Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

1

09.08.2006, 15:58

ahsen-i takvim sırrı nedir?

tin süresinde geçen insanın ahseni takvimde yaratılması ve sonra esfel-i safiline döndürülmesi hakkında neler düşünüyorsunuz?

1. ahsen-i takvim sözcüğün ne anlamalıyız risale-i nurda nasıl geçiyor bu konu?
2.insan nasıl ahsen-i takvim süretinde yaratılmıştır? buradan insanın doğuşunda aslında tertemiz ve bütün latifeleri,istidatları mükemmel olduğu sonradan insanın su-i ihtiyarıyla esfel-i safilin tarafına gittiğini mi anlamalıyız?
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

2

09.08.2006, 23:30

Tin sûresi 4. ayette insanın ahsen-i takvimde yaratıldığı ifade edilir. Takvim kelimesi kıvamla aynı köktendir. Yani insan en güzel kıvamda yaratılmıştır. Bilindiği gibi sözgelimi, bir yemeğin güzelliği onu meydana getiren malzemelerin uygun kıvamda olmasıyla gerçekleşir. Onun gibi insandaki her bir aza ve cihaz olması gereken ideal kıvamda yaratılmıştır. Mesela, göz en uygun yere yerleştirilmiştir. Bazı şeyleri görür, ama her şeyi göremez. Her şeyi görememesi de ayrı bir güzelliktir. Kendisine baktığımız bir insanın iç azalarını da görsek herhalde rahatsız oluruz. Misaller çoğaltılabilir.

Bu konuda hatıra gelen başka bir cihet te şudur: Kâinat insanla kıvamını bulur. şu kâinatta her şey şu şekliyle olsa, ama insan olmasa, kâinat nakıs kalır, kemalini bulmazdı. Çünkü insan şu büyük kâinat kitabının en anlayışlı mütalaacısıdır.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

3

09.08.2006, 23:36

Ahsen-i takvîm, “kıvama koymanın, biçimlendirmenin, mânen ve maddeten doğrultmanın en güzeli” demetir.

Alâ-yi illiyyücelerin en yücesi; en ileri nokta.; cennetteki üstün makam”, esfel-i sâfilîn ise “aşağıların aşağısı, sefillerin en sefili, cehennemin en yîn; “derin azap mahalli” şeklinde tarif edilmiş.

Âlemlerin Rabbi,Tin Sûresi, 4. ayet-i kerime de: “Muhakkak biz insanı ahsen-i takvîmde yarattık” buyuruyor. Ve insan, bu üstün yaratılışıyla, nice güzelliklerin tohumunu saklıyor. Anlamağa, inanmağa, amel etmeğe, sevmeğe, şefkat etmeğe, feyz almağa aday.

Peygamberlik bu ulvî mahiyetten çıkıyor. Evliya, asfiya bu mahiyetin meyveleri. Âlimler, ârifler, muttakiler, sâlihler, cömert simalar, âdil hükümdarlar hep bu ulvî mahiyetin değişik sahalardaki farklı meyveleri.

Yine Nur Külliyatında, “küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder” denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki, insan ahsen-i takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş.

Buna göre,

Ahsen-i takvim, “ömür sayfasına en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”
Alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.”

Esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşüdür,” diyebiliriz.

Nur Külliyatında insanın iman nuruyla alâ-yı illiyîne çıkacağı, küfür zulmetiyle de esfel-i safilîne düşeceği kaydedilir. O halde, insan bu iki makama da bu dünyada eriyor yahut düşüyor. Dünya ahiretin tarlası olduğu için de, ahirette de buna göre cennetin en yüce mertebelerine çıkıyor, yahut cehennemin en derinliklerine iniyor.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

4

09.08.2006, 23:53

Kainatta ozaman hiçbirşey çirkin değildir.
Ya bizzat güzeldir,ya mana itibariyle güzeldir ya da netice itibariyle..
Yeterki bakmasını bilelim...

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

5

10.08.2006, 00:03

ellerine sağlık güzel yazılar aktarmışsın... 23. söz esfel-i safilin ve ahsen-i takvim sırlarını aslında bir derece gösteriyor. yani o yolları tarif ediyor bir bakıma... ikisinin dayandığı nokta aslında iman ve küfür... üstadın insanı çekirdeğe benzetmesi de mükemmel bir tarif... yani eğer o çekirdek programına uyarsa ila-maşAallah bir ağaç olup ahirette semere verecektir...eğer toprak altında bazı mevadd-ı muzarrayı kendine celbe çalışsa esfel-i safiline gidecektir... iman-küfür müvazeneleri...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

6

10.08.2006, 10:06

Kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir.

''Pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir."
(Sözler)

Hüsn-ü bizzat; “zâtında güzel olan,” “güzelliği bir başka şeye nispetle olmayan.” demektir.

Hüsn-ü bilgayr ise “görünürde çirkin, fakat neticesi güzel ve hayırlı olan.” manasına gelir. ıman, bizzat güzeldir; hiç küfür olmasa da iman yine güzeldir. Bu güzellik küfre nispetle değildir.

Takva ve salih amel de bizzat güzeldirler. Diğer insanların bu güzellikten nasip almaları yahut almamaları fark etmez. Onların güzellikleri ne ise yine odur. ılim de bizzat güzeldir. Herkesin âlim olması hâlinde, bir kimsedeki ilmin güzelliğinde bir noksanlaşma olacağı düşünülemez.

ıstikamet, itidâl, şefkat, merhamet, adalet, tevazu, cömertlik gibi güzel ahlâkın bütün şubeleri de bizzat güzeldirler.

Bazı hadiseler ise görünürde şer ve çirkin telâkki edilirler. Ama onların arkalarında nice gizli güzellikler saklıdır. ışte bu ikinci tip güzelliklere hüsn-ü bilgayr denilir. Meselâ, hayatın bizzat güzel olmasına karşılık ölüm, hüsn-ü bilgayrdır. ıman ehli için, ölüm; “cennet bahçelerinden bir bahçe” olmakla dünya güzelliklerini gölgede bırakan bir güzelliğe sahiptir. Keza, sıhhat bizzat güzel olmakla birlikte hastalıklar netice itibariyle güzeldirler. Zira, hastalık insanı günahlardan temizler, derecesini artırır ve insan için ebedî bir sermaye olur.

Nur Külliyatından ince bir hikmet ve ibret dersi:


“Pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.” (Sözler)


Demek oluyor ki, hiç çile çekmeden, hiçbir zahmete katlanmadan, hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadan geçen bir ömür, düz bir çizgiyi andırır ve ondan hiçbir mânâ çıkmaz.

Çizgiyi yazı yapan o eğri büğrüler, o iniş çıkışlardır.

7

11.08.2006, 13:39

Alıntı sahibi ""insirah""


Nur Külliyatında insanın iman nuruyla alâ-yı illiyîne çıkacağı, küfür zulmetiyle de esfel-i safilîne düşeceği kaydedilir. O halde, insan bu iki makama da bu dünyada eriyor yahut düşüyor. Dünya ahiretin tarlası olduğu için de, ahirette de buna göre cennetin en yüce mertebelerine çıkıyor, yahut cehennemin en derinliklerine iniyor.





Ewet ümit ve ümitsizlik arası..
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

8

11.08.2006, 18:44

Alıntı sahibi ""insirah""


Ahsen-i takvim, “ömür sayfasına en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”
Alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.”

Esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşüdür,” diyebiliriz.


bugüne kadar rastladığım en beliğ ifade,
şekil ve süslü kelimeler olarak değil,

bu meseleyi anlayacak olana bu kadar kısa bir şekilde anlatabildiği için,,

Allah razı olsun bacım...
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

9

11.08.2006, 20:22

Bizler hep güzel-çirkin diyerek algılıyoruz bu olaya.
ınsan kulluk kapasitesi olarak en yüksek seviyede yaratılmıştır.Bizler bize verillen cihazları kullanmaya bilmediğimiz için,kabiliyetlerimiz hakkıyla inkişaf edemiyor.
Gözlerimizi haramdan korumadıkça ve diğer azalarımızın hakkını yerine getirmedikçe-6.söz bu konuda yardımcı olacaktır.Azalarımızı nasıl kullanmamız gerektiğini-Alayi iliyyine çıkamayız.
Her insan ama herr insan Miraç'a çıkabilecek kapasitede yaratılmıştır...

10

11.08.2006, 21:04

.....

Sükut lazım. Maaşallah kardeşime. Sevinç duyuyorum sizleri böyle görünce.
Rabbim Nurlardan ayırmasın.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

11

13.08.2006, 20:32

ınsan noksan oldugu halde nasıl ahsen-i t.yaratılmış?

ınsanın çok yönlerden noksanı olduğunu görüyoruz. Eksikleri olan bir varlığın Ahsen-i takvimde ”en güzel kıvamda yaratılmış olmasını“ nasıl yorumlayabiliriz?

ınsan yaratılışı itibariyle, Allah’a iman ve Onu tanıma konusunda en cami bir mahiyete sahiptir. ınsan Penceresinde insanın üç cihetle esma-i ılahiyeye ayna olduğu ifade edilir. Bunlardan birisi de zıddiyet itibariyledir. Soruda geçen noksanlıklar bu noktada insan için büyük bir marifet hazinesidir. ınsan sonsuz acziyle Allah’ın sonsuz kudretine, sonsuz fakrıyla Onun sonsuz zenginliğine ayna olduğu gibi, noksanlıklarıyla da Allah’ın kemaline ayna olur. Diğer iki cihet de nazara alındığında insanın ahsen-i akvim üzere yaratıldığı daha iyi anlaşılır.


şu da var ki, güzelliği kendi kıstasları içinde ele almak gerekir.
Üstadın 4. şuada belirttiği gibi



"Her şeyin hüsnü kendine göredir, hem binler tarzda bulunur."


şu dünya şartlarında imtihan edilen bu insanın mevcut yaratılışı bu mahiyete en uygun şeklidir. Ama cennete gittiğinde durumu oranın şartlarına göre en güzel olacaktır.

Nur Külliyatında, özellikle 23.Sözde insanın yaratılışıyla ilgili bütün tespitler birden nazara alındığında ahen-i takvim manası çok iyi anlaşılır.

Örnek olarak Mektubattan bir parça nakledelim:


“Cenâb-ı Hak kemal-i kudretiyle nasıl bir tek şeyden çok şeyleri yapıyor, çok vazifeleri gördürüyor, bir sahifede bin kitabı yazıyor. Öyle de insanı, pek çok enva' yerinde bir nev-i câmi' halketmiş. Yani, bütün enva'-ı hayvanatın muhtelif derecatı kadar, birtek nev' olan insan ile, o vezaifi gördürmek irade etmiş ki; insanların kuvalarına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış; fıtrî bir kayıd koymamış, serbest bırakmış. Sair hayvanatın kuvaları ve hissiyatları mahduddur, fıtrî bir kayıd altındadır. Halbuki insanın her kuvası, hadsiz bir mesafede cevelan eder gibi, gayr-ı mütenahî canibine gider. Çünki insan, Hâlık-ı Kâinat'ın esmâsının nihayetsiz tecellilerine bir âyine olduğu için, kuvalarına nihayetsiz bir istidad verilmiş. Meselâ insan hırs ile, bütün dünya ona verilse هَلْ مِنْ مَزِيدٍ diyecek. Hem hodgâmlığıyla, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder. Ve hâkeza... Ahlâk-ı seyyiede hadsiz derecede inkişafları olduğu ve Nemrudlar ve Firavunlar derecesine kadar gittikleri ve sîga-i mübalağa ile zalûm olduğu gibi, ahlâk-ı hasenede dahi hadsiz bir terakkiyata mazhar olur, enbiya ve sıddıkîn derecesine terakki eder.”



Mektubat, 26. Mektup

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir