Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

07.05.2010, 10:48

Cihadın Fazileti

Allah'a ortak koşan müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilesiniz ki, Allah günahlardan korunanlarla beraberdir."
Tevbe sûresi (9), 36

Hangi kesimden ve hangi gruptan olursa olsun, müşrikler, mü'minlere karşı toptan savaşa giriştikleri takdirde, bütün mü'minlerin bir araya gelerek, birlik ve beraberlik içinde onlara karşı topyekûn savaş açmaları gerekir. Bu emirde şu ay veya bu ayda gibi herhangi bir kayıt yoktur. Bunu belirtmemizin sebebi âyetin başında haram aylardan bahsedilmesidir. Bu ayların haramlığının anlamı, Allah için olan cihadın yasaklığı değildir. Haksız savaş ise sadece bu aylarda değil, her zaman haramdır. Müşriklerin genel karakteri helâl haram tanımamak ve fırsat buldukça mü'minlere saldırmak, kıtâle girişmektir. Onlar böyle davrandıkça hiçbir zaman ve mekân farkı gözetilmeksizin müşriklere karşı cihâd etmek, terki ve ertelenmesi caiz olmayan bir farzdır. Çünkü bunun terki ve ertelenmesi bir zulüm olur ve daha büyük tehlikelerin doğması sonucunu getirebilir. Esasen haram aylar kavramı sadece Arap müşriklerine has bir inanıştı. Onlar da bunu sık sık ihlâl etmekteydiler. Diğer müşrikler için böyle bir şey de söz konusu değildir. Onlar hiçbir haramlık tanımaz, yasak dinlemez, Allah'ın nurunu söndürmek ve boş yere insanların canına kıymaktan, mukaddesata tecâvüzden sakınmazlar. İşte bu sebeple onlara karşı daima hazırlıklı olup, böyle bir şeye yeltenirlerse kendilerine haddini bildirmek gerekir. Onun için âyet-i kerîmelerde müşriklerle savaşılması emredilirken "onları nerede yakalarsanız" [Bakara sûresi (2), l91 ve Nisâ sûresi (4), 91] ve "onları nerede bulursanız" [Tevbe sûresi (9), 5] buyurulmuştur. Çünkü Allah yolunda yapılacak olan cihad, her zaman ve zeminde haklara saygı göstermenin gereği olan en büyük itaattir.

Âyetin sonunda "Bilesiniz ki, Allah günahlardan korunanlarla beraberdir" buyurulması, müslümanların sulh zamanlarında olduğu gibi, yapacakları savaşlarda da daima hakkı gözeten, şirk ahlâkından sakınan, keyfî hareketlerden, zulümden, her çeşit haksızlıktan, cihad içinde günah işlemekten, emre itaatsizlikten uzak duran kimseler olması gerektiğini belirleyici ve emredici bir nitelik taşır.

2

07.05.2010, 10:49

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallallahu aleyhi ve sellem'e:

–Hangi amel daha faziletlidir? diye soruldu.

–"Allah'a ve Resûlüne inanmak" buyurdu.

–Sonra hangisi? denildi.

–"Allah yolunda cihad etmek" karşılığını verdi.

–Bundan sonra hangisi? denilince:

–"Allah katında makbul olan hactır" buyurdular.

Buhârî, Îmân 18, Hac 4, Tevhîd 47; Müslim, Îmân 135. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd 22; Nesâî, Hac 4, Cihâd 17




İbni Mes'ûd radıyallahu anh şöyle dedi:

–Yâ Resûlallah! Hangi amel Allah'a daha sevimlidir? dedim,

–"Vaktinde kılınan namaz" buyurdu.

–Sonra hangisidir? diye sordum,

–"Ana babaya iyilik etmek" diye cevap verdi.

–Ondan sonra hangisidir? dedim,

–"Allah yolunda cihad etmek" buyurdular.

Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân 137-139. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr 2; Nesâî, Mevâkît 51





Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:

–Yâ Resûlallah! Hangi amel daha faziletlidir? diye sordum,

–"Allah'a iman ve Allah yolunda cihaddır" buyurdular.

Buhârî, Itk 2, Keffârât 6; Müslim, Îmân 136. Ayrıca bk. İbni Mâce, Itk 4

Açıklamalar

Pek çok hadiste olduğu gibi, yukarıdaki her üç rivayette bir kere daha örneğini gördüğümüz üzere, Peygamber Efendimiz'e çeşitli vesilelerle hangi amellerin, eylemlerin ve işlerin daha faziletli olduğu sorulmuş, Efendimiz de bu sorulara çeşitli şekillerde cevap vermişlerdir. Bu cevapların farklılıklar arzetmesinden daha tabiî bir şey olamaz. Çünkü Peygamberimiz soruyu soranın halini ve durumunu, o andaki ihtiyacı ve gözetilmesi gereken çeşitli şartları daima dikkate alırdı. Bir şeyin işlerin en hayırlısı olduğunu söylemek, o şeyin işlerin en hayırlılarından biri olduğunu belirtmekten ibarettir. Falan kimse insanların en akıllısıdır demek, yegane akıllının o kimse olduğunu iddia etmek anlamına gelmez. Tam aksine, insanların akıllılarından biridir anlamına gelir. Bu sebeple her üç hadisteki faziletli işlerin sıralamasında farklılıklar bulunduğunu görmekteyiz. Birinci hadiste ilk sırada Allah'a iman, ikinci hadiste vaktinde kılınan namaz, üçüncüsünde ise yine Allah'a iman yer almıştır.
Bu durum açıkça göstermektedir ki, faziletli işler ve eylemler mutlak ve değişmez bir sıralamaya tabi tutulmamıştır. Fakat sıralaması farklılık arzetse bile cihadın her üç hadiste faziletli eylemler içinde yer alması, üzerinde önemle durulmaya değer biz özellik taşır. Çünkü cihad, en son merhalesi Allah yolunda savaşmak olan İslâm'ı tebliğ faaliyetlerinin tamamını kapsayıcı bir nitelik arzeder. Din lisanındaki söylenişiyle "i'lâ-i kelimetullâh" dediğimiz, Allah'ın adını yüceltmek için gösterilen her gayret, her çaba cihadın unsurlarından biri kabul edilir. Bu sebeple geniş anlamıyla cihad, dinin hayat haline gelmesidir denilebilir. Bunun ilk şartı, böyle olması gerektiğine imandır; sonra dinin ilmine ve bilgisine sahip olmak, neticede İslâm'ın prensiplerini hayata hakim kılmak gelir. Bunların uygulanmasına karşı çıkanlarla yine dinin koyduğu kurallar içerisinde kalınarak cihad edilir.

