Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

03.01.2009, 00:11

Kırk - elli mebus kimlerdi?

Ankara'da divan-ı riyasette, Afyon kararnamesinin yazdığı gibi,

Mustafa Kemal hiddetle ona dedi:

"Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin.

Sen geldin, namaza dair şeyler yazdın, içimize ihtilaf verdin."

Ona karşı,

"ımandan sonra en yüksek namazdır.

Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduttur"

diye kırk elli mebusun huzurunda söyleyen

ve o dehşetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran


şualar | On Dördüncü şuâ | 387


Bu hâdiseye şâhid olan mebuslar, kimlerdi acaba?

2

04.01.2009, 12:30

Molla Said’in Mardin hayatında çok özel bir yeri olan, Ensari ailesinin önemli ve değerli simalarından biri de şüphesiz Abdülgani Beydir. Kaderin bir cilvesi olarak Bediüzzaman bu mübarek ailenin, değerli ferdi olan Abdülgani Beyle Ankara’da bir araya gelir. “ıstanbul’un ıngilizler tarafından işgal edildiği yıllarda Bediüzzaman da oradadır ve işgal kuvvetlerine karşı cesur mücadelelerde bulunur. Bediüzzaman’ın bu kahraman mücadelesini yakından takip eden Ankara hükümeti, onu dâvet eder. Önceleri ‘Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade, burayı daha tehlikeli görüyorum’ diyerek bu dâvete yanaşmasa da, ısrarlı teklifler üzerine 1922 yılında trenle Ankara’ya gider. ıstasyonda kalabalık bir halk topluluğu ve milletvekilleri tarafından karşılanır.
Zamanın Siverek Milletvekili Yüzbaşı Abdülgani Ensari ile Bediüzzaman arasında şöyle bir lâtife cereyan eder:
“Bediüzzaman, Ensari’ye: ‘Ensari! Yarın Said’in başını kesecekler’ der.
“Ensari de bu cümledeki inceliği ve tevriyeyi anlayamaz ve ‘Nasıl olur efendim?’ diye telâş eder.
“Bediüzzaman bu lâtifeyi ona şu şekilde izah eder: ‘Said kelimesinden ‘sin’ harfi kaldırılsa, yani baş harfi olan ‘sin’ kesilirse, geriye ‘iyd’ kalır ki, o da bayram demektir. Yarın kurban bayramıdır.”1
Abdülgani Bey, yörede Milli Mücadele karşıtı faaliyetlerin önlenmesinde etkili oldu. Bediüzzaman’ın Cumhuriyetin kuruluş döneminde yaşanan havayı yansıtan görüşlerini, Abdülgani Beyin aktardığı hatıralarından çok net bir şekilde öğrenebiliyoruz.
1970 yılında Mardin’e bir dâvâ takibi için gelen Nur’un avukatı Bekir Berk’le kalabalık bir cemaatin huzurunda Seyyid Ahmet Ensari’nin evinde görüşen Abdulgani Bey, Bediüzzaman’nın Mecliste M. Kemal’e namaz konusunda çok hiddetlendiğini, hatta daha ileri giderek iki parmağını gözlerine yönelttiğini, araya giren milletvekilleri sayesinde olayın yatıştırıldığını ve bu olaydan sonra kendisi ve diğer milletvekili arkadaşları ile beraber Bediüzzaman’a bir zarar gelme ihtimali karşısında endişe duyduklarını anlatır. Bu anekdotu hadiseyi bizzat dinleyen M. Derviş Nurdağ Beyden öğreniyoruz.
1973 yılında yine Abdülgani Beyi vefatından önce hasta haliyle ziyaret eden Abdülkadir Badıllı’nın tespit ettiği değerli hatıralara kulak verelim:
“Bediüzzaman Hazretleri ıstanbul’dan Ankara’ya ilk geldiği günlerde daha önceleri de birbirimizi tanıdığımız için, sık sık görüşüyorduk. Ankara’ya geldikten bir müddet sonra, mebusları namaza davet etti. Bir beyanname yazıp neşretmişti. Bu mevzuda Atatürk ile münakaşaları esnasında ben hazır idim. Atatürk’ün hiddetli bağırmasına karşı, Bediüzzaman daha çok şiddetli ve hiddetli bir şekilde bağırarak, ona karşı namazı ve ıslâm şeairini müdafaa etti. Münakaşanın tam ortasında, yani ikisi karşılıklı sert konuşurlarken; Sultan Abdülhamid’in meşhur müezzini Hafız Hüseyin Efendi meclis mescidinde ‘Allahu Ekber Allahû Ekber’ diye Ezan-ı Muhammediye’ye başlar başlamaz, Bediüzzaman o şiddetli münakaşayı dakikasında bırakarak, namaz yerine koştu.” Yine Abdülgani Ensari der ki:
“Bir gün Üstâd Hazretleri bana dedi ki: ‘Ey Ensari! Ben senin ceddin olan Ebâ Eyyûbe’l-Ensârî’nin yanından müsellah olarak gelmiştim.’
“Dedim: ‘Seyda o hangi silahtır?’
“Dedi: ‘O silah Kur’ân’dır.’”
Yine merhum Abdülgani Ensari hatıralarına devamla demişti ki:
“Paşalar, kumandanlar ve meb’uslar Atatürk’ün karşısında değil sertçe konuşmak, belki bazıları titrerlerken; Üstâd Hazretleri ise, bir çocuğu azarlar gibi onu azarlardı.” Merhum Abdülgani Ensari, bir başka hatırasını da şöyle anlatır:
“O sıralarda şeyh Sunusi de Ankara’ya gelmişti. Ben onunla da dostluk kurmuştum. Bir akşam evime götürdüm. Dolayısıyla o akşam Üstad’ın sohbetinde bulunamadım. Sair zamanlarımda mutlaka Üstad’ın sohbetlerinde bulunurdum. Sabahleyin beni gördü, ‘Ensari!’ dedi, ‘Sizin Mardin tüccarları nereye ticaret yaparlar ve yüzde kaç kazanırlar?’
“Dedim: ‘Efendim, ekseriyâ Bağdat’a gider gelirler ve yüzde ancak on beş kadar kâr ederler...
“Dedi: ‘Peki yüzde yüz kârlı bir ticaret olan ve sana çok daha yakın dün akşamki ticareti niye yapmadın?’
“Dedim: ‘Seyda, dün akşam misafirim şeyh Sunusi idi, onun için gelemedim.
“Dedi: ‘Neden onu da mahrum bıraktın?’”
Son olarak, yine Abdülgani Ensari Efendi, bir başka hatırasını da şöyle anlatmıştır:
“Üstad Hazretleri’nin Ankara’dan ayrılacağı yakın günlerde, bir gece rüyamda gördüm ki: ‘Peygamber Efendimiz (asm) sahabe ve yârânı ile birlikte, tam Meclis’in üstünden göğe doğru uçarak yükselip gittiler! Tâ, kayboluncaya kadar gittiler. Ben sabahleyin rüyamı Üstâd Hazretlerine hikâye ettim. Çok üzüldü, müteessir oldu. Epey düşündü, sonra bana dedi: ‘Ey Ensari! Bu rüya işaret ediyor ki; artık sizin meclisinizde iman nuru, maneviyat ve ruhaniyyat tesiri uçtu gitti…’”2

“Abdülgani Bey (Ensari, 1885, Mardin), şeyh ısmail Efendi’nin oğludur. 23 Mayıs 1906’da Harbiye Mektebi aşiret sınıfına girdi ve 1 Temmuz 1909’da süvari teğmen rütbesiyle orduya katıldı. 30 Kasım 1911’de üsteğmen oldu; Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu cephesinde gösterdiği başarılarıyla gümüş muharebe liyakat madalyası aldı. 1 Mart 1918’de yüzbaşı oldu. Siverek jandarma komutanı iken Milli Mücadele’ye katıldı, Siverek milletvekili olarak 18 Ağustos 1920’de Meclis’e girdi. 16 Mayıs 1921’de şeyh Sunusi refakatinde görev yapmak üzere üç ay izinli sayıldı. (şeyh Sunusi, ıttihatçıların Trablusgarb Savaşı sırasında ilişki kurdukları, Birinci Dünya Savaşı sırasında cihad ve Teşkilat-ı Mahsusa çalışmaları kapsamında ıstanbul’a gelen, mütarekede Bursa’ya, daha sonra Millî Mücadele döneminde Ankara’ya giderek, Doğu gezisine çıkan zâttır.) Abdülgani Efendi 6 Mart 1922’de Musul’da görevlendirildi. 2. dönemde Mardin milletvekili oldu, 30 Mart 1927’de emekliye ayrılarak Mardin’e döndü. 17 Eylül 1974’te öldü.”3
Dipnotlar:
1-Bilinmeyen Taraflarıyla B.S.N., s. 258
2-Bediüzzaman Said Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s. 572-573.
3-Mardin Aşiret-Cemaat-Devlet, Tarih Vakfı Yay, s.240
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

3

04.01.2009, 12:47

Allah râzı olsun Ağabey..

Peki ya diger vekiller? Onlar kimlermiş?

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir