HAKıKı, HALıS BıR NUR TALEBESı
Rabb-i Rahiminden, şu okuduğunuz iktibâslardaki vasıflarda
Bir Nûr Talebesi olmayı ve ölmeyi isteyen Zevâllî takdim eder.
Hakiki Bir Nûr Talebesi olmak için üç (ı) lâzımdır. Bunlar:
1- ıştiyak
2- ıncizâb
3- ıttiba'dır. Yoksa, nurcu iken hakiki Bir Nûr Talebesi olmazsa, sûrî olur, sahte değil.
Bir Nûr Talebesinin asıl vazifesi, Risâle-i Nûr'u okumak, anlamak, anlatmak, te-zekkür ve tefekkür etmek ve yaşamaktır. Nûr Talebesi bu mihverden çıkarsa, daha önce elli sene hizmet etmiş de olsa, derhal kabuk bağlamaya başlar... Risâle-i Nûr hizmeti sohbet üzerine kurulmuştur.
Bir Nûr Talebesi ma'nen hidâyetin mâtiyyesi, taşıyıcısıdır ve zerrât-ı kâinât kadar mes'uldür. Çünkü bu hakikatleri biliyor. Mâdem talebedir, alâ külli hal imtihân olacak. Hazret-i Ömer (R.A.) Cennetle müjdelendiği halde endişeli. Hiç kimse sigortalı değil. Elek eliyor, evet belki Nûr Talebesi olduk ama, ona lâyık olmak, bunu devâm ettirmek çok da-ha önemli... Allah (C.C.) bize vereceğini vermiş, Bize düşen, Risâle-i Nûr'a sâhib çıkmak ve lâyık olmaktır.
Bir Nûr Talebesi şahsi tahâretini muhâfaza edecek, bulandırmayacak ve Allah'ın (C.C.) huzûruna pâk bir şekilde çıkacak. Bu matlubtur. Amma illâ günah işliyoruz. Tevbe ve istiğfar, o bulanıklığı ve günahları temizliyor.
Bir Nûr Talebesi ahlâkî tahâretini ne derece muhâfaza ederse, Risâle-i Nûra o nisbette âyine olur...
Bir Nûr Talebelerinden üçü sırr-ı ihlâsla bir araya gelse Risâle-i Nûr'un şahs-ı ma'nevîsi orada tezâhür eder. Bizim hizmetimizde kemiyetin ehemmiyeti yoktur; keyfiyet önemlidir. Öyle Nûr Talebesi var ki; kendisi bile kendini bilmez, fakat Risâle-i Nûr'un ma'nevî kayyûmudur. (Kendini bilmek istemeyen Tâhiri Ağabeyi düşün)
Bir Nûr Talebesi ma'nevî cem'iyetin üstüne yâni, cem'iyetin geleneklerinin ve ör-fünün üstüne çıkmalıdır. Bu ancak idealist bir düşünce ile mümkün olur. Öyle ki, da'vâ rûhu, ruha ruh olacak.
Bir Nûr Talebesi sokağa zevk ve safâ (veya kıra keyf ve lezzet) prensibi ile bak-sa, çıksa helâk olur. şehvet nazarıyla baksa erir. Nûr Talebesi, da'vâ ruhu ve idealist dün-ya gözü ile bakacak. ışte o zaman bütün dünya nazarında zibil gibi olur. "Lâ i'tibâre leh."
Bir Nûr Talebesikasten, bizzât cemaâtin rûhu olan tesânüdü bozarsa, şefkat to-kadı yediği gibi melekût a'leminden de ma'nen tard edilir. Çünki onun cürmü bu dünyaya sığmaz, seyyiesini an-cak mizân-ı kübrâ tartar.
Bir Nûr Talebesinin şahsî kusurları olabilir, bu onun şahsını il-gilendirir ve affa mazhâr olabilir. Bundan daha dehşetlisi şahs-ı ma'nevîye karşı olan -kusurudur ki, bu ci-nâyet-i azimedir. Cenâb-ı Hak, bu tür kusurlardan bizleri muhâfaza etsin. Âmin...
Bir Nûr Talebesinin çabasında şefkat, makasında, sözünde hikmet bulunacak, gıdâsı ve çerâğı hakâik, meş'alesi hakikat, güneşi ise hilm ve mülâyemet olacak. Böylece a'vâm-ı nâsın îmânını kurtarma vazifesini şefkatkârâne yüklenece-k ve Risâle-i Nûr'la ilgili herşeye yâni, eserlere, dershânelere ve kardeşlere, misâfirlere sâhip çıkaca-k.
Bir Nûr Talebesinin bu zamanda şefkatinin, hikmetinden fazla olması lâzım gelir.
Bir Nûr Talebesi nefsini, kabza-i kahrına almadıkça, tebliğâtta müessir olamaz. Tenvir edenin nûrâni olması lâzımdır. Nûr, zulmeti mekân ittihâz etmez.
(Bunları söyleyen muhterem ağabey, Haccında kurbanını keserken diyor: "Yarabbi nefsimi de sana kurban ediyorum." ve mücerred kalıyor. Maşâallah)
Bir Nûr Talebesinin en mümeyyiz vasfı, etrâfını aydınlatma-sıdır. Evet zerreyiz, ama, arşa gebeyiz. KARDEşıM, BEN YANMAYACAğIM, SEN YANMAYACAKSIN, O YANMAYACAK DA, PEKı ETRÂFI KıM AYDINLATACAK? Avâm-ı nâsın îmânını kurtar-ma vazifesini, şefkâtkârâne yükleneceğiz. Risâle-i Nûrla ilgili herşeye (eserlere, dershâ-nelere, kardeşlere, talebe ve misâfirlere) sâhib çıkacağız.
Bir Nûr Talebesi hakâiki tâlim ettiği gibi, ruhları ateşlendirmesini de bilmelidir.
Bir Nûr Talebesi ısm-i Nûr'a mazhâr olsa, hakikat âleminde hem yanar, hem de yakar.
Bir Nûr Talebesininve ma'rifete erişmiş bir Kur'ân şâkirdinin menhiyâta düşmesi arş-ı a'zâmı titretiyor.
Bir Nûr Talebesinin kayması kadar, kıyâmetin kopması bana korku, dehşet ve haybet vermiyor.
Bir Nûr Talebesinin kalbi ce-lâlî iken, rûhu inşirâh içinde cemâli olabilir. O zaman onun mâhiyeti, hem celâlî hem de cemâlî isimlerin tecellilerine birlikte mazhâr olur ve o zaman perdesiz, hicâbsız doğrudan doğruya Haz-ret-i Hızır'dan ders alabilir.
Bir Nûr Talebesinin intisâbı, Risâle-i Nûr'a sâdık, hâlis ve hakiki ise, ind-i ılâhide-ki makbûliyeti, kutbiyyet ve gavsiyyetten üstündür. Çünkü bunlar kuldan Allah'a kurbiyyettir. Velâyet-i Kübrâ ise Allah'dan bize akrebiyet, ezeli atâ ve nusrettir.
Bir Nûr Talebesi Risâle-i Nûr'un kıymetini bilmeden ölürse, indallah mes'uldür.
Bir Nûr Talebesininömrünün sonuna kadar taşıyacağı en büyük endişesi; "Aca-ba ben Risâle-i Nûr'un şahs-ı ma'nevîsine lâyık olabildim mi? şahs-ı ma'nevîyi temsil eden ağabeylerim acaba benden râzı ve hoşnudlar mı? " olmalıdır.
Bir Nûr Talebesi Risâle-i Nûru okuyup anlamasa da ibâdettir, zikirdir. Bir de anla-sa (hem) ilimdir (hem ibâdettir). ışte Risâle-i Nûru anlamasak da yine okuyacağız, çünkü zikirdir, ibâdettir.
Bir Nûr Talebesinin idrâkı ve hâli Nûrcu olacağı gibi mizâcı da Nûrcu olmalıdır. Mizâcı nûrcu olunca, o zaman sırr-ı ihlâsa vâsıl olur. Mizâca Risâle-i Nûr müessir olursa, o vakit mizâcı Risâle-i Nûrda esir olur. Gâyemiz olan makâm-ı rızâya vusûl ise, mizâcını da Risâle-i Nûrda eritmekle olur. Evet, bir buz parçası gibi olan enâniyetimizi tatlı ve bü-yük bir havuzda eriteceğiz.
Bir Nûr Talebesinde ihlâs olmazsa, ma'nen helâk olur. ınsan dünyada hatâsını setredebilir, bâtılı hak gösterebilir. Fakat âhiret, dâire-i fâştır, her şey apaçık tebârüz ede-cektir. Bir mü'minin hayâtında en büyük âfât, riyâdır.
Bir Nûr Talebesinde riyâ olsa, onun, kabûliyet ve makbûliyete çıkması mümkün olamaz. Riyâ nefsin ve şeytanın şe'ni bir desisesidir. Riyânın gizli bir cephesine salâhât ile giriliyor. şeytan, dalâletten çekiyor, zâhiren salâhât mertebelerine çıkarıyor, ta ki nef-sine i'timâd edip, ucbe girsin. Bir mürşid-i kâmilin en mümeyyiz vasıflarından birisi, riyâ-dan tecerrüdtür.
Bir Nûr Talebesinin iki kanadı var. biri mücâhede, diğeri ubûdiyet. Mâtlûb olanı, ikisini denk tutmaktır. Enâniyetini tam eritmeyende çeşm-i basiret açılmaz, sadr-ı şifâ hâsıl ol-maz. Gönül ikliminde ebedi inşirâh ve ferâh hâsıl olmaz.
Bir Nûr Talebesi da'vâsına sâdıkâne bağlansa, makâm-ı rızâya çıkar. Risâle-i Nûr'a sâdıkâne bağlanan bir Nûr Talebesine sedd-i inkıbâz perde olamaz. Bir da'vâ ada-mının en mümeyyiz vasfı, da'vânın kudsiyetini kavramasıdır. Her şey bununla başlıyor, herşey bununla bitiyor. Her sâdık Nûr Talebesi asr-ı saâdetteki bir sahâbenin meşrebini taşır. Risâle-i Nûrun meşrebi, meşreb-i sahâbedir.
Bir Nûr Talebesi şahs-ı ma'nevî nâmına Risâle-i Nûr'dan konuşsa, kâbiliyeti miktârınca inbisât ve inkişâfâta mazhâr olur. Bu inbisât gayr-i şuurîdir. Bu inkişâf iki kol-dan nebeân eder; biri Peygamber Efendimizden (A.S.M.), ikincisi ise Üstâddan. Kişinin hiç haberi olmadan feyzi artar.
Bir Nûr Talebesinde riyâ olsa, onun kabûliyet ve makbûliyet makâmına çıkması mümkün olmaz. Riyâ, nefsin ve enâniyetin ve şeytanın şe'ni bir desisesidir. Riyânın gizli bir cephesine salâhât ile giriliyor. şeytan, dalâletten çekiyor, zâhiren salâhât mertebeleri-ne çıkarıyor, ta ki nefsine i'timâd edip, ucbe girsin. Bir mürşid-i kâmilin en mümeyyiz va-sıflarından birisi, riyâdan tecerrüdtür.
Bir Nûr Talebesinin iki kanadı var. Biri mücâhede diğeri ubûdiyet. Matlûb olanı, i-ki-sini denk tutmaktır.
Bir Nûr Talebesininmeşrebi Hazret-i ıbrahim'in meşrebi gibi olmak gerektir. Put-ları kıracak... Onun için Bir Nûr Talebesinin bir elinde bazan balta olmalı. Ne ki seni, hubb-u dünya, ihtirâs, benlik, hodfurûşluk, adâvet, hırs, kin, nefret, riyâ ve gıybet v. s. Allah'dan alıkoyuyor, vur başına kır onu.
Her sâdık Nûr Talebesi asr-ı saâdetteki bir sahâbenin meşrebini taşır. Çünki, Ri-sâle-i Nûr'un meşrebi, meşreb-i sahâbedir. Hattâ ma'nevî âldeniz.
Bir Nûr Talebesi da'vâsına sâdıkâne bağlansa, makâm-ı rızâya çıkar. Risâle-i Nûr'a sâdıkâne bağlanan bir Nûr Talebesine sıkıntı, fütûr, tutukluk ve gam perde olamaz.
Da'vâ adamı olan Bir Nûr Talebesinin en mümeyyiz vasfı, da'vâsının kudsiyetini kavramasıdır. Evet, her şey bununla başlıyor, her şey bununla bitiyor.
Bir Nûr Talebesi şahs-ı ma'nevî nâmına Risâle-i Nûr'dan konuşsa, kâbiliyeti miktârınca inbisât ve inkişâfa mazhâr olur. Bu inbisât gayr-i şuûridir. Bu inkişâf iki koldan nebeân eder; Biri Peygamber Efendimizden (A.S.M.) ikincisi ise, Üstâddan (R.A.). O za-man kişinin hiç haberi olmadan feyzi ve belâgatı artar.
Dört tip Nûr Talebesi vardır. Birincisi Risâle-i Nûrdaki hakikatlerle anlaşır, mizâ-cını Nûrcu yapamadığı için ce-maâtle anlaşamaz. ıkincisi: cemaâtle anlaşır, gabâvetinden veya sû-i talihinden hakikatlerle anlaşamaz. Üçüncüsü: hem cemaâtle, hem de hakikat-lerle anlaşır. Ne mutlu o kimseye. Dördüncüsü: ne cemaâtle, ne de hakikatlerle anlaşır. Hafazanallah! Ya Rabbi bizi hem cemaâtle, hem hakikatlerle anlaşanlardan eyle! Âmin.
Bir Nûr Talebesinde mukâvemet ve kayyûmiyet felsefesi hükmetmelidir. Bunların çeşitli göstergeleri vardır. Meselâ, Bir Nûr Talebesi yalnız kaldığı zaman dahi, ihlâsını ve mukâvemetini devâm ettirebiliyorsa mukâvimdir. Kayyûmiyet ise, hizmetteki sebât ve de-vam ile husûle gelir. "Bu-ranın hizmeti benimle kâim ve dâim, ben hizmete gitmezsem hizmet çatlar, derse git-mezsem hizmet yıkılır" tarzında hâlet-i rûhiye içinde olacak.
Bir Nûr Talebesinin iki türlü düşüşü vardır. Biri âni ve def'i. Bu tür düşüşde ayılma çabuk olabilir. ıkincisi tedrici düşüş. Bu birinciden daha tehlikeli. Hayâttaki tâvizler ile in-san tedricen yıkılır, ama farkında bile olmaz.
Bir Nûr Talebesinin kardeşini kıskansa, rahmet ve taksimât-ı ılâhiyeyi ittihâm etmiş olur. Kardeşini kıskanan o Nûr Talebesi yerinde sayar, bir adım dahi atamaz.
Bir Nûr Talebesi kendisini uhuvvete ve tesânüde mecbûr bilecek. Mes'elemiz ferdi ve şahsi değil ki. Mes'ele, Kur'ânın hakkâniyetinin bütün kalplere çakılmasıdır. Çünki, cemaâtin en büyük kuv-veti tesânüddür. Samimi muhabbetle, karşılıksız, ivâzsiz bir kardeşlik ile tesânüd olsa, o cemaât dağlardan daha râsihdir, sağlamdır.
Bir Nûr Talebesi için en acı olan şey Risâle-i Nûr'a karşı mahcûbiyettir. Çünki, kitâblar rafta duruyor, okunmuyor.
Bir Nûr Talebesi bir yıl, bir ay, bir hafta, hattâ bir gün okumazsa ne olur? Bu deh-şetli zamanda okumadan kendini muhâfaza etmek mümkün değildir.
Bir Nûr Talebesi, kendinin değil, din-i ıslâmın meddâhıdır. "Bütün dünya benim bizzat şahsımı medh-ü senâ etse inandıramazlar ki, ben iyiyim." diyecek.
Bir Nûr Talebesinde eğer hayat ve yaşama hissi din hissine galebe çalarsa, o zât ma'nen semâvi tokada müstehâk olmuş olur.
Bir Nûr Talebesinde da'vâ rûhu, istihsân denilen bir hâle çıkmazsa nâkıstır. Yâni, bir şeyi ziyâde be-ğenmek, ziyâde sevmek, ziyâde o şeyde fâni olmak icâb eder. Yâni, her şeyi bilmez, fakat bir şeyi iyi bilir. ıstihsânın esâsı kesretten kopuştur. Yalnız "Seninle olayım, isterse aç kalayım. Vazife cümleden âlâ, nefis cümleden ednâ." der.
Risâle-i Nûr'a hizmet edenler üç guruptur.
Birincisi; nefis ve enâniyetini yenmeden hizmet edenler, bunlar şahs-ı ma'nevinin kiridir. ıkincisi; iddiâsızlardır. Bunlar itaâtkâr olmakla berâber aksiyondan uzaktırlar. Ü-çüncüsü; hakiki Nûr Talebeleridirler. Bunlar cemaâtin hem önünde, hem ortasında, hem de arkasında olabilirler. Öndekilerin vazifesi şahs-ı ma'neviye kuvvet vermektir. Bunlar aynı zamanda Risâle-i Nûrun kudsiyetini terennüm ederler. Ortadakiler hâli muhâfaza ederken, arkadakiler de duâ ve ilticâ ile ma'nevi destek verirler.
Bir Nûr Talebesinin meşreb ve mesleği ne olursa olsun, eğer bu da'vâ-yı Kur'âniyeye hizmet ediyorsa ben ona ebediyyen minnetdârım. Mes'elelere şahsiyet alemi ile değil, hizmet alemiyle bakıyoruz. Hizmet edeni, hizmet nâmına kucaklıyoruz.
Bir Nûr Talebesi Üstâdın çizdiği ve hizmet rehberinde toplanan modele yâni, ihlâs, sadâkat, tesânüd, uhuvvet, tevâzu ve mahviyet gibi şartlara uymuyorsa o Nûr Tale-besi medreseye belki yüz tane adam getirir amma, ileride bin tane götürür. Kardeşim hizmet düstûrları Risâle-i Nûr'un rayıdır. Bunlar olmazsa sen makâm-ı rızâya, makâm-ı mahbûbiyete, makâm-ı sıddıkiyete çıkamazsın. Onların esâsı da, sırr-ı ihlâs ile sırr-ı u-huvvettir.
Bir Nûr Talebesinin Risâle-i Nûru çok okuması meslek ve meşrebin şahsiyetine yerleşmesini kolaylaştırır. Risâle-i Nûru on def'adan fazla oku, devret, ondan sonra iste-diğin kitâbı oku. Bu hakikatler tam meşrebine yerleşmeden, başka kitâbların okuması, şahsiyetde bozukluklar meydana getirir.
Bir Nûr Talebesi için Risâle-i Nûr'un şahs-ı ma'nevîsi makâm-ı Mehdiyete mazhârdır. Makâm-ı Mehdiyyet umûmun hidâyetine, beşerin diriltilmesine çalışıyor. Bu şahs-ı ma'nevînin en zâhir ölçüsü ise, ekser (vâris) ağabeylerin toplandığı hey'ettir. Bu hizmeti bir dest-i inâyet tanzim ediyor. Başta Üstâdın hayâtı buna şâhittir. Risâle-i Nûr'un bayramı geliyor. Cenâb-ı Hak tasfiye ediyor. Kabuk kalkıyor, lüb ortaya çıkıyor. Yahu, ap-tal kargaların eliyle ormanlar meydana geliyor. Allah (C.C.) isterse fâsıkların eliyle de ıslâmiyeti inkişâf ettirir.
Bir Nûr Talebesine Risâle-i Nûr'un fâidesi iki türlüdür: Biri istifâde, diğeri istifâza... ıstifâde, idrâke, istifâza ise kalbe bakar. Kalb ne derece sâde ve berrak olursa o derece feyze mazhâriyet artar. ınsan ne nisbette ma'sûmlaşırsa o derece feyz-i ılâhiye mazhâr olur. En büyük feyze peygamberler mazhâr olmuşlardır. ıstifâza, istifâdeden daha önemli-dir. Çünkü ma'lûmât, bir adamı yalnız başına da'vâda tutamaz. Hizmet ettiren istifâzadır, füyüzât ve kudsiyettir. Füyüzât ve kudsiyete ulaşmak ise, göze hakîm olmaktan geçer. ınsan ma'nen öyle bir hazinedir ki, nihayetsiz istidâtlar taşır. Birisi iştihâ ile bir harâma baksa, belki bin istidâdını birden köreltir.
Bir Nûr Talebesini makâm-ı sıddıkiyete götüren iki yol vardır: Birincisi Sadâkat, i-kincisi fedakârlıktır.
Bir Nûr Talebesi iyi bilecek ki, fitne, vücûda dört kapıdan girer: Göz, kulak, burun, ağız. Ağızdan illa helâl lokma girmesi lâzım. Bu noktada bizim için beşâret var. Medrese-de yenilen yemek, kirli de olsa temizdir. Bu asırda en büyük fitne gözden içeri giriyor. Çeşm-i basiret göze hâkîmiyetten sonra açılır. Gözüne hâkîm olmayan şifa-yı sadrı bula-maz. Bir insana füyüzât gelmezse o insanın ma'lûmâtı kabuk olur, dilde kalır. Risâle-i Nûr, bu demek değildir. Risâle-i Nûr hayâttır, tâtbikâttır. Risâle-i Nûr hizmeti görünmek değil, olmaktır. Görünmek ile olmak arasında çok büyük bir uçurum vardır. ışte Bir Nûr Talebe-sinin bu hakikatlerden tam istifâde etmesi için gözüne hâkîm olması lâzımdır. Can çeki-şen bir adama en güzel hûriler musallat olsa, onlarda şehvet damarı uyanır mı? Elbette hayır. Bu ma'nâda Bir Nûr Talebesi can çekişiyor. Çünkü hidâyet-i amme yükünü omuz-lamış. Bu halde iken tâife-i nisâya nasıl nazar eder?
(Allahım beni de gözüne hâkim olanlardan eyle. Âmin.)
Bir Nûr Talebesi Risâle-i Nûr'un hakiki ve sâdık Talebesi ise, sırr-ı ihlâs, sırr-ı u-huvvet ve sadâkat-ı sıddıkiyyeye mazhâr olur ki, o zaman onu enbiyâ ve melâike alkış-larlar.
Bir Nûr Talebesinde gabâvet olsa dahi, tam müttâki olduktan sonra, Risâle-i Nûr-dan fevkalâde istifâde edebilir. Risâle-i Nûrdaki bazı esrârların açılmasında aslan payı ittikânındır. Bir Nûr Talebesinde ittikâ kırılırsa, Risâle-i Nûrla alâkadârlığı fikir ve dil sevi-yesinde kalır. Kudsiyet, nûrâniyet ve te'sirât hâsıl olmaz. Ma'lûmât kabilinden bilgi olur.
Bir Nûr Talebesinde Cenâb-ı Hak bazan husûsi istidâtlar veriyor. Bu ona bir lütf-u ılâhidir, fakat bazı şartları ister ve herkese de nasib olmaz. Öyle ki, makbûl Nûr Talebele-ri bir ma'nevî bir paratoner gibi, musibeti çekip toprağa aksettiriyor.
Risâle-i Nûr hizmetinde verâset, husûsiyet, kabûliyet, makbûliyet ve mazhâriyet vardır: Verâset: Zengin bir baba öldüğü zaman malı, yalnız bir çocuğuna kalmaz. Miras bütün çocuklarına aittir. Demek bütün çocukları ma'nen o malı korumakta mes'uldür. Bu açıdan, Nûr Talebelerinin hepsi mes'uldür.
Her Nûr Talebesi vâristir. Risâle-i Nûru anlayan Bir Nûr Talebesi zerrât-ı mevcû-dât kadar mes'uldür. Çünkü Nûr hizmeti hidâyet-i ammeye mazhârdır. Mes'ulsün mes'ul! ındallah ve inderresûl! Mazhâriyet: Nûr hakikatlerine mazhâr olmak. Sen âyinesin. Da'vâyı aksettireceksin. Âyine riyâsızdır, karşısındakini olduğu gibi gösterir. Risâle-i Nûra mazhâriyet, âyine gibi olmalı. Bulandırmadan yansıtmak. Tam âyinedârlık, toprak gibi mahviyyet ile mümkündür. Tam mahviyyet olmazsa âyineyi bulandırır. Âyine olmakta en büyük özellik, sürekliliktir. Bir Nûr Talebesi âyine oldu mu yaşayan hakikat oluyor. Böyle olunca illâ da konuşmasına gerek yok. Hâli, tavrı, bakışı dahi hizmettir...
Kabûliyet: ma'nen levh-i mahfûz açılsa, sen gerçekten Risâle-i Nûr Talebelerinin içinde misin? Üstâd seni kabûl etti mi? Nûr Talebeliği lafta olmaz. Onun için Bir Nûr Ta-lebesinin hayâtının sonuna kadar düşüneceği şey budur. Herkes kendini murâkabe et-melidir. Acaba benim bu da'vâya liyâkâtim var mı? Acaba Allah benden râzı mı? Bu ha-kikat hayâtımızın özü olmalı. Ma'nen kabûl olsak, zerre olalım yeter. O intisâb cihetiyle Bir Nûr Talebesi kabûl olsun; zerre de olsa arşa gebedir.
Makbûliyet: Bu, kabûliyetten çok daha ileridir. Kabûliyyet bir zerre ise, makbûliyet bir güneş gibidir. Makbûl olan Nûr Talebeleri ma'nen kâinâtın kayyûmudurlar. Eğer mak-bûl Nûr Talebelerinin duâsı olmasaydı, belki ma'nen helâk olurduk.
Husûsiyet: Cenâb-ı Hak bazı Nûr Talebelerine husûsi istidâtlar veriyor. Bu bir lütf-ü ılâhidir, bazı şartları ister, herkese olmaz. Kabûl ve makbûl Nûr Talebeleri ma'nevi bir parâtöner gibi, musibeti çekip toprağa aksettiriyor. Risâle-i Nûrun hakiki ve sâdık Talebe-lerini (sırr-ı ihlâs, sırr-ı uhuvvet ve sadâkât-ı sıddıkiyyeye mazhâr) enbiyâ ve melâike al-kışlayacaklar.
Bir Nûr Talebesi, bu zamanda iffetiyle eski zamanın 9 evliyâsı kuvvetindedir. Sâ-dık bir Talebesi ise 70 evliyâ kuvvetindedir. Makbûl Nûr Talebeleri kâinâtın bereket direği ve kayyûmudur. Bunlar ölecekleri sırada rahmet-i ılâhiye sorar: "Ne istiyorsun?"
"Ya Rabbi şeriât-ı Ahmediye ve hakâik-ı Kur'âniyenin bütün kalblere nakşını istiyo-rum. Ya Rabbi Din-i Mübîn-i ıslâmın bütün kâinâtta ihyâsını istiyorum." Ne isterlerse verilir . Bir Nûr Talebesi Risâle-i Nûr'u çok okursa, meslek ve meşrebini şahsiyetine yer-leştirmesi ko-laylaşır. Evvelâ Risâle-i Nûr'u on def'adan fazla oku, devret, ondan sonra istediğin kitâbı oku. Evet, bu hakikatlar tam meşrebine yerleşmeden, başka kitâbların o-kunması şah-siyette bozukluklar meydana getirir.
Bir Nûr Talebesinin dershânedeki hizmetinin önemi çok büyüktür. Süpürür, ye-mek yapar, bulaşık yıkar, bu halde haberi olmadan onda hizmetkârlık rûhu inkişâf eder.
Bir Nûr Talebesinin her ânı velâyet olur. Bu asrın cihâdı, cihâd-ı ma'nevî olduğu için bir medreseyi yalnızca beklese ve süpürse de. Cihâd-ı maddi farz-ı kifâye olduğu halde, cihâd-ı ma'nevî farz-ı ayn'dır.
Bir Nûr Talebesinde idrâk genişlerse, makâm-ı asfiyâya çıkar. Nûr mesle-ğinde idrâkin çok azim payı vardır. Ancak Risâle-i Nûr'un tetebbuâtı ile, ağır okunması idrâk ve fikir âlemini inkişâf ettirir; Sürekli okunması letâifindeki incelikleri ihtizâza getirir ve hâlini terbiye eder.
Nur mesleğinde idrâkin çok azim payı vardır. Hâl-i âlemin ıslâhı, evvelâ kalple-rin ıslâhıyla olur. Kalplerin ıslâhı ise, ferdan ferdâdır. Sahâbelerin meşrebi ... böyle, tek tek... Sünnetüllah'a riâyet şarttır. Kâinâtta tedric kânûnu vardır. Zemherir ayında gül ye-tişmez. Gül için baharı bekliyeceksin. Bir umûmi intibâh da olacak, ıNşAÂLLAH.
Bir Nûr Talebesinde idrâk genişlerse, makâm-ı asfiyâya çıkar. Cenâb-ı Hak'ka giden en emin ve en metin yol meşreb-i asfiyâdır. Üstâd duâ ederken bile mantığı elden bırakmamıştır. Münâcât risâlesi sanki Âyet-ül Kübrânın hülâsâsıdır. Bu asırda hücûm, ilim ve fenden geldiği için hizmetimizde ve hakikatın tâliminde, aklın rolü büyüktür. Tebli-ğin müessiriyetinde müdellel konuşmanın ehemmiyeti çoktur. Fakat Allah'a kurbiyyet nokta-i nazarında sâdece idrâk kâfi değildir. ınsanın kâbe-i kemâlâta müteveccih olabil-mesi için, bütün letâifin hakikatı massetmesi lâzımdır.
Bir Nûr Talebesinde Risâle-i Nûr'un kudsiyyeti kalbte yer etmez ise, o Nûr Tale-besi sathi ve şekli kalır. Kalbte mâsadâk bulmayan bir hakikat amele dönüşemez. Ancak kalbte mâsadâk bulan bir hakikat, amel ve hayat olarak tezâhür eder
Bir Nûr Talebesinin eli, sırf ihlâsla da'vâ-yı Kur'âniyeye hizmet ederken esfel-i sâfilinden, âlâ-yı illiyyine kadar uzanıyor. Esfel-i sâfilinden insanları çıkarıp âlâ-yı illiyyine ulaştırıyor. Allah'a muhâtab yapıyor. Bu noktadan hizmetimizin ulviliği ortaya çıkar.
Risâle-i Nûr bir devlet-i ma'rifettir.
Risâle-i Nûr bir çerâğ-ı hakikattır.
Risâle-i Nûr bir şems-i hidâyettir.
Risâle-i Nûr bir kelimât-ı kudsiyyedir.
Risâle-i Nûr bir fıskiye-yi ma'rifettir.
Risâle-i Nûr bir reçete-i hikmettir.
Risâle-i Nûr bir melek-i siyânettir.
Bir Nûr Talebesi şuhûdî mazhâriyete ermişse bir sohbette 20 kütüphânelik bilgiyi alır. Bu ancak liyâkâta eren Nûr Talebesi içindir.
Bir Nûr Talebesi için Risâle-i Nûr'daki nüfûz-u ma'nevi çok önemlidir. Bunun için de ismet, iffet ma'nevi tahâret, züht ve takvâ lâzımdır. ıhlâsı kazanmak kolay, muhâfaza etmek zordur. Cenâb-ı Hak Nûr Talebelerini bu hizmet-i Nûriyede ma'nen, ruhen, kalben büyütsün. Matlûb hedefine yürütsün. Ölünceye kadar bu da'vâda çürütsün.
Bir Nûr Talebesi enâniyetini şahs-ı ma'nevinin içinde eritse, (Alâ hatar-in âzim) tehdidinden kurtulur. (Alâ hatar-in azim) tehdidi muhlâslar için değil, muhlisler içindir. Muhlâslar bu da'vânın arkasındadır. Muhlisler ihlâsı kazananlar, muhlâslar ise ihlâsı mu-hâfaza edenlerdir. Muhlis kesbî, muhlâs ise kesb ile beraber vehbîdir. Muhlâs olmanın bir cephesi îmân hakikatlerinde rüsûh kazanmaktır. Risâle-i Nûrun ince bir nazarla mütâlaası ve sürekli meşgûliyet, insanı muhlâslığa adım attırır. Muhlâsın meşrebi, meşreb-i sıddıkiyyettir. Da'vâ-yı Kur'âniyenin hakikatlerine tam bir sadâkâtle bağlanmak. Muhlâs olan Bir Nûr Talebesinin keyfiyyeti da'vâ-yı Kur'âniyeye kanca atmıştır.
Bir Nûr Talebesi aşk ile da'vâsına sarılmış olmalıdır. Çünki aşk, kâbil-i tecezzi ve inkısâm olmayan bir histir. Muhabbette hasr ve tahsis vardır. "Ey Nûr bu kalbim senin, ey Nûr bu ruhum değil binbir ruhum olsa senin." ışte bu kıskaçlarla da'vâsına sarılmış bir muhlâsı, şeytan ve nefis da'vâsından ayırabilir mi? Kâinât çalkalansa onlara bir şey olur mu? Lâ Vallahi... Risâle-i Nûrun şahs-ı ma'nevisine karşı içimde azim bir hasret var. Bil-sem ki, o şahs-ı ma'nevinin ezyâl-i mübârekine yapışmışım, Vallahi, kerim mevlevi gibi raks ederim.
Bir Nûr Talebesi hayât-ı içtimâiyeye girse alâ külli hâl çözülür, hamiyeti gevşer. Bu bir kâidedir. Bu çözülme bazan hayâlde, bazan gözde, bazan fikirde, bazan da amelde olur. Hayât-ı içtimâiyenin müşevveş hâdisâtının dağlarvâri emvâcı içinden kurtuluş için niyet-i hâlise lâzımdır. Bu niyet-i hâlise, sefine-i Nuh gibi sâhil-i selâmete ulaştırır.
Bir Nûr Talebesi cihâd meydanındadır, yara alabilir. Ama niyet mühim. Hayât-ı içtimâiyyede yara alanlar, fakat ni-yet-i hâlisesi olanlar üzülmesinler, ye'se düşmesinler. O yaralara rağmen yine da'vâyı Kur'âniyeye devâm etsinler. Çünki, bu niyet-i hâlise, sefîne-i Nuh gibi bizi sâhil-i selâmete ulaştırır ınşaâllah.
Nûr Talebeleri cem'iyet hayatını tutan kayyûmdur. Fakat Nûr Talebelerinin de kayyûmu vardır. Başta, her şeyini bu hizmete hasreden muhterem ve mübârek zâtlar var-dır. O ağabeyler içtimâi hayata atılmış Nûr Talebelerini ma'nen tak-viye ederler.
Bir Nûr Talebesi ma'nen liyâkat kazanarak, istediği şahıstan dersini alabilir. şuhûdi mazhâriyete eren Bir Nûr Talebesi bir sohbette yirmi kütüphânelik bilgiyi alır. Bu ancak liyâkata eren Nûr Talebesi içindir. Usûl-i fıkhın alemi olan Celâleddin-i Suyûti, yakazaten Resûlullah'ın sohbetine mazhâr olursa, usûl-i hakikatın alemi ondan geri kalır mı?
Bir Nûr Talebesi sâdık ise, makâm-ı Ferdi-yete mazhârdır. Çünki, Risâle-i Nûr, ismi Ferd'e mazhârdır. Ferdiyetin içinde de, bir makâm-ı Ferdiyet vardır ki bunda zerre-den şemse kadar derecât vardır. Makâm-ı Ferdiyetin içinde bir de makâm-ı sır vardır ki, burası ârif-i Billâhın karargâhı ve cevelangâhıdır. Bu makâmın mazhârları, müctehidler-den de büyüktürler. Müctehidler elfâz-ı Kur'âniyeden hüküm çıkarıyorlar. Makâm-ı Ferdi-yette sır makâmına yükselenler ise, Kur'ânın mâhiyet-i ma'nevîyesinden hakikat ve nûrla-rı çıkarıyorlar.
Bir Nûr Talebesi sohbet-i sûriyeden, tasannu'dan ve hodfürûşluktan uzaklaşarak, fikrini sâdece Risâle-i Nûra teksif edip hakikatlerle kucaklaşırsa, o zaman onda ma'rifet ve muhabbet şuâları lemeân eder. Çünki, oksijen ile hidrojen kucaklaşırsa su meydana gelir. Aynen öyle de, Cenâb-ı Hak bizi bu hizmet-i Nûriyede ma'nen, rûhen, kalben büyütsün; Matlûb hede-fine yürütsün; Ölünceye kadar bu da'vâda çürütsün. Âmin.
Ey Nûr! bu kalbim senin; Ey Nûr! bir rûhum değil, binler rûhum olsa da senin. ışte bu kıskaçlarla da'vâsına sarılmış bir muhlâsı şeytan bile, nefis ve da'vâsından ayırabilir mi? Kâinat çalkalansa ona birşey olur mu? Lâ Vallâhi.
Bir Nûr Talebesi Risâle-i Nûr'un şahs-ı mânevîsi içinde ise, kim olursa olsun ona karşı içimde azîm br hasret var. Bilsem ki, o şahs-ı ma'nevînin bir ferdine, ekine ve eteğ-i mubârekine yapışmışım; Vallâhi kerim mevlevî gibi raks ederim.
Bir Nûr Talebesi aynı seviyedeki kardeşlerini bazan kıskanabilir. Çünki bizim hizmetimizdeki ihtilâfların önemli sebeplerinden birisi de temâsüldür, denkliktir. ışte bu durumda iken içlerinden biri fedâkarlık yapıp Hâfız Ali Ağabey (R.H.) gibi, diğerine inkıyâd etse, onu melekler alkışlar. Kıskançlık, rûhu paslatır. Meyl-i tefevvuk ise, tedenniye se-beptir. Risâle-i Nûr hizmetinde terakki edenler, Nûr'un ağaları değil köleleridir.
Bu hususta Ceylan Ağabey şöyle demiştir: "Bizim hizmetimizde ihtilâfların çok ö-nemli sebeblerinden birisi de denkliktir (temâsül). Ayni seviyedeki kardeşler arasında ih-tilâflar daha çok olabilir. Bu durumda ikisinden birinin fedâkârlık yapıp diğerine inkıyâd etmesi lâzımdır. Böyle bir Nûr Talebesini melekler alkışlar.(Ceylan Ağabey Dosyası)
Her Nûr Talebesinde ma'nevî müzâheret devresi olur. Zâten, ilk intikal devresin-de ma'nen hep müzâheret vardır; yardım edilir, korunur. Seneler sonra, şevk devresine girince müzâheret kesilebilir. Artık o kimse kendi cehd-ü gayreti ile ilerliyecektir. ışte bu müzâheret devâm ederken, bundan istifâde edip kendimizi iyi yetiştirmemiz elzemdir.
Bu hususta Ceylan Ağabey şöyle demiştir: "Her Nûr talebesine ma'nevi müzâhe-ret vardır. Zâten, ilk intikal devresinde ma'nen hep müzâheret vardır. Tutuşma devresin-den sonra şevk devresine giriyor. Otuz yaşına doğru, (yâni, on-onbeş sene sonra) o mü-zâheret kesilebilir. Artık kendi cehd-ü gayreti ile ilerliyecektir. Müzâheret devâm ederken, kendimizi iyi yetiştirmemiz elzemdir. Ceylan Ağabey Dosyası"
"Bir Nûr Talebesinin hayatında dört merhâle, dört devre vardır.
1- şevk devresi, ruhun hakikatleri kapmasıyla olur, hayr-un nâs olur.
2- Muhabbet devresi, Bu devrede Risâle-i Nûr kalbde mekân tutar. Bu devrede tehlike yoktur. Çünki, evinde tavuk pişer, fakat o medresede çorbaya koşar. Evinde kuş tüyü yatak vardır, o dershânenin kırpıntı yatağına gelir.
3- Sebât devresi, tehlikeli olan bir devredir. Bu ülfetle, alışkanlıkların perde ol-masıyla zuhûr eder. Bu devrede enâniyet gelişir, süflî arzular çoğalır. Bu devreyi, bildi-ğiyle amel ederek, sebât etmekle geçirmelidir. Gâye, en az zâyiatla bu devreyii atlatmak olmalıdır. Çünki, bu devrede o kimsenin kardeşleriyle irtibâtı azalır, derse devamı gittikçe azalır, içtimâî mes'eleler aklını kurcalar, onlara ilgisi artar. Sebâtta muvaffakiyet, ancak günahlardan tam çekilmekle, takva ile, Risâle-i Nûr'un kudsiyetine îmân etmekle, Nûr'larla meşgûliyeti artırmakla ve derslerin tamamına devâmla hâsıl olur. Bu tehlikeli devre böylece asgarî zararla atlatılır.
4 - Sadâkat devri, en son merhâledir. O zaman Arabistan'dan Kutb-u A'zam da da'vet etse, hürmet eder, fakat yine Risâle-i Nûr'a koşar . Ceylan Ağabey Dosyası" Bir Nûr Talebesi Risâle-i Nûra makâmsız hizmet ederse, ma'nevi makâmâtın en müntehâsı olan sıddıkiyete vâsıl olur. Bu ise tam mahvîyetle olur. Öyle hareket edeceksin ki, kardeşle-rini kıskandırmayacaksın yâni, onların üstünde faziletfürûşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmeyeceksin.
Bu hususta Ceylan Ağabey şöyle demiştir: "Risâle-i Nûr'a makâmsız hizmet e-den, ma'nevi makâmâtın müntehâsı olan sıddıkiyete vâsıl olur. Bu ise tam mahviyetle olur. Sıddıkiyet makâmı, niyet ve nazarla olur. Ceylan Ağabey Dosyası"
Bir Nûr Talebesi kardeşlerinin hatalarını bir doktorun hastasını tedâvi ettiği gibi tedâviye çalışır. ı'tinâ ile, kavli-i leyyin ile ve en güzeli lîsân-ı hal ile îkâza çalışır.
Bu hususta Ceylan Ağabey şöyle demiştir: "Kardeşlerimizin hatalarını, bir doktorun hastasını tedâvi ettiği gibi tedâviye çalışacağız. ı'tinâ ile, kavl-i leyyin ile îkâz edece-ğiz. Bâzan lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden üstündür ve te'sirlidir. (Her ikisinden de anlamayan zâten aramızda fazla duramaz.)( Ceylan Ağabey Dosyasından muktebes)
Bir Nûr Talebesi okuduğunun hakikatını anlar. Çünki, anlamak iki çeşittir. Birisi i-bâreyi anlamak, diğeri ise hakîkatı anlamak. Uhuvvet Risâlesini okuduğu halde kardeşiyle döğüşen kimse ibâreyi anlamış, fakat hakîkatı anlamamıştır.
Hakîkatı Anlayan Bir Nûr Talebesi kardeşiyle döğüşmez. O zaman hakîkat anla-şılmamış demektir. Zavallı yalnız ibâreyi okumuş veya ibâreyi dinlemiş. Kardeşin seni tahkir ettiği halde sen ona yine muhabbet gösterebilirsen, işte o zaman hakikat anlaşılmıştır.
Bu hususta Ceylan Ağabey şöyle demiştir: "Anlamak iki çeşittir: 1- ıbâreyi anla-mak, 2- Hakikatını anlamak. Meselâ, Uhuvvet Risâlesini okuduğu halde, kardeşiyle dövü-şen adam, ibâreyi anlamış, hakikatını anlamamıştır. Çünki, hakikatını anlayan insan, kardeşiyle dövüşmez. Ceylan Ağabey Dosyasından"
Bir Nûr Talebesinde idrâk olsa, fakat vukuf olmazsa mes'elelerde sathi kalır. Çünki, öğrenmek başka şey, anlamak başka şeydir. Halbuki bu deniz binlerce metre de-rinliğindedir. Vukûfiyet ar-tıkça derinlik de tezâyüd eder. O zaman hiç korkma, bu denize dal kardeşim.
Bir Nûr Talebesi bu hakikatları, başta iç dünyasını ma'mûr etmek, iç âlemini te-nevvür etmek için kullanacak. ıçindeki ene putlarını kırmak için kullanacak. Çünki, Risâle-i Nûr'un yolu sırr-ı ihlâstır, kulluktur. Zâten ihlâsa ma'ni olan zâhiren önemli bir şey de yoktur! Evet, ıhlâsa ma'ni olan, önemsiz şeylerdir; Bunlar, lüzûmsuz, kederli, hodfurûşâne, sakîl, riyakârâne bâzı hissiyât-ı süfliyedir.
Bu husuta Ceylan Ağabey şöyle demiştir: "Risâle-i Nûr'un yolu sırr-ı ihlâstır, kul-luktur. Bu hakikatları, başta iç dünyamızı ma'mûr etmek için kullanacağız. ıçimizdeki (ene) putlarını kırmak için kullanacağız. ıhlâsa ma'ni olan önemli bir şey yoktur! Evet, ıhlâsa ma'ni olan, önemsiz şeylerdir: Bunlar, lüzûmsuz, kederli, hodfurûşâne, sakîl, riyakârâne bâzı hissiyât-ı süfliyedir. Ceylan Ağabey"
Bir Nûr Talebesi az olduğuna üzülmez! Çünkü, keyfiyyeten az olmadığını bilir. Kâinat kuruldu kurulalı bu, böyledir. Her zaman cemâdât fazla, nebâtât azdır. Nebâtât fazla, hayvânât azdır; Hayvânât fazla, insanlar azdır; Kâfirler fazla, Müslümanlar azdır; Amiler fazla, veliler azdır; Veliler fazla, asfiyâlar azdır; asfiyâlar fazla, enbiyâlar azdır. Zâten keyfiyyet azlıkta olur.
Bu husuta Ceylan Ağabey şöyle demiştir: "Az olduğumuza üzülmeyeceğiz! Çün-kü, keyfiyyeten az değiliz. Kâinat kuruldu kurulalı bu, böyledir. Her zaman cemâdât fazla, nebâtât azdır. Nebâtât fazla, hayvânât azdır; Hayvânât fazla, insanlar azdır; Kâfirler fazla, müslümanlar azdır; Amiler fazla, veliler azdır; Veliler fazla, asfiyâlar azdır; asfiyâlar fazla, enbiyâlar azdır. (Keyfiyyet azlıkta olur.) Ceylan Ağabey"
Bir Nûr Talebesinde kalb göstergesi ağır olursa, onun meşrebi, velâyet, ittikâ ve âbidlik üzerine akar; Eğer idrâk, meşrebinde gâlib olursa, o zaman ilim ve hikmet onda hük-meder; Eğer ruh göstergesi meşrebinde ağır basarsa, ondan şevk sudûr eder; Eğer meşrebinde sır ağır ba-sarsa, onun meşrebi, meşreb-i ârifin olur. ışte bu dördünü birleş-tirmek matlûb ve maksûd-dur. Çünki her insanın temelde dört göstergesi vardır. Bunlar: Kalb, idrâk, ruh ve sırdır.
Bir Nûr Talebesi îmân ve takvâ sâhibidir; îman ve takvâ sâhibine âlem-i melekûtün kapıları açılır. O zaman semâ ve arzdan bereket yağar. Heybet ateşi kalbi ya-kar, muhabbet ateşi rûhu kavurur ve şevk ateşi nefsi öldürür.
Fedâkâr bir Nur Talebesini mele-i a'lânın hadsiz sâkinleri alkışlıyor. Onlara se-lâm olsun...Çünki onlar öyle mecnûnlar ki, ettiler vuslat-ı Leyla'dan istiğnâ... bu felâket, helâket asrının bütün arzularını ayaklarının altına alan fedâkârlar... Onlar Allah'dan, Allah da onlardan râzı
Bir Nûr Talebesi vakıf ise, şu zamanın Ashâb-ı Suffa'sıdır. Onlar, dünyâdan kay-bettiklerine kat'iyyen mahzûn olmadılar. Onlar, âhiret için kazandıklarına da hiçbir zaman güvenmediler. Onları mahzûn eden, Cenâb-ı Hakk'ın huzûrundan ayrılmaktı. Vakitlerini din-i ıslâma vakfettiler, nezrettiler. Onlar ıslâmiyetin ma'nevî kayyûmlarıdır. Dünyâya iltifat etmediler, ana babaya, paraya, mala te-veccüh etmediler. Sadâkat ve fedâkarlık, hâriç âlemde libâs giyseydi, Ashâb-ı Suffa olurdu. Ne mutlu o sultanlara.
Bir Nûr Talebesi vakıf ise, ciddî fedâkârdır. Onlar öyle mecnûnlar ki, ettiler Ley-lâ'dan istiğnâ. Bu felâket, helâket ve câzibedâr fitne asrının bütün ar-zûlarını ayaklarının altına alan mübârek fedâkârlar, onlar Allah'dan, Allah da onlardan râzıdır.
Bir Nûr Talebesi bu asırda dâvâ-yı Kur'ân ve hidâyet-i îmâna hizmetinin, Cenâb-ı Hak'dan atâ-yı mahz olduğunun idrâkindedir. Asr-ı Saâdetten maâda îmâna hizmet için böyle bir asır daha gelmemiş. Asr-ı Saâdetten maâda velâyet âleminde böyle bir keyfiyyet görülme-miş. Evet kardeşim, silinmeyen kayıtlarla dünya, bekâ arşivlerine ta-şınıyor. Kar-deşim, bu gün pantolon, ayakkabı günü değil; Bugün sele kapılanları kur-tarma günüdür. Yürü küheylânım yürü; Bugün hizmet, bugün cehd, bugün gayret, bu-gün dîne himmet günüdür.
Ey, mukâddes yüklü Nurcu hamal... Ne yaptın o mukâddes yükü? Ehl-i hakikat, nefisleriyle insanlarla döğüşür gibi döğüşmüşler. Hayâtını, hissiyyâtını, izzetini, rahatını, füyûzâtını ayağının altına alıp ezen fedâkârlar... Her devirde din-i ıslâm; garib, çilekeş, fedâkâr insanların omuzlarında yükselmiştir. Dünya ile alâkasını incelten kazanıyor. Sır-tıma fazla yük alırsam Resûlullah'a (A.S.M.) ve vâsıllara yetişemem.
Bir Nûr Talebesi ehl-i hakîkat olduğundan, hayâtını, hissiyâtını, izzetini, gurûrunu, ra-hatını ve füyüzâtını ayağının altına alıp ezen fedâkârdır. Zâten her devirde din-i ıslâm, garib, çilekeş, fedâkâr insanların omuzunda yükselmiştir. Fakat en müessir hizmet, sırr-ı tecerrüde bağlıdır. Dünya ile alâkasını incelten kazanıyor. Sırtına fazla yük alırsan Resulûllaha ve vâsıllara yetişemezsin. ıslâm bugün öyle mücâhidler istiyor ki, değil dün-yâsını, âhiretini de fedâ etsin. Ektik ektik yeşerecek, vur kazmayı dağa Ferhat, çoğu gitti azı kaldı. Mâdem ol-malı diyoruz bu millet halâs, yüzümüz bu yolda olsa da paspas.
Bir Nûr Talebesi vakıf olarak veya olmayarak bütün ömrünü bu dâvâ-yı Kur'âniyeye hasretse, onun her ânı şehidin sevâbı gibi olur. Yarınlar, bugün rahatını terk edenlerindir. Bu asırda en büyük hizmet etrâfını aydınlatmaktır. Evet tekrar ediyoruz. BEN YANMAYACAğIM, SEN YANMAYACAKSIN, O YANMAYACAK DA, PEKı ETRÂFI KıM AYDINLATACAK?
Bir Nûr Talebesihimmeti-ni tam sarf etmelidir. Kıyâmet kâfirlerin çokluğundan kopmaz. Kıyâmet belki, ehl-i îmânın himmeti-ni tam sarf edememesinden kopar.
Bir Nûr Talebesi hâdiseleri a'vâm gibi şahıslar açısından değerlendirmez. Çünki, hâdiseleri şahıslar açısından değerlendiren zulmedebilir. Hâdiseleri, meşiet-i ılâhiyye açı-sından düşünmek lâzımdır. Kader-i ılâhinin adâletini unutmamalıyız. Ancak bu anlayışla giden Nûr Talebesi istikâmet bulur, sû-i zânna ma'rûz kalmaz.
Bir Nûr Talebesi inbisât hâlinde ise, Risâle-i Nûr'un mütâlaası ile, inkıbâz hâlinde ise daha ziyâde ibâdet ve Cevşen'le meşgûl olması gerekir. ınkıbâz'ın çok sebebi var, çoğunun teme-linde günâh ve isyân yatıyor.
Bir Nûr Talebesinin şefkati, bekâya müteveccih bir şefkat olması lâzımdır. Çünki, Cehennem'e akan gençliği kurtarmaya müteveccihtir; Öyle ise rıfk, mülâyemet ve kavl-i leyyin ile, gayz ve gadâba düşmeden, sâdece Lillah için şefkat gerekir. Fakat gaflet arttık-ça şefkat perdelenir. şefkatin himmet sâhâsı geniştir; Bir kişiye de şefkat edersin, bin kişiye de. Fakat mu-habbette tahsis vardır; Çünki, mahbûbundan başkasını görmez.
Hâlis, sâdık Nûr Talebelerinin ve Hazret-i Mehdi'nin ruhu, ruh-u izâfidir. Çünki ruhlar üç kısma ayrılır: Ruh-u külli, Ruh-u izâfi, Ruh-u revâni: Sâdece Hazret-i Resûlullah Efendimizin (A.S.M.) ruhu, ruh-u küllidir. Ruh-u izâfi ise, sâir peygamberler ile sahâbe ve her asırda gelen ezelden mümtâz ve muhtar zâtlara bahşedilmiştir. Ruh-u revâni-i lâtife ise, mü'minlerin ruhlarıdır. Bunlarda tedricen terakki söz konusudur. Ruh-u revâni-i habise ise, kâfirlerin ruhudur.
Bir Nûr Talebesi Risâle-i Nûr'u, ârif-i billah bir zâtın fikir seviyesine göre yazıldığı halde, fakat âmi insanlar da ondan istifâde edebildiği için her seviyedeki müştâk, tâlip zâtlara okuyup, tebliğ etmelidir!
Bir Nûr Talebesi hâlis, muhlis ve müdakkik ise, Risâle-i Nûr'un rahle-i tedrîsînin dibine sadâkatla çökerse, o zaman sırr-ı ihlâs ve sırr-ı uhuvvete tam mazhâr zâtlardan ve muhlâs namzedi olabilirler. ışte o zaman hâlis, muhlis ve müdakkik Bir Nûr Talebesi, âlem-i ma'nâda Hazret-i Muhyiddin ile kulaç atabilir. Hazret-i şâh-ı Nakşibend ile hakîkat dersini diz dize alabilir. Muhlislikten muhlâs duvarına îsâl eden yol Risâle-i Nûr'da vardır. Ancak havfullah ile, kendinde görünen kemâlâtı tamâmen Allah'dan bilip nefsine nisbet etmemekle ve nefsini ma'nen müflis ve zelil bilmek ile o yolda gidilir. Hâzâ min fadl-i Rabbi.
Bir Nûr Talebesi Nûr yiyor, Nûr içiyor, Nûr konuşuyor ve dershâne-i nûriyede oturuyorsa, ona müjdeler olsun! Çünki Hadis-i şerifte Resûlullah buyuruyor: "Kardeşlerim, Kardeşlerim" Ashâb soruyor: "Ya Resûlallah, kimdir o kardeşlerin?" "Onlar, âhirzamanda gelecekler, Nûr yiyecekler, Nûr içecekler, Nûr konuşacaklar. Nûrdan hânelerde oturacak-lar. Bllmiyorum, onlar mı bana yakın, yoksa siz mi?"
Bir Nûr Talebesi Hazret-i Musab'dır Hazret-i Mus'ab'ın meşrebi Risâle-i Nûr da'vâsında çok hizmet edecek. Çünki, Hazret-i Mus'ab (R.A.) Medine'nin ma'nevi fâtihi. Bir çok mümtâz sahâbelerin hidâyetine sebeb oluyor. Çok âlim ve hakîm, aynı zamanda beliğ konuşuyor. Meşrebinin esâsı hilm ve şefkat. O'nun âlemine hâkîm nokta da'vâ-yı Kur'âniye... ılâ-yı Kelimetullah. Muhabbet-i Resûlullahda öyle fâni olmuş ki, fiziği de pey-gamberimize çok benziyor. Uhud'da peygamberimiz yerine şehit oldu. Sadâkât burcunda bir necm-i münir. Kur'âna o kadar sâdık ki, dünyada hiçbir şey onu da'vâsından bir an olsun çekememiş. ışte bu meşreb Risâle-i Nûr da'vâsında çok hizmet edecek... Bu meşreb, Hâfız Ali Ağabeyde doğup Risâle-i Nûr da'vâsında çok hizmet edecek..
Bir Nûr Talebesi hayatının bir kısmında veya tamamında veya Sungur Ağabey gibi evli iken dahi mücerred olabilir. ışte o zaman ferdiyetin kudsi feleğine ancak mücerred Nûr Talebeleri çıkabilir. Risâle-i Nûr'un rahle-yi tedrisine oturmaya istihkâk kesbeden Nûr Talebeleri makâm-ı sırra vâsıl olurlar ve ferdiyetin kudsi feleğine ulaşırlar. Ferdiyete mazhâriyetin alâmeti dörttür. Bunlar: nüfûz-u ma'nevî, ihâta-yı nûrâniyet, huzûr ve şuhûddur.
Bir Nûr Talebesii kalabalık cemaât toplamaya çalışmaz. Cemaât toplamak kolay, önemli olan cemaâti bir sistem üzerinde devamlı kılmak, muhâfaza etmektir. ışte bu zor-dur. Üstâd buna çalışmış.
Bir Nûr Talebesi tesbihâtı tam yapar, tehir etse de terk etmez. Tesbîhâtı tam yapmayan Talebeye büyük âfâtlar musallat olur. Maazallah Nûr Talebesinden beklenme-yen haller ondan sûdûr edebilir. Çünki tesbîhât Nûr Talebelerinin metin bir kalesidir. Kardeşim tesbîhâtı terk edersen, âhirzamandaki tahribkâr ehl-i nîsânın tahrîbine ma'rûz ka-lırsın, iffetini muhâfaza edemezsin! Artık sen bilirsin.
Bir Nûr Talebesinin sancak-ı ma'nevisi ihlâstır. Üstâdımız altıbin küsûr sayfalık külliyâttan sâdece ihlâs risâlesini laâkal onbeş günde okumaya mecbûr tutmuş. Fakat Risâle-i Nûr'un okunması ile de iş bitmiyor. Kudsiyyetin iyi anlaşılması lâzımdır. ıhlâs-ı tâmmeye mazhâr Bir Nûr Talebesinin iç dünyası, idrâkı, lâhûti âlemlerin ve hakikatların cevelângâhı olur. (Muhlâs olunca) günâh-ı kebâir ona, artık yaklaşamaz.
ıhlâsın rükünleri dörttür: 1. Hakikat 2. Kudsiyet 3. Hikmet 4. Nûrâniyet. ıhlâsı, nûrâniyet tenvir eder. Kudsiyet ise nüfûz eder. En fazla nüfûz edenler aktâblardır. ışte muhlâslar, ihlâsın bu dört sütûnunu cem edenlerdir.
Bir Nûr Talebesi, nefs-i emmâre cihetiyle ölmüşse, ihlâsın kudsiyyetini elde eder. (Fakat) ihlâsın kudsiyyetini kin, adâvet ve iğbirâr öldürür. Bir insanda ihlâsın kudsiyyeti varsa, Cenâb-ı Hak onun lisânına nüfûzât verir. Sû-i zan muhabbetin ve uhuvvetin kezzâ-bıdır. Gıybet, fert ve cemaâtlerin külliyen katli demektir. şefkat ile giden Nûr Talebeleri ihlâsın kudsiyetinin mümessilidirler. Hırs, tama' ve hubb-u dünya ihlâsın hakikatını söndü-rüyor. ıhlâsın hikmetini de fısk, sefâhât ve şehvâni arzular söndürür. Sû-i zan, gıybet ve iftirâdan hâsıl olan fitne ve fesât ise, ihlâsın Nûrâniyetini söndürüyor.
ıhlâsın kisvesi; tevâzu, mahviyet, sabır, tevekkül ve şükürdür. ıhlâsı kırmak, ma'nen mükerremiyet arşından sukut etmektir. Sırr-ı ihlâsta istihdâm kerâmeti vardır. Ona mazhâr olan birisini haberi olmadan, Cenâb-ı Hak konuşturur. Muhâtabı onun diliyle terbiye ediyor. ınsanı sırr-ı ehadiyete götüren yol, ihlâstır. ıhlâsa mazhâriyetin semereleri: Samimiyet, hasbilik ve i'vazsızlık. Hiç kimseden maddi ve ma'nevi bir şey istememek.
Hakikat-ı ihlâs muhâfaza edilse bir takım keyfiyetler kendiliğinden geliyor. ınsanın hilkatındaki asıl ma'nâ zuhûr ediyor. ınsanın meleklere karşı rüçhâniyetinin esâsı, ihlâs iledir. Cilve-i ehâdiyete, tecelli-i samediyete âyine olmanın yolu, sırr-ı ihlâstan geçiyor. Evet cilve-i ehâdiyete, tecelli-i samediyete âyine olmak kolay bir şey, âdi bir vazife değil-dir.
Sırr-ı ihlâs; kalbin gözü, ruhun nazarı ve sırrın inkişâfıdır. Hayâtın sırr-ı hakikatı ehâdiyet ve samediyete âyineliktir ki, bu sırr-ı ihlâstır. Sırr-ı ihlâs ise, insandaki mükerremiyeti terennüm ediyor. Sırr-ı ihlâsa mazhâriyet için; riyâ, hırs, tama' ve şöhret yollarını kapamak lâzım.
Sadâkâtlı Sırr-ı ıhlâs ve ihlâslı sırr-ı sadâkât, itmi'nân-ı nefse medâr olacak ve müstebit nefsin istibdâtını dağıtacaktır. Sûre-i ihlâstaki tecelli-i ehâdiyet ve cilve-i samediyete âyinedârlık ve ulvi gâyeye müteveccih olmak istersen, huzûzât-ı nefsâniyeyi tam sadâkâtla terk etmek lâzımdır. şahıslar ihlâs-ı tâmmeye vâsıl olabilir. Ama sırr-ı ihlâsa ve sırr-ı sadâkâta mazhâr olamazlar. Bunlara ancak ve ancak has şâkirtlerin şahs-ı ma'nevisi sâhip olabilir.
Bu Asırdaki Risâle-i Nûr'un şahs-ı Ma'nevisi, sırr-ı verâset ve sırr-ı velâyete vâsıl olur. Melekût âleminde önce ilim verilir, sonra velâyet. Bu nokta-i nazardan hiçbir evliyâ, ma'nen ümmî değildir. Velâyet, ubûdiyettir. Risâlet ise, tebliğ ve rutbedir. Bu asır-daki velâyet, velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ da Kur'ândan müstahreç bir keyfiyettir. Kur'ândan istihrâç ise; keskin nazar, ince fikir süzgeci istiyor. Bu asırda, verâset-i nübüv-vetin içindeki ârifler, ezelden mevhibe-i ılâhiyeye mazhârdır. Risâle-i Nûrun has şâkirtleri, tâ ezel sabahında ma'rifet şarâbını içmişler, nûr-u hidâyetle tavzif edilmişler.
Bir Nûr Talebesida'vâ adamıdır. Da'vâ adamı olarak ölmek, bir havâri gibi yaşa-maya bağlıdır. Helâk olanlar, önce kendi işlerinde ve vicdânlarında helâk olmuşlardır. Izdırâbsızlık en büyük eksikliğimizdir. (Rabbimiz bizi dertsiz ve derssiz bırakmasın.) Âmin. ıslâm'ın i'lâ ve ibkâsı, Nûr Talebelerinin en büyük ideâli olmalıdır. Dünyevî ideâllerini, ıslâm da'vâsının önüne alanlar helâk oldular.
Bir Nûr Talebesi bin defa da sözleri okusa, uhuvvet, ihlâs ve sadâkât ile müceh-hez olmazsa, fayda vermez. Risâle-i Nûr kardeşliği, nesebi kardeşlikten bin defa daha tefevvuka sâhibtir. Nefis, kardeşinize karşı haklı olarak i'tirâz ettirmek isterse deyiniz: "Biz değil böyle cüz'i hukukumuzu, belki haysiyetimizi da'vâ-yı Kur'âniyedeki tesânüde fedâ etmeye karar vermişiz." Risâle-i Nûrun şahs-ı ma'nevisine meftûniyet, insanı haki-kat-ı uhuvvete çıkarır.
Bir Nûr Talebesienvâr-ı Kur'âniye ile boyanmalı, başka boya aldı mı, çıkmıyor. Çünki bir su bile, herhangi bir boya ile boyansa, bir daha eski şeffâfiyetine dönemiyor.
Bir Nûr Talebesi Allah'dan hayâ edecek. "Yarabbi" diyecek "Senin Ulûhiyyetine tam köle olamadım; Nübüvvetine tam esir olamadım." Çünki, îmân arttıkça mü'minde mahcûbiyet de artar. Nûr Talebelerinde, verilen ni'metlere öğretildiği gibi küllî şükür edememekten mahcûbiyet, mahzûniyet ve hayâ hâsıl olur.
Nûr Talebelerinin Risâle-i Nûr hizmetindeki gidişleri, iki türlüdür. Bir kısmı zâhi-ren gidenlerdir ki, bunlar hizmet düstûrlarına göre gidiyor. Diğerleri bâtınen gidenlerdir. Bunlar ise ikâzât, ihtârât ve ilhâmât ile gidiyor. Öyle gidiş var, böyle gidiş var...
Nûr Talebeleri Risâle-i Nûr ile bu asırda milyonlarca kişinin îmânını kurtarıyor. Beşerin hidâyeti Kur'ân nokta-i nazarında çok ehemmiyetli. Bir kişinin îmânı kurtulsun diye, Cenâb-ı Hak peygamber göndermiş. Bu dehşetli asırda elbette Kur'ân Risâle-i Nûr-dan bahsedecek ve ehemmiyet verecek.
Risâle-i Nûra asrın şiddetli fitnesi çerisinde bakarsak, mûcizâne tesirâtını görebili-riz. Böyle bir asırda gençlere namaz kıldırması, bâhusûs hayâtını vakfettirecek derecede dine hizmet ettirmesi, Risâle-i Nûrun apaçık bir kerâmet-i kübrâsıdır.
Bir Nûr Talebesi acz, fakr, şefkat ve tefekkürde yol alır. Fakat, tefekkürde bir sır vardır. O sırra ulaşamayan, hakikat-ı tefekküre de çıkamaz. Her şeyin bir kışrı olduğu gibi, tefekkürün de kışrı vardır. Her şeyin özü lübdedir. Tefekkürün sırrı, da'vâ-yı Kur'âniyeye sadâkat ile inkişâf eder.
Nefsini tam fenâ etmeyen bir Nûr Talebesinde, ma'neviyât mimârisi yüksele-mez. Pisikolojik ve ruhi açıdan esâs vakıflık nedir? Risâle-i Nûr, nazarında birinci derecede olsun, hizmetten başka birşey düşünmesin, dünyaya da zerre miskal iltifât etmesin. Vakıf olmak maddi ve ma'nevi saltanat değildir. Ma'nevi itibâr da değildir. Vesile-i tahak-küm hiç değildir. Vakıflık bitamâmiha hizmet ve kölelik libâsını giymektir. Hubb-u câhı, meyl-i tefevvükü, hâtta izzet ve şerefini fedâ etmek ile tam mahviyet ve kölelik hâsıl olur. Enâniyetini tam kırmayan ma'neviyât âleminde neşv-ü nemâ bulamaz.
Bir Nûr Talebesi hayâtını ve rahâtını fedâ eder, fakat izzetini ve hissiyâtını fedâ edemeyebilir. Ehl-i dünya, hayâtını nefsine fedâ ediyor. Ehl-i hakikat da merâkını, zevkini, şevkini tamamıyla hak ve hakikata vakf etmişler. Tâ ki, kalb dağılmasın, lüzûmsuz fâni şeylerle telef olmasın. Nûr Talebesi de hayâtını, Risâle-i Nûrun şahs-ı ma'nevisine fedâ edecek. Hayâtını vakfetmek kolay. Rahâtını ve istirahâtını fedâ etmek, daha zordur."Sen mâdem hayâtı dünyeviyeni ve hayât-ı uhreviyeni fedâ ediyorsun, izzet-i nefsini dahi fedâ et diye ma'nen ihtâr edildi. Said Nûrsi"
Bir Nûr Talebesi hakiki kul olarak her an mültecidir. Çünki ıç âleminde her an ilti-câ ediyor. ılticâ ve istiğfâr ediyor. Hadis-i şerif'te "Kulum beni unutursa ben ondan ilticâ ve istiğfâr lezzetini alırım." deniyor. Allah'ı nasıl unutabiliriz? Sevenler unutmaz, sevenler unutulmaz, sevenler ölmez... Allah'ı öyle zikr ediniz ki size "mecnûn" desinler. Kardeşim, sen, de "Bütün vaktimi ve hayatımı hakâik-i imâniyeye ve Kur'âniyeye hasr ve vakfettim?"
Hakiki Nûr Talebesi odur ki; ne medihten hoşlanır, ne zemden rahâtsız olur. Ne tahkir onu incitir, ne medih onu şımartır. Zem ile medih eşit olmadıkça o terakki, terakki değildir. Müflisim ama yarabbi, senin kapına ihlâsla, sıddıkiyetle bağlanmışım.
Bir Nûr Talebesi olarak ehadiyete müteveccih olmak, tecerrüdü gerektiriyor. Yevm-i kıyâmette Hazret-i Mehdinin ordusunda sancaktar olmak istiyor musun? Mücerret yaşa ve mücerret öl. Ve ömrün boyunca da Risâle-i Nûr'un şahs-ı ma'nevisine muhâlefet etme. Tecerrüd, ruha merbût oldu mu, saraylarda da olsa ehemmiyet vermiyor, bir alâka duymuyor. Demek bekâyı böyle bilen ve böyle de anlayan, bekâya öyle de hazırlanır. Ni-ye hakkıyla hazırlanamıyoruz? Bekâyı bilmiyoruz ondan... Hele bekâyı bil. Hele Bâki-yi zül Cemâli bil. Cenâb-ı Hak bekâyı bize bildirsin, bu ma'nâyı kalbimizde, ruhumuzda rüsûh peyda ettirsin. Âmin. .
Bir Nûr Talebesihayâlini zaptetse, kâinâtı zabt edebilir. Hayâlinde müstakîm o-lan, âmâl ve efâlinde de müstakim olur. Hayâlin istkâmeti için Risâle-i Nûru çok okumalı. O zaman hayalde hakîkatler yoğunlaşır. Çünki irâde ile hayal çatışsa, hayâl irâdeyi bastı-rabilir. Hayâl irâdeyi mahkûm edebilir. Hayâlimizi Nûrcu yapsak, her tarafımız Nûrcu olur.
Nûr Talebesi bir kardeşini (Veyl Kuyusu)nda da görse, zerre kadar hüsn-ü zan-nından kaybetmeyecek. Hakiki muhabbet odur ki; ne şevk onu arttıra, ne elem ve keder onu azalta. Bugün Risâle-i Nûrun şahs-ı ma'nevisinin talebelerinden istediği hizmet, u-huvvetin fedâisi olmaktır. Deccâliyete karşı kâinâtın kayyûmu mehdiyyet, mehdiyyetin kayyûmu da, sırr-ı uhuvvettir. Binbir esmâdan feyz alan ve mehdiyyetin hakikatını aksetti-recek âyine-i a'zâm, fenâ fil ihvândır. Fenâ fil ihvân düstûru, bir seyr-i seri ile, insanı vus-lât sarayına çıkarır. Sû-i zan, gıybet ve iftirâdan kardeşinin hukûkunu muhâfaza et. Uhuv-vete ihânet, da'vâ-yı Kur'âniyeye ihânettir. şu kafile-i Nûr yürüsün de, arkasından kim sürünürse sürünsün. "ılâhi, senin lütfun o kadar çok ki, ben ise küçük bir insanım. Bir müflisim, Ama yarabbi! Senin kapına sadâkâtla yapışmışım."
