Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

23.02.2009, 23:05

Yıllar geçti

Yıllar geçti

Ne çabuk geçmiş onlarca yıl? Dönüp baktığımızda, maziye akıp giden günlerin, yuvarlanıp koca bir şehri altına alabilecek derecede büyüyen, çığa dönüşen kar topu gibi; ömrümüzün nice yıllarını silip geçtiğini görüyoruz…

Geri dönülmesi asla mümkün olmayan, acısı-tatlısı ile hayatımızın önemli bir kısmı akıp gidivermiş…

Gazetemizin 40. yılına girişi dolayısı ile o günleri hatırladım. Gayemizi insanlara anlatacak, kötü niyetlilere karşı savunacak, alâkadarları birbirinden haberdar edecek bir yayın organına ihtiyaç herkes tarafından hissediliyordu… Haftalık çıkan ıttihad dergisi bu ihtiyaca tam cevap veremiyordu. Günlük bazı gazeteler genel mânâda dinî değerleri ön plana çıkarmakta ise de, Üstad Hazretlerinin pek çok sosyal hadiseden aldığı dersleri Kur’ânî bir bakışla yorumlaması neticesi vardığı prensiplere uymayan davranışlar sergilemesi, bunlara tamamiyle sahip çıkılmasını engelliyordu. Baştan sona Risâle-i Nur düşüncesi ile hareket eden, bir “ekol” niteliğinde olan günlük neşir vasıtasının eksikliğini gidermek üzere, cemaatin çoğunluğunun tasvip edeceği ve sahip çıkacağı bir gazete böylece vücut sahasına geliyordu.

O günlerde Batman’da idik. Nur hareketinin heyecanlı ve bereketli merkezlerinden biri idi bu belde… Risâle-i Nurlar, Hacı Mirza ve Hacı Mehmed ikilisinin ihlâslı ve şefkatli alâkaları; rahmetli Hilmi Ağabeyin akıllı ve hakimâne tedbirleri sayesinde her kesimden insanı sinesine celb ediyordu. Birkaç gün önce muarız olanların, birkaç gün sonra hizmet saflarında görüldüğü; huzur arayan ve doğru ıslâmiyeti anlamaya susamış insanların bir tebessümle, bir selâmla, bir hatır sorma ile gönüllerinin kazanıldığı güzel zamanlardı…

Hâlâ hatıralarımızda unutulmaz izlerin bulunduğu o günlerde, ıstanbul’daki günlük gazete hazırlıkları heyecanla bekleniyordu. Risâle-i Nur’a kendi malı gibi sahip çıkanlar, onların vatan sathında ve dünyada lâyık oldukları yeri bulabilmesi için, zamanın gerektirdiği neşir vasıtalarının da devreye girmesi gerektiğinin idrakinde idiler. Bugünlerde katedilen mesafenin; TV’ler, radyolar, internet siteleri, çeşitli yayınevleri gibi olağanüstü gelişmelerin temelinde yatan çekirdekti sanki Yeni Asya…

O mektepten yazar, çizer, araştırmacı, yayıncı.. nice insan mezun oldu. Onlardan kimi eski mecrasında akmaya devam etti, kimi yeni kaynakların başına geçti, kimi deryaya karıştı gitti… Bugün de yeni yeni tohumların fidan olduğuna, fidanların meyve verdiğine, meyvelerin olgunlaşıp tek başına bir ağaç haline geldiğine şahit olup durmaktayız. Okur-yazarın ender olduğu bir cemiyette, milyonlarca okur-yazara sahip bulunan Nur cereyanı, mecazi anlamda da okur-yazarlarını meydana getirdi.

Her şeyi kontrollerinde tutmakla milletin demokratik temâyüllerine set çekebileceklerini düşünen çeşitli güçler, zaman zaman başarılı müdahalelerle çoğalan okuyucu kitlesini ufaltmanın yollarını buldular. Büyüyen tirajları bir şekilde budadılar. Maddî baskılar fayda etmedi ise, insânî duyguları kullandılar. Aklı dinlemeyen duygular, bazı insanları kanatlandırıp yuvasından uçurttu. Düşe kalka bugünlere gelindi.

Hedef değişmedi: Risâle-i Nurların insanlara en doğru ve hızlı şekilde duyurulması, Müslümanların birlik içinde hareket etmeleri, doğru ıslâmiyetin ve ıslâmiyete lâyık doğruluğun sergilenmesi, şahısların değil hizmetin yüceltilmesi, demokrasi, insan hakları, mazlûmun savunulması, hakkı batılın savletinden korumak gibi köşe taşları üzerinde yola devam edildi, ediliyor, ınşaallahu Teâlâ, kıyamete kadar da edilecek…

Siyasî ve ticarî fırsatları elinin tersi ile itmeyi bilen, maddeye beş paralık ehemmiyet vermeyen bu gazete, “Hakkın hatırı”nı her şeyden üstün tutmaya devam ettikçe; Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin ve Risâle-i Nurların çizgisinde neşriyatını sürdürdükçe, okuyanı bir kişi bile kalsa—ki bu asla mümkün değildir—vazifesini yerine getirmenin gönül rahatı içinde, mânâ âlemindeki şerefli yerini koruyacaktır.

Cenâb-ı Hak, hizmette geçecek nice yıllara eriştirsin. Âmin.


Not: Bir müddet önce yayımlanan “Musîbet Zamânı” başlıklı yazımda, nasıl olmuşsa, baskıya girerken bütün “musîbet” kelimeleri, ilk hecelerinin üzerine de “külâh” konarak, “mûsîbet” şeklinde yanlış olarak neşredilmiş… Bu musibetten sonra, artık yazılarımda, hecelerin doğru telâffuzunu sağlayacak uzatma işaretleri kullanmama kararı aldım. Okuyucularımdan özür dileyerek, durumu arz ediyorum.

EKREM KILIÇ

23.02.2009

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir