Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

10.07.2010, 12:54

Ruhaniyat Nasıl Makluktur

Süleyman
KÖSMENE




Semayı şenlendiren sakinler













A+ | A-




İbrahim Bey: “Üstad Hazretleri semâyı şenlendiren Melekler ve
Rûhâniyât olduğunu buyuruyor. Bu ruhaniyat dediği bizim dünyaya
gelmeden intizar salonu denilen yerde bekleyen ruhlarımız mıdır? Yoksa
bizim ruhlarımız haricinde, ruhanî diye isimlendirilen Allah’ın başka
mahlûkatı mıdır?”

Meleklere iman, İslâmiyet’in iman esaslarından ikincisidir.
Yerler ve gökler meleklerle doludur. Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin
ifadesiyle; yeryüzünün küçüklüğüyle birlikte hayat ve şuur sahibi
mahlûklarla cıvıl cıvıl doldurulmuş adeta bir hayvanlar mahşeri
hüviyetinde olması, ulvî ve yüksek burçlar sahibi olan gökyüzünün de
hayat, şuur ve idrak sahibi mahlûklarla dolu olduğunu bize gösteriyor.

Üstad Hazretlerine göre, adına ister melâikeler diyelim, ister
ruhaniler diyelim; o şuur, idrak ve hayat sahibi mahlûklar, insanlar ve
cinler gibi şu âlem sarayının seyircileri, okuyucuları ve Rubûbiyet
saltanatının dellâllarıdırlar. Çünkü kâinat denilen bu âlem sarayı had
ve hesaba gelmeyen güzellikler, süslemeler ve nakışlarla donatılmıştır.
Böyle bir kâinat; mütefekkir, takdir edici ve kadir kıymet bilen
varlıklar tarafından sonsuz şekilde tefekkür edilmeye lâyıktır. Öyle ya,
güzellik elbette âşık ister. Yemek de aç olana verilir.

İnsanlarla cinler ise bu sonsuz vazifenin, şu görkemli tefekkürün
ve bu geniş ibadetin hakkını verememekte; milyondan ancak birisini
yapabilmektedirler. Demek bu sonsuz ve çeşitli vazifelere ve ibadetlere
sonsuz melâike nevîleri ve ruhanî sınıfları lâzımdır. Nitekim yıldızlar,
gezegenler ve gök taşlarından, tâ yağmur damlalarına kadar bütün
varlıklar, çeşit çeşit melâikenin ve ruhanî mahlûkların bineği ve
meskenidirler. Onlar bu bineklere Allah’ın izniyle binerler ve şehâdet
âlemini seyredip gezerler. Yeşil kuşlar ve Cennet kuşlarından sineklere
kadar her bir hayvan, cins cins ruhanî varlıkların tayyareleridirler.
Onlar bunların içinde Allah’ın emri ve izni ile cismanî âlemleri
gezerler, o cesetlerdeki duyguların pencereleriyle cismanî fıtrat
mu'cizelerini izlerler ve tefekkür ederler.

Öyleyse anlaşılmalıdır ki, şu yeryüzünün karanlık toprağından ve
bulanık suyundan, hiç durmadan letafetli hayatı ve nurlu idrak sahibi
mahlûkları yaratan Hâlık Teâlâ’nın, elbette ruha ve hayata münasip
göklerdeki şu ışık denizinden ve şu karanlık okyanusundan, çok muhtelif
şuur sahibi varlıkları vardır; hem çok yoğun biçimde vardır. Gökler,
burçlarına, yıldızlarına ve peyklerine varıncaya kadar şuur sahibi,
hayat sahibi ve ruh sahibi mahlûklarla doludur.1

Göklerin ve yerlerin meleklerle dolu olduğunu Peygamber
Efendimizden (asm) dinleyelim: “Ben sizin görmediklerinizi görüyorum,
işitmediklerinizi işitiyorum. Gökyüzü gıcırdadı! Gıcırdamak onun
hakkıdır! Çünkü gökyüzünde dört parmaklık bir yer yoktur ki, bir melek
alnını koyarak orada secdeye kapanmamış olsun!” 2

Cisimlerin muhtelif cinsleri ve karakterleri gibi, cinlerin,
meleklerin ve ruhanî varlıkların da çok farklı cinslerden olduklarını ve
çok değişik karakterler sergilediklerini beyan eden Bedîüzzaman
Hazretleri, meselâ bir damla yağmura bakan meleğin, güneşte görevli
melek cinsinden olmadığını kaydeder. Hazret-i Üstad, ateşten, ışıktan,
nurdan, nardan, zulmetten, karanlıktan, havadan, sudan, sesten,
kokulardan, esirden, elektrikten ve sair lâtif ve akıcı maddelerden
yaratılmış olan hayat, şuur ve ruh sahibi mahlûkları Kur’ân’ın,
“melâike, cin ve ruhanî” olarak adlandırdığını bildirir. 3

İnsanın dünyaya gelmezden önce sonsuzluk tarafında zerreler
âleminde ruhlar veya zerreler halinde yaratıldığı ve Cenâb-ı Hakkın
“Elestü birabbiküm?” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sorusuna muhatap
olduğunu ve “Belâ!” (Evet; Rabbimizsin yâ Rabbi!) diye cevap verdiğini
bize Kur’ân söylüyor. 4 Yolculuğuna ruhlar âleminden başlayan insan
ruhunun, 5 dünya hayatından sonra uğradığı ve mahşer için bir bekleme
salonu hükmünde olan berzah âleminde -eğer sâlih ruhlardan ise- Allah’ın
izniyle göklerde ve yıldızlarda gezdiği de doğrudur. 6 Diğer taraftan
Kur’ân’da Hazret-i Cebrâil’in (as) bazen “ruh”, 7 bazen “rûhu’l-emin” 8
ve bazen “rûhu’l-kudüs” 9 sıfatlarıyla anıldığı da bir gerçektir.

Binaenaleyh, “ruhaniyet” tabirinden yalnız insanların ruhlarını
değil; insanlarla birlikte dumansız ateşten, ışıktan, nurdan,
karanlıktan, sesten, kokulardan, elektrikten, havadan, esirden ve
bilmediğimiz akıcı ve hoş maddelerden yaratılan ve cismanî olmayan
mahlûkları anlıyoruz. Bu kavramın içine insan ruhu girebileceği gibi,
muhtelif cinsleriyle melekler ve cinler de girmektedirler.

Dipnotlar

1. Sözler, s. 162, 163, 467, 469.

2. Tirmizî, Zühd, 7.

3. Sözler, s. 469.

4. A’râf Sûresi, 7/172 (Tefsîri için bakınız: Sözler, s. 105);

5. Sözler, s. 35.

6. Lem’alar, s. 230.

7. Kadr Sûresi, 97/4.

8. Şuarâ Sûresi, 26/193.

9. Nahl Sûresi, 16/102.


10.07.2010


Bu konuyu değerlendir