Nur Talebeleri hâricindeki bir çok kimsede, yeis var. "ıslâmiyet elden mi gidiyor?" diye kalbi ümitsizlik ile muzlim. Beşerin bu muzlim hastalığını tedâvi eden en büyük iksir-i ma'nevi, şevktir. Yelesini ayakları arasına alıp da uyuyan arslanları uyandıran ma'nâ-yı hikmet, şevktir. Onun için şevk, ma'nen müteharrik-i bizzâttır. Müteharrik-i bilvesile değil-dir. O hiçbir zaman vagon olamaz, daima lokomotiftir. Çeker götürür.
Bir Nûr Talebesi müflis de olsa, bu da'vâ-yı Kur'âniyyeye sadâkâtla yapışmışsa bârigâh-ı izzetten kovulmaz. Çünki, emrâz-ı ma'neviyeyi def ve ref eden sadâkâttır. Ri-sâle-i Nûr dâiresinde, Üstâda en büyük sadâkât yemini tecerrüdtür. Çam ağacından se-bât ve metânet dersini al. Herkesin yaprağını döktüğü anda o dağılmıyor, dökülmüyor. Sadâkât dersini de keneden almak lâzım. Kâinât gelse, beni bu da'vâdan koparamaya-cak, ınşaâllah. ılâhi, senin lütfun o kadar çok ki, ben ise küçük bir insanım. Bir müflisim ama, Ya Rabbi senin kapına sadâkatla yapıştım.
Bir Nûr Talebesine şeytan menfi noktadan yaklaşıp der: "Sen nere, Nûrculuk ne-re? Senin bütün istidâtların tefessüh etmiş. Zibil gibi adamsın. Sen nere, ıslâmiyete hiz-met nere?" Tâ, ye'se atsın; Onun hizmetteki aşkını, şevkini kırsın. Sen ona şu ahd-ı vefâ-yı oku. Ahd-ı Vefa: "Ma'nen düşsem de, yıkılsam da Cehenneme gireceğimi bilsem de, yine Risâle-i Nûr'un kudsiyet sancağını taşıyacağım. Başka hiçbir Nûr Talebesi kalmasa, ben bayrağı asla bırakmayacağım. Zerre kadar kemâlâtım kalmasa, yine bu bayrağı götü-receğim. Kâinâtta hiç kimse bu da'vâyı omuzlamasa, bütün Nûr Talebeleri hırt-ı hış olsa, ben tek başıma kalsam yine âleme Risâle-i Nûr'u îlâ, ibkâ ve ihyâ edeceğim; Bütün dünya aleyhime dönse, teveccüh etmese ben yine tasa etmeyeceğim. Allah yolunda kimsenin ayıplamasından korkmayacağım," ışte bu tarzda bir sadâkat lâzım. Bu sadâkatı taşıyanla-ra ihlâsın parlak levhâları açılır. Ya hû, bu dünyaya bir daha gelecek değiliz. Onun için da'vâmızın elmas kılıncını iyi sallamalıyız.
Vefâ, dostlar arasındaki hâtt-ı muvâsalayı te'min eden bir deryâ-yı ma'nevidir.
Vefâ, hasbi ve samimi bağını koparmayan dostluk ilişkisidir.
Vefânın en mümeyyiz vasfı unutmamaktır. Zamanla dostluğunuz bozulsa da, seni tahkir etse de unutmamak. Lillah için muhabbette, sen ve ben yoktur. Birbirinde erimek vardır. Gönül dostu, "Ben, ben dedimse o sensin yine ben... Bana benlik yine senden..."
Takvâ, ma'nâyı canlandırır, ülfeti kırar. Sefâhate giren bir insan zevk-i ruhi ve kal-biyi bilemez. Gözünüzü muhâfaza ediniz; o zaman sizden hakikat ve hikmet telemmu' ve takattur edecek. Tâife-i nisânın bir genç üzerindeki tasallutu, yetmiş şeytanın tasallu-tundan daha kötüdür. Tâife-i nisâ dünyada fitne, berzahta şer, ahirette ise belâdır. Süfyâniyet tâife-i nisâ kılıncıyla saldırıyor. Tâife-i nisâya ülfet, gaflet ve dalâlet perdelerini husûle getirir.
Nûr Talebeleri Risâle-i Nûrun kudsiyetini anlamazsalar, âhirette çok mahcûb ola-caklar. Risâle-i Nûr kıl-u kâl değildir, hayâttır. Hakikatleri kalbimize iz'ân ile nakşedeceğiz. Öğrenmek başka, anlamak başka. Anladığını bütün a'zâlarına çakmak başka. A'zâlarına çaktığını, hayâtına aksettirmek başka. Hayâtına aksettirdiğin hakikatları mizâcına rabt etmek başka. Mizaç hâline getirdiğin hakikatleri sürekli intişâf ettirmek daha başkadır. Risâle-i Nûrun hakikatları bizim içimizde temizlik meydana getirmezse bu da'vâ o zaman kıl-u kâl olur. Bütün hatâ ve kusûrların altında Cenâb-ı Hakk'kı hakkıyla bilmemek yatıyor. Değil abes konuşmak, konuştuklarının içinde hikmet gâlib dahi olsa, çok konuşmak sır âlemini öldürüyor. Bizim mesleğimizde hizmetimizin kayyûmu tebliğ, neşir ve cihâddır... Bir buz parçası gibi enâniyetini eriten, isterse hiç konuşmasın. Küçük bir nehiri verip bü-yük bir okyanusu kazanan zarar etmez.
Bir Nûr Talebesi nefs-i emmâre cihetiyle ölürse o zaman ihlâsın kudsiyyetini elde eder. şefkat ile giden Nûr Talebeleri ihlâsın kudsiyetinin mümessilidirler. ıhlâsın kudsiyyetini kin, adâvet, gurur ve iğbirâr, alınganlık, kırılmak, gücenmek öldürür. Eğer bir kimsede ihlâsın kudsiyeti varsa, Cenâb-ı Hak onun lisânına füyûzât ve nüfûzât verir.
Risâle-i Nûr bir ihsân-ı ılâhidir. Eğer kesb ile olsaydı, bizim gibilere sıra gelir miy-di? ışte bunun için insanın kâinât kadar kalbi olsa bile, o kalbin Rahmânın bu hadsiz ihsânâtına karşı muhabbetle dolması iktizâ eder.
Bir Nûr Talebesi Risâle-i Nûr hizmetinde kudsiyeti üzerine alınca mümeyyiz vasfı, tam toprakvâri bir mahviyete sâhip olur. Zâten nefis tam turâb olmadıkça, ma'rifet apartımanı dikilmez.
Risâle-i Nûr hizmetinin neticesini maddi olarak görmek arzu ediyordum, fakat hâta ettiğimi şimdi anlıyorum. Alkış hissi, ma'neviyâtın aklını bulandırıyor. Kendini mahlû-kâtın en miskini bil. Nefsini ciddi itâp etmeyenin, riyâdan kendini muhâfaza etmesi çok zordur. Risâle-i Nûr dâiresinde maddi ve ma'nevi hak da'vâ etmek, Risâle-i Nûrun şahs-ı ma'nevisine muhâlefettir. Risâle-i Nûr'dan, hiçbir şey istememek lâzım. Dünyevi ve uhrevi hiçbir şey. Bu da'vâda isteyenler helâk oldular. Sâdece ve sâdece rızâ-yı Hak. Allah râzı olsun yeter. Hizmette ne demek hiçbir şey istememek. Hizmette bir hiç olursan, daha hiç-bir şey istemezsin. Herşeyi doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakdan bilen, esbâbı bir perde telakki eden, kendi zâtında hiçbir şey görmeyen, fakir adam, hiçbir rengi de yok ki onunla görünsün ve ona dayansın ve onunla bilinsin. Demek Risâle-i Nûrda hiçlik mazhâr-ı te-celli-i ism-i a'zâmdır. Kendini bütün faziletten mahrûm görmek ve göstermek, büyük bir fedâkârlıktır ve ancak reşhâ misal Nûr Talebelerinin sıfâtıdır. Bütün ehl-i hakikat buldukla-rını, yoklukta ve hiçlikte bulmuşlar. Fazilete ve kemâlâta taallûk eden hodfürûşluğa me-dâr olan varlık dağını eritmişler. Varlık, en büyük hicâbtır. Biz yok olmadan var olamayız. Varlık büyük bir günâhtır. Allah'ın ebedi ve nâmütenâhi ni'metlerine mazhâr mı olmak istiyorsun? Varlık dağını erit ve zirve-i hiçe müteveccih git. Zirve-i hiçe yükselen, kendi şahsiyetine değil, Risâle-i Nûrun şahs-ı ma'nevisine bağlanır. O zaman onu kâinât ordusu gelse söküp atamaz. En büyük mahviyet dersini topraktan almak lâzımdır. Kemâlât çi-çekleri mi açmak istiyorsun? Toprak ol, toprak ol. Mehdiyyetten hisse-i azime almak istiyor musun? Yürü yürü, bir avuç toprak ol...Hiçbir şeye imrenmedim, toprağa imrendiğim ka-dar. "Said tam toprak olmak lâzımdır ki Risâle-i Nûru bulandırmasın, te'sirini kırmasın." Toprak olmayanlar bulandırdılar. Bütün ehl-i hakikat, hikmet dersini topraktan almışlar, nefislerini toprağa atmışlar. Görmüşler ki hangi çekirdek kuvvedeki istidâdını fiile çıkar-mak istiyorsa kendini toprağa atıyor. ışte hakir görülen o toprak, Cenâb-ı Hakk'ın pek çok isminin tecellisine mazhâr. Toprak, mahviyet ve tevâzusundan dolâyı Cenâb-ı hakk'ın rahmetinin tecellisine mazhâr olmuş.
Bir Nûr Talebesi Zübeyir Ağabey gibi "Bu hizmet-i Kur'âniye bende fikr-i sâbit ol-muş, başka bir şey düşünemiyorum." demelidir. Fakat Ehâdiyyet ve Samediyyete âyinedârlık ise reşhâ misâl silinmek istiyor. Bir insana en büyük kötülük nefisten ve eneden gelir. Ma'nevî yüselişte en büyük hicâb enedir. Enesini ve hissiyâtını fedâ eden yok mu? Her ilde bu ma'nâda bir kişi olsa hizmetin kayyûmu, kilidi olur. Belki de kâinat kurtulur. Ene ve hissiyâtından sıyrılmakla, süte kaymak, peteğe bal ollursun. Yok mu bir bahâdır-ı islâm? Yok mu bir mücâhid-i Kur'ân? ışte bugün öyle bir ruh aranıyor ve gözle-niyor.
Bir Nûr Talebesinde Risâle-i Nûr hizmetinin motor-u ma'nevîsi, cihâd rûhudur. Da'vâ aşkı ateşlenmeyen bir Talebe, atâlet belâsına düşer. Atâlet ise, ondaki maddi, ma'nevî tüm istidâtları tıkar, küllendirir. Fakat hizmet ve tebliğ, emrâz-ı kalbiyeyi kısa za-manda kökünden keser. Sahâbelerin en büyük sıfâtı, tebliğ idi. Tebliğ, rûhu cilâlar, şeffâfiyet meydana getirir. Hakikatı tebliğ, uykuyu bile kaçırır.
Bir Nûr TalebesiRisâle-i Nûr'u ne kadar çok okursa, kabı o kadar genişler. Ne zaman ki, idrâk yorgunluğu ile vücûd yorgunluğu birleşirse hakikat, taht-eş şuûr yerleşir; Ma'nevî hasseler emer ve doyar. Evet Risâle-i Nûr'u okumak, bilnmez dertlere devâdır. Kardeşim, Risâle-i Nûr'larla diner ağrımız bizim. Anlamak; akıl, kalb ve ruha safâdır. Amel etmek; müstağrık-ı bahr-ı Hüdâdır.
Risâle-i Nûr, ma'nen pergellik vazifesi yapıyor. ınsanın kabını ma'nen açıyor. Fa-kat Risâle-i Nûr'un okunması, mütâlaâsı, sürekli olmazsa matlûb netice alınamaz. Çünki ilim, yalnız kulaktan alınmaz. Esâslı ilim, mütâlaâ, müzâkere ve tetebbûâtla kazanılır. E-vet Risâle-i Nûr'u çok okumak lâzım. Risâle-i Nûr'u çok okumaktan teânûk, teânûktan muhabbet, muhabbetten de sıddıkiyyet hâsıl olur. Sıddıkiyyetin de üç cephesi vardır. Bi-rincisi ihlâslı sadâkât, ikincisi livechillah uhuvvet, fisebilillah müzâheret ve muâvenet.
Bir Nûr Talebesi sırr-ı ihlâs, hakikat-ı uhuvvet ve Nûr-u sadâkata mazhâr isehem mutasavvıf, hem de muhakkik bir mü'min olur. Sırr-ı uhuvvete merbût olan fenâ-fil ihvân ehl-i kemâlât, makâmının kudsiyetinden yüzleri, envâr-ı Kur'âniyenin ma'nevîyatına açılır. Nehâr-ı Kur'ânda sırr-ı hikmet inkişâf eder. ınkişâf-ı hakâik-ı îmâniyenin esâsı, mâyesi, temeli, rûhu, hakikatı, Risâle-i Nûr'a sadâkattır. Sadâkat; riyakârlık, tabasbus ve bunlar gibi pek çok ahlâk-ı rezileden sâhibini kurtaran bir iksir-i Hüdâdır. ıksir-i sadâkat, intibâh-ı kalbi, inşirâh-ı ruhidir.
Bir Nûr Talebesi sırr-ı ihlâs, hakikat-ı uhuvvet ve nûr-u sadâkâta mazhâr ise, hem mutasavvıf, hem de muhakkik bir mü'min olur. Sırr-ı uhuvvete merbût, fenâfil ihvan makâm-ı kudsiyesinden ehl-i kemâlâtın yüzleri, envâr-ı Kur'âniyenin ma'neviyâtına açılır. Nehâr-ı Kur'ânda sırr-ı hikmet inkişâf eder.
Bir Nûr Talebesi Risâle-i Nûra ülfet ederse tedenni eder. Çünki ülfet, inazar-ı sat-hi ve yeknasaklık, tefekkürün ruhunu uçuruyor. Hizmeti dahi sönebilir. Risâle-i Nûrun ma'nevi hakikatını kendinde gösteremez.
Nûr Talebelerinin ma'nevi keyfiyyeti kendilerine açılmasın diye Üstâd, Rahmet-i ılâhiyeye ilticâ etmiş, tâ ki, sırr-ı ihlâs ile hizmet etsinler. Risâle-i Nûr'da öyle bir kudsiyyet var ki; dershâneyi süpürmek bile çok makâmâttan daha üstündür. Kemâlâtın zirvesine çıkmıştır ama, ne kendisi ne de başkası farkında.
Bir Nûr Talebesi hakiki ve makbûl ibâdetle pişip, tefekkür ile kıvâm bulmuş ise, gâibâne tefekkür ve münâcâttan, hâzırâne ve muhâtabâne bir ubûdiyete urûç eder.
Bir Nûr Talebesi nefsine ârif olamamış ise, Allah'ı bilse bile araya çok hicâblar gi-rer. Cenâb-ı Hak bir kulunu severse, onu nefsine ârif eder. Onu kendi nefsinin kusurları ile meşgul eder, böylece başkalarının kusurlarını görmeye vakit bulamaz. Nefis, riyâzât, ittikâ ve ubûdiyet ile ma'rifete hazırlanır. Hizmetteki bütün sıfâtları açan inkişâf ettiren ancak ma'rifet-i Rabbâniyedir. Allah'ı iyi bilenin, himmeti de, şefkâti de, fedâkârlığı da büyük olur. Demek herşey ma'rifet-i ılâhiye ile alâkadardır. Ufk-u Rubûbiyet bir insanın idrâkına, ru-huna ve kalbine açılsa, harâreti, hayreti, medih ve senâsı artar. Ni'metin bir varlık cephe-sine bakıp mütefekkirâne şükretmek, bir de yokluğunu düşünüp, lüzûmiyetini hissedip hamdetmek lâzımdır ki, hakiki şükre ulaşılsın. Demek kemâlât O'nun, cemâlât O'nun, sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsân O'nun. Öyleyse muhabbetini bütün vecihleri ile Allah'a tevcih et. Bekâyı anlasak, bütün beşeri ayıltacağız ama, anlayamıyoruz. Biz ebe-diyeti anlayamadığımız için, ubûdiyeti de bihakkın yapamıyoruz.
Bir Nûr Talebesinin yüzüne de tükürseler, sövseler hâtta, dövseler o, bu da'vânın kölesidir. Küsmeye küsmek. Tam bir paspas olmak. Paspas ol ki, bu millet kurtulsun. Ne sözünle, ne gözünle, ne ahvâlinle tahakküm etmemek, incitmemek hâtta ondan da ötesi incinmemek, rıfk ve mülâyemetle muâmele etmek lâzım, belki bu zamanda elzemdir.
Bir Nûr Talebesiteveccüh-ü nâsı istemez, verilse de onunla hoşlanmaz. Fakat kardeşim evvelâ hoşlanmayı taleb eden hisleri yok edeceksin ki, teveccüh-ü nâs geldi-ğinde hoşlanmayasın.
Nûr Talebelerinin Hizmet Rehberinden anladıklarının hülâsâsı: Keskin bir ihlâs, engin bir tefekkürdür, yoğun bir şefkât, aşınmayan bir sadâkâttir, hadsiz bir fedâkârlık, imtizâçkârâne bir ruhtur, toprakvâri bir mahviyet, enâniyetsiz büyüklüktür, rekâbetsiz hiz-met ve riyâsız bir ibâdettir.
Bir Nûr Talebesi hakikatları kalbine, iz'ân ile nakşeder. Çünki öğrenmek başka-dır, anlamak başka. Ve anladığını bütün âzâlarına çakmak daha başka. Eğer Risâle-i Nûr'un hakikatları bizim içimizde temizlik meydana getirmezse, bu da'vâ o zaman kıl-u kâl olur. Bütün hatâ ve kusûrların altında Cenâb-ı Hakkı hakkıyla bilmemek yatıyor. Abd-i muhsin, Allah'ı görür gibi ibâdet edenler, A'nınla, O'nunla olanlardır.
Risâle-i Nûrdan istifade etmenin yolları: 1. ıstidat, 2. ıştiyak: Açlığını hissetmek. Aç oğlu açım. "Hel min mezid" Ülfet, nazar-ı sathi açlığı kırıyor. Açlığını tam hissedeme-yince istifade tam olmuyor. 3. Boş zaman: ıbadet için, seyahat için, hizmet için, okumak için. 4. Azim ve sebât: Süreklilik. 5. Dâd-ı Hak râ kâbiliyet şart nist. Odaklanmak çok önemlidir. Hedefe kilitlenmek. Çıtayı yükseltmek lazım.
Risâle-i Nûr keşşâftır Risâle-i Nûr yüzden fazla tılsımı keşfetmiş. Esas keşşaf, dâire-i vücûba taallûk eden sırları keşfetmek. Amerika'yı keşfetmeye benzemez. Mücev-herât-ı Kur'âniyenin câzibesine kapılmak. Ma'rifetteki câzibe çok kuvvetlidir. 1000 senedir açılmayan bâzı esrâr-ı Kur'âniye Üstâdın eliyle açılmış.
Risâle-i Nûru eline aldığı zaman, hiçbir talep gündemine girmeyecek. ızâfet ve nisbete de girmeyecek. Allah rızâsı için okursa okuduğu her şey marifetullahtır. Onu bil-meden terbiye eder. O zaman istihsal Nûrani olur. Ama şöhret-i kazibe, riyaset vs. niye-tini bulandırırsa isterse 1000 defa külliyâtı devretsin onun ma'lûmâtı artar, hidâyeti art-maz. Salâhâtla gelen nakış aksesuar gibi ama, Risâle-i Nûr ile gelen motordur, motor.
Bir Nûr Talebesi fisebilillah okuduğu zaman imanı inkişaf ediyor ve onun farkın-da da olmuyor. Bilen yakındır. Kurb: ılm-i tevhid-i Mevlâda vukûfiyet ve rusûhiyet. Haki-kat-ı ihlâs geliyor îmâna dayanıyor. Îmânda rüsûhiyet arttıkça ihlâsda da terakki ediyor. Îmân da hem Nûrdur, hem kuvvettir. Mâdem ihlâsda çok Nûrlar ve kuvvetler var.
Risâle-i Nûrun şahs-ı ma'nevîsine liyâkat: için, 1. ıhlâs, 2.Sadâkât, 3. Tesânüd ve Uhuvvete tam sâhib olmak elzemdir.
Risâle-i Nûr hizmetinde bedel ma'nâsında çok fedâkâr Nûr Talebeleri gelmiş. Hafız Ali Abi gibi. Kur'ân'a hizmetin en yüksek sıfatlarından birisi de fedâkârlıktır. Fedâ-kârlar, meşakkate, ızdırâba tâlip olmuşlar. "Dahi nezrim bu ki, cânım sana kurbân olacak" (Hasan Feyzi Abi)
Bir Nûr Talebesi ölse, onun vazifesini kalanların omuzlaması lâzım. Üstâd Hasan Feyzi Abi için diyor: "Onun ölümü Denizli'ye, bu memlekete ve Âlem-i ıslâm'a büyük bir kayıptır." Halbuki Hasan Feyzi Abi'nin Risâle-i Nûr'daki ömrü, 2 sene 4 ay. Demek ola-yın bizim tartamadığımız boyutları var. Bu hizmetin bir kabûliyet ve makbûliyet cephesi var. Bir ma'nevî kalite ve güç yönü var.
Risâle-i Nûr Talebeleri bir bakıma iki guruptur: 1. Ekseriyet 2. Ekalliyet
1. Ekseriyet: Risâle-i Nûr bu zamanda Kur'ân nâmına en büyük bir hâdise-i ma'neviye olduğu için, ekser Nûr Talebelerine canlı yayın tarzında gösteriliyor. Onlar te-mâşâ ediyorlar, Allah'a şükrediyorlar. Mesela, Elaziz mevlidi veya şurada ders, oraya gidiyorlar. Televizyonun parlaklığı, netliği bizimle alâkadardır, onlarla ilgili değildir. Yapılan ders, hizmet, sırr-ı ihlâsa vâsıl ise gâyet net ve parlak gidiyor. ıhlâs olmazsa melekût â-leminde her şey siliktir. Kaderî levhalar da siliktir.
2. Ekalliyet: Risâle-i Nûrun şahs-ı ma'nevîsinde liyâkat kesbeden Nûr Talebeleri hayatlarında olduğu gibi memâtlarında da hizmetle alâkadardırlar. "Gelir, dinler, alır, gi-der" Hulusi Abi: "Üstâd 20 dersten belki 18'inde görünür. Eğer Nûr Talebeleri arasında uhuvveti bozucu ahvâl zuhûr ettiği zaman, Üstâd o derste görünmüyor. Bir de tecessüs niyetiyle gelenler olduğu zaman Üstâd görünmez."
Risâle-i Nûr; ilm-i Tevhid-i Mevlâ'dır. En yüksek bir hakikat-ı Kur'âniye'dir. şek ve şüpheden arınmış bir îmân, yüksek bir îmândır. "Eğer ben eski devirde gelmiş olsaydım o ekâbir-i küberâlar, benim medreseme sürüne sürüne gelirlerdi" (Üstâd)