Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

14.09.2003, 15:22

Nazlı Ilıcak: Darebeye giden yol

http://www.tercumangazete.com/authorDeta…93664%2fimg.jpg

Darbeye giden yol

11 Eylül 1980 Perşembe günü, öğle vakti. ıhsan Sabri Çağlayangil'in telefonu çaldı. Arayan Demirel'di:

-Askeri cenahtan iyi haber almıyorum. Hazırlıklar varmış. Nereye kadar gideceklerini, ne yapacaklarını kestiremiyorum. Saat 5'te gelecek zâtın ağzını yokla...

Saat 5'te Evren Çankaya Köşkü'ne geldi. Fahri Korutürk'ün görev süresi tamamlandıktan sonra, cumhurbaşkanlığı makamı boşalmıştı. Bu görevi Senato Başkanı ıhsan Sabri Çağlayangil vekâleten yürütüyordu. Evren, Genelkurmay Başkanı sıfatıyla cumhurbaşkanı vekili Çağlayangil'i her hafta ziyaret ediyordu.
Söz döndü dolaştı Konya mitingine geldi.

Konya mitinginde ıstiklâl Marşı okunurken ayağa kalkılmamış, laikliğe aykırı gibi yorumlanacak davranışlar sergilenmişti. Mitingi organize eden MSP idi. Çağlayangil, Evren'e 31 Mart vakası patlak verince, Bayar'ın arkadaşlarıyla toplanıp, Mahmut şevket Paşa'ya mektup yazdığını, irtica hareketinin bastırılması için toplanan Hareket Ordusu'na katılmak istediğini anlattı.

Evren "Sizi temin ederim Sayın Çağlayangil, o devirde cereyan eden hadiseler Konya'daki kadar feci değildi" dedi.

Çağlayangil, Evren'in ağzını aramak için sordu: "Bu hareket sizi sıkıntıya soktu mu? Üzdü mü?"

-Sizi nasıl üzdüyse biz de öyle üzüldük.

Çağlayangil ısrar etti: "şahsen üzüldünüz mü diye merak etmiyorum. Ordu camiasında herhangi bir hareket uyandırdı mı?"
-O cihetten üzüntünüz olmasın. Ordunun dizginleri elimizde; hiçbir şey yapamazlar. Üzülmekle iktifa ederler.

Evren gittikten sonra Demirel Çağlayangil'i aradı ve "Ne anladınız?" diye sordu.
-Her seferki ziyaretlerinden çok farklıydı. Aşırı saygı ve ilgi içindeydi. Bu neyi ifade ediyorsa, yorumlanmasını size bırakıyorum.

Demirel şu cevabı verdi: "Anlattığın gibiyse daha bir haftamız var."

Ama o akşam, 11 Eylül'ü 12 Eylül'e bağlayan gece, darbe gerçekleşti. 12 Eylül Cuma günü, akşam üstü Evren Çağlayangil'i aradı:

-Sayın Başkanım, dün size bu hadiselerden bahsedemedim. Beni anlayışla karşılayacağınızı ümit ediyorum. Başka çare yoktu dedi.

ışte Çağlayangil'in cevabı: "Paşam bu akşam sizi devireceğiz demenizi elbette beklemezdim. Ama başka çare yoktu diyorsunuz. Temenni edelim ki bu yaptığınız çare olsun. Ordu iş başında ne kadar az kalırsa, o kadar iyi olur."
Evren Çağlayangil'e sitem etti: "Bizim beyanlarımızı dinlemediniz mi, kalmaya hiç niyetimiz yok."



ılk günlerde, siyasi partileri kapatmaya ve iş başında kalmaya hiç niyeti olmadığını açıklayan Evren, 13 Ekim 1981'de Milli Güvenlik Konseyi'nin başkanı olarak, siyasi partilerin feshine dair kanunu yürürlüğe soktu. Konsey, 12 Eylül 1980 öncesi duruma dönmemek için, "Tencereyi pisleten politikacıların" partileriyle seçime gitmeyi doğru bulmadığını kamuoyuna duyurdu.
Evren hiçbir makam peşinde gedildi ama, devlet başkanı, sonra da cumhurbaşkanı olarak tam 9 yıl görevde kaldı.

12 Eylül'ün hazırlıkları 1979 yılının yaz aylarından itibaren başlamıştı. 1980'den önce Genelkurmay Koordinasyon Dairesi Başkanlığı'nı yapan emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray kitabında "Müdahale en az bir yıl önceden tasarlanmış, hatta emirler kuryeler aracılığıyla yurt içi komutanlıklarına gönderilmişti" diye yazıyor.
Orgeneral Bedrettin Demirel ise, darbeden sonra yaptığı bir konuşmada, geç kalınmış olunmasından dolayı duyduğu üzüntüyü dile getiriyordu: "Bir sene evvel müdahale kararı vermiştik. Olgunlaşsın diye bir sene daha beklenildi. Çok kan döküldü, üzülüyorum."

Kenan Evren anılarında darbeye yaklaştıran adımları şöyle açıklıyor: "Kuvvet komutanlarıyla mutabakata vardıktan sonra, ıkinci Başkan Orgeneral Haydar Saltık'ı çağırarak kendisine şu görevi verdim. Senin başkanlığında çok itimat ettiğimiz iki kurmay subayla bir çalışma grubu kurunuz. Bu gruba, kapalı olarak başka bir görev veriniz. Ancak esas görevleri müdahale zamanı gelmiş midir, müdahale mi daha iyi netice verir, yoksa ilgilileri ikaz mı daha münasiptir? Bunları araştırsınlar ve zaman zaman bana rapor versinler. Rapor daktilo ile değil, el yazısıyla olmalı ki, gizlilik ihlâl edilmemeli.

Saltık, bu görevi aldıktan sonra, iki kurmay subayı seçti, 11 Eylül 1979'dan itibaren çalışmaya başladı."

Gene Evren'in anılarından okuyoruz: "1979 Temmuz ayı, terör olayları bakımından çok yüklü geçti. 470 olay, 101 ölü, 384 yaralı. ışte Temmuz ayının anarşi bilançosu! Kuvvet komutanı arkadaşlarımla, tek tek, içinde bulunduğumuz acıklı durumu ve ne yapılması gerektiği konusunu görüşmeye başladık. Onlara şöyle dedim: 'Eğer durum böyle devam ederse, yeni bir 27 Mayıs olmasından korkarım. Milli Güvenlik Kurulu'nda ben de, siz de söylenmesi gereken her şeyi açıkça ve çekinmeden söylüyoruz ama hükûmet hiçbir şey yapmıyor.'"


12 Eylül 1980'de gerçekleşen müdahale Temmuz 1979'da ana rahmine düşmüştü. Nitekim daha sonra, Evren, hadiselerin olgunlaşmasını beklediklerini itiraf edecek "Sabrettik... sabreden derviş muradına ermiş" diyecekti.
27 Ağustos 1979'da Evren'in, Silâhlı Kuvvetler gününde yayınladığı mesaj da önemli bir sinyaldi: "Sessizliğinizi ve sabrınızı güçlerinin kanıtı gibi göstermek isteyenler nasıl yanıldıklarını bir zaman gelecek, görecekler... ıç Hizmet Kanunu'nun sana verdiği, Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumak görevini gerektiğinde tam anlamıyla ve kusursuz olarak yerine getireceğin muhakkaktır."



27 Aralık'taki mektup veya "Mini muhtıra"

2 Ocak 1980'de gazetelere yansıyan uyarı mektubu 27 Aralık 1979 günü Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e iletilmişti.Bu mektubu hiçbir siyasi lider üzerine almak istemedi. Ecevit iktidarda değildi. Demirel ise, hükûmetini henüz yeni kurmuştu. 35 günlük başbakandı. O mektup, aslında belirli bir partiyi hedef almıyordu. "Her şey yapıldı, başka çare kalmadı" demek için bir vesileydi.


