kendilerine riyaset etmekle görevlendirilmiş bulunan Reşit Galip karşılar.. Reşit Galip hafızları karşılayıp Mustafa Kemal'in yanına sokmadan önce şunları söyler;

"Camilerde Türkçe Kur’an okuyacaksınız.. ışte birer tane veriyoruz.. Evet bu tercüme belki iyi değildir, çünkü Arapça'dan Fransızcaya ondan da Türkçe'ye tercüme edilmiştir.. Bununla beraber ankara'da bir heyet tarafından Türkçe bir Kur’an hazırlanmaktadır, bundan sonra camilerde ve namazlarda onlar okunacaktır.."

Reşit Galip'in, hafızlara dağıttığı Türkçe Kur’an, Albay Cemil Said'in daha önce Fransızca’ya, sonra da Türkçeye çevrilmiş eseridir.. Ankara'da hazırlandığı söylenen Kur’an ise Mehmed Akif'in hazırladığı ancak, son anda aldığı ücereti iade edip teslim etmekten vazgeçtiği Türkçe çeviridir..

Hafızlarla yapılan müzekerelerden sonra, hangi hafızın nerede ve hangi saatte Türkçe Kur’an okuyacağı kararlaştırılır..

Bu toplantıda alınan kararlar, hemen ertesi gün yani 24 ocak 1932 pazar günü tatbik mevkiine konularak, istanbul camilerinde Türkçe Kur’an okumalarına başlanır..

Program artık hemen hiç aksamadan uygulanmaya başlamıştır, gazeteler bir gün önceden hangi hafızın hangi camide ve saat kaçta Türkçe Kur’an okuyacağını yazmakta, ertesi gün de hafızların büyük resmini baş sayfadan vermektedir..

Meclis başkanı Kazım Özalpin geldiği gün 29 ocak 1932 tarihi ise, Mustafa Kemal'in emriyle, Sultanahmet camii'nde toplu olarak gerçekleştirilecek Türkçe Kur’an okuma günüdür.. Bütün gazetelerse başsafalarında bu habere yer ayırmışlardır.. Ve nihayet cuma namazı eda edildikten sonra, 8 hafız Kur’anı kerimin çeşitli surelerini Türkçe olarak okurlar..

Bu günün akşamında, hafız yaşar'ı huzuruna çağıran Mustafa Kemal, aynı merasimin kadir gecesi Ayasofya camii'nde yapılması talimatını verir.. şu anda müze olan Ayasofya camii'nde, Türkçe Kur’an'ın yanısıra bir ilke daha imza atılacak, Türkçe tekbirin de bu akşam okunması istenecektir.. Bunun için, okunacak olan Türkçe tekbir de hazırlanır..

"tanrı uludur, tanrı uludur, tanrıdan başka tanrı yoktur..tanrı uludur, tanrı uludur! Hamd o'na mahsustur.."

Sultanahmet camiindeki merasimin ertesi günü, bütün gazeteler, birinci sayfalarından Sultanahmet Camii'deki olayı verdikten sonra, kadir gecesi de Ayasofya Camii'nde yapılacak Türkçe Kur’anlı, Türkçe tekbirli çalışma için hazırlıkların tamamlandığını duyurur..

Öte yandan beklenen gün gelir ve 3 şubat 1932 tarihinde yani kadir gecesi'nde, Türkçe Kur’an, Türkçe tekbir Ayasofya camii'nde tatbik edilir.. Kadir gecesinde Ayasofya Camii'nde gerçeleştirilen program Mustafa Kemal'in emriyle radyodan da canlı olarak yayınlanır.. Mustafa Kemal ise programı radyodan dinleyecektir..

Diğer camii’lerde olduğu gibi, Ayasofya camii’nde gerçekleştirilen Türkçe Kur’an denemesine katılan cemaatin başında da o dönemde zorunulu olan fötr şapka bulunması dikkat çekicidir..



Frakla Hutbe

Sıra Türkçe hutbeye geldiğinde ise tarihler, 5 şubat 1932’yi, yani ramazan ayının son cuma gününü göstermektedir.. ıstanbul Süleymaniye Camiinde okunacak Türkçe hutbe içinse, hafız Sadettin Kaynak seçilmiştir..

Ramazan'ın son cuma günü olması hasebiyle de Süleymaniye camii hınca hınç doludur.. Mustafa Kemal sadettin kaynağa, "haydi bakalım, Türkçe hutbeyi de Süleymaniye camii'nde mukabele ile oku! Amma okuyacağını evvela tertib et, bir göreyim" der..

Hafız Sadettin Kaynak, minbere çıkmadan önce de Mustafa Kemal'e, "sarık saracakmıyım" diye sorduğunda şu karşılığı alır:

"Kat'iyyen sarık istemem. Sarığı bırak, işte bu gece giymiş olduğun elbise ile başı açık ve fraklı olarak git..fakat hava soğuktur palto giyebilirsin"

Hafız Sadettin Kaynak fraklı, başı açık olarak çıktığı minberde, Mustafa Kemal tarafından da onaylanan o meşhur hutbesini, "ey ulu tanrı.." ifadesiyle okumaya başlar..

Sadettin Kaynak, o günü hatıralarında anlatırken, hutbenin konusunun Mustafa Kemal tarafından seçildiğini, Mustafa Kemal'in kendi elleriyle Türkçe Kur’an'dan seçtiği ayetin ise Bakara Suresi’nin 11, 12 ve 13. Ayeti olduğunu yazar..

Bu ayetlerin Türkçesi ise, "O gafillere, 'yeryüzünde bozgunculuk çıkırmayın’ denildiği zaman, 'biz bozguncu değil, islah istiyoruz' derler. Halbu ki, işte onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat ne yaptıklarının farkında değillerdir… onlara, ‘insanların inandığı gibi inanın!’ denildiğinde, ‘o beyinsizlerin inandığı gibi biz de mi inanalım’ derler.. Bilesiniz ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler” şeklindedir..



O günün akşamı hafızlara, dolmabahçe sarayında iftar yemeği veren Mustafa Kemal, hizmetlerinden dolayı kendilerine tek tek teşekkür ettikten sonra, 200'er lira da para verir.. Hatta hafızları otomobille evlerine kadar bıraktıracaktır..

Bu arada dikkat çeken değişimlerden biri de hafızların kıyafetinde yaşanır.. Yakın zamana kadar, sakallı, sarıklı cüppeli olan hafızlar gitmiş, yerine kravatlı, sakalsız ve fötr şapkalı hafızlar gelmiştir..

8 şubat 1932 tarihi ise ramazan bayramıdır ve daha önceden kararlaştırıldığı gibi, istanbul camilerinde ve Türkiye'nin pek çok yerinde bayram namazında hutbeler ve tekbirler Türkçe okunacaktır..

Bayramın ilk akşamı ise Mustafa Kemal, ordu müfettişlerini dolmabahçe sarayına davet eder, Fahrettin Paşa, ızzetin Paşa, şükrü Naili Paşa’nın yanısıra, ıçişleri Bakanı Vekili şukru Kaya da davette hazır bulunur.. Hafız Sadettin Kaynak, Mustafa Kemali'n emriyle Türkçe Kur’an'ı paşaların huzuruda da okur.. Bunun üzerine ayağa kalkarak birer konuşma yapan paşalar, diğer inkılapları destekledikleri gibi, bu inkılabı da destekleyeceklerini söylerler.. Böylelikle derviş paşa'nın kabri başında ilk Türkçe mersiye'inin okunmasıyla başlayan ve sırasıyla Türkçe Kur’an Türkçe ezan, Türkçe tekbir ve Türkçe hutbe okuma denemeleriyle devam eden reformlar tamamlanmış olur..


http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=249299&comments=all
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

2

18.06.2007, 23:45

Zalimlerden başka kim Allah'ın mescidlerini -maddi/manevi- tahrip etmek ister?

Yaşasın zalimler için cehennem!

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

3

18.06.2007, 23:50

ne dönemlerden geçmişiz gerçekten... bir de okuttuğu ayete bakar mısın

"O gafillere, 'yeryüzünde bozgunculuk çıkırmayın’ denildiği zaman, 'biz bozguncu değil, islah istiyoruz' derler. Halbu ki, işte onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat ne yaptıklarının farkında değillerdir… onlara, ‘insanların inandığı gibi inanın!’ denildiğinde, ‘o beyinsizlerin inandığı gibi biz de mi inanalım’ '

tam ayetini bulmuş gerçekten...sanki kendisine hitap ediyor...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

4

19.06.2007, 08:56

hakikaten zor dönemler.gerçekten de farkında olmadan seçmiş ayeti.

5

19.06.2007, 15:06

Bence daha zoru bunların yapılmasını emretmiş olan o kişiye muhabbet beslemektir. ınşallah Allah milletimize basiret verir de onun muhabbetinden vazgeçer milletimiz.

7

20.06.2007, 00:51

Alıntı sahibi ""Alkan""

ne dönemlerden geçmişiz gerçekten... bir de okuttuğu ayete bakar mısın

"O gafillere, 'yeryüzünde bozgunculuk çıkırmayın’ denildiği zaman, 'biz bozguncu değil, islah istiyoruz' derler. Halbu ki, işte onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat ne yaptıklarının farkında değillerdir… onlara, ‘insanların inandığı gibi inanın!’ denildiğinde, ‘o beyinsizlerin inandığı gibi biz de mi inanalım’ '

tam ayetini bulmuş gerçekten...sanki kendisine hitap ediyor...


Bakara 11-13uncu âyetler. O âyetler ma'lûm şahsa baktığı gibi onun akabinde gelen âyetler de ona bakar:
14. ınanlarla karşılaştıklarında "Biz de inandık" derler. şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise "Hayır, biz sizinle berâberiz, biz sadece alay ediyoruz" derler.

15. Asıl Allah onlarla alay eder ve azıp saparak dolaşmalarına izin verir.

16. ışte onlar, doğru yolu eğri yolla değiştiren kimselerdir. Bu yüzden ticâretleri kazançlı olmamış, doğru yolu da bulamamışlardır.

8

20.06.2007, 00:54

Bundan on iki sene evvel(1) işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur'ân'a karşı suikastını, tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: "Kur'ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin." Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş.
Fakat Risale-i Nur'un cerh edilmez hüccetleri kat'î ispat etmiş ki, Kur'ân'ın hakikî tercümesi kabil değil, ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur'ân'ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur'âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz'î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde okunmaz diye, Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur'ân güneşini üflemekle söndürmeye ahmak çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları sebebiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâlette bu Onuncu Mesele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalarıyla görüşemediğim için hakikat-ı hali bilmiyorum.
Asa-yı Musa | Birinci Kısım | 64
1.Bu risalenin telifinden on iki sene evvel.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir