SESSİZLİK
“Sevgi da’vanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir.
Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez.”
(Edebâli Hazretlerinin Osman bey’e öğüdünden)
Sessizdiniz…
Biraz denizin sesi…
Biraz martıların sesi…
Beş vakit, ruhları Cenab-ı Hak ile muhabbete çağıran ezanın sesi…
Sessizdiniz…
Bir ecnebi, Şehr-i İstanbul’a adımını attığında bu sessizliğe hayret ederdi. İnsanlar birbirleriyle sessiz bir şekilde konuşuyor. Çocuklar dışarıda gürültü yapmadan oynuyor.
Bir ecnebi, Şehr-i İstanbul’a adımını attığında kahkaha sesini bulmak için sokaklarda boşuna dolanır dururdu. Tebessümün bütün çeşitleriyle -müşfik, nazik, nahif, manalı… - karşılaşırdı.
Ama kahkahayı bir türlü bulamazdı.
Itrî’nin ve Dede Efendi’nin musikilerinde bir sessizlik vardı. Ruhları maveraya yolculuğa davet eden ve eğer
Yaralı bir ruh varsa, ona bu yolculukta-Allah’ın izniyle- şifa bahşeden bir sessizlik.
Peki , nedendi bu sessizlik?
Çünkü:
“ Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.
Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar,şüphesiz Allah’ın kalplerini takvâ ile imtahan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret e büyük mükafat vardır.” (Hucurat 49/ 2-3)
Çünkü Osmanlı diyarında yaşayan insanlar daima Resûlullah’ın huzurunda olduklarının farkındaydılar.
Alıntı