Soru-2: ıbâdet, insanı başıboşluk ve gâyesizlikten nasıl kurtarır?
Bir insanın, işi gücü olmasa, evi barkı olmasa, âilesi evlâdı olmasa .. Vakt-i ömrünü kahvehânelerde veya parklarda sürterek geçirse, demez misin ki, “ne boş adam, hiçbir meşgalesi yok, ot gibi..”
Pekiyi, aynı insan, “yiyor, içiyor, uyuyor, rızkı için çalışıyor, çoluk çocuk büyütüyor, yaşlanıp ölüyor”
Tabii, bütün hayvanlar, böcekler, kuşlar, balıklar vs.. aynı şeyleri zâten yapıyorlar. Eğer insan, bunlardan farklı ve üstün ise, bu fark ve üstünlük nerededir?
Burada iki mühim nokta vardır. “Gâye” ve “Vâsıta”
Gâyemiz, hedefimiz, maksadımız nedir? Bizi bu hedefe ulaştıracak malzemeler, araçlar ve vâsıtalar nelerdir?
Meselâ, gâye : “sabah evden çıkıp, işyerine varmak.” Vâsıta : “metro”.
Meselâ, gâye : “para kazanmak” Vâsıta : “ticâret”
Meselâ, gâye : “Irak’a demokrasi getirmek” Vâsıta : “demokrasiye karşı çıkan ile savaş yapmak”
şimdi, bunları değerlendirelim.. Sabah evinden çıkan adam, önce otobüse, sonra metroya, sonra vapura, sonra taksiye, sonra minibüse, sonra tranvaya, sonra helikoptere vs.. binerse, ve akşama dönüp evine gelirse, buna ne denir? “Sen işe gitmedin mi be adam?” “Ne yapmaya okuttuk seni? ışine gücüne koş, hayâtını idâme ettir diye! Ama yazıklar olsun sana ki, bütün gün orada burada gezip, trende gemide gönül eğlendirip, manzara seyredip, akşama da eli boş geri dönüyorsun! Bir de buna çalışmak diyorsun. Ne gâyesiz adamsın böyle!..
Baktık ki, düzelme, değişme yok. Bu sefer başka bir şey ararız bu işin arkasında. Deriz ki “oğlum, bir derdin mi var, Yok! Rahatsız mısın, Yok! ışinden mi memnun değilsin, Yok! He, demek senin tek gâyen varmış, başıboş salınmak! Ne hâlin varsa gör gayrı..
Yada, bir tüccar.. Alıyor, satıyor, bir daha alıyor, gene satıyor, dükkâna mal yıkıyor, gönderiyor, yok ithâlat, yok ihrâcat .. Ama ortada hiç kazanç yok! “Ne kazandın bu sene? Ne kadar kârdasın? Girdi-Çıktı nedir? .. diye sorsak, “Yahu” diyecek “ben iş olsun diye ticâret yapıyorum, maksad oyalanmak ve insanlarla iş münâsebeti kurmak, o kadar.” “Herhangi bir kazançta veyâ kârda gözüm yok!”
ıyi ama, en azından sigortanı ödesen, ihtiyarlık ve hastalık zamanları için üç beş kuruş bir kenâra koysan, bak çoluk çocuğun yetişiyor, onların istikbâli için bir gayrımenkûl falan satın alsan.. Yâni böyle saçmasapan iş olur mu be adam! Deriz, sonra da başka bir şeyler düşünmeye başlarız. Yoksa sen bir taraflara mı karıştın, mitçi misin, casus musun, necisin? Yoksa harbi budala mısın? Amaaaan, neyse ne, ben söyleyeceğimi söyledim, var sen ne hâlin varsa gör..
Veyâ, bir ordu.. Gelmiş bir memlekete, yıllardır savaşıyor. Sebeb : “huzur getirecem, adâlet te’sis edecem, demokrasi kuracam” Pekiyi amma, sen bunları yapmıyorsun ki, senin yaptıkların “cinâyet, tecâvüz, tahribat, ölüm, yıkım, yine ölüm, yine yıkım!” Yok arkadaş, sen yalan söylüyorsun. Demek ki senin gâyen, huzur ve istikrar değilmiş. şayet öyle olaydı, bunca zamandır bir şeyler gelişirdi. Dikkat ettim, senin bu gâye ile girdiğin hiçbir memlekete, zinhar huzur gelmemiş! Hatta mevcut huzur da ilelebed gitmiş! Yeter artık, çık o topraklardan.. Deriz.
Baktık ki, yine aynı basma-kalıp lâfları söylüyor ve yine katl-i âmm’e devâm ediyor. Bu kez de biz başka türlü düşünmeye başlarız. Demek senin maksadın başka imiş. Sen ya sinsi bir Siyonist işgalci köpeksin, ya da resmen beyinsiz bir vahşisin!
Bütün bunlar ışığında, şimdi de kendimizi terâziye koyalım. Evet, gâyemiz ve hedefimiz var. Hattâ gâyelerimiz ve hedeflerimiz var. Bunlar bir zincirin iç-içe geçmiş halkaları gibiler. Meselâ ilk başta emekleme’lerimizin gâyesi yürüyebilmek idi. Yürüdükten sonra ise, gâye değişti, bu sefer etrâfı araştırmak yeni gâyemiz oldu. Ve bir evvelki hedef, şimdi vâsıtaya dönüştü. Daha sonra talebelik hayatı başladı ki, bundan maksad iyi bir tahsil görmek ve geçerli bir meslek sâhibi olmak idi. Fakat bu hedeflere erdikten sonra, önümüze para kazanmak ve ev geçindirmek hedefi çıktığından, bu sefer de evvelki gâyemiz olan “meslek”, şimdiki vâsıta oluverdi! Yâni hiçbir noktada durup da, “tamaaaam, işte şuânda maksûduma erdim, bundan sonra hep böyle sürüp gideceğim” diyemeyiz! Karşımıza emeklilik çıkacak, ihtiyarlık çıkacak, belki iflâs çıkacak Bu sefer, emekli olunca oturmak gâyesiyle aldığımız villayı, geçinmek için bir vâsıta hâline getirip kirâya vereceğiz. Ya da ömür boyu kendimize hedef edindiğimiz canımızdan kıymetli paralarımızı, bundan sonra gelen ağır bir “hastalığa şifâ bulmak maksadı”na vâsıta edeceğiz!
Demek ki, bütün bu dönme-dolaplar içinde, bambaşka ve çok üstün başka bir GÂYE var! Fakat, bunu keşfedemediğimizden, dönüp dolaşıp tekrar aynı noktaya geliyoruz. Ve bir de utanmadan hep aynı şeyi söylüyoruz : “Târih, tekerrürden ibârettir!” Evet, ama bu meselin bir de bağlı olduğu bir şart var! “ıbret almasını bilmeyen(gâfil)ler için târih, tekerrürden ibârettir.” Peki nasıl ibret alacağız? Tabii ki dönüp mâziye bakarak. (Buradan sonrası çok farklı meselelere girer.) ışte bir milletin sâhip olduğu bütün kökler, bağlar, damarlar (inkılab adı altında) kesilerek ve kopartılarak, o milletin yazısı değiştirilir, maneviyatı parçalanır, ahlâk anlayışı târumâr edilir, âile yapısı bozulur, kılık kıyâfeti yasaklanır, lisânı iptâl edilir ve ona “sen o değilsin! sen bir avrupalısın!” herzesi (saçmalığı) yıllarca ona din gibi telkin edilirse.. bu millet ne yapsın? (Bu da çok farklı bir meseledir)
ıstidradtan ana mevzûya dönersek, lâfı getirdiğimiz “GÂYE nedir?” Bu kadar büyük bir suâle, cevab vermek de ancak BÜYÜK’lerin işidir :
Fânîyim, fânî olanı istemem!
( Zâten her şeyimle tükenip, yok olup gideceğim, bu yüzden, aynı şekilde yok olup gidecek olan hiçbir şeyi istemiyorum! Dün ki hedeflerim, bugün yok oldu, bugün ki hedeflerim de yarın yok olacak. Okul, iş, askerlik, meslek, evlilik, araba, yat, kat, çocuk, emeklilik, hastalık .. Ölümlü bir fâni için, bir başka ölümlü fâni, nasıl “gâye” olabilir ki?..)
Âcizim, âciz olanı istemem!
( Bin bir türlü yetersizlik ve bilgisizlik içerisindeyim. Filanca gezegenden bir parça kopup gelse, ne yapacağımı bilemiyorum. Filanca kurtçuktan çıkıp bir virüsçük bana musallat olsa ne yapacağımı yine bilemiyorum. Öyle âcizim ki, iki hafta, yıkanmasam, tırnaklarımı kesmesem, bedenimi tıraş etmesem, yanıma bile yaklaşılmaz bir mahlûk hâline geliyorum! Bir lokma boğazımı tıkasa, bir ân ayağım kaysa .. beni kim kurtaracak acaba? şu nefes var ya, onu bir alamazsam, kızarıp bozarıp ölür giderim! O yüzden bir ciğerlik nefes için, değil dünyâyı, güneş sistemini bile verirdim! Ama gel gör ki, bu kadar kıymetli olmasına rağmen, teneffüs ettğim bu havayı, 30 sâniye sonra geri bırakmazsam, eh bu sefer de yine morarmaya başlarım! Yahu yesem de çıkartmasam, ölürüm! Yemesem, yine ölürüm! ıçmesem yaşayamam, ama içince de yaşayamıyorum! Nefes almak mı öldürür, yoksa vermemek mi, bunu da bilmiyorum! Dahası, şu burnumda ne için iki delik var? Parmaklarım nasıl oldu da üç büklüm oldu? Bunları öğreneyim de, cehâletimden kurtulayım diye ilimle fenle uğraştım. Bu sefer, daha çok câhil olduğumu farkettim ki, meğer bende ne sırlar varmış! Tek bir hücrenin bölünmesi ile oluşuyormuşum. ıyi ama, aynı moleküllerden oluşan bir şeyi, kaça bölersek bölelim, sâdece o şeyden müteaddid parçacıklar oluşur! Zâten su’dan oluşmış bir tohum, bölüne-bölüne, nasıl oldu da damar, kemik, zar, cilt, et, kan, tırnak, saç, göz, kas, sinir vs.. oluştu? Daha da bilinmezi, peki ama neticede etten, kemikten ve sudan ibâret bu bedenin içerisinde, “ses, koku, temas, görüntü, zevk, keder, gam, aşk, neşe, derd .. gibi hisler nasıl oldu da oldu yâni?.. Burnumu bile izah edemezken, ben bu kadar âcizken, nasıl olur da bana hiçbir şey veremeyecek olan, kendileri de benden daha câhil olanların icâd ettikleri sistemler, düzenler, rejimler, kanunlar, anayasalar, doktrinler, felsefeler, ilaçlar, haplar, serumlar .. sonu gelmez bunca “âcizlik ispat ediciler” nasıl olur da bana aczimden kurtuluş yolu olabilirler!?)
Rûhumu Rahmân'a teslim eyledim, gayrı istemem.
(ıyisi mi ben, etimin butumun arkasına gizlenmiş olan ve şu beden dediğim robotik makinaya elektrik misâli can veren rûhumu, fânilere ve âcizlere değil ; RAHMAN ve RAHıM olan YÜCE ALLAH’ıma teslim ediyorum. Sigorta sözleşmesini şu ânda imzâlıyorum. Primlerimi (namaz, zekât, hac) düzenli olarak ödeyeceğim! Anlaşma hükümlerini (Kur’ân âyetlerini) adım gibi ezberleyeceğim, ve artık hastalıkta-sağlıkta, darda-genişte, zenginlikte-fakirlikte .. her hâlimde RABB’ime müracaat edeceğim. Hayr da, şer de O’ndandır. Derd de, devâ da O’ndandır. Belâ da, Beraat de O’ndandır! Âciz ve Fâni olanların icâd ve keşfettikleri bütün beşerî ahlak ve adâlet sistemleri, bütün tedâvi ve şifâ usülleri, bütün ilaç ve araçları hep ama hep birer vesiledir, birer tesellidir. O, istemezse tek bir yaprak düşemez, tek bir zerre harekete geçemez “E=Mc2”. )
<<Hekim ilâçları, oğlum, bütün tesellidir. ılâç yutup iyi olmak, o bir tecellidir.>> Merhûm Âkif
ısterim, fakat bir Yâr-ı Bâkî isterim.
(Tabii hiç mi bir şey istemem? ısterim elbet, fakat, öyle bir şey isterim ki, (beni hayvandan ayıran) insanlığıma yakışır bir arzû olsun (sâdece mi’demi ve cinselliğimi doyurucu olmasın) ve nihâyetsiz istek ve arzûlarımı da mükemmelen tatmin edici olsun. Yâni ben bir Sonsuz Yâr istiyorum. Başlangıcı da olmayan, sonu da olmayan. Kendisi de diğer her şey dibi yaratılmış bir şey olmayan. Doğurulmamış ve doğurmamış olan. Ebedî ve Sermedî olan, EL BÂKÎ HÜVEL BÂKÎ olan..
Zerreyim, fakat bir şems-i Sermed isterim.
(Kabûl ettim ki, ben şu koca kâinat âlemi içerisinde, okyanustaki bir damla kadar bile değilim. Her birinde 250 milyar güneşin (yıldızın) birbirine değmeden ve yolunu şaşmadan, saatte 200bin kilometre hızla uçup gittiği galaksilerin ve bu galaksilerden de 300 milyardan fazlasını içinde barındıran kâinatın uzak bir köşesinde ancak bir “zerre” olduğumu kabûl ettim! Bununla berâber, bir zerrecik için istenecek en üstün şeyi istiyorum. Meselâ enerjisi ve kudreti bitmez-tükenmez olan bir Ebedî Güneş istiyorum ki, beni ebediyen ışıltıp, ısıtsın..)
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtı umûmen isterim.”
(Evet, belki hiçlikler içerisinde ben de bir hiçim! Yokluklardan bir yokluğum. Fakat, ne kadar varlık ve mevcûdat varsa, ben bunların hepsini birden istiyorum..) Böyle buyuruyor Bediüzzamân Said-i Nursî Hazretleri (rahmetullahi aleyh) Bir düşünelim, Veysel Karânîler, Ahmed Yesevîler, Yunus Emreler, Mevlânâlar, Gazâlîler, şâh-ı Nakşîbendîler, Akşemseddinler, Nizâmülmülkler, Hazret-i Ömerler, Hazret-i Aliler, Cihangir Sultanlar yetiştirebilen bir başka sistem daha var mıdır? Bunu görmemek hem körlüktür, hem de nankörlüktür!..
<< Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü (her mevsim) ölümünün ardından O canlandırıyor. ışte sizler de (kabirlerinizden) böylece çıkarılacaksınız.>> Rûm : 19
<< (Resûlüm!) De ki: Sizlere gökten (yağdırarak) ve yerden (çıkartarak) kim rızık veriyor? Ya da (işiten) kulaklara ve (gören) gözlere kim mâlik (ve hâkim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idâre ediyor? "ALLAAAAH" diyecekler. De ki: Madem öyle de (O’na ve emirlerine karşı âsi ve isyankâr olmaktan) korkmuyor musunuz?>> Yûnûs : 31
<< O ki, birbiri ile âhenkli yedi (kat) göğü yaratmıştır. Rahman olan ALLAH'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk, hiçbir nizâmsızlık göremezsin. Gözünü (zerreden, kürreye) çevir de bir bak (bakalım), bir bozukluk, bir çarpıklık (yarık, çatlak) görebiliyor musun?>> Mülk : 3
<< De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış (nasıl hârikulâde bir şekilde yoktan var ettiğine) bir bakın. ışte Allah bundan sonra (aynı şekilde) Âhiret hayatını da yaratacaktır. Muhakkak Allah, her şeye kudreti yetişen bir Kadiyr’dir.>> Ankebut : 20
<< Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun-eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sâhibi olmak isteğinden ibârettir. Bu (dünya)nın hâli, (tabiata hayat getiren) yağmurun şu hikâyesine benzer ki: yağmurun yeşerttiği nebatat ve bitkiler, toprağı eken(çiftçi)lere sevinç verir; ama sonra (bu mahsüller) kurur ve sen onların sarardığını görürsün; nihâyet toprak hâline gelir. Âhirette ise (kâfirler için) çetin bir azâb; (müttakîler için) Allah'tan mağfiret ve rızâ vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir..>>Hadid : 20
<< O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun mevzu’u edindiler de dünya hayatı(nın fâni gâye ve hedefleri) onları aldattı. Onlar, (bir gün olup da) bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve Âyetlerimizi bile-bile inkâr ettikleri gibi, Biz de (Mahkeme-i Kübrâ’nın kurulup, hesab-kitabın görüleceği ve sorgu-suâl edilecek) bugün(de) onları unuturuz.>> Ar’af : 51
<< (Resûlüm)! şüphesiz biz bu Kitâb'ı sana, insanlar için hak olarak indirdik. Artık her kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; her kim de (ıslâm’ın yolundan) saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde (bu hâlden mes’ul tutulacak bir) vekil değilsin.>> Zümer : 41
<< Doğrusu biz seni Hak (olan Kur'an şerîati) ile (mü’minleri cennetle) müjdeleyici ve (kâfirleri cehennem azâbı ile) ikâz edici olarak gönderdik. Sen cehennemlik(olacak şekilde isyân ve inkâr ederek, Rabbine küfredici)lerden mes’ul değilsin.>> Bakar : 119
Soruyu hatırlayalım : <<ıbâdet, insanı başıboşluk ve gâyesizlikten nasıl kurtarır? >> Nasıl kurtarmaz ki? Hayâtın ve Yaradılışın gâyesini bulmak, zâten gâyesizlikten kurtulmak değil midir? Rahman ve Rahim olanın emri altına girmek ve O’nun emirlerine itaat etmek, zâten başıboşluktan kurtulmak değil midir? O’na kulak vermeğe devâm edelim :
<< Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.>> Zâriyat : 56
<< Ve ölüm (vakti) gelip çatıncaya dek Rabbine ibâdet et(ki, mutlak bir inanca eresin).>> Hicr : 99
<< Bir de kâfirler dediler ki: “şu Kur'ân okunduğunda, ona (inanıp) kulak vermediğiniz gibi, ona karşı yaygara koparıp onun, başkaları tarafından anlaşılmasını da engelleyin. (Yalan yanlış ifâdeler kullanın, Kur’ân’da tesettür yoktur, Kur’ân’da namaz yoktur deyin, insanların kafalarını karıştırın veyâ Kur’ân kurslarına kilid vurun, okunmasına ve okutulmasına türlü engeller çıkartın vs..) Ancak böyle yaparak üstünlük sağlayıp onu bastırmayı umabilirsiniz.>> Fussilet : 26
<< Kendilerine apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman, hakkı (hakikati) inkâr etmeğe şartlanmış olan(zındık)ların yüzündeki inkârcı tavrı (hoşnutsuzluğu) hemen fark edebilirsin; kendilerine âyetlerimizi okuyanlara neredeyse saldıracak gibidirler! (Eyy sevgili habibim, o kâfirlere) De ki: “Peki, size şuânda hissettiklerinizden daha vahim olanı haber vereyim mi? Bu, Âhiret Günü'nün ateşi olan CEHENNEMdir ki, Allah onu, hakkı inkâra şartlanmış olanlara vaad etmiştir; varılacak ne kötü bir âkıbettir o!>> Hacc : 72
<< Kur’ân okunduğu zaman, (mânâsını düşünmek üzere) sükût edip (cân-ı gönülden) dinleyin ki, rahmet olunasınız, merhamet bulasınız.>> Ar’âf : 204
Uyan gafletten ey gâfil (insan), seni aldamasın (bu fânî) dünyâ!
Yakanı al (nefsin zâlim) elinden ki, seni sonra kılar (iki cihânda hem rezil hem) rüsvâ!
Ne sandın (acaba) sen bu gaddarı ki, ta böyle (ahmakça) onu sevdin?
Â’nı (Onu) her kim ki sevdiyse (senin gibi), (muhakkak) dinini eyledi yağma!
Niyâzî Mısrî Hazretleri