Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

1

25.08.2009, 09:56

İştirak-i a’mâl-i uhrevî üzerine

“Risâle-i Nûr’un mesleğinde iştirâk-i amâl-i uhrevî düsturu var. Bu düsturu biraz açar mısınız? Yani tanımadığımız Nur hizmetindeki kardeşlerimizin de sevaplarından hissedâr olabiliyor muyuz? Üstad; ‘herkes derecesine göre hissedâr olur’ diyor... Burada ‘derecesi’ ne demek? Meselâ, Emirdağ Lâhikasında Ali Osman’ın yazdığı kitapları başka vilâyetlere vermesinden dolayı ona daha geniş sahada sevap kazandıracağını söylüyor. Burada ben şunu anlıyorum: ‘Demek, sevabına hissedâr olacağımız şahıslar tanıdık olacaklar ve bizim mahsulümüz olacak.’ Ne dersiniz?”

İnsanlar zor işleri hep ortaklık yoluyla, el birliğiyle, omuz omuza vermek ve güç birliği meydana getirmek sûretiyle aşmışlardır. Atalarımızın, “Bir elin nesi var? İki elin sesi var!” sözüyle vecîz şekilde ifâde ettiği hakîkat, dünya işlerinde de, âhiret işlerinde de hep geçerli akçemiz olmuştur. Dünya için üç beş kişi bir araya gelip güç birliği yapıyorlar; bir ticâret veya iş ortaklığı kuruyorlar. İşin yürütülmesinden, kazancına ve kârına kadar ortak oluyorlar. Ticârî ortaklık bereket için de önemli bir duâ hükmüne geçiyor ki, genelde büyüme ile, yükselme ile, yüksek kârlarla neticeleniyor.

Âhiret işlerini yürütmek için de pekâlâ ortaklık kurulabilir ve bir çok bâdire, bir çok zorluk, bir çok sıkıntı el birliği ile, güç birliği ile, omuz omuza vermek sûretiyle aşılabilir. Üstelik âhiret işlerinde sevap ve ücret verme makâmı doğrudan Cenâb-ı Allah olduğundan, Onun Samedâniyetinin, istiğnâsının, zenginliğinin, ikramının, rahmetinin ve cömertliğinin bir gereği olarak; ortakların tamamının sevabı, ortaklardan her birisine eksiksiz gider; sevaplar ortak sayısına bölünmez, bilâkis ortak sayısı kadar katlanır ve yekûn sevap tamamına ödenir. Buna Üstad Bedîüzzaman Hazretleri bir mum etrafında birer boy aynasıyla duran insanların aldığı eksiksiz ve tam ışık misâli ile açıklık getirir. Işık nur olduğundan bölünme ve parçalanma olmaz ve her birisinin aynası tam bir mum ışığına sahip olur. Allah’ın feyzi, rızâsı, rahmeti, sevabı ve bereketi de ışık gibidir. Bütün ortaklara eksiksiz gider. Omuz vuranların hepsini eşit olarak ihyâ eder.1

Fakat herkesin, aynasının rengi, parlaklığı, kırıklığı, netliği veya körlüğü gibi özelliklerine göre derece derece ışık alacağı malûmdur. Yani ışık hepsini birden eşit olarak kucaklar; ama her ayna kendisine gelen ışığı kendi kabiliyetine göre alır. Eğer sırrı bozulmuşsa ışığı içinde pek fazla tutamaz; gelen ışık geçer gider.2

Nasıl Cennette de herkes bir yandan sevdiği ile berâber olurken, aynı zamanda derecesine uygun bir makâmda da bulunur. Yani herkesin farklı makamlarda bulunuşu, bir arada bulunmalarına ve Cennetin saadetinden ve lezzetinden muhtelif derecelerde istifade etmelerine mâni olmaz. Bedîüzzaman Hazretleri, bunun için de, bir bahçe içindeki dostlar misâlini hatırlatır. Nasıl bir güzel bahçe içinde bir araya gelen dostlar, farklı kabiliyetlerine ve yeteneklerine göre bahçeden farklı zevk ve lezzet alabiliyorlar. Meselâ, güzel san'atlardan anlayan dost yaprakların, çiçeklerin ve topyekûn bitkilerin güzel yaratılışlarından; musîkîden anlayan dost kuş cıvıltılarının veya su şırıltılarının âhenginden; resimden anlayan dost tabiâtın renk cümbüşü içindeki uyumundan... vs. anlıyor ve farklı derecelerde zevk almaları mümkün olduğu halde bir arada bulunabiliyorlar.3

Üstad Hazretlerinin kaydettiği, “derecesine göre hissedâr olur” hakîkatini bu misaller ışığında değerlendirmemiz mümkündür. Risâle-i Nûr hizmeti zaten uhrevî amellerde kurulan bir mânevî ortaklık esasına dayanır. Bu hizmette şahs-ı mânevî esastır. Ene yoktur. Enaniyet yoktur. Şahsî makam ve mevkî yoktur. Benlik ve bencillik yoktur. Biz şuuru vardır. Enelerin içinde eridiği ortak bir havuz vardır. Herkes bu havuzda kendi kimliğini eritir. Herkes kişi olarak yok olur, ortak bir şuur olarak ortaya çıkar.

İştirâk-i amâl-i uhrevî düsturuna göre:

1- Hiç kimse kendisi adına hareket etmez; herkes “biz” şuuru adına hareket eder. Böylece enâniyetin tehlikelerinden ve hatâlardan uzak kalır. Çünkü kendisi yoktur ve her adımını “biz” içindeki istişâre ile atar. İstişâre eden yanılmaz, hatâlardan korunur.

2- Biz havuzu büyük bir güç birliği sağlar. Böylece az, çok olur. İki kişi on bir kuvvetinde olur. On altı birleşik kardeşin kuvveti dört binden geçer.4 Bu güç birliği ile, havuzdakiler, büyük hizmetlere imzâ atabilecek bir kudrete sahip olurlar; fakat yıkıcı gurur ve riyâya da meydan vermezler. Çünkü gurur ve riyâ “biz havuzuna” giremez.

3- Havuzda enaniyet ve benlik olmadığından herkes yek diğerinin hatâsını ve kusurunu affeder; ancak kendi kusurunu affetmez ve kendini ıslâh ile meşgul olur. İnsanın kendi kusurlarıyla meşgul olması, ben dâvâsına atılan en büyük darbedir. Bu hayırlı darbe, biz şuuru açısından kazanımdır. Çünkü herkesin kendi kusurlarıyla meşgul olması ve kardeşini kusurlarından dolayı itham etmemesi kardeşler arasında barışın, birlik ve kaynaşmanın yaşanmasına zemin teşkil eder. Havuzda bulunan kardeşlerde fânî olmak sırrı (fenâ fi’l-ihvân, yani tefânî sırrı) böylece hayata geçmiş olur.

4- Biz şuuru ile hareket edenler arasında tembellik, atâlet, ümitsizlik, kötümserlik, bedbinlik, yıkılmışlık, mağlûbiyet hissi bulunmaz. Biz şuuru ile hareket eden dâimâ zaferdedir, dâimâ üstündür, dâimâ ümit içindedir, dâimâ ileri atılır, dâimâ iyi olan şeyleri ve başarıları konuşur. Kötü örnekler üzerinde durmaz.

5- Havuz şuuru, şahıslara nispetle Allah’ın rızâsına daha yakındır. Çünkü bizim sosyalleşmemizi ve birlikte hareket etmemizi isteyen Cenâb-ı Hak’tır. “Toptan Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın.”5 âyeti uhrevî hizmetlerde birlikte adım atmayı emreder.

6- Allah’ın rızâsını biz şuuru ile kazanmak, tek başına kazanmaktan daha kolaydır. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) Allah’ın rahmet ve rızâsının, feyiz ve bereketinin “biz şuuruna ermiş cemaat” üzerine indiğini bildirmiştir.6 “Allah’ın eli cemaat üzerindedir.” 7 hadisinin sırrı bu olduğu gibi, cemaatle kılınan namazda yirmi beş derece fazla sevap müjdelenmesinin sırrı ve hikmeti de budur.8

7- Biz şuuru ile hareket edenler halkın beğenisini değil, Allah‘ın rızâsını esas alırlar. Allah dilerse zaten halkın beğenisi mümkün olabilecektir; fakat bunu istemek gizli şirk hükmündedir. Bediüzzaman Hazretlerine göre, esâsen, halkın teveccühünün işe yaradığını söylemek mümkün de değildir. Bir işi için sultana müracaat eden adam, sultanı râzı etmişse, işi görülür. Râzı etmemiş ise, halkın iltimasıyla çok zahmet çeker. Bununla berâber yine sultanın izni gerekir. İzni de rızâsına bağlıdır.9

8- Üstad Bediüzzaman’a göre, ihlâsı elde etmek için biricik niyet, Allah rızâsını kazanmak olmalıdır. Eğer Allah râzı olursa bütün dünya küsse ehemmiyeti yoktur. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yoktur. O râzı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktizâ ederse; kul istemek talebinde olmadığı halde, halklara da kabul ettirir. Onları da râzı eder. Onun için hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızâsı esas maksat yapılmalıdır. Bu da en kâmil mânâda biz şuuruyla başarılır.10

9- Biz havuzundaki herkesin, havuzda bulunanların toplam hizmetinden hissedâr olmasında sözü edilen “derece”den maksat; bu havuzda “erime derecesi” olmalıdır. Fert, kendisini ne kadar havuza mal etti ise, benliğini ne kadar yok bildi ise, kendi rûhunu ne kadar havuz ile bütünleştirdi ise; o derece havuzun büyük sevaplarından hissedâr olur, o nispette şahsî hatâlardan da kurtulur.

Cenâb-ı Hak cümlemizi tam ihlâs ve istikamette muvaffak kılsın. Âmîn.



Dipnotlar:

1- Şuâlar, s. 589
2- Lem’alar, s. 118
3- Sözler, s. 460
4- Lem’alar, s. 165.
5- Âl-i İmrân Sûresi, 3/103.
6- Câmiü’s-Sağîr, 3/3040.
7- a.g.e., 2/2338, 3/3891.
8- a.g.e., 3/2821; Riyâzu’s-Sâlihîn, 10,1061,1062, 1067.
9- Mesnevî-i Nûriye, s. 156.
10- Lem’alar, s. 164.


Copyright © www.fikih.info - Kaynak gösterilerek veya izin alınarak yayınlanabilir.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

2

26.08.2009, 14:15

İştirak-i a'mal-i uhreviye

Güzel bir açılımda bulunmuşsunuz..tebrikler..hem de ufuk açmamıza vesile oldugunuz için de teşekkürler Zehracan kardeş..Allah razı olsun.

Tanımadığımız kardeşlerimizin hesenelerinden payımızı alabilir miyiz dercemize göre..elbette evet..şart o ki...belirttiğiniz ortak havuzdan hissedar olalım.yani nur talebesi sıfatına haiz olalım.

Diyelim ki; bir hizmet yürütülüyor..Akşam ders var. Birisi derse hazırlanıyor. İman Hakikatlerini duyuracak , tebliğ edecek.İman Hakikatlerinin inkışafına medar olacak..Biri çay demliyecek.biri çay dağıtacak biri bardak altı verecek.biri şekeri getirecek. Biri temizlik yapacak .Biri bulaşıkları yıkayacak..hizmet uhrevidir değil mi neticede..Ders yaparak iman hakikatlerini duyuranla, ders salonunundaki tozu toprağı elektirik süpürgesiyle alanın sevabı aynı mıdır..derceleri elbette farklıdır.ama bahsedilen ,iştirak havuzundan hepimiz sevabımızı alırız.Ders yapan dersi nerden yaptı ,iman hakikatlerinden. Kimin eserinden Üstad'ın. birinci pay kimin Üstad'ın..İştirak havuzunda en büyük pay O'nundur..herkes dercesine göre sevabını hissesini aldı.ayrıca Üstadın büyük hissesindende hizmettekilere bir yansıma olacak.sonra..her talebenin ihlasına göre diğerlerine yansıması olacak..bu uhrevi bir hizmet olduğu için yansımada nurani olacaktır..maddi nesnelerin yansımaları gibi değildir.

tanıyalım tanımayalım ,hizmetteki kardeşlerimizin sevablarına ortağız kardeşim..birimiz şarkta birimiz garpta da olsak iştiraki amali uhreviye cihetinde biz bir ve beraber değilmiyiz, biz kardeş değil miyiz..Sen Gurbette yürekten Allah derken aldığın sevabtan hisseden burda benim de hissem var..havuzdaki benim dereceme göre..Üstad'ım Allah derken kaç sevap yazılmışsa hepimizin Allahın izniyle Üstadımızın hissesinden payımız var..

Biz bir hizmet gemisindeyiz..iman hakikatlerinin gemisindeyiz..Risale-i NUR 'un gemisindeyiz..Gemini kaptanı Üstadım..Yardımcıları kaptan köşkünde dümeni elinde tutan Zübeyir agabey, ceylan agabey..vs..bu gemide tayfalar var..bu gemide hizmetçiler var..bu gemide kazan dairesinde çalışanşar var..ben kömür ocagına razıyım inşallah..bu bir uhrevi gemi midir ? evet..burda herkesin farklı bir konumu var mıdır ? evet. Gemini kaptanı Said Nursi'nin, Üstadım Hz lerinin alacagı sevapla , Benim gibi kömürcüsünün alacağı sevap aynı mıdır?HAYIR. Kaptan yardımcılarının alacağı sevapla ,kürekcisinin alacağı sevap aynı mıdır? Hayır.Demekki bu iştirakten mutlaka bir payımız var Allahın izniyle..Ama nedir? Herkes dercesine göre kardeşim..Fakat Üstadım Hz.lerinin ayrıca hem kaptanlıktan dolayı hem müşterek havuzdan dolayı aldığı pay var..ama Allahın izniyle hem havuzdaki payımız var bizim hemde Kaptanın büyük payında n istifademiz var dercemize göre.

Tanımak olayına gelince Zehracan'ın belirttiği gibi, sanıyorum tanımanın bir avantajı var.Çünkü üÜstadım Hz.leri talebenin , dostun, kardeşin hassalarını sayarken, diyor ki; kimisi ismen , resmen c,smen yanımda olur hayalimden geçer duama dahil olr derken . kimisi ismen diyor..diğerinde ismen olmasada umum nur talebeleri dendiğinde hissedar olur diyor. yani üç kısımda da farklılık arzediyor..Burdan yola çıkarak diyorum ki ; her halde ismen ,hayalen ,şeklen duaya dahil olanla; ismen dahil olanın dercesi bir değildir. İsmen dahil olanla Umumun içerisinde olanların hissesi bir değildir.

Ama her halükarda ; ister Avustralya'da ol, ister Almanya'da ol, ister Hakkari'nin dağbaşında ol, hiç farketmez ,tanı-tanıma, bil-bilme bu bahsedilen ortak havuzdan hissedar oluruz.Amal-i uhreviyeden sevapdar oluruz Allahın izniyle...

selam ve dua ile hayırlı iftarlar...

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

3

01.09.2009, 10:49

Süleyman Kösmene Hocamiz cok güzel anlatmis yukardaki yazisinda..

Atilla abi sizin verdiginiz örneklerde cok güzel.. Allah razi olsun insaallah..
:çiçek2:

biz havuzunda eririz insaallah, insaallah benlik yok olur gider.. Biz´ olanlardan oluruz insaallah.

Hepimiz birimiz birimiz hepimiz icin.. ;)

Alıntı


Sırr-ı ihlâsla ve iştirâk-i âmâl-i uhrevî düsturunun sırrıyla biz ve siz bu hakikate müteveccihen, bu Ramazan-ı Şerif’te herbirimiz umumun hesabına ve umum arkadaşları içinde kendini farz edip, nun-u mütekellim-i maalgayrı, yani daima “Bizi mükâfâtlandır, bize merhamet et, bizi bağışla, bize muvaffakiyet ihsan et ve bizi doğru yoldan ayırma. Bu leyle-i Kadri, hakkımızda bin aydan hayırlı kıl” gibi kelimelerde “Biz (Nâ)” içinde umum kardeşlerini niyet etmektir. Ve bilhassa, en zayıf olan bu kardeşinizi, ağır vazifesinde, o hususi niyetle yardım etmektir.

Kastamonu Lâhikası, s. 138, (yeni tanzim, s. 255)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Bu konuyu değerlendir