Enâniyeti büyük tehlikelerden biri olarak bilmek
Gaflet ve dünyaperestlikten çıkan dehşetli bir enâniyet, bu zamanda hükmediyor. Onun için ehl-i hakîkat (hattâ meşrû bir tarzda dahi olsa) enâniyetten, hodfüruşluktan vazgeçmeleri lâzım olduğundan, Risâle-i Nur'un hakîki şâkirtleri, buz parçası olan enâniyetlerini şahs-ı mânevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden inşaallah bu fırtınada sarsılmayacaklar.
şûâlar, s. 267.
Ehl-i dalâletin tarafgirleri, enâniyetten istifâde edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakîkaten, insanda en tehlikeli damar, enâniyettir. Ve en zayıf damarı da odur. Onu okşamakla, Çok fena şeyleri yaptırabilirler.
Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizi enâniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki şu asırda, ehl-i dalâlet, ene'ye binmiş, dalâlet vâdilerinde koşuyor. Ehl-i hak bilmecburiye, eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir. Enenin istimâlinde haklı dahi olsa, mâdem ki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefisperest zannederler, hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır. Bununla beraber etrâfına toplandığımız hizmet-i Kur'âniye eneyi kabul etmiyor, "nahnü" istiyor; "'Ben' demeyiniz, 'Biz' deyiniz" diyor.
Elbette kanaatiniz gelmiş ki, bu fakir kardeşiniz ene ile meydana çıkmamış. Sizi enesine hâdim yapmıyor. Belki, enesiz bir hâdim-i Kur'ânî olarak kendini size göstermiş. Ve kendini beğenmemeyi ve enesine taraftar olmamayı meslek ittihaz etmiş. Bununla beraber, katî deliller ile sizlere ispat etmiştir ki, meydan-ı istifâdeye vaz' edilen eserler mîrî malıdır, yani Kur'ân-ı Hakîmin tereşşuhâtıdır; hiç kimse enesiyle onlara temellük edemez. Haydi faız-ı muhâl olarak ben enemle o eserlere sahip çıkıyonım. Benim bir kardeşimin dediği gibi, mâdem bu Kur'ânî hakîkat kapısı açıldı, benim noksaniyetime ve ehemmiyetsizliğime bakılmayarak, ehl-i ilim ve kemâl, arkamda bulunmaktan çekinmemeli ve istiğnâ etmemelidirler. Selef-i sâlihînin ve muhakkikîn-i ulemânın âsarları, çendan her derde kâfı ve vâfi bir hazîne-i azîmedîr; fakat bâzı zaman olur ki, bir anahtar bir hazîneden ziyâde ehemmiyetli olur. Çünkü hazîne kapalıdır; fakat bir anahtar, çok hazîneleri açabilir. Zannederim ki, o enâniyet-i ilmiyeyi fazla taşıyan zâtlar da anladılar ki, neşrolunan Sözler, hakâik-ı Kur'âniyenin birer anahtarı ve o hakâikı inkâr etmeye çalışanların başlarına inen birer elmas kılıçtır. O ehl-i fazl ve kemâl ya kuvvetli enâniyet-i ilmiyeyi taşıyan zâtlar bilsinler ki, bana değil, Kur'ân-ı Hakîme talebe ve şâkirt oluyorlar. Ben de onların bir ders arkadaşıyım.
Haydi farz-ı muhâl olarak ben üstadlık dâvâ etsem, mâdem şimdi ehl-i îmânın tabakâtını, avâmdan havassa kadar, mâruz kaldıkları evham ve şübehâttan kurtarmak çaresini bulduk, o ulemâ, ya daha kolay bir çaresini bulsunlar veyahut bu çareyi iltizam edip ders versinler, taraftar olsunlar. Ulemâü's-sû' hakkında bir tehdid-i azîm var Bu zamanda ehl-i ilim ziyâde dikkat etmeli. Haydi farz etseniz ki, düşmanlarımızın zannı gibi, ben, benlik hesâbına böyle bir hizmette bulunuyorum. Acaba, dünyevî ve millî bir maksat için, çok zâtlar toplanıp, şiddetli bir tesanüdle iş gördükleri halde, acaba bu kardeşiniz, hakîkat-i Kur'âniye ve hakaik-ı îmâniye etrafında, kendi enâniyetini setretmekle beraber, o dünyevî komitenin onbaşıları gibi, terk-i enâniyetle hakaik-ı Kur'âniye etrafında bir tesanüdü sizden istemeye hakkı yok mudur? Sizin en büyük âlimleriniz de, ona "Lebbeyk!" dememesinde haksız değil midirler?
Kardeşlerim, enâniyetin içimizde en tehlikeli ciheti, kıskançlıktır. Eğer sırf Lillâh için olmazsa, kıskançlık müdahele eder, bozar. Nasıl ki bir insanın bir eli, bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına hased etmez ve kalbi aklına rekabet etmez; öyle de, bu heyetimizin şahs-ı mânevîsinde herbiriniz bir duygu, bir âza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.
Birşey daha kaldı, en tehlikesi odur ki; içinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enâniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enâniyetlidir; çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi o ilmî enâniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risâlelere karşı muâraza ister. Kalbi risâleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde, nefsi ise enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder. Tâ ki kendi mahsülât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.
Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyonım ki: Bu dürûs-u Kur'âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri (ulûm-u îmâniye cihetinde) yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u îmâniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve îzah hâricinde birşey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur eczaları Kur'ân'ın tereşşuhatıdır.
Bizler, taksimü'la'mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip, o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.
Mektubât, s. 412-413.