Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

21

11.05.2007, 01:08

Allah razı olsun Abdulbaki abi. Sesini duyarcasına okudum. Çok faydalandım. Yani duruşlarımız ve dualarımız Peygamber vari şekilde olursa, tevhid ve iman noktasında da durabilirsek (dediğin gibi) hiçbir rüzgar savuramaz gerçekten de.

Ne kadarını yapabiliyoruz ki...


22

11.05.2007, 13:46

Asr-ı saadetten Günümüze Uhud'tan Hayatımıza Düşen ızdüşümler
Asr-ı saadetin karelerinin bütün zamanlara baktığını ve her asır problemlerine saadet asrından dersler almak durumundadır ki isabet edilsin ve sıkıntılar izale edilsin.Bu nedenle de Uhud Savaşı'nda yaşanan olaylar derslerle doludur diye düşünüyorum.
Bilindiği gibi Uhud Savaşı okçular hadisesi ile ve Efendimizin(asm) mübarek dişinin kırılması ile çok önem arzeder.Önce kısaca Uhud'da yaşanan olaylara kısaca bakalım.Efendimiz(asm) 50 kişilik bir grubu Uhud'da bir boğazı tutmaları için vazifelendirir.Onlara çok önemli tavsiyelerde bulunur.Hatta"Bizim cesetlerimizi kargaların kaldırdığını dahi görseniz bu boğazı terketmeyin." buyurur.Okçular boğaza giderler ve savaş başlar.Müşrikler dağılmış,müslümanlar ise galip durumdadır.ışte şiddetli imtihan burada başlar okçular için.50 kişilik gruptan büyük bir kısmı,40 kişiye yakın sahabi müslümanlar galip geldiler,gidelim ganimetlerden bizler de pay alalım aldanmasına kapılarak diğer kardeşlerinin uyarılarına aldırmayarak boğazı terkederler.Geriye kalan 10 kişiye yakın sahabi ne olursa olsun bu boğazı terketmeyeceğiz,çünkü Efendimiz(asm) bize böyle emretti derler ve duruşlarını böylece netleştirirler.Düşman dağılmıştır ancak o zamanlar düşman saflarında olan askeri ve siyasi deha olan Halid bin Velid hep o bağazı gözlüyormuş.Okçuların büyük kısmının orayı terketmesiyle arkadan bir kuvvetle dolanmış ve kalan okçuları şehit ederek kaybedilmiş olan savaşı kendi lehlerine çevirmiştir.Müslünamlar ise kazanırken kaybetmişler ve stratejik hatalat yapmışlardır.Hatta Efendimizin o mübarek dişi kırılmış ve yaralanmıştır.
Bu hadiseden alacağımız dersler olmalıdır.Acaba bu zamanımızın boğazlarını tutan ve okçuları olan müslümanlar (veya Nur talebeleri) acaba dünyevi ganimetlere mi koştular ki umumi malubiyetler ve sıkıntılar yaşıyouz.Bu asırda Kur'anın manevi dersleri ve prensipleri olan Risale-i Nur ölçüleri ile gösterilen boğazlarda sadakatle durulması gerekirken acaba dünyevileşerek bizlerde mi bu asrın ganimetlerine hamlediyoruz.Enfüsi boyuttaki tefekkürlerimde bu açılımlarıda düşündüm ve Uhud'dan günümüze ince dersler olduğunu farketmeye çalıştım.Rabbim şehit olmak pahasına Uhud boğazını terketmeyen okçuların duruşunu yapan kullardan eylesin bizleri.

23

09.11.2007, 06:08

Allah razı olsun, gerçekten çok faydalandım.

başar nickli abimiz veya kardeşimiz sizden de razı olsun rabbim.

24

09.11.2007, 12:08

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""

Asr-ı saadetten Günümüze Uhud'tan Hayatımıza Düşen ızdüşümler
Asr-ı saadetin karelerinin bütün zamanlara baktığını ve her asır problemlerine saadet asrından dersler almak durumundadır ki isabet edilsin ve sıkıntılar izale edilsin.

50 kişilik gruptan büyük bir kısmı,40 kişiye yakın sahabi müslümanlar galip geldiler,gidelim ganimetlerden bizler de pay alalım aldanmasına kapılarak diğer kardeşlerinin uyarılarına aldırmayarak boğazı terkederler.lehlerine

Müslümanlar ise kazanırken kaybetmişler ve stratejik hatalat yapmışlardır.Hatta Efendimizin o mübarek dişi kırılmış ve yaralanmıştır.

Bu hadiseden alacağımız dersler olmalıdır.Acaba bu zamanımızın boğazlarını tutan ve okçuları olan müslümanlar (veya Nur talebeleri) acaba dünyevi ganimetlere mi koştular ki umumi malubiyetler ve sıkıntılar yaşıyouz.
Bu asırda Kur'anın manevi dersleri ve prensipleri olan Risale-i Nur ölçüleri ile gösterilen boğazlarda sadakatle durulması gerekirken acaba dünyevileşerek bizlerde mi bu asrın ganimetlerine hamlediyoruz.

Rabbim şehit olmak pahasına Uhud boğazını terketmeyen okçuların duruşunu yapan kullardan eylesin bizleri.

fesübhanallah! Biz de aynen böyle düşünüyoruz..Okçuların yerlerini terk etmesi, Hamza'ların şehadetine sebep olmuştur! Vatan, millet, Kur'an, ıslamiyet! Bediüzzaman r.a. boşuna ısrarla yazmaz...

25

08.01.2008, 23:46

Kaçmak

Kaçmak

Evet kaçmak,ancak nereden nereye kaçmak.
Günahlardan Allah'a mı kaçmak? Yoksa emirden günahlara mı dalmak?
Görüyoruz ki çok çeşit kaçmalar var.

Mesela Hz.Yunus(as)'ın kaçışı ile ilgili Kur'anın yani Rabbimizin bizlere verdiği mesaj ne olabilir?

Kur'adaki kıssalar elbetteki sadece bir hikaye ve tarihi bir olay değildir.
Bu kıssalarda çok ince dersler ve ümmetlere yani biz kullara çok manidar prensipler vardır.

ışte Risale-i Nurlar bu kıssalardaki dersleri ve prensipleri anlamamız için çok mükemmel bir mihenktir.

Peygamberler ısmet sıfatına sahip oldukları için günah işlemezler.Ancak onların yaşadıkları olaylarda hikmetler olduğu için ve o hikmetlerin ümmetlerine bakan vecihleri olduğu için Rabbimiz onları ince hayat dersleri ile biz kullarına numune-i imtisal eylemiştir.

O zaman bizler hikmeti sorgulayamayız ancak hikmeti öğrenmeye çalışırız.vazifemiz ise bu hikmetlerden derslerimizi almak olmalıdır.

şimdi Hz.Yunus(as)'ın Ninova şehrinden kaçısına bakalım.Kendisine inanmayanlara tepki olarak emir gelmeden terkediş ve kaçış var yaşanan olayda.Belki de bu kaçış bir tepki kaçışı belki de daha rahata bir kaçış.

Ancak beklenen son daha farklı ve sıkıntılı.Denize atılma,balığın karnı ve gece-dalgalar...

ışte o anda Hz.Yunus(as) nefsine zulmettiğini anlıyor ve nefsinin sahibine,denizin sahibine,balığın sahibine ve gecenin sahibine hakiki manada yönelerek Allahın emirlerinden nefsin hazlarına kaçmaya çalışan bizlere ne güzel dersler veriyor.

Hakta sebat etmek ve nefse zulmetmenin neticesinin emre itaat ve sabır içinde hizmetlere ve kulluğa devam olduğu net olarak ortaya çıkıyor.

O zaman kaçış O'ndan olmamalı O'na olmalı değil mi?

Allah'ım bizleri nefsin arzu ve isteklerine doğru değil senin rızana doğru kaçan kullarından eyle.

26

11.01.2008, 00:24

Dertsiz Gömleği

Dertsiz gömleği

Adamın biri çok zenginmiş. Bir gün gözleri rahatsızlanmış ve görmez olmuş. Başlamış çare aramaya. Kime gittiyse çare bulamamış.
Gel zaman, git zaman birisi demiş ki, senin çaren var. Fakat dertsiz birisini bulup gömleğini gözlerine sürersen gözlerin açılır demiş.

Adam dertsiz birini bulmak için yollara düşmüş. şu beldede var demişler ve tarif edilen kişiyi bulmuş. Sormuş: “Arkadaş senin derdin var mı?” Adam başlamış anlatmaya. “Arkadaş senin derdin benimkinden daha çok” demiş.
Derdine çare bulamamış. Yeniden yollara düşmüş. Demişler falan beldede var. Gitmiş yine tarif edilen yeri bulmuş. “Arkadaş senin derdin var mı?” Dinlemiş adamı... Bakmış ki durum eskisinden farklı değil. “Oooo arkadaş senin derdin benimkinden daha fazla” demiş. Çaresiz beklemeye koyulmuş adamcağız.
Yıllar sonra demişler ki, “Filan dağda bir çoban var hiç derdi yok.”
Bizim dertli adam, elinde baston düşmüş yollara, patika yollardan düşe kalka dağ başındaki çobanın yanına varmış.

Selâm faslından sonra sıra gelmiş meramını anlatmaya. Dertli adamımız çobana demiş ki: “Arkadaş senin derdin var mı?” Çoban; çok rahat ve kendinden emin, müthiş bir tevekkülle; “Arkadaş benim hiç derdim yok...” demiş. Adam sevinçten ne yapacağını şaşırmış. “Elhamdülillah nihayet buldum” demiş.
Çobana demiş ki: “Arkadaş benim derdimin çaresi sende. Ben yıllardan beri bu derdime çare arıyorum. Senin gömleğine gözümü sürersem gözlerim açılacak demiş.”
Çoban; “Arkadaş, ben de çok sevindim ama maalesef benim gömleğim yok demiş!” (Alıntı)

27

11.01.2008, 00:25

Yukarıdaki hikayeden çıkaracağımız çok dersler olmalı.şöyle ki;

Öncelikle gözleri görmeyen kişiniz sebeplere riayet ederek arayışı ve tevekkülü bize ders veriyor.şöyle ki "Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibarettir."(Yirmi Üçüncü Söz )

Sonra gözü kör olan kişinin ümitsizliğe düşmemesi ise şu ayetin sırrını taşıyor."Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin."(Zümer Sûresi, 39:53.)

Son paragraf ise sanırım en çok düşünülmesi gereken bölüm.Cümle şöyle:
"Çoban; “Arkadaş, ben de çok sevindim ama maalesef benim gömleğim yok demiş!”
Gözleri görmeyen kişi çobana kadar dertsiz adam bulamamış.
Çobanın ise derdi yokmuş,ancak dünyalık bir gömleği de yokmuş.

O zaman dünya malı olanın başında çoook derdi mi oluyor?
Çobanın gömleğinin dahi olmaması dertsiz olmayı mı ders veriyor?

O halde bu hikayeden çıkarılacak olşan en önemli ders şu olmalıdır.

Kim ki dünyaya,,dünya malına çokça bağlanıyorsa işte onun çokça derdi var.
Kimin ise dünya malı az ve kalbini bağlanması yok ise işte o dertsiz.

Bir gömleğin olmamasını dahi dert edinmeyen çobana benzemek dileğiyle....

Risale-i Nurlardan bir kaç anektod.

1.Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda.
Öyleyse geç, iyi mallar dizilmiş arkasında.(On Yedinci Söz )

2.Der-akap zevalle acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez; iştiyaka hiç lâyık değildir. Çünkü zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir.(On Yedinci Söz )

3.Rıza-yı ılâhî kâfidir. Eğer o yâr ise, herşey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez.(Risale-i Nur kül.Haşiye)

4."Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe." (On Yedinci Mektup )

5.Dünyanın üç yüzü var.

Birinci yüzü Cenâb-ı Hakkın esmâsına bakar. Onların nukuşunu gösterir. Mânâ-yı harfiyle, onlara aynadarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubat-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.

ıkinci yüzü âhirete bakar.Âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkire değil, muhabbete lâyıktır.

Üçüncü yüzü insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel'abe-i hevesâtı olan yüzdür. şu yüz çirkindir. Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır. ışte, hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.(Otuz ıkinci Söz )

28

11.01.2008, 00:29

Hikayede değerlendirilmesi gereken bir nokta daha var.

O da gözü kör olan kişinin çobana söylediği şu sözlerde saklı.

"Arkadaş benim derdimin çaresi sende. Ben yıllardan beri bu derdime çare arıyorum. Senin gömleğine gözümü sürersem gözlerim açılacak demiş.”

Adam bütün gayreti ile dertsiz bir adam buldu ancak dertsiz adam da onun derdine çare olamadı.Niçin acaba diye düşünürsek?

1."Arkadaş benim derdimin çaresi sende." demesidir.Çünkü derdin çaresi müessir-i hakiki Olan Allah olması gerekirken adam bu noktayı atladı ve derdin dermanı olarak çobanı gördü.

2."Ben yıllardan beri bu derdime çare arıyorum."cümlesi ise derdine çare için sebeplere riayet edip tevekkül etmesidir ve bu duruşta bir sıkıntı yoktur.

3."Senin gömleğine gözümü sürersem gözlerim açılacak demiş.” bu cümlede ise sıkıntı var.Gömlek bir vesiledir,gözleri açacak olan gömlek değil Yüce Allah'ın kudretidir.ışte bu sır gereğince detsiz bir kişinin gömleğinin zatından şifa beklemek aks-i amal ile cezayı celp etmiştir.

O zaman doğru duruşumuz şöyle mi olmalıdır.

"Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hadiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakikî tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek, daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedirki, yukarıdan gelen emirlerin tebliğatı o daireden yapılıyor. Çünkü, izzet ve azamet perdeyi iktizâ eder; tevhid ve celâl dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor.


Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.(Mesnevî-i Nuriye )

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

29

12.01.2008, 12:26

Allah razi olsun Abdulbaki abi. cok istifade ettim.

selametle kalin, devamini bekleriz...
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

30

12.01.2008, 16:02

Alıntı sahibi ""zehracan""

Allah razi olsun Abdulbaki abi. cok istifade ettim.

selametle kalin, devamini bekleriz...

Allah sizden de razı olsun zehracan kardeşim.

Yukarıdaki kıssadan şöyle bir mana çıkmaz inşallah.Dünya malımız olursa derdimiz çok olur.O zaman dünyaya çalışmamalıyız.Hani çoban şiöyle demişti ya;"“Arkadaş, ben de çok sevindim ama maalesef benim gömleğim yok demiş!” Biz de bu cümleyi şöyle anlamıştık yuakrıda:

Gözleri görmeyen kişi çobana kadar dertsiz adam bulamamış.
Çobanın ise derdi yokmuş,ancak dünyalık bir gömleği de yokmuş.

O zaman dünya malı olanın başında çoook derdi mi oluyor?
Çobanın gömleğinin dahi olmaması dertsiz olmayı mı ders veriyor?
Kim ki dünyaya,,dünya malına çokça bağlanıyorsa işte onun çokça derdi var.
Kimin ise dünya malı az ve kalbini bağlanması yok ise işte o dertsiz.


Biliyoruz ki dünya malına muhabbet esma-i hüsnanın tecellisi ve ahiret azığı olması ciheti ile meşrudur.

Önemli olan dünyaya mana-i ismi ile değil,mana-i harfi ile bakabilmektir.Dünya malına Allah'ın bize ihsanı ve ikramı olarak bakmak ve şükür etmeye vesile cihetine yoğunlaşmak dileğiyle...

31

23.01.2008, 10:23

Hz.Lut(as)'ın Hayatından Hayatımıza Düşenler

Hz.Lut(as) Hz.ıbrahim'in kardeşi harran'ın oğludur.Hz.Lut Dedom bölgesinde giderek daha sonra bu kavme yani "Sedomlulara" peygamber oldu.Ancak Sedomlular çok ahlaksız ve edepsiz bir kavim idi.ışte böyle bir kavme Yüce Allah Hz.Lut'u peygamber olarak görevlendirmiş ve Hz.Lut vazifeye başlamıştı.Ancak kavmi karşısında çok kötü teklifler ve fiiller ile karşılaşıyor ve zaman zaman zor anlar da yaşıyordu.Çünkü bu kavmin işledikleri fiilleri yeryüzünde başka bir kavim o zamana kadar işlememişti.

Hz.Lut(as) bu durum karşısında bütün gayreti ile ihtarını yapıyor ve diğer kavimlerin başına gelen helaketleri hatırlatıyor ve daha büyük bir azaptan onları haberdar ediyor bu fillerini terketmelerini istiyordu.Ancak ne çare!Bu kavim daha da ileri gidiyor o çirkin fillerini yapmakta utanmadıkları gibi bir de Hz.Lut'a misafir olarak gelen geçlere de musallat oluyorlardı.Hz.Lut ise bu arada çok sıkıntı çekiyor ve misafirlerine zarar gelir endişesi ile zorlanıyordu.Ve korktuğu başına geldi.

Bu korktuğuna sebep olan ise karısı idi.Sedomlulara Hz.Lut'un üç genç misafiri olduğunu söyledi.

Demek ki fitne o kadar dehşetli idi ki bir peygamberin hanımı dahi en önemli olan sadakatını kaybetmiş ve eşinin aslında melek olan misafirlerini azgın bir kavme haber vererek eşinin zor durumda kalmasına vesile olmuştu.ışte aile hayatının böyle bir fitne ile bozulması sırrıyla ta o zamandan bu hayatımıza bakan hikmetli sırları görüyoruz bu olayda.Bazen oluyor ki eşler dahşi sadakatini kaybediyor ve eşine en büyük zulünü ve sıkıntıyı yaşatabiliyor.ıbretli bir ders değil mi?

Daha sonra ise gelen melekler Hz.Lut'a gelecek olan helaketi haber veriyorlar ve o gün gelmeden önce Sedomlular çok büyük kuraklık yaşıyorlar.Hz.Lut'a yüce Allah kendisine iman edenleri yanına alarak o beldeyi terketmesini söyler.Ufukta ise sanki yağmur bulutları görünür olmuş ve Sedomlular yağmur gelecek diye seviniyorlardı.

Esasında azap yaklaşıyor ve bunu Hz.Lut biliyordu ancak gaflette olan Sedomlular başlarına geleceği bilmiyor hatta sevinç çığlıkları atıyorlardır.

şehri terketerken Yüce Allahın çok hikmetli dört emiri var Hz.Lut'a;

ışte burada çok ince sırlar var diye düşünüyorum.

1.Geceleyin gitmesi.

2.Yola çıkarken kendine tabi olanların arkasında gitmesi.

3.Kimsenin geri dönüp bakmaması.

4.Allah'ın emrettiği cihete gidilmesi.

Yukarıdaki dört maddedeki hikmetleri düşünmek gerekir inşallah tefekkürlerimizi paylaşalım.

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

32

23.01.2008, 22:24

Peygamber hanimi olmak kurtaramadi onu. :!:
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

33

26.01.2008, 20:08

Re: Hz.Lut(as)'ın Hayatından Hayatımıza Düşenler

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""

şehri terketerken Yüce Allahın çok hikmetli dört emiri var Hz.Lut'a;

ışte burada çok ince sırlar var diye düşünüyorum.

1.Geceleyin gitmesi.

2.Yola çıkarken kendine tabi olanların arkasında gitmesi.

3.Kimsenin geri dönüp bakmaması.

4.Allah'ın emrettiği cihete gidilmesi.

Yukarıdaki dört maddedeki hikmetleri düşünmek gerekir inşallah tefekkürlerimizi paylaşalım.


1.Geceleyin gitmesi:Çünkü kavmin haberi olmadan o beldeden çıkması gerekiyordu.Gündüz çıksa azgın kavmin ona eziyet etme ihtmali vardı.Bu nedenle de Allah Hz.Lut(as)'ın ona iman edenlerle gece yolculuğa çıkması emredildi.

2.Yola çıkarken kendine tabi olanların arkasında gitmesi:Çünkü Hz.Lut kendisi ileride gitse,ehlinin arkada ne olduğunu merak ederek geriye bakma ihtimali vardı.Ayrıca arkadakiler azabın kendilerine de yetişeceğinden korkabilirlerdi.Bu iki endişenin izale edilmesi için kavminin arkasından gitmesi emredildi.Ayrıca Hz.Lut'un vazifesi kendisine tabi olanları himaye etmesi idi.Bu himaye ise arkadan gitmeyi ve gözetlemeyi icab ediyordu.

3.Kimsenin geri dönüp bakmaması:Hz.Lut(as) ile birlikte o beldeyi terkedenlerin o beldede akraba ve hısımları vardı.Ayrıca malları,kıymetli eşyaları da geride kalmıştı.Hatta bazılarının evlatları geride idi.Hem o beldede ömürleri geçmiş ve hatıraları vardı.Yerleri ve yurtları orası idi.Bahçeleri,bağları geride idi.Bu medenle de geriye karşı bir sevgi ve muhabbet duygusu olabilirdi.
Geri dönüp baksalar,helak olan zalimlere acımak gibi,Allah rızasına mıhalif bir halet yaşayabilirlerdi.Gerideki mallarına,evlatlarına ve akrabalarına acımak ve aldanmak hali olabilirdi.Hatta Hz.Lut'un hanımı dahi geride kalmıştı.Onun için kendilerine arkaya bakmamaları emredildi.Bu bir emir idi ve onların imtihanı idi.Emre itaat ise Allaha kulluğum zaruri bir gereği idi,onlarda hep birlikte geriye bakmayarak bu emre riayet ettiler.Ne mutlu onlara ve onlara benzemeye çalışanlara.

Helak ve azaba müstahak olanlara acımak,rahmet ve hikmet-i ilahiyeye itiraz olduğundan onlara şevkat ve merhamet ise onların haline ve davranışlarına rıza olduğundan Allah geri bakmamayı ve onlara acıyıp merhamet edilmemesini ihsas eden geri bakılmamasını emretmiştir.Yoksa o zulme ve zalime acımak aynı cezaya müstahak olmayı icap eder.

4.Allah'ın emrettiği cihete gidilmesi:Allah'ın emrettiği cihete gederek,azabın şümulünden çıkmak.Bu emiri aldıktan sonra derhal emre amade olarak hep birlikte eredilen cihete gitmeye başladılar.

34

23.03.2008, 20:36

ınsanda iki cihet var.
Birinci cihet: Vücut ve icad, hayır ve fiil cihetidir.
ıkinci cihet: Naks ve kusur cihetidir.
ınsan, birinci cihette karınca ve arıdan daha aşağı, ankebut ve sivrisinekten daha zayıftır.( Mesnevî-i Nuriye)

ınkılâb-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi, beytü'l- ankebut gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur; taklittir, onu telâşa düşürttürür.( Münazarat)

Beytü'l ankebut:Örümceğin evi.Derme çatma yapılmış ev. Dayanıksız ve kuvvetsiz olan örümcek evi.

Hepimizin bildiği gibi Efendimiz(asm) Hz.Ebu Bekir(ra) efendimizle hicret esnasında sevr mağarasında ve ya gar-ı Hira'da yaşanan olay Üstadın ifadesi ile şöyledir.

"Mânevî tevatür derecesinde bir şöhretle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekri's-Sıddık ile, küffârın takibinden kurtulmak için tahassun ettikleri gar-ı Hira'nın kapısında, iki nöbetçi gibi, iki güvercin gelip beklemeleri ve örümcek dahi, perdedar gibi, harika bir tarzda, kalın bir ağla mağara kapısını örtmesidir. "(On Dokuzuncu Mektup)

ışte yukarıda da belirtildiğine göre gar-ı Hira'nın kapıısını,girişini "iki nöbetçi gibi, iki güvercin gelip beklemeleri ve örümcek dahi, perdedar gibi, harika bir tarzda, kalın bir ağla mağara kapısını örtmesidir" hakikati çok manidardır.

Çünkü tehlike yüzde yüz iken " O zâtın (a.s.m.) evvel ve âhir bütün ahvâl ve harekâtı nazar-ı dikkatten geçirilirse, herbir hareketi, herbir hali harikulâde değilse de onun sıdkına delâlet eder. Ezcümle: "ğar" meselesinde, Ebu Bekri's-Sıddık ile beraber halâs ve kurtuluş ümidi tamamıyla kesildiği bir anda "Korkma, Allah bizimle beraberdir"(Tevbe Sûresi, 9:40.) diye Ebu Bekri's-Sıddık'a verdiği tesellî ve tavk-ı beşerin fevkinde bir ciddiyetle, bir metanetle, bir şecaatle, havfsız, tereddütsüz gösterdiği vaziyet, elbette sıdkına ve nokta-i istinadı olan Hâlıkına itimad ettiğine güneş gibi bir burhandır.(ışârâtü'l-ı'câz ) hakikati ne kadar manidar ve önem arzetmektedir ve bizler çok ince önemli itikat ve inanç dersleri vermektedir.

Yüce Allah(cc) habibini ve kainatın sebeb-i vücudu olarak yarattığı en müstesna kulunu zahiri esbabın en tehlike gibi görüldüğü bir zamanda korkaklıkta darb-ı mesel olmuş güvercine yuva yaptırmak ile ve beytlerin en zayısfı olan örümcek evi ile korumuştur.

Böylece en tehlikeli bir zamanda Yüce Allah en zayıf olan örümceğn evi ile habibini karuyarak bizlere de esbabın tesiri olmadığını ve müessir-i hakiki kendisi olduğunu bildirmektedir.

Bizler de zahiri ve dünyevi olaylarda ve en zor anlarımızda en zayıf görülen esbabla korunabiliriz.Ancak Yüce Rabbimize olan itikat ve teslimiyette "Korkma Allah bizimle beraberdir." buyuran Efendimiz(asm)'in duruşu gibi duruş yapmak şartı ile tevhid inancına uygun davranmak gereği ile inşallah esbap bizlere en zayıf durumda bile yüce Allah tarafından en kuvvetli muhafız olabilir.

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

35

25.03.2008, 20:01

insaallah, Allah razi olsun abi.

Rabbimiz herzaman bizimle, Onun isleri öyle güzel öyle ince ki, en ummadigimiz kücük sebepler dahi en zor anda yetisiyor.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

36

03.07.2008, 16:23

Allah razı olsun abi.
Tamamını okudum ve çok istifade ettim.
Özellikle;

1فَقُلْنَا اضْرِبْْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ('Vur asânı taşa' buyurduk. Bakara Sûresi, 2:60.)emrine imtisal ederek taşları şak eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince, nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı ıbrahim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı 2يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَ سَلاَمًا ("Ey ateş, serin ve selâmetli ol." Enbiyâ Sûresi, 21:69.)âyetini okuyorlar.(Birinci Söz)

Ayetleri çok dikkatimi çekti.ıhtiyacım var demekki Rabbim karşıma çıkardı.
Allah razı olsun...
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

37

21.07.2008, 18:30

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""

Allah'ı razı edecek duruşlar yaptıktan sonra esbabın bizlere zarar veremeyeceği ile ilgili Üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatından da bazı anekdotlar aktaralım.

Hepimizin bildiği gibi Üstad hazretleri Kosturma'da esarette iken Çarın yiğeni olan Nikola Nikolaviç esir kampını ziyarete gelir.Bütün esirler ayağa kalkar ancak Üstad ayağa kalkmaz.Niçin kalkmadığı sorulduğunda "ben bir müslüman alimiyim.Bir kafire ayağa kalkmam."der.Çünkü ilmin izzeti Üstada böyle bir duruş yaptırır.Üstadın bu duruşu ıbrahimi ve ısmaili bir duruştur ve Allah bu duruştan razıdır.Bunu Üstad bütün imanı ile bilmektedir.Çünkü "iman tevhidi,tevhid teslimi,tesilim tevekkülü ve tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza ederdi."ışte bu duruşla ve rıza makamına ulaşıldıktan sonra sonuç Rus komutanının idam emri verilir.Ancak Rus komutanı bilmezdi ki kendi kalbide Allah'ın elindedir.Yüce Allah razı olduğu bir duruşun neticesinde elbetteki insan olan sebeplerin tesir edemeyeceğini gösterecekti ve gösterdi.O zalim komutanın kalbi yumuşatıldı ve idamdan vazgeçildi hatta Üstad'dan özür dilendi.Demek rıza makamındaki duruşların da bu zamanımızda nümunelerinin var olduğunu görüyoruz.
Hatta zehir insanı öldürürken 21 kez zehirlenen Üstada bir şey yapmamıştır.Çünkü zehirde Allahın emri ile zehirlemektedir.Çünkü zehirde sebeptir zehirleyenler de sebeptir.O zaman sebeplerin tesiri olmadığını artık nefsimize de kabul ettirmemiz gerekmez mi?O zaman Sahibüzzaman'ın eserlerini okuyanlar Bediüzzaman gibi duruşlar yapmaz zorundadır çünkü onlara böyle duruşlar yakışır.


Allah razı olsun çok özel çok güzel olmuş Allah bizlerede inşaallah kainata eşyaya ve esbaba böyle nazar edebilenlerin ve o nazarla böyle duruşları sergileyenlerin zümresinden olmayı nasip eylesin.şu an belkide en çok ihtiyacımız olan şey bu

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

38

01.08.2008, 14:13

Abdulbaki abi, derslerinizi özledik :(
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

39

03.08.2008, 10:43

Alıntı sahibi ""Zehracan""

Abdulbaki abi, derslerinizi özledik :(
ınşallah katılacağız kardeşim inşallah.Rabbim yar ve yardımcımız olsun cümleden.Bizleri hizmet-i Kur'aniyede istihdam etsin.ıstikametten ayırmasın.Rabbim bu asrın çok kaygan olan zemininden bizleri kaydırmasın.Selame ve dua ile...

40

03.08.2008, 10:45

Asr-ı Saadetten Günümüze Dârü`l-Erkâm

Dârü`l-Erkâm,
Miladi 615 yılında müşriklerin müslümanlar üzerindeki baskıları gün geçtikçe artıyordu.Hz.Muhammed emin bir yer aradı ve tespit etti. Saf`a Tepesinin doğusunda dar bir sokak içinde bulunan ilk Müslüman Erkâm bin Ebi`l-Erkâm bin Esed`in evi. Bu ev giriş çıkışlar için elverişli, etraftan gelen gidenlerin kolayca kontrol edilebileceği emîn bir yerdi.Artık, Hz. Muhammed burada öğretmen, ilk müslümanlar da öğrenci idiler.Mekke döneminin ilk yıllarında Dârü`l-Erkâm bir eğitim-öğretim merkezi olarak kullanılmıştır.Burada Kuran ayetleri okunuyor,yazılıyor,dini bilgiler öğretilip bunların pratikleri yapılıyordu. Böylelikle Dârü`l-Erkâmı, Hz. Muhammed’in hocalığını yaptığı ilk medrese, ilk ıslâm üniversitesi saymak mümkündür.
Hazret-i Ömer`in, ıslâmla şereflenmesine kadar, Resûl-i Ekrem, ıslâmı öğretme ve anlatma vazifesini burada yürüttü. Başta Hazret-i Ömer olmak üzere bir çok kimse bu evde Müslüman olma şerefine erdiler.
Dârü`l-Erkâmı Erkâm bin Ebî`l-Erkâm Hazretleri, hiç satılmamak ve tevarüs olunmamak şartıyla vekil olarak oğluna bırakmıştır.
ıslâm tarihinde büyük ehemmiyeti hâiz bulunan bu ev, bugün Kâbe karşısında, "Dârü`l-Hayzûran" adıyla anılmakta ve dinî bir okula tahsis edilmiş bulunmaktadır .


Asr-ı Saadetten günümüze Dârü`l-Erkâmı nasıl anlamalıyız?

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir