Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.11.2010, 16:01

Abdülaziz Bekkine ve Nurettin Topçu

ABDÜLAZİZ BEKİNE (RA)

1895'te İstanbul'da doğan Bekine Kazan Türklerindendir. 1910'da ailesi ile birlikte Kazan'a geri döner. 1917'de Rus İhtilâlinden sonra bir süre Buhara'da kalır. Nihayet 1920'li yıllarda İstanbul'a geri gelir. Bayezid Medresesi’nde tahsiline devam eder. Bu dönemde sınıf arkadaşı Mehmet Zahid Koktu (ra) [1897-1980] vasıtasıyla Nakşibendîliğin Gümüşhanevî kolu şeyhlerinden Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi [1851-1926] ile tanışır. Bu zatın terbiyesinde tasavvufî eğitimini tamamlayıp icazet aldığında henüz 27 yaşındadır.
Bekine, Zeyrek Ümmü Gülsüm Camisinde imam hatip iken irşad sohbetlerini devam ettirmektedir. Bir talebesi Nurettin Topçu’yu kendisine getirir. Abdülaziz Bekine (ra) Nurettin Topçu’yu sohbet halkasına alır ve uzun bir süre manevî eğitimi ile meşgul olur.

“BU KELLE GİDER, BU SAKAL KESİLEMEZ"

Abdülaziz Bekine, (ra) sade ve hikmet yüklü bir ifade tarzına sahiptir. Döneminin entelektüelleri, üniversite mensupları ve gençlerle kolayca iletişim kurar. Onlara kendi evinde hizmet eder. Bir sohbetinde büyük bir iç sıkıntısıyla hayıflanmış öğrencilerine şunları anlatmıştır:

"Bir defasında, sohbet sırasında, söz döndü dolaştı genç nesle, üniversite talebelerine geldi. Onların irşat edilmesinin ehemmiyetinden, oraya atılacak tohumun verimliliğinden bahsetti. Bir ara Hoca daldı gitti ve sakalını avucunun içine alıp çekerek ah bu sakalım, aah!.. dedi. "Ben şu devirde yaşadığıma ve bu makamı işgal ettiğime göre, onların arasına girmeli idim. Onları irşat etmeli, şüphe ve dalâlet bataklığından kurtarmalı idim. Yazık, yazık ki bu sakalla onların arasına giremem. Girebilsem dahi sözüm tesirini kaybeder. Yazık ki bencillik ettim. Şahsıma ait sevap kazanmak için sünnete uydum. Hâşâ ki sünnete uymaktan dolayı müteessir değilim, tövbe... Lâkin bunun sevabı bana aittir sadece. Yazık ki şahsî bir sevap için umumu irşat etme, cemiyetin en mühim kesimini, yarının yapıtaşlarını, istikbalin mürşitlerini, bu an için bulundukları ve itildikleri bataklıktan kurtarma imkânını kaybettim. Yazık ki başlangıç hatası yaptım, füzeyi yanlış yerden ateşledim. Neyleyim ki artık sünnet terk edilemez, bu kelle gider, bu sakal kesilemez." diye acı acı hayıflandı. Hoca bunları anlattıktan sonra bize döndü "Biz, başkaları saplandıkları bataklıktan kurtulsunlar, büyük günahlar işlemesinler diye şahsî sevap kazanmaktan rahatça vazgeçebilmeli, hattâ gerekirse yine şahsımıza ait olmak üzere küçük günahlar işlemekten dahi çekinmemeliyiz. Başkalarına da cennet yolunu açabilmek için cehennemde biraz yanmayı bile göze almalıyız." diye nasihat etti." (Ali Gül s. 53)

Bu konuyu değerlendir