abdülkadir said abi önerileriniz için teşekkür ederim
böylesi daha dogru sanırım cevat uykan abi katkınız için Allah sizdende razı olsun
Enbiya-yı sâlife, niçin Haşr-i Cismanî gibi bir kısım erkân-ı imâniyeyi, bir derece mücmel bırakmışlar, Kur'an gibi tafsilât vermemişler. Sonra ümmetlerinden bir kısmı ileride o mücmel olan erkânı, inkâra kadar gitmişler? Hem niçin hakikî ârif olan Evliyânın bir kısmı yalnız tevhidde ileri gitmişler. Hattâ derece-i Hakkalyâkîne kadar gittikleri halde, bir kısım erkân-ı imâniye onların meşreblerinde pek az ve mücmel bir Sûrette görünüyor. Hattâ onun içindir ki, onlara tebaiyet edenler, ileride o erkân-ı imâniyyeye lâzım olan ehemmiyeti vermemişler. Hattâ bazıları sapmışlar. Mâdem bütün erkân-ı imâniyyenin inkişafıyla hakikî Kemâl bulunur. Niçin ehl-i hakikat bazısında çok ileri ve bir kısmında çok geri kalmışlar. Halbuki bütün Esmânın mertebe-i âzamlarının mazharı ve bütün enbiyânın serveri olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve bütün kütüb-ü mukaddesenin Reis-i Enveri olan Kur'an-ı Hakîm, bütün erkân-ı îmâniyeyi vâzıh bir Sûrette, pek ciddî bir ifadede ve kasdî bir tarzda tafsil etmişlerdir?»
Evet çünki hakikatta hakikî kemâl-i etem öyledir. ışte şu esrarın hikmeti şudur ki: ınsan çendan bütün esmâya mazhar ve bütün kemâlâta müstaiddir. Lâkin iktidarı cüz'î, ihtiyarı cüz'î, istidadı muhtelif, arzuları mütefâvit olduğu halde binler perdeler, berzahlar içinde hakikatı taharri eder. Onun için hakikatın keşfinde ve hakkın şuhudunda berzahlar ortaya düşüyor. Bazılar berzahtan geçemiyorlar. Kabiliyetler başka başka oluyor. Bâzıların kabiliyeti, bâzı erkân-ı îmâniyenin inkişafına menşe' olamıyor. Hem esmânın cilvelerinin renkleri mazhara göre tenevvü ediyor, ayrı ayrı oluyor. Bâzı mazhar olan zât, bir ismin tam cilvesine medâr olamıyor. Hem külliyet ve cüz'iyyet ve zılliyyet ve asliyet itibariyle cilve-i Esmâ, başka başka Sûret alıyor. Bâzı istidad, cüz'iyyetten geçemiyor ve gölgeden çıkamıyor. Ve istidada göre bâzan bir isim galib oluyor, yalnız kendi hükmünü icra ediyor. O istidadda onun hükmü hükümran oluyor. ışte şu derin sırra ve şu geniş hikmete esrarlı, geniş ve hakikat ile bir derece karışık bir temsil ile Bâzı işaretler ederiz.
(Orjinal Sayfa:351)
Meselâ: Zehre namıyla nakışlı bir çiçek ve Kamer'e âşık hayatlı bir katre ve Güneşe bakan safvetli bir reşhayı farzediyoruz ki, herbirisinin bir şuuru, bir kemâli var. Ve o kemâle bir iştiyakı bulunuyor. şu üç şeyde çok hakikatlara işaret etmekle beraber, nefis ve akıl ve kalbin sülûklerine işaret eder. Ve üç tabaka ehl-i hakikata misâldir. (Haşiye)
Birincisi: Ehl-i fikir, ehl-i velâyet, ehl-i nübüvvetin işâratıdır.
ıkincisi: Cismanî cihazat ile Kemâline sa'yedip hakikate gidenleri...
Ve nefsin tezkiyesiyle ve aklın istimâliyle mücahede etmekle hakikate gidenleri...
Ve kalbin tasfiyesiyle ve îman ve teslimiyetle hakikate gidenlerin misâlleridir.
Üçüncüsü: Enâniyyeti bırakmayan ve âsâra dalan ve yalnız istidlaliyle hakikata giden.. ve ilim ve hikmetle ve akıl ve mârifetle hakikatı aramaya giden.. ve îmân ve Kur'an ile, fakr ve ubûdiyyetle hakikata çabuk giden ayrı ayrı istidadda bulunan üç taifenin hikmet-i ihtilaflarına işaret eden temsillerdir.
ışte şu üç tabakanın terakkiyatındaki sırrı ve geniş hikmeti; «Zehre» «Katre» , «Reşha» ünvanları altında bir temsil ile bir derece göstereceğiz. Meselâ: Güneş'in kendi Hâlıkının izniyle ve emriyle üç çeşit tecellisi ve in'ikâsı ve ifazâsı var: Birisi çiçeklere, birisi Kamer'e ve seyyarelere, birisi şişe ve su gibi parlaklara verdiği ayrı ayrı in'ikâslarıdır.
Birincisi üç tarzdadır:
Biri: Küllî ve umumî bir tecelli ve in'ikasıdır ki, bütün çiçeklere birden ifâzâsıdır.
Biri de: Has bir tecellidir ki, herbir nev'e göre bir hususî in'ikâsı vardır.
Biri de: Cüz'î bir tecellidir ki, herbir çiçeğin şahsiyyetine göre bir ifazasıdır. şu temsilimiz, o kavle göredir ki; çiçeklerin süslü renkleri, Güneş'in ziyasındaki yedi rengin istihale-i in'ikasiyesinden neş'et ediyor. Ve bu kavle göre çiçekler dahi Güneş'in bir çeşit âyineleridir.