Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

17.12.2008, 22:10

İktidârı inkâr..

Zaten ben nasıl tabiatı, icad itibarıyla inkâr ediyorum.

Ve Risale-i Nur bunu kat'î ispat etmiş.

Öyle de, beşeri

gurura,

enaniyete,

firavunluğa

sevk eden iktidarı da, tabiat gibi inkâr ediyorum.


Emirdağ Lâhikası - 378
________

ıktidar niçin inkâr ediliyor? ıktidar hep kötüye mi sevkeder..?

dide_nur

Orta Düzey

Mesajlar: 285

Meslek: iman ve Kur'an hizmetkarı

Hobiler: hayırlı olan her şey

  • Özel mesaj gönder

2

17.12.2008, 23:14

Kardeş eğer dikkat edersen orada Üstad iktidarı inkar ettiğini söylemiyor.Nasıl ki tabiatperestler,tabiatın iktidarı ve icadı olduğuna inanarak inkar yoluna gitmiş ve asıl Kadir-i Mutlak'a ait olan iktidar ve icadı inkar etmişler.Bediüzzaman da onların tabiata mal ettikleri iktidar ve icadı inkar ediyor yani bir tür misilleme.Aynen öyle de yine hatırlarsan Bediüzzaman kader meselesinde olsun ve ya ene bahsinde olsun alemde tabiatın, insanda enenin bir tağun olduğunu söyler.Yani Allah'a ortak koşulan ve kendilerine icad ve iktidar kabiliyeti verilen bir nevi putlar yani tağutlar.ışte insan da enesine fazla güvendiği zaman ona iktidar ve icad kabiliyeti varmış gibi bakar ve bir nevi firavunlaşır.Bediüzzaman da icad ve iktidarı olmayan kainatı bu anlamda inkar ettiği gibi insanın iktidar ve icadını da bu anlamda inkar ediyor.Yani bir insanın asla icada ve iktidara kabiliyeti yoktur ve ancak benlik iktidarın icadı Allah'ın ihsanının ve tevfikinin birer perdesidir düşüncesini vermiş.ıktidarın her zaman kötü olmadığını da yine orda bunun(cüz'i ihtiyarinin) doğru kullanılması takdirinde fiiili bir duaya dönüşeceğeni vurgulamış.yani kısaca Üstad orda insanı gurura,firavunluğa sevkeden iktidarı reddediyor.
umarım yardımcı olabilmişimdir.

3

17.12.2008, 23:17

Re: ıktidârı inkâr..

Alıntı sahibi ""ruhefza""

Zaten ben nasıl tabiatı, icad itibarıyla inkâr ediyorum.

Ve Risale-i Nur bunu kat'î ispat etmiş.

Öyle de, beşeri

gurura,

enaniyete,

firavunluğa

sevk eden iktidarı da, tabiat gibi inkâr ediyorum.


Emirdağ Lâhikası - 378
________

ıktidar niçin inkâr ediliyor? ıktidar hep kötüye mi sevkeder..?

Üstadın inkar ettiği iktidar ;beşeri gurura,enaniyete ve firavunluğa sevk ediyor.Elbette böyle bir iktidar terkedilmelidir.

Yoksa hüdaya sevkeden bir iktidar elbetteki takip edilir ve Üstadımız da alem-i asgarda cihad-ı ekber ile mükellef olunan iktidarı öncelemiştir.

4

17.12.2008, 23:30

O meçhul zat,

izzet-i ilmiyeyi

firavuncuklara karşı muhafazamı

bir enaniyet tevehhüm etmiş.

Nur talebelerinin hakkımda hüsn-ü zanlarını

bütün bütün kırmadığımı

bir benlik tahayyül etmiş.


Emirdağ Lâhikası - 378
____

O zaman iktidar ile yönü tayin edilen benlikteki incelik nedir?

5

18.12.2008, 01:06

Alıntı sahibi ""ruhefza""

O meçhul zat,

izzet-i ilmiyeyi

firavuncuklara karşı muhafazamı

bir enaniyet tevehhüm etmiş.

Nur talebelerinin hakkımda hüsn-ü zanlarını

bütün bütün kırmadığımı

bir benlik tahayyül etmiş.


Emirdağ Lâhikası - 378
____

O zaman iktidar ile yönü tayin edilen benlikteki incelik nedir?


Bir insanın müteaddit şahsiyeti olabilir. O şahsiyetler ayrı ayrı ahlâkı gösteriyorlar. Meselâ, büyük bir memurun, memuriyet makamında bulunduğu vakit bir şahsiyeti var ki, vakar iktiza ediyor, makamın izzetini muhafaza edecek etvar istiyor. Meselâ, her ziyaretçi için tevazu göstermek tezellüldür, makamı tenzildir. Fakat kendi hanesindeki şahsiyeti, makamın aksiyle bazı ahlâkı istiyor ki, ne kadar tevazu etse iyidir. Az bir vakar gösterse, tekebbür olur. Ve hâkezâ...

Demek bir insanın, vazifesi itibarıyla bir şahsiyeti bulunur ki, hakikî şahsiyetiyle çok noktalarda muhalif düşer. Eğer o vazife sahibi o vazifeye hakikî lâyıksa ve tam müstaid ise, o iki şahsiyeti birbirine yakın olur. Eğer müstaid değilse, meselâ bir nefer bir müşir makamında oturtulsa, o iki şahsiyet birbirinden uzak düşer; o neferin şahsî, âdi, küçük hasletleri, makamın iktiza ettiği âli, yüksek ahlâkla kabil-i telif olamıyor.
(26. Mektub)
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

6

18.12.2008, 01:12

Allah râzı olsun Osmanoğlu Abimiz..

Peki, burada bahsi geçtiği tâbir ile,

enaniyetin ve gururun zararı niçin bu kadar şiddetli bir tâbir ile yâni "firavuncuk" diyerek işâret edilmiş?

Çok ağır olmamış mı bu tâbir?

Gurur ve enâniyetin zararları nelerdir?

Bu zararlar kişinin nefsine mi çevresine mi?

dide_nur

Orta Düzey

Mesajlar: 285

Meslek: iman ve Kur'an hizmetkarı

Hobiler: hayırlı olan her şey

  • Özel mesaj gönder

7

18.12.2008, 10:09

Sizin bu sorunuzun cevabını tam olarak 30.söz ene bahsinde bulabilirsiniz.Aynı zamanda Mesnevi-i Nuriye'de geçiyor..Lahiklarda daha çok cemaatten ayrılmalardan ve ya kabul etmemelerden ve ya cemaat arası ayrılıklardan daha doğrusu bilinçli müslümanlardan çıkan enaniyetin kırlması için verilen ddersler var.Buralarda Bediüzzaman enenin bir buz parçası mahiyetinde olduğunu söyler.
"Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevi hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için, bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.(K.L. s;106)"
Yukarıda geçtiği gibi bir çok yerde Bediüzzaman müslümanların enaniyetinden bahsederken buz parçası olarak söyler.Aslında ene dediğimiz şeyin hiçbir vücudu yoktur
"Evet, ene ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşv ü nemâ bulur, gittikçe kalınlaşır, vücud-u insanın her tarafına yayılır, koca bir ejderha gibi, vücud-u insanı bel’ eder. Bütün o insan, bütün letâifiyle âdetâ ene olur.(Sözler s;496)"
Bediüzzaman burda enenin hiçbir vücudu olmadığı halde insan buna vücud giydire giydire gittikçe vücudu kalınlaşan ve farzilikten çıkıp mahiyeti bilinmediği için farklı bir maksat ile kullanıldığndan adeta insanın kendisni bir ejderha gibi yuttuğunu söylüyor.
Aslında enenin mahiyetini az çok bilen müslümanlar önce hava gibi olan enaniyetlerine vücut giydirerek sonra su gibi sonra buz gibi bir vücuda getiryorlar.Ve işte bu buz parçalarının geri dönüşümü var .....o da bir havuzda eriterek onu tekrar eski mahiyetine çevirmek.Yani neredeyse o su dolu cemaaat havuzunda bütün su molekülleri (enenin parçaları) kaybolup eriyip gidiyor.Vücudu ancak bir havuzun içindeki suyla var oluyor.
Dolayısıyla müslüman kişiler hele de hocalar bu buz parçası hükmünde olan enaniyetlerini hemen eritmezlerse taşlaşır ve sonra erimesi mümkün olmadığından bir fiarvun gibi olmaya başlar.Yani firavuncuklar ortaya çıkar.
Üstad bu firavuncuklar çıkmadan evvel onları uyarıyor. Ta ki firavunlara dönüşmesinler.
[/u]

8

18.12.2008, 10:46

Zaten iktidar istenmez , belki verilir. Verildiği zaman liyakat kesb etmiş demektir. Ama istemek ise gurur ve enaniyettir.

Zira, gurur ve enaniyet olmasa iktidar değil hizmetkar olur. Hem öyle birine iktidar teklif etsen, kabul etse zaten, iktidar değil hizmetkar olur.

Yani, hizmetkarlığı amaç edinmemiş iktidar ne olursa olsun Üstad'ın dediği gibi gurura, enaniyet ve firavunluğa sevk ediyor.Zaten maksat hizmet ise ha iktidar olmuşsun ha wc temizliyorsun.

Bence üstad iktidarı zahiri görünür makamından ziyade şekil ve niyet olarak eleştiriyor.

Yoksa, kendini halkına hizmetkar yapmış bir padişah gerçek iktidardır. Enaniyet, gurur, firavunluk yoktur. Belki, ekser Osmanlı padişahları ve Halife-i Raşid'inin iktidarları bu çeşittir. Üstad, böyle bir iktidarı eleştirmiyor.

Diğer bir boyutu ise şu olsa gerek; mevcut sistem iktidarı muktedir yapmadığından ve ister istemez zalimi süfyana hizmetkar yaptığından ve süfyanın iktidara sunduğu şaaşalı hayat ve servet ve iktidar sebebi ile dindar ve hizmetkar kalmak zor olduğundan , mevcut siyaset çekişme ve boğuşma ile birlikte kardeşi kardeşe düşürdüğünden, o tür iktidarda kalmak için gurur, enaniyet ve firavunlaşmak mecbur olduğundan red ediyor.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

9

18.12.2008, 12:25

Buradaki iktidar, siyasi mânâdaki iktidar mı ki.. :roll:

10

18.12.2008, 12:41

Alıntı sahibi ""ruhefza""

Allah râzı olsun Osmanoğlu Abimiz..

Peki, burada bahsi geçtiği tâbir ile,

enaniyetin ve gururun zararı niçin bu kadar şiddetli bir tâbir ile yâni "firavuncuk" diyerek işâret edilmiş?

Çok ağır olmamış mı bu tâbir?

Gurur ve enâniyetin zararları nelerdir?

Bu zararlar kişinin nefsine mi çevresine mi?


Bence ağır değil. Zira bir incir çekirdeğini elimize alıp birisine göstersek ve "bu nedir?" diye sorsak; eğer inciri tanıyan birisi ise "bu incirdir" diyecektir. Biz biliyoruz ki, incir çekirdeği toprağa atılıp su verildiği zaman koca bir incir ağacını netice verebilir. Yani o çekirdekte incir ağacı gibi gelişip büyüme, meyve verme kabiliyeti dercedilmiştir.
ışte enaniyet ve gurur da öyle bir çekirdektir ki, bir takım tesirler ile büyütülüp şişirildiği zaman sahibini tam bir firavun yapma kabiliyeti o hâssalarda vardır. Sanırım "gurur ve enaniyet"in mahiyetini çok iyi bilen Üstad bunu nazara veriyor. Hem dikkat edilirse Üstadın tabiri bir hayli enterasan! "Firavun" dememiş; "firavuncuk" demiş!
Asya'nın Bahtının Miftahı Meşveret ve şuradır.

"Nurculuk, bütün fenleri müslümanlaştırma hareketidir" M. KUTLULAR

11

18.12.2008, 18:11

Evet, bazı insanlar zerrede boğulurlar. Bazısında da dünya boğulur.

Bazılar da, kendilerine verilen anahtarlardan birisiyle kesretin en geniş bir âlemini açar, fakat içinde boğulur.

Sahil-i vahdet ve tevhide zorla vasıl olur. Demek, insanın seyr-i ruhânîsinde çok tabakalar vardır.

Bir tabakada, insanlara huzur-u tevhid pek suhuletle nasip ve müyesser olur. Bir tabakasında da gaflet ve evham öyle istilâ eder ki, kesret içinde gark olmakla, tam mânâsıyla tevhidi unutmuş olur.

Sukutu suûd, tedennîyi terakki, cehl-i mürekkebi yakîn, uykunun son perdesini intibah zan ve tevehhüm eden bir kısım medenîler, ikinci tabakadaki insanlardandır.

Onlar, hakaik-i imâniyeyi derk etmekte bedevîlerin bedevîleridir.(Mesnevî-i Nuriye - Onuncu Risale)

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir