Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

41

16.09.2006, 13:45

aşiren: bir yolda dokuz ihtimal-i helaket, tek bir ihtimal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş, mecnun bir cesur lazım ki o yola süluk etsin. şimdi, yirmi dört saatten bir saati işgal eden farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede, yüzde doksan dokuz ihtimal-i necat var. yalnız, gaflet ve tembellik haysiyetiyle, bir ihtimal, zarar-ı dünyevi olabilir. halbuki feraizin terkinde, doksan dokuz ihtimal-i zarar var. yalnız gaflet ve dalalete istinad, tek bir ihtimal-i necat olabilir. acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir? hamiyet nasıl müsaade eder?

Mesnevi-i Nuriye. Hubâb.87
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

42

16.09.2006, 22:30

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

9.Sözden devam

Beşinci Nükte: Hem gayet âcizdir; halbuki belâları ve düşmanları pekçoktur.


2- Bu belâ ve düşmanların başlıcaları nelerdir?


Hem gayet âcizdir; halbuki belâları ve düşmanları pekçoktur.

Aciz, karşısındaki güce karşı bir şey yapamayan anlamına gelir. ınsanın ise elinin kolunun bağlandığı, artık umudunu kesip sadece neticeyi beklediği anlar çoktur.

ınsanın başına gelmesi muhakkak, en büyük şeylerden birisi ölümdür, ona karşı acizdir, hiç birşey yapamaz, küllü nefsün zaikatü'l-mevt, her nefis ölümü tadıcıdır ayeti iktizasınca da, kimse bu fermana karşı gelemez.

Düşmanlarının başında ise cinnî ve insî şeytanlar gelir. Sadece dünyasını berbat edip, hayatını da bir manevî cehenneme çevirmekle kalmaz, haşir meydanında, dizüstü yardımsız da koyar.

Dünyadayken pekçok musibetle, fitneyle sınanır.Bunlar sabreden mü'minler için bu hayat gemisinde dalgalı zamanlarken., inanmayanlar için ruhları üzerine gökten yağan ateş gibidir

Böyle zamanlarda, mü'minler, gemideki yolcular gibi birbirine sarılır, destek olur, Allah'a daha çok dua ve ibadet eder, bu yolculuk bitip, selâmete varınca, herşeyin kıymetini daha iyi anlarlar,inanmayanlar ise, sadece bunun maddî ızdırabıyla kalmaz, manevî ızdırabını da çeker, kendini yalnız hisseder, dönüp eman isteyecek biri yok ki, ondan medet istesin ve görsün.Yolculuk bittiğinde mü'minler sahil-i selâmete çıkarken, diğerleri ise malesef bu uçurumdan cehenneme yuvarlanırlar

Mü'min bilir ki, elbet bu kainatın bir Sultanı var, herşeyin anahtarı O'nda, bütün ipler O'nun elinde. Dilemezse bir yaprak bile düşmez.Eğer musîbet gelse, sabreder, tevekkül eder, geçer. Ecrini ahirette alır. Deprem gibi büyük afatlarda, kendisi şehid hükmünde, malı sadaka hükmünde olarak Allah tarafından muhafaza edilir.

Eğer inanmıyorsa veya gafilse, bu musîbete şekva eder. Kaşınan çıban gibi acısı artar. Halbuki şekva edince, üzerindeki musîbet kalkmaz.şekva ancak musîbetin acısı daha da kavîleştirir.

Dünyadayken şeytanların fitneleri ve sonunda daha dünyadayken manevî, hatta bazen maddî azaplar, hikmetini bilemediğinden ruhunu ızdıraplar içinde bırakıp intihara kadar sürükleten musîbetler, insanı çepeçevre kuşatmıştır.

Bu acziyetini ve fakrını kullanarak, Allah'a iman ile intisab ederse, herşey o zaman O'nun nuruyla nurlanır.

Bu dünya ahiretin bir mezraası, bu musîbetler birer sadaka ve şehadet, bu in'amlar, Cennet meyvelerinin numuleri, bu evlatlar, bu eşler, ebedî Cennet arkadaşları.

Kabir ile bu firak olmuyor, daha dünyadayken öleceğinin azabıyla kavrulmuyor.Yaşlanınca ağzının kaçan tadına üzülmüyor.

Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya cehennem çukurlarından bir çukurdur misali, kabri, ebedî hayata, ebedi saadete bir kapı görüyor, ebediyyen yok olmakla, sonra ya Allah varsa ve Hakk'sa korkusuyla cehennemlik olmaktan müteessir olmuyor, bu dünyadan tezkeresini alıyor, vatanî aslîsine dönüyor. ışte îman ve îmanın âlâmeti ve pratiği olan namaz, ne kadar büyük nurdur gör.

43

16.09.2006, 22:44

Allah hakikatleri yaşamayı da nasip eylesin.

44

16.09.2006, 22:48

Aminn abicim inşallah...

45

17.09.2006, 12:31

her namaz kılmayana günahkar denilir.

mürted denilebilmesi için keşke namaz olmasaydı veya dinde namaz yoktur.gibi ifadeler kullanılsaydı m ürted olurdu.

Allah korusun.

namaz hemen insanı miraca çıkarmaz.
hakkını vere vere çıkarız.
hakkı nedir.
dersen derizki evvela:rükünlerine ve hareketlerine çok dikkat etmek lazım.
sonra süreleri ve tesbihleri güzelce okuyup ruhumuzu alıştırmamız lazım.
sonrada sürelerin manaları kısaca düşünmemiz lazım.
sonrada da geniş düşünmemiz lazım.

en sonndada miracdasın.

Allah kolaylaştırsın.

haydi namazın hakkını verelim.varmısınız.
evveladan başlayalım.

46

17.09.2006, 23:52

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

9.Sözden devam

Beşinci Nükte: Hem gayet fakirdir; halbuki ihtiyacâtı pek ziyâdedir.

3- Neden fakirdir, bunu en ziyade bize anlatan ne? Peki bu kadar çok ihtiyacımız olan şeyler ne? Hem fakirlik sadece parayla mı, çölün ortasında susuzluktan ölmek üzereyken, bir dağ altının olsa ne kadar işine yarayacak?


Burdaki fakirlik muhtaç olmak manasında herhalde. Normalde maddi imkanlardan mahrum olanlara fakir deriz.Oysaki, zengin olsun fakir olsun bütün insanların sonsuz ihtiyaçları var... Bu ihtiyaçlara baktığımızda insanın fakir olduğunu görürüz..

Öyleyse fakir denilince; gözümüze, ağızımıza,kulağımıza, elimize, ayağımıza, havaya, suya, güneşe, geceye, gündüze...ve bedenimizde görev yapan her organa,azalarımıza muhtaç olduğumuzu ve bu muhtaçlık karşısında fakir olduğumuzu anlarız.. Bunlarda parayla elde edilecek şeyler değillerdir...

Biz fakiriz, Rabbimizin rahmeti ise sonsuzdur.

Yani, biz sonsuz fakir ve muhtacız, Allah sonsuz Gani ve Rahim’dir.


muhabbetle..

47

18.09.2006, 00:19

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

9.Sözden devam

Beşinci Nükte: Hem tenbel ve iktidarsızdır; halbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır.

4- Hayatın ağır tekalifi neler olabilir?


Evet Hayatın yükü ağırdır..


6.sözde geçiyordu;

Alıntı

O kadar sevdiğin mal ve evlât ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve meftun olduğun gençlik ve hayat zâyi olup kaybolacak. Senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.


yine 6.sözde geçiyordu:


Alıntı

ınsan zayıftır, belâları çok; fakirdir, ihtiyacı pek ziyâde; âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdânı dâim azab içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar; ya sarhoş veya canavar eder..

Acz ve fakrın ile beraber, o pek ağır hayat yükünü zayıf beline yükleyip, zevâl ve firâk sillesi altında dâim vâveylâ edeceksindâim vâveylâ edeceksin

işte mal,mülk,evlat ,nefis,gençlik,ölüm..bunlar fani şeyler..elbette bizi bırakacıp gidecekler..ve hayatın ağır yükü olarak da karşımıza çıkıyorlar binbir elemleriyle...ancak bu elemelerden ,ağır yüklerden Allaha tevekkül ederek kurtulabiliriz..Eğer Allaha tevekkül etmezsek gerçekten taşınacak tarzda yük değil bunlar :(

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

48

18.09.2006, 00:53

evet çok doğru ıman olmazsa bütün uğraşlar boşuna gidip elemlerini, teessüflerini senin boynuna bırakıp gidiyor... iman ne büyük nimet ya Rabbi!.. Elhamdulillahi ala ni'metil iman... Allah razı olsun kardeşim...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

49

18.09.2006, 01:01

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

9.Sözden devam

Beşinci Nükte: Hem, insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir; halbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zevâl ve firâkı mütemâdiyen onu incitiyor

5- Kainatta olanlarla, kendisinin gayrıyla olan alakadarlığı nasıldır?


29.Mektubat da geçiyor;

Alıntı

"şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanin kalbi binler âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir.

ınsanın mahiyetindeki kalbi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği (gibidir)…

Elbette ve herhalde, o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş; elbette o kalp dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasita, velâyet merâtibinde zikr-i ılâhî ile tarikat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir."


Evet insan kainatla bu kadar alakadar olduğu için sevdiği şeylerden ayrılmak onu üzüyor halbu ki

17.mektup da geçiyor:

Alıntı

‘Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı, elîmâne teessürat ve meyusâne teellümâtın bir mânâsı olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de, biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem mufarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennette görüşülecektir’’


Ohalde kainatın fihriste-i camiası olan insan sevdikleriyle ebedi beraber olacağını düşünmeli..üzülmemeli..demeli ki madem bu dünya fani öleceğim ahiret alemi ise baki ebeden kalacağım o halde sevdiklerimle ebeden birlikte olayım..ama dikkat etmek lazım sevdklerimizle cehennemde olmak istermiyiz? Elbette hayır! Ohalde sevdiklerimizle cennet bahçelerinde birlikte olabilmek için firak acısıyla yanıp kavrulacağımız yerde onun yerine hakiki imanı elde edip iman hakikatlerinde yükselmek için uğraşmalıyız.

Bilmeliyizki:

‘hakiki imanı elde eden insan kainata meydan okuyabilir’

Allahu telanın emir ve yasaklarına ehemmiyet vermeliyiz.namazımızı kılmalız inşallah..Rabbimin sevgisini doldurduktan sonra bu gönüle,onun emirlerini yerine getirip,nurları okuyarak imanı kuvvetlendirdikten sonra insan huzur bulmaz mı!!! Zevalden firaktan ancak böyle kurtulur insan..

Alıntı

"Dünyaya muhabbetin ise, madem Cenâb-ı Hakkın namınadır. O vakit dünyanın dehşetli mevcudatı, sana ünsiyetli bir arkadaş hükmüne geçer. Mezraa-i âhiret cihetiyle sevdiğin için, herşeyinde âhirete fayda verecek bir sermaye, bir meyve alabilirsin. Ne musibetleri sana dehşet verir, ne zeval ve fenâsı sana sıkıntı verir. Kemâl-i rahatla o misafirhanede müddet-i ikametini geçirirsin. Yoksa, ehl-i gaflet gibi seversen, yüz defa sana söylemişiz ki, sıkıntılı, ezici, boğucu, fenâya mahkûm, neticesiz bir muhabbet içinde boğulur, gidersin."



Muhabbetle..

50

18.09.2006, 08:48

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

9.Sözden devam

Beşinci Nükte:Hem, akıl ona yüksek maksadlar ve bâkî meyveler gösteriyor; halbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı kısadır.

6- Aklın gösterdiği maksat ve meyveler neler olabilir?



akıl ile bir çok yüksek meyveleri görebiliriz. ama elimiz kısa aciziz ömrümüz yeterli değil iktidarımız kuvvetimiz az sabrımız yok.

ulaştıgımız makamlara kendi başımıza çıkamayız.. çıkmışsakda o makamlara bunu biz yapmamışızdır..

mesela;
bilim..
teknolojik yenilikler..
icadlar..
yuksek maksadlar imanı ilim hakikatleri..

akılı guzel kullanırsa ulaşabilir insan bunlara..yani o hakikatlere dahiii tamamen akıl mantıgıyla gidemezsn..mesela hidayet Allah'a mahsusdur.

Ayrıca ömrünün kısa olması başka bir alemde uzun bir hayatın olduguna işaretir


Mesnevi-i Nuriye’de diyorya:

Alıntı


Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdut, ömrünün günleri madud ve herşeyin fanidir. Eyleyse, şu kısa, fani ömrünü fani şeylere sarf etme ki, fani olmasın. Baki şeylere sarf et ki, baki kalsın.
Evet, yaşadığın ömürden dünyada göreceğin istifade ancak yüz sene olur. Bu yüz sene ömrünü yüz tane hurma çekirdeği farz edelim. Bu çekirdekler iska edilip muhafaza edilirse, ila-maşaallah semere verecek yüz tane ağaç olur. Aksi takdirde, ateşe atıp yakmaktan başka bir istifadeyi temin etmez. Kezalik, senin o yüz senelik ömrün de, şeriat suyuyla iska ve ahirete sarf edilirse, alem-i bekada ilelebed semerelerinden istifade edeceksin. Binaenaleyh, semeredar yüz tane hurma ağacını terk ve yüz tane çekirdeklerine kanaatla aldanırsa, o adam, hutameye (Cehenneme) hatab olmaya layıktır


3.Lema’da diyor:


Alıntı

Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır; Bâkî-i Hakikînin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâkîye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur.
Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır. Ve madem bu fâni ömrü bâki ömre tebdil eden bir çare var ve mânen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek.


ışte o çare budur:
Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillâh, livechillâh, lieclillâh rızası dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.

ışte baki meyveler Allah için işlediğimiz,çalıştığımız,görüştüğümüz herşey!!!!

Kardeşler Yine fikri olan aklına nurlardan konuyla alakadar biyer gelen varsa yazsın..

selametle..

52

18.09.2006, 17:30

Amin ecmain inşallah abicim..

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

53

18.09.2006, 20:34

Allah razı olsun..barekallah...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

54

20.09.2006, 23:19

Amin ecmain inşallah..

devam ediyormuyuz derse.. :?:

56

21.09.2006, 13:43

Beşinci Nükte: ınsan fıtraten gayet zayıftır; halbuki herşey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder. Hem gayet âcizdir; halbuki belâları ve düşmanları pekçoktur. Hem gayet fakirdir; halbuki ihtiyacâtı pek ziyâdedir. Hem tenbel ve iktidarsızdır; halbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır. Hem, insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir; halbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zevâl ve firâkı mütemâdiyen onu incitiyor. Hem, akıl ona yüksek maksadlar ve bâkî meyveler gösteriyor; halbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı kısadır.
-----
Bu kısmı işledik, bunun hemen ardından şu paragraf var:
----
ışte bu vaziyette bir ruh, fecir zamanında bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin dergâhına niyaz ile, namaz ile mürâcaat edip arz-ı hal etmek, tevfîk ve meded istemek ne kadar elzem ve peşindeki gündüz âleminde başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzumlu bir nokta-i istinad olduğu bedâheten anlaşılır.
----
Sonra vakitlerin bize hatırlattıklarını anlatıyor Üstad.
----
Ve zuhr (öğlen namazı ) zamanında-ki o zaman-gündüzün kemâli ve zevâle meyli ve yevmî işlerin âvân-ı tekemmülü ve meşâgilin tazyikinden muvakkat bir istirahat zamanı ve fânî dünyanın bekâsız ve ağır işlerin verdiği gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vakti ve in'âmât-ı ılâhiyenin tezâhür ettiği bir andır. Ruh-u beşer o tazyikten kurtulup, o gafletten sıyrılıp, o mânâsız ve bekâsız şeylerden çıkıp, Kayyûm-u Bâkî olan Mün'im-i Hakikînin dergâhına gidip el bağlayarak, yekûn nimetlerine şükür ve hamd edip ve istiâne etmek ve celâl ve azametine karşı rükû ile aczini izhâr etmek ve kemâl-i bîzevâline ve cemâl-i bîmisâline karşı secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân etmek demek olan zuhr namazını kılmak ne kadar güzel, ne kadar hoş, ne kadar lâzım ve münâsip olduğunu anlamayan insan, insan değil.

Asr (ikindi namazı) vaktinde - ki, o vakit - hem güz mevsim-i hazinânesini ve ihtiyarlık hâlet-i mahzunânesini ve âhirzaman mevsim-i elîmânesini andırır ve hatırlattırır; hem yevmî işlerin neticelenmesi zamanı, hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selâmet ve hayırlı hizmet gibi niâm-ı ılâhiyenin bir yekûn-u azîm teşkil ettiği zamanı, hem o koca güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle insan bir misafir memur ve herşey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamânıdır.

şimdi, ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ihsana karşı perestiş eden ve firâktan müteellim olan ruh-u insan, kalkıp, abdest alıp, şu asr vaktinde ikindi namazını kılmak için Kadîm-i Bâkî ve Kayyûm-u Sermedînin dergâh-ı Samedâniyesine arz-ı münâcât ederek; zevâlsiz ve nihayetsiz rahmetinin iltifatına ilticâ edip, hesabsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek; izzet-i Rubûbiyetine karşı zelilâne rükûa gidip, sermediyet-i Ulûhiyetine karşı mahviyetkârâne secde ederek; hakiki bir teselli, bir rahat-ı ruh bulup, huzur-u kibriyâsında kemerbeste-i ubûdiyet olmak demek olan asr namazını kılmak ne kadar ulvî bir vazife, ne kadar münâsip bir hizmet, ne kadar yerinde bir borc-u fıtrat edâ etmek; belki gayet hoş bir saadet elde etmek olduğunu, insan olan anlar.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

57

21.09.2006, 19:50

bence bunu okuyupta namaza istek duymayan insan, ,insan değil.....üstad ne güzel anlatmış...
cezakallahu hayr...said kardeş...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

58

22.09.2006, 12:32

Allah hepinizden razı olsun inşallah. Okuyoruz ve faydalanıyoruz.
"Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yâr et bize erdirdiklerini"

59

22.09.2006, 16:02

Devam edelim inşa'Allah...
----

Mağrib (akşam namazı) vaktinde - ki, o zaman - hem kışın başlamasından, yaz ve güz âleminin nâzenin ve güzel mahlûkatının vedâ-i hazinânesi içinde gurûb etmesinin zamanını andırır. Hem, insanın, vefâtıyla bütün sevdiklerinden bir firâk-ı elîmâne içinde ayrılıp kabre girmek zamanını hatırlatır. Hem, dünyanın, zelzele-i sekerât içinde vefâtıyla, bütün sekenesi, başka âlemlere göçmesi ve bu dâr-ı imtihan lâmbasının söndürülmesi zamanını andırır, hatırlatır. Ve zevâlde gurûb eden mahbublara perestiş edenleri şiddetle ikaz eder bir zamandır.

ışte, akşam namazı için böyle bir vakitte, fıtraten bir cemâl-i bâkîye âyine-i müştak olan ruh-u beşer, şu azîm işleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdil eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâkî-i Lâyezâlin Arş-ı Azametine yüzünü çevirip, bu fânîlerin üstünde Allahu Ekber -1- deyip, onlardan ellerini çekip, hizmet-i Mevlâ için el bağlayıp, Dâim-i Bâkînin huzurunda kıyam edip; Elhamdulillah -2- demekle kusursuz kemâline, misilsiz cemâline, nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü senâ edip;

-3- اِيّاكَ نَعْبُدُ وَاِيّاكَ نَسْتَعِين&#161 5; demekle muînsiz Rubûbiyetine, şeriksiz Ulûhiyetine, vezirsiz saltanatına karşı arz-ı ubûdiyet ve istiâne etmek;

hem nihayetsiz kibriyâsına, hadsiz kudretine ve âcizsiz izzetine karşı rükûa gidip, bütün kâinatla beraber zaaf ve aczini, fakr ve zilletini izhâr etmekle -4- سُبْحَانَ رَبّىَ الْعَظِيمِ deyip, Rabb-i Azîmini tesbih edip; hem zevâlsiz cemâl-i Zâtına, tegayyürsüz sıfât-ı kudsiyesine, tebeddülsüz kemâl-i sermediyetine karşı secde edip, hayret ve mahviyet içinde terk-i mâsivâ ile muhabbet ve ubûdiyetini ilân edip, hem bütün fânîlere bedel bir Cemîl-i Bâkî, bir Rahîm-i Sermedî bulup, -5- سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلَى demekle zevâlden münezzeh, kusurdan müberrâ Rabb-i Âlâsını takdîs etmek; sonra teşehhüd edip, oturup bütün mahlûkatın tahiyyât-ı mübârekelerini ve salâvât-ı tayyibelerini kendi hesâbına o Cemîl-i Lemyezel ve Celîl-i Lâyezâle hediye edip ve Resûl-i Ekremine selâm etmekle bîatını tecdid ve evâmirine itaatini izhâr edip ve imânını tecdid ile tenvir etmek için şu kasr-ı kâinatın intizam-ı hakîmânesini müşâhede edip Sâni-i Zülcelâlin vahdâniyetine şehâdet etmek;

Hem, saltanat-ı Rubûbiyetin dellâlı ve mübelliğ-i marziyâtı ve kitâb-ı kâinatın tercüman-ı âyâtı olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın risâletine şehâdet etmek demek olan mağrib namazını kılmak ne kadar latîf, nazîf bir vazife, ne kadar azîz, leziz bir hizmet, ne kadar hoş ve güzel bir ubûdiyet, ne kadar ciddî bir hakikat ve bu fânî misafirhânede bâkiyâne bir sohbet ve dâimâne bir saadet olduğunu anlamayan adam, nasıl adam olabilir?



Not: ışte bu vaziyette bir ruh diyor, orada fecir zamanının başına sabah namazı vakti yazmam gerekiyordu, ihmal etmişim.

şimdi size bir soru, özet olarak, bir veya birkaç cümle içinde anlatın, sabah, öğlen, ikindi, akşam namazları neyi hatırlatıyor.

Meselâ sabah namazında, insan beşinci nüktedeki zayıflıklarını bilerek ve eksikliğini hissederek, dergah-ı ılahiye el açıyor ve o günkü işlerinde hayır ve bereket ve hidayet ve nusret için medet istiyor.

Ya şu ana kadar işlediğimiz diğer 3 vakit, özet olarak ne anlıyorsunuz?

60

22.09.2006, 20:27

Zuhr zamanı (öğle namazı vakti): Öğle vakti günlük işlerin en çok olduğu vakittir. Bu vakitte insan bu yoğun ve fani olan günlük işlerinden sıyrılıp Yaradan’ına iltica ediyor.

Asr vakti ( ikindi namazı vakti): ıkindi vakti güneşin kaybolmaya başladığı vakittir. Bununla birlikte insan bu fani dünyada misafir olduğunu ve her şeyin geçici olduğunu anlıyor ve bundan dolayı insan kendisinin de fani olduğunu anlayarak Rabb’ine sığınma ihtiyacı hissediyor.

Mağrib vakti ( akşam namazı vakti): Akşam vakti insanın vefatını ve sevdiklerinden ayrılmasını, kıyametin kopmasını ve bu dünyadaki her şeyin başka elemlere göçmesini ve imtihanın bitişini hatırlatıyor. Ve bu şekilde fani olanlara aşık olanlar ikaz ediliyor, onların geçici olduğu bildiriliyor. Bunu anlayan insan Rabb’ine iltica ediyor.

Az hata yapmamak için elimden geldiğince az yazmaya çalıştım. ınşallah yanlış anlamamışımdır. ılk okumada ancak bu kadar anlayabildim. Zamanla daha çok istifade ederim inş. Yanlışım varsa söyleyin lüften düzeltirim inş.

Sorunuz aşağıdaki yazıda kırmızı ile yazılan kısımı anlamadığımı anlamamı sağladı. Açıklarsanız sevinirim. Burda zuhr vakti hem gençliğin kemaline benzetiliyor, hem de insanın dünya ömrü içindeki yaratılışına bu bağlantıyı anlamadım.

Zuhr zamanı ise yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder. Ve onlardaki tecelliyât-ı rahmeti ve füyüzât-ı nimeti hatırlatır.


Selam ve dua ile.....
"Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yâr et bize erdirdiklerini"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir