Hasan Tahsin Tola
Isparta’nın Senirkent ilçesinde, Tolazadelerden Abdullah Nail Beyle Gülsüm Hanımın kurdukları ailenin ilk çocuğu olarak, 1 Mart 1911 yılında doğdu. Kendisini yıllarca bekleyen annesinin, babasının ihtimamı sayesinde çocukluk yılları oldukça rahat geçti.
İlkokula Senirkent’te başlayan Tahsin, devlet parasız yatılı okulu imtihanlarını kazanarak Konya Lisesi’ne girdi. Orada liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldu. Aynı yıl, 18 yaşında iken Havva Hanımla evlenen ve evlilik hayatı ile tahsil hayatını birlikte yürüten Tahsin Tola’nın siyasî temayülleri talebelik yıllarında başladı. İstanbul’da Millî Türk Talebe Birliği ve Milliyetçiler Derneği gibi talebe derneklerine girip gençlik hareketlerine katıldı.
1936 yılında fakülteyi bitirdi ve hükümet tabibi olarak Muş’un Varto ilçesine tayin edildi. Orada bir süre çalıştıktan sonra, önce Balıkesir’in Manyas ilçesinde, ardından da memleketinde hükümet ve belediye tabipliği yaptı.
Melek mizaçlı bir insan olduğundan herkesin mala, mülke, paraya, makama, mevkiye, şana, şöhrete tamah ettiği bir zamanda, o insanların gönüllerini kazanarak sevgilerine ve duâlarına talip olma yolunu seçti.
Bunu yaparken bir yerden ‘imdat’ çığlığının yükselmesini beklemedi. Kasaba, köy, dağ, bayır demeden kendisine ihtiyaç hissedilen her yere koştu, gecesini gündüzüne katarak çalıştı. Çaresiz insanların dertlerini dindirdi, hastalıklarını iyileştirdi, eksikliklerini tamamladı, ihtiyaçlarını giderdi.
Millete hizmet yolunda bazen tabiî engeller, maddî zorluklar çıktı karşısına, bazen resmî tavırlar, keyfî muameleler. O kendisine ve ailesine reva görülen hasımane hareketlere de karşı çıktı, masum köylülere yapılan zulümlere, çektirilen eziyetlere de.
‘Senirkent Fâciası’ adıyla tarihe geçen meş’um hadise de onlardan biriydi. Gerçi hadise sırasında can alınmamış, kan dökülmemişti, ama yapılan melânet ve revâ görülen mezâlim, ölümü aratacak kadar dehşetliydi.
1946 yılının Eylül ayında başlayan hadisenin asıl feci ciheti, dinî kitap okumanın ağır bir cürüm addedilmesi, yetmiyormuş gibi bir de maznunlara düzmece suçlar isnat edilerek zulmün mâzur gösterilmeye çalışılması idi.
Yıllardır, her yolu denemelerine rağmen durduramadıkları Nur hizmetlerinin hız kazandığını, gelmesinden korktukları demokrasi şafağının sökmeye başladığını gören zamane zalimleri, son bir gayretle melânet kusarak memleketin efkârını kirletme cihetine gittiler.
‘Güneşi üflemekle söndürmeye çalışma’ hamakatından başka bir şey değildi yapmaya çalıştıkları hareket. Hedef güneş olunca, yapılan mezâlimden en büyük zararı da nura müheyya olan pervane fıtratlı, kelebek mizaçlı masum insanlar gördü.
Gece yarısına doğru başladı baskınlar. Sîmasının seciyesi silinmiş, kalbinde merhametin, vicdanında insafın izi kalmamış, gözünü kin bürümüş ceberut tıynetli insanlar, üzerlerindeki resmî üniformaların himayesinde, kirli vicdanları ile hânelerin mahremiyetini ihlâl ettiler. Önlerine çıkan her insana namlu doğrulttular, süngü tehditleri, dipçik darbeleri ile yataklarından kaldırdılar ve günlük elbiselerini giymelerine bile fırsat vermeden karakola götürdüler.
Ancak üç beş kişinin sığabileceği daracık nezarethânelere elleri, gözleri bağlı onlarca insanı doldurdular ve günlerce aç susuz bırakmaları yetmiyormuş gibi zarurî ihtiyaçlarını gidermelerine bile izin vermediler. Mecbur kalıp etrafı kirletenleri de bundan dolayı ayrıca ve daha şiddetli bir şekilde cezalandırmakla tehdit ettiler.
Altı ay kadar devam eden Senirkent Faciası’nın her safhasında Dr. Tahsin Tola da vardı. Taşıdığı sıfatlardan korkup medenî cesaretinden çekindiklerinden onu nezarete atamadılar. Mahkemeye verdilerse de mahkûm ettiremediler.
Lâkin; melek mizaçlı, munis bir insan olduğundan; kardeşlerine, akrabalarına, arkadaşlarına ve onlardan ayırmadığı masum insanlara revâ görülen kötü muamelelere karşı koymak için zelil insanlarla muhatap olmak zorunda kalması, ona en az içerdekilerin çektikleri kadar ağır geldi.
Bilhassa sabi denecek yaşta çocukların ve yetmişlik gazilerin bile aynı muamelelere tâbi tutulmaları karşısında sesini duyuracak bir merci bulamaması, masum insanların haklarını aramak istedikçe haksızlığa uğraması ve zulüm görmesi, hissettiği azabı dayanılmaz bir hâle getirmeye yetti.
Tahsin Bey bu gibi hezeyan hadiseleriyle boğuşurken, kendisini içlerinden biri sayıp hâlleriyle hâllendiği, dertlerini dert edinip sıkıntılarını giderdiği ve acılarını bölüşüp sevinçlerini paylaştığı köylüler defalarca yanına gelip yalvardılar.
“Emret, bir gecede o mel’unların dairelerini başlarına yıkıp canlarını cehenneme gönderelim.” Zahiren halim selim görünmelerine ve şahıslarına yapılan eziyetler karşısında mütehammil olmalarına rağmen; vatan, millet, din ve nâmus değerlerine müdahale edilmek istendiği zaman hepsinin birer aslan kesildiğini bilirdi. Köylüler, zalimlere dünyayı dar edecek cesaret, güç ve imkâna sahip olduklarından, kendisi izin verdiği takdirde hemen harekete geçip söylediklerinin çok daha fazlasını yapacaklarından da emindi.
Fakat o, hadiseler karşısında tehevvüre kapılmayan bir fıtrata sahip olduğu ve henüz kendisini görmediği Said Nursî’nin eserlerinden, müsbet hareket etme dersi aldığı için, menfî yollara tevessül etmedi. Mel’unlara, meşrû yollarla mukabele etmeye karar verdi ve zalimlerin tehditlerine, baskılarına, zulümlerine rağmen; aylarca süren mücadeleler neticesinde maznunların suçsuzluğunu ispatladı.
Tahsin Tola’yı müstesnâ kılan bir başka hususîyeti de ondan sonra tezâhür etti. Köylülerin, kendilerine zulmeden zalimleri evlerinde ağırlamalarını istedi. Götürülürken karda mahsur kaldıklarını öğrenince de yardımına koştu.
Böylece, insanlığa örnek olacak güzel bir insanlık dersi vererek zalimi de, mazlûmu da insan olan korkunç bir fâciadan, milletin iftihar edeceği mükemmel bir zafer çıkardı. İnsanın ve insanlığın zaferi.
Hadiseye şahit olup hayran kalan Nureddin Topçu da bir yazısında, “Senirkent köylüleri gibi olunuz; size zulmeden candarmaları doyurunuz. Muvaffak olursunuz. Gandi dünyaya, Dr. Tola Anadolu insanına ruhunu tanıtmak istedi” 1 diyerek takdir hislerini ifade ettiği gibi fazilet mücadelesinde muvaffak oldu.