Görüldüğü gibi cihad, İslâmla insan arasındaki bütün engelleri kaldırmanın adıdır. Kendi iradeleri ve seçimleriyle, herhangi bir zorlama söz konusu olmaksızın dini kabul etmek isteyenlerin inanmasına imkân sağlamak, inancının gereğini öğrenmenin ve öğrendiğini yaşamanın zeminini hazırlamak cihadın yegane hedefidir.
__________________

3

07.05.2010, 10:50

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' e gelerek:

–İnsanların hangisi daha üstündür? diye sordu. Peygamberimiz:
–"Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden kimse" buyurdu. Adam:
–Sonra kimdir? diye sordu. Efendimiz:
–"Bir vadiye çekilip Allah'a ibadet eden ve insanları şerrinden uzak tutan kimse" buyurdular.
Buhârî, Cihâd 2, Rikâk 34; Müslim, İmâre 122-123. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 5; Tirmizî, Fezâilu'l-cihâd 24; Nesâî, Cihâd 7; İbni Mâce, Fiten 13

Açıklamalar
Peygamber Efendimiz'e hangi işlerin ve eylemlerin daha faziletli ve daha üstün olduğu sorulduğu gibi, hangi insanın, hangi mü'minin daha üstün sayılacağı da sorulurdu. Genel bir kural olarak ifade etmek gerekirse, Peygamberimiz kendisine sorulan ve cevaplandırıldığında fayda sağlayıcı olan soruları cevapsız bırakmazdı. Çünkü o faydalı sorunun ilme katkı sayıldığını, faydasız sorulardan ise sakınılması gerektiğini bize söylerdi.

Üstün ve faziletli kabul edilen bir işi yapan, bir eylemi gerçekleştiren kimsenin de faziletli sayılacağı aklın ve mantığın gereğidir. Allah'a iman üstün ve faziletli bir iş olduğu gibi, mü'min de üstün ve faziletli bir kimsedir. Allah yolunda cihad nasıl faziletli bir eylemse, bu eylemi gerçekleştiren mücâhid de faziletli bir kimsedir. İşte bunun böyle olduğunu bu hadis ortaya koymaktadır. Canıyla ve malıyla Allah yolunda cihad etmenin ne kadar büyük bir fazilet olduğu, Kur'an'da sıkça belirtilmiştir. Bu durum konunun başındaki âyetlerde de yeterince görülmektedir. Resûl-i Ekrem'in bu yöndeki hadisleri Kur'an'ın gayet açık naslarına dayanmakta olup, onların birer tefsiri ve sistemleştirilmiş açıklamaları kabul edilebilir.

Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden kimse en üstün insanlardan biridir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi böyle ifadeleri "en üstünü odur" şeklinde anlamak doğru olmaz. Çünkü âlimlerin ve sıddîklerin daha üstün olduğuna dair pek çok sahih rivayet bulunmaktadır. İşte bu farklı ifadelere bakarak, Peygamberimiz'in kendisine sorulan sorulara o andaki şartları gözeterek cevap verdiği kanaati, bütün âlimler tarafından paylaşılmaktadır. İbni Hacer, bu soruyu soranın kim olduğunu ve ne zaman sorulduğunu tesbit edemediğini belirtme ihtiyacı hisseder. Böyle bir sorunun bir cihad hazırlığı sırasında veya sefer esnasında sorulduğunu düşünecek olursak, o andaki en üstün kişinin malıyla ve canıyla cihada çıkmış mü'min olduğunun belirtilmesi son derece isabetlidir. Çünkü böyle bir cevap o anda insanlara büyük heyecan verir ve yüksek bir moral aşılar. Aynı zamanda zihinlere doluşması muhtemel tereddütleri ortadan kaldırmaya vesile olur.

En üstün ve en faziletli olarak nitelendirilen ikinci sıradaki kişi, bir vadiye çekilip Allah'a ibadetle meşgul olan ve insanları şerrinden uzak tutan kimsedir. İlk bakışta bu iki ayrı nitelikteki insan birbirine zıt iki şahsiyetmiş gibi algılanabilir. Oysa bu ikisi birbiriyle tam bir uyum içindedir. Çünkü Allah'a ibâdet, özellikle insanın nefsini terbiye etmesine yönelik uzlet hali ve insanlara kendisinden gelebilecek bir zararı engellemek için bir cehd ü gayret içinde olmak da cihadın unsurlarından biridir.

Meşhur olan söylenişiyle ifade edecek olursak, nefsiyle mücâhedede başarılı olamayanlar düşmana karşı cihad etmekte başarılı olamazlar. İşte bahse konu olan ikinci kişi, bu mücâhedede başarılı olan kimsedir. Çünkü dinimiz, toplumun huzuruna daha bilgili, nefsinin isteklerine boyun eğmekten kendini kurtarmış ve ruhunu arındırmış olarak çıkmak üzere kısa süre uzlette kalmayı meşru sayar. Sürekli uzlet halini ise hoş karşılamaz. Çünkü sürekli uzlette toplumdan uzaklaşma, insanlara faydalı olma arzu ve azmini terketme duygusu vardır. Bu ise caiz görülmeyen bir uzlet çeşididir.
__________________

4

07.05.2010, 10:51

Allah'a ortak koşan müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilesiniz ki, Allah günahlardan korunanlarla beraberdir."

Tevbe sûresi (9), 36
Hangi kesimden ve hangi gruptan olursa olsun, müşrikler, mü'minlere karşı toptan savaşa giriştikleri takdirde, bütün mü'minlerin bir araya gelerek, birlik ve beraberlik içinde onlara karşı topyekûn savaş açmaları gerekir. Bu emirde şu ay veya bu ayda gibi herhangi bir kayıt yoktur. Bunu belirtmemizin sebebi âyetin başında haram aylardan bahsedilmesidir. Bu ayların haramlığının anlamı, Allah için olan cihadın yasaklığı değildir. Haksız savaş ise sadece bu aylarda değil, her zaman haramdır. Müşriklerin genel karakteri helâl haram tanımamak ve fırsat buldukça mü'minlere saldırmak, kıtâle girişmektir. Onlar böyle davrandıkça hiçbir zaman ve mekân farkı gözetilmeksizin müşriklere karşı cihâd etmek, terki ve ertelenmesi caiz olmayan bir farzdır. Çünkü bunun terki ve ertelenmesi bir zulüm olur ve daha büyük tehlikelerin doğması sonucunu getirebilir. Esasen haram aylar kavramı sadece Arap müşriklerine has bir inanıştı. Onlar da bunu sık sık ihlâl etmekteydiler. Diğer müşrikler için böyle bir şey de söz konusu değildir. Onlar hiçbir haramlık tanımaz, yasak dinlemez, Allah'ın nurunu söndürmek ve boş yere insanların canına kıymaktan, mukaddesata tecâvüzden sakınmazlar. İşte bu sebeple onlara karşı daima hazırlıklı olup, böyle bir şeye yeltenirlerse kendilerine haddini bildirmek gerekir. Onun için âyet-i kerîmelerde müşriklerle savaşılması emredilirken "onları nerede yakalarsanız" [Bakara sûresi (2), l91 ve Nisâ sûresi (4), 91] ve "onları nerede bulursanız" [Tevbe sûresi (9), 5] buyurulmuştur. Çünkü Allah yolunda yapılacak olan cihad, her zaman ve zeminde haklara saygı göstermenin gereği olan en büyük itaattir.
Âyetin sonunda "Bilesiniz ki, Allah günahlardan korunanlarla beraberdir" buyurulması, müslümanların sulh zamanlarında olduğu gibi, yapacakları savaşlarda da daima hakkı gözeten, şirk ahlâkından sakınan, keyfî hareketlerden, zulümden, her çeşit haksızlıktan, cihad içinde günah işlemekten, emre itaatsizlikten uzak duran kimseler olması gerektiğini belirleyici ve emredici bir nitelik taşır.

5

07.05.2010, 11:00

Keçeli, bu eklediğin uzun uzun yazılardan çıkan hâsılı neticeyi ne anlamamız lâzım..?

Nasıl bir cihad bu yazılarda geçen..?

6

07.05.2010, 16:15

Hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı. Bazan hoşunuza gitmeyen bir şey sizin hakkınızda daha hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kötü olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir."

Bakara sûresi (2), 216

Allah yolunda savaşmak bazı kere farz-ı ayn, bazı kere farz-ı kifâye olarak mü'minler üzerine bir zorunluluktur. Bir şeyden hoşlanıp hoşlanmamak sadece bir duygudur. İyilik ve kötülük, hayır ve şer sadece duygularla değil, bir şeyin gerçeğini bilmekle belirlenir ve ortaya çıkar. Bunu en iyi bilen de yegâne yaratıcı olan yüce Allah'tır. Allah Teâlâ'nın iyi ve kötü olarak bildirdiği şeyler muhakkak O'nun bildirdiği gibidir. Cenâb-ı Hakk'ın hayır olarak bildirdikleri mutlak hayır, şer olarak bildirdikleri mutlak şerdir.

Savaş, arzu edilen, istenilen bir şey değildir. Fakat bazı kere kaçınılmaz bir zaruret olarak karşımıza çıkar. Can, mal, din ve vicdan güvenliğini sağlamanın, zulmü ve fitneleri önlemenin, haksız tecavüzlere son vermenin yegâne çaresi savaş olabilir. İşte böyle durumlarda savaşmak, insanlık için bir hayır, bir kurtuluş vesilesi olabilir. İslâm'da bu savaşın adı cihaddır. Çünkü cihadda zulüm ve haksızlık, tecâvüz, haddi aşma ve yeryüzünü tahrip etme yoktur.

RİYAZÜ'S-SALİHİN.

7

07.05.2010, 16:18

Gerek hafif gerek ağır silahlı olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edin."

Tevbe sûresi (9), 41

Hafif ve ağır silahlı olarak cihâda çıkmaktan maksat, hangi hal ve hangi şartta olunursa olunsun, Allah'ın dinini yüceltmek için cihâdın meşrû olan her şeklini uygulamaktır. Çünkü cihad sadece cephede yapılan savaştan ibaret değildir. Fakat cephe savaşı cihadın en zoru olduğu için, öncelikle o akla gelmektedir. Burada bahsi geçen de cephedeki cihaddır. Gerek kolay gerek zor, gerek binitli gerek yaya, gerek genç gerek ihtiyar, gerek bekâr gerek evli, gerek zengin gerek fakir, gerek hafif gerek ağır silâhlı, kısaca kişinin durumu ne olursa olsun cihâda mutlaka katılmasının gereğine bu âyet kesin delil teşkil eder. Ancak aynı surenin daha sonra indirilen 91. âyetiyle zayıflar, hastalar, savaşta harcayacak bir şeyi olmayan fakirler bu hükmün dışında tutulmuştur.

Hem mal hem canla katılmaya gücü yetenler her ikisiyle, sadece malla katılabilenler mallarıyla, sadece canla katılabilenler canlarıyla cihada katılırlar. Âyetin sonunda işaret edildiği gibi, böyle topyekün cihad mü'minler için daha hayırlıdır. İslâm âlimlerinin belirttiğine göre mal ile cihad iki şekilde olur: Biri, savaşa katılacak kişinin kendisine lâzım olacak biniti, silâh ve diğer harp aletlerini, araç gereci kendi parasıyla almasıdır. Diğeri ise, savaşa katılacak olan ama maddî olarak araç gereç almaya gücü yetmeyen diğer mücahitlerin ihtiyaçlarının karşılanması için harcama yapmasıdır. Bu söylenilenler, özellikle geçmişin savaş şartları düşünüldüğünde ve nizâmî orduların bulunmadığı zamanlarda son derece önemli hizmetlerdi. Bugün ise cihadın çeşitleri, nitelikleri ve şartları değişmiştir. Bu gelişim ve değişimlerin ışığında, mal ile cihada yönelik hizmetleri günün şartlarına göre her zaman ve zeminde yeniden tanzim etmek, müslümanların en önemli vazife ve sorumluluk alanı olmaya devam etmektedir. Çünkü dinimiz her alanda olduğu gibi cihadla ilgili olarak da genel esaslar koymuştur. Böylelikle İslâm'ın kıyamete kadar yaşanacak gelişme ve değişmeleri kuşatıcı bir özelliğe sahip olduğunu ve müntesiplerinin her zaman ve mekânda değişen şartlara göre cihadı sürekli kılmalarının zarûrî bulunduğunu değişmez kurallar olarak kanunlaştırmıştır.

Nefisle cihadın, yani bizzat yapılacak savaşın pek çok çeşitleri vardır. İslâmî tebliğin her çeşidi, bizzat savaşa katılmak, savaşa katılacakların eğitim ve öğretimini yaptırmak, cihad hükümlerini ve bu konudaki ilâhî emirleri mü'minlere öğretmek, önemini ve zorunlu oluşunu anlatmak, komutan olarak savaşı yönetmek, düşmanı tanımak ve onlar hakkında istihbarat bilgileri toplamak, sahip olduğu cihad tecrübelerini başkalarına aktarmak, kısacası müslümanları güçlü kılacak ve düşmanı zayıf düşürecek, mağlûbiyetini sağlayacak her türlü gayret bizzat cihada katılmak sayılır. Böylece insan hem nefsini tembellik ve atâletten kurtarmış, rahatına düşkünlükten fedâkârlık yapmış, hem mala mülke karşı ihtirasını önlemiş ve Allah yolunda sarfetme alışkanlığı kazanıp büyük ecir ve sevap kazanma bahtiyarlığına ermiş olur.

RİYAZÜ'S SALİHİN.

8

07.05.2010, 16:23

Allah, mü'minlerden mallarını ve canlarını kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat, İncil ve Kur'an'da sabit Allah'ın bir va'didir. Allah'tan başka verdiği sözde duran ve yerine getiren kim vardır? Öyleyse O'nunla yapmış olduğunuz bu alışverişe sevinin. Gerçekten bu büyük başarıdır."

Tevbe sûresi (9), 111

Mekke'de, İkinci Akabe gecesinde ensardan yetmiş kişi Resûl-i Ekrem Efendimiz'e biat etmişlerdi. Onlardan biri olan Abdullah İbni Revâha:

–Yâ Resûlallah! Rabb'in ve kendin için dilediğini bize şart koş, demişti. Peygamberimiz:

– Rabb'im için O'na ibadet etmenizi, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı, kendim için de canlarınızı ve mallarınızı müdafaa ettiğiniz gibi beni de koruyup savunmanızı şart koşuyorum, buyurdu. Bu sözlerden sonra:

–Böyle yapmamız karşılığında bize ne var? diye sordular. Resûl-i Ekrem:

–Cennet vardır, karşılığını verdi. Bunun üzerine biat edenler:

–Bu kârlı bir alışveriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz, dediler (Süyûtî, ed-Dürrü'l-mensûr, IV, 294).

Açıklamakta olduğumuz âyet-i kerîme bu olay üzerine nazil oldu.

Allah Teâlâ'nın insana verdiği can ve rızık olarak ihsân ettiği mal, tamamen Allah'ın mülküdür. Allah'ın satınalma yoluyla onları mülkiyetine geçirmesi tasavvur olunamaz. O halde bu hitap, Cenâb-ı Hakk'ın bir lutfu olarak kullarını cihada ve kendisine gerçek anlamda kulluğa davet etmesinden ibarettir. Çünkü bizler canımız ve malımızda geçici bir süre tasarruf ve faydalanmaya memur kılınmışız. Her can ölümlüdür ve her mal tükenip bitmeye mahkûmdur. Şayet biz bunları kendileri gibi fani olan gayeler uğruna tüketirsek, bundan hiçbir kâr ve fayda elde edemeyiz. Fakat kalıcı gayeler, ideal hedefler, Allah'ın rızasına uygun olan işler için çalışır çabalar, mallarımızı bu uğurda harcarsak, büyük ecir ve sevap elde eder, ebedî olan cennet hayatını kazanırız. Bu yöndeki her gayret ve çaba, harcanan her kuruş servet, cihadın bir unsurudur. Allah bu dünyada kendine ait olan bir mülkle âhirette kendine ait olan bir başka mülkü değiştirmekte, bunu da kulun seçim ve iradesine bırakmaktadır. İşte bu, sanki gönüllü bir alışverişe benzetilmiştir. Çok dikkat çekici olan yönü ise, bir lutuf ve ihsân olan bu alışverişin hukuk diliyle ifade buyurulmuş olmasıdır. Âdeta hukûkî muamele ve sözleşmelerin temel özelliklerinin belirlendiği bir örnek ortaya konulmuş, hukûkî muamelelerin din ve dünya işlerinde esas olduğu gösterilmiştir. Ayrıca bu âyetten öğrendiğimiz çok önemli bir başka husus, hukûkî sözleşmelere dayanan alışveriş akitleri ile bu yoldan elde edilecek kâr ve kazançların, teberru ve bağış yoluyla elde edilecek gelirlerden daha üstün ve daha hayırlı olduğudur.

RİYAZÜ'S SALİHİN.

9

07.05.2010, 16:24

Hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı. Bazan hoşunuza gitmeyen bir şey sizin hakkınızda daha hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kötü olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir."

Bakara sûresi (2), 216



Bu zamanda en birinci, en acil cihad nedir..? (Aslında eskiden de öyleydi..)

(Yazılardan az çok anladığım kadarıyla illâ kan dökmek olarak îmâlar var sanki, ona binâen soruyorum..)

10

07.05.2010, 16:41

Malum üniversite bittiği için bir iki yerden çağırıyorlar öğretmenlik için , geçenlerde yine çağırdılar , başörtüyü sorun yapan yerlerden ( çünkü hiçbir zaman başörtüsü diye sorunu yoktur biz hayatımızdan memnuuz ama başörtüyü sorun eden insanlar vardır :!: ) geliyor genelde teklifler :( hiç bişey sormadan hayır dedik , bir büyüğümüze anlattık keşke dedi bi giteydiniz deseydiniz ki "kabul ediyorum ama derslere başörtülü girmek şartıyla " itiraz ederlerse de hayır kabul etmiyorum deyip çıkardınız , bu bile cihad olurdu dedi , Cihad ın anlamını ozaman anlamış oldum

Allah razı olsun
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.
Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün.
Gerisi zaten kendiliğinden gelir...

( ŞEMS-İ TEBRİZİ )


11

08.05.2010, 14:57

Eğer Allah sana onlardan bir grubun yanına dönmeyi nasip eder de onlar senden savaşa çıkmak üzere izin isterlerse de ki; "Hiçbir zaman benimle birlikte savaşa çıkmayacak, benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü siz ilk keresinde geride kalmaktan hoşlandınız. O halde şimdi de (kadın, çocuk, yaşlı ve hasta gibi) savaşma gücünden yoksun kimseler ile birlikte evlerinizde oturunuz."

Hiç kuşkusuz davalar, sağlam, dürüst, oturaklı, yürekli uzun zaman mücadeleye dayanan, karakterli insanlara büyük ihtiyaç duyarlar. Zayıf karakterli, rahat düşkünü insanların içinde yer aldığı ordular ise fazla dayanamazlar. Çünkü bu tür insanlar sıkıntıya, dara düştüklerinde hemen cayıverirler. Yılgınlık, sarsıntı ve güçsüzlüğün ordunun içinde yayılmasına neden olurlar. Zaaflarına yenilen ve savaştan geri duranların ordudan ihraç edilip uzaklaştırılması zorunludur. Ancak bu şekilde ordu çöküntüden ve parçalanmadan korunabilir. Zor zamanlarda ordudan geri kalan tehlike geçtikten sonra orduya dönmek isteyen insanlara karşı toleranslı davranmak ise, ordunun sıhhatli yapısına karşı büyük bir cinayet olduğu kadar, uğrunda onca büyük mücadeleler verilen davaya karşı da affedilmez bir cinayettir...

"De ki: Hiçbir zaman benimle birlikte savaşa çıkmayacak, benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız."
Niçin?
"Çünkü siz ilk keresinde geride kalmaktan hoşlandınız..."
Artık siz Allah yolunda savaşa çıkmanın şerefine, bu askeri birliklere katılma şerefini, hakkınızı kaybettiniz. Çünkü cihad ağır bir yük, ağır bir görevdir. Ehli olmayan bu yükü yüklenemez. Bu konuda ne toleranslı davranış ne de yumuşak davranış sözkonusu edilemez.
"O halde şimdi de (kadın, çocuk, yaşlı ve hasta gibi) savaşma gücünden yoksun kimseler ile birlikte evlerinizde oturunuz.
Savaşa katılmayıp evlerinde oturan benzerlerinizle birlikte...
İşte yüce Allah'ın sevgili peygamberine, gösterdiği yol budur. Bu aynı zamanda bu davanın ve bu dava adamlarının hiç değişmeyecek olan her zamanki yoludur. Öyleyse nerede ve ne zaman olursa olsun, dava adamları bu yolu bilmelidirler, tanımalıdırlar.

Yüce Allah Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- zor zamanda savaştan geri duranları bir daha orduya almamayı emrettiği gibi, onları onurlandıracak, şereflendirecek en ufak bir harekete dahi yanaşmamasını da emrediyor.
"Onlardan biri ölünce sakın namazını kılma ve sakın mezarı başında dikilme (durma)".

"Çünkü onlar, Allah'ı ve peygamberini tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler."
Tefsir bilginleri bu ayeti açıklayan birtakım özel olaylar aktarırlar. Şu kadar var ki, ayetin anlamı bu özel olaylardan çok daha kapsamlıdır. Bu ayet inanç sistemi uğrunda mücadele eden cemaatin düzeninde köklü bir değer ölçüsünü ortaya koymaktadır. Bu değer ölçüsüne göre, rahatını ve keyfini zorlu olan mücadeleye tercih eden insan, kim olursa olsun herhangi bir şekilde onurlandırılamaz, şereflendirilemez. Ona asla bu imkân tanınmamalıdır. Bireylerin saflardaki yeri belirlenirken asla töleranslı davranılmamalıdır. Bu değerlendirmenin ölçüsü sabır, direnme, kuvvet, ısrar ve yumuşamayan, gevşemeyen kararlılıktır.
Ayeti kerime bu yasağı nedenini de yerinde belirtiyor:
"Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler."

Burada gösterilen neden özel bir nedendir. Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- münafıkların namazını kılmamasını ve onların mezarı başında durmamasını emretmektedir. Fakat, daha önce de belirttiğimiz gibi, burada ifade edilen kural bu özel sebepten daha geniş kapsamlıdır. Cenaze namazını kılmak ve mezarın başında durmak, onurlandırmayı ifade eder. Müslüman cemaatin cihad sırasında orduya katılmayan, insanlara böyle bir onurlandırma yakıştırmaktan kaçınması gerekir ki, insanların değerleri, Allah yolunda harcadıkları çaba, bu çabayı sürdürmedeki sabır, tüm gücünü ortaya koymak suretiyle direnme ile ölçülebilsin. Zorluk anında canlarını ve mallarını geri çekip zorluk geçtikten sonra onurlandırılmış bir şekilde tekrar orduya dönüş yapanlar böylece dışlanmış olsun.
Buradaki onurlandırma onların toplumun nazarında elde ettikleri onurlandırılma değildir. Vicdan dünyasında elde ettikleri içe yönelik onurlandırma hiç değildir.
"Onların malları ve evlatları sakın seni imrendirmesin. Allah bunlar aracılığı ile onların dünya hayatında azaba uğramalarını ve canlarını kâfir olarak vermelerini ister."

Ayetin genel anlamı, diğer ayetlerin seyri içinde anlaşılmıştı. Burada aktarılmasının nedeni ise, daha farklıdır. Burada amaç onların mallarının ve çocuklarının bir değeri olmadığını ortaya koymaktır. Zira bunlara imrenmek bilinç altında da olsa, onlara bir değer verdiğimizi ifade eder. Halbuki onlar değer verilmeyi hak etmemişlerdir. Ne dış görünüş açısından ne de bilinç olarak... Burada ifade edilmek istenen, onların ve sahip olduklarının basitliği ve değersizliğidir.

TEVBE 83-84-85
FİZİLALİ'L KURAN

12

08.05.2010, 15:59

Keçeli, şimdi birşey sorsam, sen nete hangi memleketteki savaş meydanından bağlanıyorsun..?

Maddi cihada bu kadar ehemmiyet verdiğine göre, mutlaka bir yerlerde silah sıkıyorsundur düşmanlara..(?)

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

13

08.05.2010, 17:56

EVET CİHAD FARZ AMA NASIL BİR CİHAD?
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

14

08.05.2010, 18:07

Peygamberimiz Mekke şehrini feth eylediği zaman daire içinde savaşdımı?

Kafirler silahla saldırmadığı zamanlarda saldırmışmıdır?

Silah çekmeyene silah çekmişmidir?

Bu zamanda İslam düşmanları ne tür silahla saldırıyorlar?

Bu ve benzeri soruları cevaplamadan cıhad farzdır deyp hertürlü cihad farzdır demek hakikatleri her yönüyle değerlendirememenin bir belirtisidir. Peygamberimiz ok kullandı diye biz de ok kullanalım savaşda demek ona hürmet değil onu anlayamamanın bir işaretidir.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

  • "Nesl-i Cedit" bir erkek

Mesajlar: 33

Konum: Şanlıurfa

Meslek: Ögrenci

  • Özel mesaj gönder

15

08.05.2010, 21:04

“Medenîlere galebe çalmak iknâ iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbâr ile değildir” demiştir üstad hazretleri.Bu zamandaki en büyük cihat iman hakikatlerini ikna ile tanımayanlara anlatmak ile olur...

16

09.05.2010, 00:47

39- Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.
40- Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir dost ve dayanak, ne güzel bir yardım edicidir.

Yaratıcı ve dilediğini zorla yaptıran ezici güce sahip olan yüce Allah'ın onların topluluklarının mahvına, harcadıkları malların yürek acısına dönüşmesine, dünyada rezil olup yürek acısı çektikten sonra murdarların üstüste konulup cehenneme atılmasına ilişkin açıklamasının ışığında kâfirlere söyle:
"Kâfirlere de ki; eğer saldırganlıklarından vazgeçerlerse, geçmişteki suçları bağışlanır. Yok eğer eski tutumlarına dönerlerse daha öncekiler için geçerli olan kurallar onlar için de işler."

İçinde yaşadıkları küfre, islâm ve müslümanlara karşı savaşmak üzere biraraya gelmeye, insanları Allah yolundan alıkoymak için malı harcamada bulunmaya son vermeleri için karşılarına önemli bir fırsat çıkmıştır. Bütün bunlardan tevbe etmeleri ve Allah'a dönmeleri için önlerindeki yol açıktır. Bu durumda önceki günahları bağışlanır. Çünkü islâm, daha önce işlenenleri siler, götürür. İnsan anasından doğmuş gibi daha önce işlemiş kötülüklerden arınmış olarak islâma girer. Ancak onlar -bu açıklamadan sonra- tekrar içinde bulundukları küfre ve düşmanlığa dönecek olurlarsa, onlardan önce gelip geçmiş milletlere ilişkin Allah'ın yasası işlevini yerine getirecektir. Allah'ın yasası, tebliğ ve açıklamadan sonra yalanlayanları azaba çarptırmak, dostlarına da zafer, üstünlük ve galibiyet sağlamak şeklinde işlevini görmüştür. Bu değişmez ve her zaman için geçerli olan bir yasadır. Buna göre kâfirler, yolların ayrılış noktasında tercihlerini yapmalıdırlar.

Bu noktada kâfirlerle yapılan konuşma son buluyor ve surenin akışı mü'minlere yöneliyor:
"Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür."
"Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir dost ve dayanak, ne güzel bir yardım edicidir."

İşte Allah yolunda cihadın her çağda ve her yerde geçerli olan sınırları. Bununla beraber, islâmda cihada ve islâm savaş kurallarına ilişkin olarak bu surede yeralan hükümler nihaî hükümler değildirler. Bu konudaki son hükümler, hicri dokuzuncu senede indirilen Tevbe suresinde yeralmaktadır. Bununla beraber surenin giriş kısmında da söylediğimiz gibi -İslâm aksiyoner bir harekettir, insanlığın pratik hayatını uygun yöntemlerle karşılar. Aynı zamanda islâm aşamalı bir harekettir. Her aşama için pratik ihtiyaç ve gereklerine cevap verecek uygun yöntemleri vardır.

Bununla beraber, "Fitnenin kökü kazınıp, Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız." ayeti süregelen cahiliyenin pratiğine karşı islâmi hareketin her zaman için geçerli olan bir hükmünü belirlemektedir.
Surenin tanıtım kısmında da değinildiği gibi islâm, bütün "yeryüzünde" tüm `insanlığın' kula kulluktan -aynı şekilde kendi arzusuna kul olmaktan, çünkü bu da kula kulluğun bir türüdür- kurtuluşunun evrensel bildirisi olmak için gelmiştir. Bunu da yüce Allah'ın tek ve ortaksız ilalılığını, alemler üzerindeki Rabblığını ilan etmekle gerçekleştirmiştir. Bu ilan, her çeşidiyle ve tüm şekilleriyle insanın hakimiyetine dayalı düzenlere ve rejimlere karşı kapsamlı bir devrim anlamına gelmektedir. Yeryüzünün her köşesinde, her ne şekilde olursa olsun hakimiyetin insanlara ait olduğu rejimlere karşı tam bir başkaldırı anlamına gelmektedir. ( Enfal suresinin giriş kısmına bkz.)

Bu önemli hedefin gerçekleşmesi için de iki temel faktör gereklidir.
Birincisi: Bu dini benimseyen, insanın egemenliğinden kurtulduklarını ilan eden, sadece Allah'a kul olmakla her çeşit ve her şekliyle kula kulluktan kurtulanlara yönelik baskı ve işkenceleri bertaraf etmektir. Bu da şu evrensel bildiriye inanan, onu realiteler dünyasında uygulayan, bu dine inananlara işkence ve zulüm uygulamakla ya da bu dini benimsemek isteyenlere çeşitli baskı, zorlama ve propaganda yöntemleriyle engel olmaya çalışmakla azgınlaşan tağutlarla cihad eden mü'min bir önderliğin yönetiminde hareket eden organik bir yapıya sahip mü'min bir kitlenin varlığıyla mümkün olur.
İkincisi: Her ne şekilde olursa olsun, insanın insana kulluğu esasına dayanan tüm güçleri yeryüzünden silmektir. Bu da birinci hedefin yani bütün yeryüzünde yüce Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığını ilan etmenin garantisidir. Böylece bütün insanlar sadece Allah'a boyun eğmiş, onun dinini din edinmiş olurlar. Din kelimesi burada Allah'ın otoritesine boyun eğmek anlamındadır, soyut bir inanç değil.

Yüce Allah'ın "Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık birbirinden kesinlikle ayrılmıştır. (Bakara, 256) sözünden dolayı kimi gönüllerde beliren bir şüpheyi açığa kavuşturmamız gerekmektedir.

Gerçi cihadın mahiyetine değinirken, özellikle üstad Ebul A'la el Mevdudi'nin "Allah Yolunda Cihad" adlı eserinden yaptığımız alıntılarla yeterli açıklamalarda bulunmuştuk. Ancak biz konuyu biraz daha açmak istiyoruz. Çünkü bu dinin düşmanları, bu konuda büyük bir kavram kargaşası meydana getirmiş, çeşitli hilelerle zihinleri bulandırmışlardır.

"Allah'ın dini bütünüyle egemen oluncaya kadar" ayetinde kastedilen "din", tağutların egemenliğinde ve fertleri baskı altında tutan rejimlerin varlığında somutlaşan maddi engelleri ortadan kaldırmak anlamında kullanılmıştır. Bu durumda yeryüzünde Allah'ın otoritesinden başka otorite kalmayacaktır. O gün Allah'ın otoritesinden başka kullar baskıcı hiçbir otoriteye boyun eğmeyecek, O'nun dinini din edinmeyecektir. Bu maddi engeller ortadan kaldırıldıktan sonra, insanlar diledikleri inancı her türlü baskıdan uzak bir şekilde seçmek üzere serbest bırakılırlar. Ne var ki, islâma karşıt olan bu inanç, başkasına baskı aracına dönüşebilecek, doğru yolu bulmak isteyenleri bundan alıkoyacak, Allah'ın otoritesinden başka her türlü otoriteden pratik olarak kurtulan kişilere işkence edecek bir güce sahip organik bir topluluk tarafından temsil edilemez. İnsanlar diledikleri inancı seçme bakımından özgürdürler. Ancak bu inanca bireysel olarak bağlanmalıdırlar. Bu inanç, kulların kendisine boyun eğdiği, yani dinini din edindiği zorlayıcı bir otoriteye dönüşemez. Çünkü kullar, Allah'dan başkasının otoritesine boyun eğemezler.

İnsanlar, yüce Allah'ın kendilerine bahşettiği üstünlüğü, onuru elde edemezlerse, "yeryüzünde' : hiçbir şekilde özgür olamazlar. Ancak "din" bütünüyle Allah'a ait olmadığı, O'nun otoritesinden başka bir otoriteye boyun eğme olayı sözkonusu olduğu sürece...

İşte bu büyük hedef için savaşır, mü'min kitle...
"Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar."
Kim bu ilkeyi benimser ve teslim olduğunu duyurursa, müslümanlar bu duyurusunu ve teslim oluşunu kabul ederler, artık onun niyetini ve içinde sakladığını araştırmazlar. Bunları Allah'a bırakırlar:
"Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür."
Kim de bu ilkeden yüz çevirir ve Allah'ın otoritesine karşı koymada ısrar ederse, müslümanlar Allah'ın yardımına güvenerek onunla savaşırlar.
"Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir dost ve dayanak, ne güzel . bir yardım edicidir."
İşte bu dinin getirdiği yükümlülükler ve işte onun ciddiyeti, realistliği ve pratikliği... Bu din, realiteler dünyasında uygulanmak, Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığını insanların dünyasına egemen kılmak için hareket eder.
Kuşkusuz bu din, zihni rahatlatmak, bilgi ve kültürü arttırmak amacıyla herhangi bir kitaptan öğrenilecek bir teori değildir. Aynı şekilde, insanların kendi kendilerine ve Rabbleriyle ilişkilerinde yaşamakla yetindikleri vicdanları ilgilendiren edilgen bir inanç da değildir. Nitekim bu din, insanlarla Rabbleri arasındaki bireysel ilişkiyle sınırlı birtakım kulluk davranışlarından da ibaret değildir.

Bu din insanlığın evrensel kurtuluş bildirisidir. Pratiğe dönük ve realist bir sistemdir. İnsanların pratik hayatlarını uygun yöntemlerle karşılar. Düşünsel engelleri tebliğ ve açıklamayla giderir. Tağutların egemenliğini yerle bir edip, yerine Allah'ın egemenliğini yerleştirmek için rejim ve otoritelerin varlığında somutlaşan engelleri de cihad etmekle bertaraf eder.
Bu dinin direktifleri doğrultusunda hareket etmek, insanların pratik hayatlarıyla içiçe hareket etmek demektir. Bu dinle cahiliye arasındaki çekişme, bir teoriye başka bir teoriyle karşılık vermek şeklinde gelişen bir çekişme değildir. Cahiliye bir toplumun, rejimin ve otoritenin varlığında somutlaşmaktadır. Bu dinin de ona denk yöntemlerle karşı koyması için bir toplum, siyasi rejim ve otorite tarafından temsil edilmesi bir zorunluluktur. Bunun ötesinde dinin bütünüyle Allah için olması ve ondan başkasına boyun eğilmemesi için cihad etmesi de kaçınılmazdır.
İşte bu dinin realist, pratik ve aksiyoner hareket metodu budur, aldatılmış ve ruhsal bozguna uğramış olanların söyledikleri değil... Bu adamlar "müslüman" olmak isteyen iyi niyetli ve samimi kimseler olabilirler. Ne var ki, bu dinin görünümü onların kafalarında ve akıllarında netleşmemiştir. Bu dinin onların kafalarında yereden tablosu oldukça bulanıktır.

Bize bu gerçekleri gösteren Allah'a hamdolsun. Allah bize bu gerçekleri göstermemiş olsaydı biz bunları göremeyecektik kuşkusuz.

FİZİLALİ'L KURAN

17

09.05.2010, 01:01

Hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı. Bazan hoşunuza gitmeyen bir şey sizin hakkınızda daha hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kötü olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir."

Bakara sûresi (2), 216



Bu zamanda en birinci, en acil cihad nedir..? (Aslında eskiden de öyleydi..)

(Yazılardan az çok anladığım kadarıyla illâ kan dökmek olarak îmâlar var sanki, ona binâen soruyorum..)


Savaş, arzu edilen, istenilen bir şey değildir. Fakat bazı kere kaçınılmaz bir zaruret olarak karşımıza çıkar. Can, mal, din ve vicdan güvenliğini sağlamanın, zulmü ve fitneleri önlemenin, haksız tecavüzlere son vermenin yegâne çaresi savaş olabilir. İşte böyle durumlarda savaşmak, insanlık için bir hayır, bir kurtuluş vesilesi olabilir. İslâm'da bu savaşın adı cihaddır. Çünkü cihadda zulüm ve haksızlık, tecâvüz, haddi aşma ve yeryüzünü tahrip etme yoktur.

EKLENEN KONULARI DİKKATLİ OKUMUYORSUNUZ YADA SADECE OKUYORSUNUZ ,ANLAMIYOSUNUZ.ANLASANIZ BÖYLE BİR SORU SORMAZDINIZ...

18

09.05.2010, 01:17

Keçeli, şimdi birşey sorsam, sen nete hangi memleketteki savaş meydanından bağlanıyorsun..?

Maddi cihada bu kadar ehemmiyet verdiğine göre, mutlaka bir yerlerde silah sıkıyorsundur düşmanlara..(?)


HADDİNİZİ AŞMIŞSINIZ...
İLK SORUNUZDA SİZE BİLEREK CEVAP YAZMADIM ÇÜNKİ KONUNUN DAGILMASINI VE SORU CEVAP ŞEKLİNİ ALMASINI İSTEMİYORUM.SORUNUZ VAR ISE AYRIYETEN BAŞLIK ACAR VE SORUNUZU ORADA SORARSINIZ.BU KONU CIHADIN FAZILETINI KURAN AYETLERI VE HADISLER IŞIGINDA ANLATMAK İÇİN AÇILMISTIR.

SİZİN MAKSADINIZ ÜZÜM YEMEK DEĞİL BAĞCIYI DÖVMEKTİR...

CIHAD KONUSUNDA BİLGİ ALMAK İSTIYOR İSENİZ ''MİR'ATÜL CİHAD ''ADLI ESERE BAŞVURABİLİRSİNİZ.
MÜELLİF:YAHYA ZEKERİYAGİL.
BU KİTAP ;KİTAP SÜNNET ,İCMA-I ÜMMET VE KIYAS-I FUKAHAYA GÖRE CİHADIN ACIKLAMALARINI İÇERMEKTEDİR.

HAK YOLUNDA HAKİKATLARI SÖYLEMEKTEN GERİ DURMAYIZ...

19

09.05.2010, 03:00


BU KİTAP ;KİTAP SÜNNET ,İCMA-I ÜMMET VE KIYAS-I FUKAHAYA GÖRE CİHADIN ACIKLAMALARINI İÇERMEKTEDİR.

HAK YOLUNDA HAKİKATLARI SÖYLEMEKTEN GERİ DURMAYIZ...
1-Her aciklama bir yorumdur. Yorumları yapanlardan beklenen, kendi yorumlarını uygulamalarıdır. Internetin başında oturup, cihad adına savas nagaraları atanlar kendi yorumlarını uygulamayanlardır.
2- Kafir'i kafir yapan küfürdür. Küfre karşı cihad taş sopa ve silahla olmaz. Iman hakikatlerinin ispatı ile olur.
3- Sen hic şöyle diyen bir müslüman(alim veya değil farketmez) gördünmü ; "Islami meselelerden olan ..... konuyu kendi kafama göre açıkladım, Kitap, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahaya bakmaya lüzüm yok". Cevabını hepimiz biliyoruz, Hayır kimse böyle birsey demedi, demez... Gerisini yazmıyorum, arife tarif gerekmez...

20

09.05.2010, 11:32



HADDİNİZİ AŞMIŞSINIZ...

Had aşmayı kimse düşünmez böyle bir forumda..

Burası Risâle-i Nur merkezli bir forum, ki bunu az çok anlamış olmanız lâzım iken, getirip de böyle bir konu açarsanız, ısrarla "kan dökme" üzerine mesajlar eklerseniz,

biz de Asrın İmamı'nın bu zamanda "esas cihad nedir" için gösterdiği reçeteyi nazarlara vermez zorundayız..

Sonra dışardan bakan, burası "usame ladin"cilerin forumu zanneder, bu vebâli biz kaldıramayız, sizin de buna sebeb olmamanız lâzım..



İLK SORUNUZDA SİZE BİLEREK CEVAP YAZMADIM ÇÜNKİ KONUNUN DAGILMASINI VE SORU CEVAP ŞEKLİNİ ALMASINI İSTEMİYORUM.SORUNUZ VAR ISE AYRIYETEN BAŞLIK ACAR VE SORUNUZU ORADA SORARSINIZ.BU KONU CIHADIN FAZILETINI KURAN AYETLERI VE HADISLER IŞIGINDA ANLATMAK İÇİN AÇILMISTIR.

Böyle bir kural bu forumda yok, her konuya herkes yorum yazarak, soru sorarak fikrini paylaşabilir..

Dağılmayacak konu nedir..?

Yukarıda demiştim, dışarıdan bakanın bu forum hakkındaki düşüncesi bizi ilgilendirir, sizi ilgilendirmezse o ayrı mesele..


SİZİN MAKSADINIZ ÜZÜM YEMEK DEĞİL BAĞCIYI DÖVMEKTİR...

Kimsenin böyle bir niyeti yok, Bediüzzaman r.a. ne demişse bizde muteber odur!

CIHAD KONUSUNDA BİLGİ ALMAK İSTIYOR İSENİZ ''MİR'ATÜL CİHAD ''ADLI ESERE BAŞVURABİLİRSİNİZ.

Bizim ve dahî bu asrın insanlarının Bediüzzaman'ın r.a. "cihad anlayışına" ihtiyacımız var!

Geçmiş devirlerin veya bir kesim siyasal İslamcıların cihad anlayışına ihtiyacımız yok..

Kendi imanını kurtarma cihadını kazanmamış bu asrın insanına, harici cihadı habire teklif etmek karnı aç olan birine "illâ muz ye" demek gibidir..

Aç karnına yenen muz hazmedilmez, çünkü hazmı zordur boş mideyle..


HAK YOLUNDA HAKİKATLARI SÖYLEMEKTEN GERİ DURMAYIZ...

Kimse size saldırmıyor ki, böyle bizlerle cihada başladınız..(=

Size şiddetle tavsiyem Risâle-i Nurlara dört elle sarılıp okumanız, o zaman bu ifâdelerimizle size saldırmadığımızı mutlaka anlarsınız..




Bu konuyu değerlendir