27 Aralık 1979 günü, Genelkurmay Başkanı Evren Çankaya Köşkü'nde, Korutürk'e uyarı mektubunu verdi. Korutürk Evren'e soruyor: "Kararlı mısınız?"
-Ordu alt kademeleri bastırıyor, sıkıştırıyor. şayet yaparsak sizi başımızda görmek isteriz. Cumhurbaşkanlığı görevini sürdürmenizi de.
-Beni Parlamento seçti yapamam bunu.

Korutürk daha sonra, Danışmanı Fahri Çoker'e "Ben Eyüp Han'a Pakistan'ı teslim eden ıskender Mirza olamam" diyecekti.


Korutürk'ün görev süresi Nisan 1980'de sona eriyordu. Hiç değilse, o güne kadar, bu darbenin ertelenmesini istiyordu. Gerçekten de, "mini muhtıra" Aralık 1979'da verildi. Darbe 12 Eylül'de yapıldı. Hadiselerin olgunlaşması mı beklenildi, yoksa Fahri Korutürk'ün ricası mı dinledi... Galiba, her iki faktör de, gecikmede rol oynadı.


Çankaya'daki koltuk dolu olsaydı, Evren, devlet başkanlığı makamına nasıl oturacaktı?

Korutürk, askerlerin kendisine verdiği muhtıradan Demirel ve Ecevit'e hemen söz etmedi. Bu yüzden, siyasi liderler olayı ancak haber gazetelere yansıyınca duydular. 2 Ocak'ta Korutürk, Demirel ve Ecevit'i Köşke davet etti. Ve onlara gelişmelerden duyduğu endişeleri nakletti: "Cumhurbaşkanı olduğumdan beri perşembe günleri Genelkurmay Başkanı ile görüşürüm. 27 Aralık günü mutad konuşmamızı yaparken, ordudaki izlenimlerini sordum. Bana bu defa Silâhlı Kuvvetlerin görüşlerini bir yazıyla sunacağını belirtti.

Bu mektubun birer suretini şimdi sizlere vereceğim. Biraz sonra, öğle ajansında da radyodan açıklanacak. Evren, ordunun ıstırap içinde olduğunu, tüm umutların bağlandığı Meclis'lerde de bir karara varılamadığını söylüyor. Bu konuda partilerin birbirine yakınlaşmalarını, Millet Meclisi'nin duruma hâkim olmasını temenni ediyoruz."
Uyarı mektubu ortada kalmıştı. Kimse muhtırayı üzerine almadı. Darbe şartları olgunlaşmaya bırakıldı.


Cumhurbaşkanlığı seçimi ve nafile turlar

6 Nisan 1980 günü Cumhurbaşkanı Korutürk'ün görev süresi doldu. Yerine vekâleten Senato Başkanı ıhsan Sabri Çağlayangil geçti. Böylece Türkiye'de bunalımı ağırlaştıran yeni bir merhale başlamıştı. Adalet Partisi'nin cumhurbaşkanı adayı Sadettin Bilgiç idi. CHP ise, 12 Mart muhtırasının altında imzası bulunan Muhsin Batur'u cumhurbaşkanı olarak seçmek istiyordu. Ecevit ve Demirel bir uzlaşma zemini bulamayınca, Meclis kilitlendi.

Salı günleri durum değerlendirmesi yapılıyor, çarşamba ve perşembe, cumhurbaşkanı seçimi için oylamaya geçiliyor, cuma günü ise herkes Ankara'dan ayrılıyordu. Seçilmek için 318 oy gerekiyordu. Nafile turlar sürerken Bilgiç 210'un üzerine çıkamadı. Batur ise, bir ara 303'e kadar tırmandı.

Cumhurbaşkanı için salt çoğunluk gerekliydi ve hiçbir siyasi parti bu anlamda bir çoğunluğa sahip değildi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 93'üncü turunda, Batur 303 oy aldı, Sadettin Bilgiç yerine, Adalet Partisi'nin aday yaptığı Faik Türün ise 185 oyda kaldı. 20 boş, 4 de geçersiz oy çıktı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bir türlü neticelenmemesi, askerlerde tepki yaratıyordu. 11 Mayıs 1980'de Nato Askerî Komite toplantısı düzenlenmişti. Amerikan Genelkurmay Başkanı General Jones bir ara Türk meslektaşını kenara çekti: "Türkiye'deki gelişmeleri kaygıyla izliyoruz. Politikacılarınız aylardır bir cumhurbaşkanını dahi seçemediler."

Evren ertesi gün Türkiye'ye döndü ve "Yurt dışında bana halâ bir cumhurbaşkanı dahi seçemediniz diyorlar" şikâyetini dile getirdi.




Demirel'in kurduğu azınlık hükûmeti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selâmet Partisi tarafından dışardan destekleniyordu. Demirel, 14 Ekim 1979'da yapılan Senato kısmi yenileme ve milletvekili ara seçimlerini kazanmıştı. 5 milletvekilliğinden hepsini, 50 senatörden 30'unu almıştı. Ama başarı Meclis'e yansımamıştı. Erbakan, destekten vazgeçeceklerini "Kadayıfın altı kızardı" sözleriyle belli ediyordu. MSP bakanlar aleyhine verdiği gensoru önergeleriyle, onları tek tek düşürüyordu. Bu arada, CHP - MSP pazarlığı sürüyordu. Erbakan, 24 Haziran günü, "Parlamenterlerimizi serbest bıraktık, artık hükûmeti destekleme mecburiyetimiz kalmadı, ancak arkasını görmeden hükûmeti düşürmeyiz" açıklamasını yaptı.

Demirel, Erbakan'la görüştü. Ona "Hoca, aynı geminin içindeyiz, bir sıkıntınız varsa gelin bana söyleyin" dedi.

Kader ağlarını örüyordu. Evren de, demokrasinin başına çorap örmekle meşguldü. 24 Mayıs'ta, ıstanbul'da, Sıkı Yönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ'un karargâhına gitmiş, Birinci Ordu'ya bağlı kolordu komutanları ve Akademi Komutanı'yla buluşmuştu. Bu toplantıdan çıktıktan sonra, not defterine şunları yazdı: "24 Mayıs 1980. Ordu- Selimiye. Bugün görüştüğüm kolordu komutanları ve Akademi Komutanı, artık müdahale etmekten başka çare yok dediler."

Bayrak planı olarak adlandırılan askeri darbe planı, 17 Haziran'da özel kuryelerle ordu komutanlarına dağıtılmaya başlandı. Ordu 11 Temmuz'da müdahale edecekti.

2 Temmuz günü Meclis'te güvenoylaması yapıldı. CHP adına Altan Öymen ve MSP adına Genel Başkan Yardımcısı Hasan Aksay son bir defa daha bir araya geldiler. Anlaşamadılar. Bu yüzden, CHP'nin hazırladığı gensoru önergesi başarıya ulaşamadı, Demirel hükûmeti 214'e karşı 227 ile güvenoyu aldı.
Erbakan, kürsüde, o ünlü açıklamasını yapıyordu: "şimdilik hükûmeti kerhen destekliyoruz."

Evren, bu yeni durumu kuvvet komutanlarıyla değerlendirdi: "Galiba erteleme gerekecek. Yeni güvenoyu almış bir hükûmeti, güvenoylamasından 9 gün sonra düşürürsek, 'Bak CHP düşüremedi, arkasına orduyu alıp birlikte düşürdü' derler. Yüksek Askerî şûra toplantısı da yaklaşıyor, tüm tayin ve terfileri yaptıktan sonra, herkes yerine gittikten sonra, müdahale daha doğrudur. Bu kadar sabrettik, biraz daha sabredelim."

8 Temmuz günü "Genelkurmay'dan bayrak planı uygulamadan kaldırılmıştır, plan kolordulardan geri toplansın" emri çıktı.



Askerler politikacılara güven duymuyorlardı. "Bugün, teröristi ortadan kaldırmak için karşımızdakini ezip geçeriz, ancak yarın bunlar bizi sorumlu tutup, hesap sorarlar" diyen komutanlar, konuşmalarını hep aynı cümleyle tamamlıyorlardı: "Muğlalı Mustafa olmak istemeyiz." (Orgeneral Muğlalı Mustafa, sıkı yönetimdeki sert davranışları yüzünden Demokrat Parti döneminde yargılanan komutandır)


Yukarıdaki kapak mektubuna iliştirilmiş ve Meclis'in yavaş çalışmasından, Atatürk milliyetçiliğinin zedelenmesinden yakınan metin şöyle sona eriyordu: "Türk Silâhlı Kuvvetleri, ıç Hizmet Yasası ve kendisine verilen görev sorumluluğunun idraki içinde, siyasi partilerin milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anayasamızın ilkeleri doğrultusunda, Atatürkçü görüşle biraraya gelmelerini, bütün önlemleri müştereken almalarını ısrarla istemektedir." Altında daha sonra halkın "Beşi bir yerde" diye ince bir üslûpla dokundurduğu 5 Orgeneral'in imzası vardı: "Kenan Evren, Nurettin Ersin, Bülent Ulusu, Tahsin şahinkaya, Sedat Celâsun."



Kullanılabilecek anektotlar

"Efendiler,
Kumandanlar, askerlik vazifesini ve icabatını düşünürken, dimağını siyasi mülahazaların tesirinde bulundurmaktan kaçınmalıdır... Memleketin genel hayatında orduyu siyasetten tecrit etmek ilkesi cumhuriyetin daima sözünü ettiği esas bir noktadır." Mustafa Kemal Atatürk

"Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir... Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz." 1961 Anayasası

"Türk Silâhlı Kuvvetleri, ıç Hizmet Kanunu'nun verdiği, Türkiye Cumhuriyetini kollama ve koruma görevini Yüce Türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararı almış, ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur." Org. Kenan Evren, Devlet Başkanı, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı. (12 Eylül 1980)

"Evlâtlarım,
Hiçbir zaman asker olduğunuzu unutmayın. Sakın olki politika ile uğraşmayın. Ne zaman ki bir ordu poolitikanın içine girmiştir, o ordu yavaş yavaş disiplinini kaybetmeye ve yavaş yavaş çökmeye başlamıştır. Sakın bizi misal olarak almayınız." Kenan Evren, Harp Okulu konuşması 30 Eylül 1980


Demirel'in 12 Eylül değerlendirmesi: "Evren'in Saltık'a kurdurduğu çalışma grubu, anarşiyi meşru parlamento, meşru hükûmet ve anayasal bir rejim olan sıkı yönetimle nasıl önleriz meselesiyle değil, 'müdahaleyi ne zaman yaparız, nasıl yaparız' ile meşguldür. Ülkeyi huzur ve sükûna kavuşturması beklenen komutanın, meyvanın olmasını bekler gibi müdahalenin zamanını beklemesi hazindir. Devletin güvenliğini sağlaması gereken komutan, arkadaşlarıyla birlikte anarşiyi önlemenin değil, önlememenin peşindeymiş.

Bu beşi bir yerde beş general TSK'yı kendi ikballeri için aylarca önceden darbeye şartlandırmışlar. Saltık Komisyonu, mütemadiyen raporlar hazırlamakta ve 25 dosya ile müdahalenin nasıl olacağını komutanın önüne getirmektedir. Halbuki komutanın önüne anarşinin nasıl önlenmesi gerektiğine dair raporlar getirilmeliydi.

Biz kan dökülmesini önleyelim diye çırpınırken, bu işi yapacak olanlar, devletin maaş verdiği kimseler, daha çok kan dökülsün de haklılık kazanalım diye olayları seyrediyorlarmış. Bunun maliyeti 4 bin can olmuştur."

14 Eylül 2003, Pazar, www.tercumangazete.com

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir