Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm hakkında:
وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ االْقِطْرِ âyetleri işaret ediyorlar ki: Telyin-i hadid, en büyük bir ni’met-i ılâhiyyedir ki; büyük bir peygamberinin fazlını, onunla gösteriyor. Evet telyin-i hadid, yâni demiri hamur gibi yumuşatmak ve nühası eritmek ve mâdenleri bulmak, çıkarmak; bütün maddî sanayi-i beşeriyyenin aslı ve anasıdır ve esası ve madenidir. ışte şu âyet işaret ediyor ki: “Büyük bir resule, büyük bir halife-i zemine, büyük bir mu'cize sûretinde, büyük bir ni’met olarak; telyin-i hadiddir ve demiri hamur gibi yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser sanayi-i umumiyyeye medâr olmaktır.” Mâdem bir resule, hem halife yâni hem mânevî hem maddî bir hâkime, lisanına hikmet ve eline san'at vermiş. Lisanındaki hikmete sarihan teşvik eder. Elbette elindeki san'ata dahi tergib işareti var. Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle mânen diyor:
“Ey benî-Âdem! Evâmir-i teklifiyyeme itâat eden bir abdimin lisanına ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki; Herşeyi kemâl-i vuzuh ile fasledip hakikatını gösteriyor ve eline de öyle bir san'at verdim ki; elinde bal-mumu gibi demiri her şekle çevirir. Halifelik ve pâdişahlığına mühim kuvvet elde eder. Mâdem bu mümkündür, veriliyor. Hem ehemmiyetlidir. Hem hayat-ı içtimâiyyenizde ona çok muhtaçsınız. Siz de evâmir-i tekviniyyeme itâat etseniz, o hikmet ve o san'at size de verilebilir. Mürur-u zamanla yetişir ve yanaşabilirsiniz.” ışte beşerin san'at cihetinde en ileri gitmesi ve maddî kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi; telyin-i hadîd iledir ve izabe-i nühas iledir. Âyette nühas, “kıtr” ile tâbir edilmiş. şu âyetler, umum nev'-i beşerin nazarını şu hakikate çeviriyor ve şu hakikatın ne kadar ehemmiyetli olduğunu takdir etmeyen eski zaman insânlarına ve şimdiki tenbellerine şiddetle ihtar ediyor...
Hem meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm taht-ı Belkîs'i yanına celbetmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hâzır ederim” olan hâdise-i hârikaya delâlet eden şu âyet:
قَالَ الَّذِى عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ اْلكِتَابِ اَنَا اَتِيكَ بِهِ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَاَهُ مُسْتَقِرّ¡ 1;ا عِنْدَهُ
ilâ âhir... ışaret ediyor ki: Uzak mesâfelerden eşyayı aynen veya sûreten ihzâr etmek mümkündür. Hem vâkidir ki; Risâletiyle beraber saltanatla müşerref olan Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, hem mâsûmiyetine, hem de adâletine medâr olmak için pek geniş olan aktar-ı memleketine bizzât zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvâlini görmek ve dertlerini işitmek; bir mu'cize sûretinde Cenâb-ı Hak ihsan etmiştir. Demek, Cenâb-ı Hakka itimad edip Süleyman Aleyhisselâm'ın lisan-ı ismetiyle istediği gibi, o da lisan-ı istidadıyla Cenâb-ı Hak'tan istese ve kavanin-i âdetine ve inâyetine tevfîk-i hareket etse; ona dünya, bir şehir hükmüne geçebilir. Demek taht-ı Belkıs Yemen'de iken, şam'da aynıyla veyahut sûretiyle hâzır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların sûretleri ile beraber sesleri de işitilmiştir. ışte uzak mesâfede, celb-i sûrete ve savta haşmetli bir sûrette işaret ediyor ve mânen diyor:
“Ey ehl-i saltanat! Adâlet-i tâmme yapmak isterseniz; Süleymanvari, rûy-i zemini etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız. Çünki bir hâkim-i adâlet-pîşe, bir pâdişah-ı raiyet-perver; aktâr-ı memleketine, her istediği vakit muttali olmak derecesine çıkmakla mes'uliyyet-i mânevîyyeden kurtulur veya tam adâlet yapabilir.” Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle mânen diyor ki: “Ey benî-Âdem! Bir abdime geniş bir mülk ve o geniş mülkünde adâlet -i tâmme yapmak için; ahvâl ve vukuat-ı zemine bizzât ıttıla veriyorum ve mâdem herbir insâna fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette o kabiliyete göre rûy-i zemini görecek ve bakacak, anlayacak istidâdını dahi vermesini, hikmetim iktiza ettiğinden vermişim. şahsen o noktaya yetişmezse de, nev'an yetişebilir. Maddeten erişemezse de, ehl-i velâyet misillü, mânen erişebilir. Öyle ise, şu azîm ni’metten istifâde edebilirsiniz. Haydi göreyim sizi, vazife-i ubûdiyyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, rûy-i zemini, her tarafı herbirinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.
هُوَ الَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا فِى مَنَاكِبِه¡ 4;ا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ 'deki ferman-ı Rahmânîyi dinleyiniz.” ışte beşerin nâzik san'atlarından olan celb-i sûret ve savtların çok ilerisindeki nihayet hududunu şu âyet, remzen gösteriyor ve teşviki işmam ediyor.
Hem meselâ: Yine Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervâh-ı habiseyi teshîr edip, şerlerini men ve umûr-u nafiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler: مُقَرَّنِينَ فِى اْلاَصْفَادِ ilâ âhir... وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذَلِكَ ilâ âhir... âyetiyle diyor ki: Yerin, insândan sonra, zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insâna hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenâb-ı Hakk'ın evâmirine musahhar olan bir abdine, onları musahhar etmiştir. Cenâb-ı Hak mânen şu âyetin lisan-ı remziyle der ki: “Ey insân! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime musahhar olsan, çok mevcûdât, hattâ cin ve şeytan dahi sana musahhar olabilirler.”
ışte beşerin, san'at ve fennin imtizâcından süzülen, maddî ve mânevî fevkalâde hassasiyetinden tezâhür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli sûretlerini tâyin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi; bâzan kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervâh-ı habîseye musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımat-ı Kur'aniyye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.