Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

03.02.2009, 09:32

Kemiyet yerinde, keyfiyetten ne haber?

Kemiyet yerinde, keyfiyetten ne haber?
01/02/2009 - 23:17



şeyma GÜR





şöyle bir tesbit denemesi yapsam acaba katılır mısınız?

Risale-i Nur okuyan (ya da haberdar olan) insanların sayısı arttı. Ama Risale-i Nur okuyanların toplam kalitesinde aynı oranda bir artış olamadı.

Böyle düşünmeme, o ilk saff-ı evveller ile kendimi ve etrafımda gördüğüm duyduğum Nurcuları karşılaştırmam sebeb oluyor. Elbette bugün de var olan, hakiki nur talebelerini tenzih ederim.

Önce öncü talebelere bir bakalım: Bediüzzaman Hazretleri etrafında halkalanan o ilk Risale-i Nur talebeleri her şeyden önce Risale-i Nura çağdaşlarımdan daha fazla nüfuz ediyorlardı. Öyle olmalı, zira okumak, onların hayatlarında ciddi inkılablara yol açıyordu. ıbadette, taatte, takvada derhal imtiyaz kesbediyorlardı. ıfadeleri değişiyor, zamanlarının üstüne çıkıyorlardı. (Bkz. Ümmî, fakat allâmelerin işini gören Adilcevazlı Bekir Ağa, Çaycı Emin Bey, ıbrahim Fakazlı vd.) Dünyaya karşı duruşları değişiyor, umumiyetle birer uhrevi adam oluyorlardı. (Bkz. O güne göre gayet parlak olan ticaretini, her şeyini bırakıp iki kez oğlu ile birlikte hapislere giren ınebolulu Nazif Çelebi, Bediüzzaman’ın hizmetkarlığını, beyliğe tercih eden Sadık Bey vd.)

Bediüzzaman ile görüşmek onları birer sadakat, feragat, hizmet kahramanı haline getiriyordu.

Bediüzzaman Hazretleri gelmiş, ve gelecek talebelerini hep Risale-i Nura yönlendirmiş, Üstadlarını orada aramalarını istemişti. ‘’Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam hangi risaleyi açsa, benimle değil, hâdim-i Kur’an olan Üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.’’ Yani bu iman inkılabı o zaman ile kayıtlı ve sınırlı değil. ‘’Onlar o zaman yaşadılar, biz farklı şartların ve zamanların insanıyız ‘’ gibi bir mazeretimiz olmamalı. Risale-i Nur’un bizim hayatlarımızda da benzer değişimi gerçekleştirmesi beklenir. Olamıyorsa (ki benim kanaatim bu yönde) nedenini düşünelim. Onlarda olup bizde olmayan ne? Ya da tersi.

Her şeyden önce onlar çok okuyorlardı. Kendi telif ettiği eserlerini ‘’belki yüz defa’’ okuyan Bediüzzaman Hazretlerini model alıyorlardı. Üstelik bu okuma sıradan bir okuyup geçmek de değildi:

‘’Bu ciltte az ve sair altı cild-i ahirde masumların ve ihtiyar ümmilerin yazılarının tashihinde çok zahmet çektim. Vakit müsaade etmiyordu. Hatırıma geldi ve manen denildi ki: Sıkılma! Bunların yazıları çabuk okunmadığından, acelecileri yavaş yavaş okumaya mecbur ettiğinden, Risale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Yoksa, yalnız akıl cüz i bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler.’’

Risale-i Nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki iman-ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.’’

Bir kez Risale-i Nur dairesine giren kişi, onu okumayı, anlamayı, anlatmayı, duyurmayı, neşretmeyi hayatının birinci vazifesi olarak görüyordu. Bugün pek çoğumuz için ise Risale-i Nur okumak, otomatiğe bağladığımız ‘’derslere gitmek’’ ile sınırlı olmuş.

Yine en ziyade istifade eden ilkleri düşündüğümüzde onların risaleleri elle yazdıklarını görüyoruz. Bu, mecburiyetten ileri geliyordu. Ama mutlaka kaderin bunda bir hissesi vardı. El ile yazılanlar, ruha, akla bir başka nüfuz ediyordu. O yüzdendir ki o lezzeti alan kimileri, neşriyattaki hadsiz imkanlara ve çeşitliliğe karşın hâlâ yazmaktan vazgeçemiyorlar. Bugünün nurcularının böyle bir tecrübesi neredeyse yok. Acaba biz de kendi anlamamızı ve istifademizi artırmak için zaman zaman yazsak. Hele de ‘’eskimez yazının korunması’’ gibi bir maslahatı da düşünürsek belki böyle yapmak; farz-ı kifaye mesâbesindedir. ‘’Eşref namında on yaşında bir masum çocuğun köyünü, malını terk edip, iki gün mesafeden gelip, hiç yazı yazmadığı halde, on gün zarfında Risale-i Nur’u yazmaya muvaffak olması’’ da gösteriyor ki bu hiç de imkansız değil.

Onlar Bediüzzaman’ı gördüklerinde hayatlarını feda eder derecesinde bir muhabbetle dolup taşıyorlardı. Bu hal, Risale-i Nura tam teslimiyeti ve o oranda istifadeyi netice veriyordu. Bizim böyle bir şansımız yok. Ama hatıralarını okuduğumuzda, dinlediğimizde biz de o duyguları yakalar gibi oluyoruz. Bazılarının ‘’hatıra mesleği’’ diye küçümsediği hatıraları yaymak, neşretmek, böyle bir fayda sağlayabilir.

Onlar risaleleri zor elde edebiliyorlardı. Bazen bir Emirdağ Lahikasını onbeş gün bekleyip, en kısa zamanda okuyup iade etmeleri gerekiyordu. Biz ise çok kolay elde ediyoruz. Kitaplıklarımızda bir değil, birkaç set külliyat var. Kabul etmek gerekir ki kolay elde edilen şeyler, görece kıymetsiz addediliyor. Hatta şimdilerde mebzul miktarda ve kolaylıkla bulunan eserleri doğrudan okuyup anlamak da zor bulunup ‘’bu işi daha daha nasıl kolaylaştırabiliriz?...’’ arayışlarına giriliyor. Biz, teknoloji çağının aceleci insanları, her şeyi kolay yoldan elde etmek istiyoruz. Emeksiz, zahmetsiz. Uzun uzun tefekkür edecek vaktimiz yok. ışimiz çok! Teknoloji, insanların hayatını kolaylaştırıp gönlünce kullanılabilir zamanları artırması gerekirken bu nasıl böyle oluyor; ayrı bir muamma tabii.

Onların hayatları basit, ihtiyaç maddeleri sınırlıydı. Bizim ise olmazsa olmazlarımız pek fazla. Ne onları elde etmek için zaman ve emek harcamaktan vazgeçebiliyoruz, ne de bir kez elde ettikten sonra gözden çıkarmayı göze alabiliyoruz. Onlar, hayatlarından vazgeçebiliyor iken biz hayatlarımızın lüksünden bile vazgeçemiyoruz.

Ve bizde olup onlarda olmayan en önemli şey ise televizyon. Onlar gecelerini Risale okuyup, risale yazarak değerlendirirken, biz TV kanalları arasında sörf yaparak değersizleştiriyoruz.

Benim düşünebildiklerim böyle. Çözüm de problemin görüldüğü yerde olmalı.

Kendim için bir formül çıkardım:
Daha çok ve daha düzenli okumalıyım.
Ya, doğrudan risaleleri, ya da anladıklarımı yazmalıyım.
Risale-i Nur talebesi olmanın şartlarından sayılan tesbihat ve cevşen okumalarını ihmal etmemeliyim.
Üstadı daha yakından tanımak için Tarihçe-i Hayat’ı, hatıralarını, Lahikaları okumalıyım. (Bu kalemden olarak; Üstadın yaşayan talebeleri bize birer nur, nimettir.)
Risale-i Nur ile ilgili yapılan çalışmaları takip etmeliyim.
Hepsinden de önce televizyon ve dünya ile ilişkilerimi gözden geçirmeliyim.

Belki bu formül sizin de işinize yarar

2

04.02.2009, 17:04

şeyma Gür nerede yazıyor, köşe yazarı mı? ılk kez duydum da?

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

3

08.02.2009, 12:47

yani kemiyetde değili,m ama keyf,iyeten buyuğum deyip eneye kapılmadan daha fazla okumalıyız yazılandan pek birsey anlamasamda başlık çok sey anlatıyor.

allah razı olsun
hy120 nickim değişti

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir