Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur'ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i ıslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın.
Malûm ki, dünya yüzünde bulunan "dağvari dalgalar" hükmündeki hadiseler, cenazeler; çalkalanıp durmaları ve ademe atılmaları hengâmında bizlerin dehşete düşmemiz veya ibret alıp tefekkür etmemiz bu hadiselere nasıl baktığımıza bağlıdır. Yani biz dünyadaki hadiselere hangi gözlükle bakıyoruz? Eğer gaflet nazarıyla, felsefe gözlüğüyle bakıyorsak her şeyi başıboş ve serseri görmemiz, olayları tesadüfe vermemiz, bütün bu hadiselerden dehşet almamız kaçınılmaz olacaktır.
Ancak eğer Kur'anî bir gözlükle bakıyorsak, iman şuuru ile değerlendiriyorsak, o zaman bu dünyadaki hiçbir hadisenin, hiç bir şeyin başıboş olmadığını, her şeyin bir hikmeti olduğunu, her hadisenin birisinin kontrolünde bulunduğunu idrak ederiz. Gelişen her olayın, elde edilen her neticenin bir sebebi, bir hikmeti bulunduğunu görür aslında bunların "O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandıran" hadiseler olduğunu, dolayısıyla "sübhaneke" hitabına lâyık O Zat'ı tazim ve takdis etmemiz gerektiğini ifade ediyor diye anladım; desem ne dersiniz Ceka kardeşim?