Giriş yapmadınız.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

1

04.11.2007, 02:47

Meşveret

Meşveretin geçerli olmasının şartları

ıslâm tarihi boyunca, idârî ve siyâsî sahadaki meşveret iki şekilde yapılageldi:

- Başkan meşveret eder, fikir alır, ama istediği maslahat cihetini uygular. Asr-ı Saadet’ten sonra, bu çeşit şûrâya önem verildi. Çünkü, yönetim, seçimden saltanata dönüştü.

- ıstişare, rey (görüş) oy çoğunluğuna dayanır. Resûlullah’ın (asm) ashabıyla meşvereti gibi... Meşveretin en önemli vasfı; hükmün, eksere göre verilmesi1 ve temel hakların meşveret edilemeyeceği ve azınlık haklarının dokunulmazlığıdır.

Bu prensibe göre, “azınlığın hakları”, çoğunluğun görüşlerine kurban edilemez. Burada mevzubahis olan, azınlığın değil, çoğunluğun düşünceleri istikametinde, teferruâta dair tercih ve uygulama yapılmasıdır. Yoksa, temel hükümler ve haklar zaten meşveret edilemezler.

Bediüzzaman, J.J. Rousseau’nun, “Azınlık, her zaman yanlış yolda, yanlış düşüncededir; hiçbir hak ileri süremez ve her zaman çoğunluğa katılmak hakkı vardır” şeklindeki eksik, ayıplı, kusurlu bir demokrasi anlayışını kabul etmez.2 Zaten, ıslâm meşveretinde, meşveret-i meşrûada, meşrû, geçerli, gerçek meşverette; azınlık da ekseriyete uyacaktır. Bediüzzaman’a göre, istişârenin sahih/doğru ve sağlıklı olmasının şartları şunlardır:

1- Meşveret, seçimle oluşmalı.3

2- ıstişâre, ehli ile, sahanın uzmanı ile yapılır. Müsteşar/danışman, danışılan istişâre edilen mevzuda bilgisi, uzmanlığı veya tecrübesi olmalıdır.

3- ıstişâre edilen, güvenilir kişi olmalıdır. ıstişâre etmekle emredilen Rasûlullah (asm) şöyle buyurmaktadır: ıstişâre edilen itimat edilendir.4

4- şartlarına uygun olarak yapılan istişâreden sonra, netice ne olursa olsun, pişmanlık duymamak gerekir.

5- ıstişârenin gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu da, çeşitli fikir ve gönlün bir araya gelmesi ile mümkündür. Madem sonuç Allah rızasını kazanmaktır; meşverette kendi görüşleri kabul edilmeyen asla ısrarcı olmamalı, üzüntü duymamalı.

6- Çoğunluğun ittifak ettiği noktada, kişiler ve azınlık hangi yönde fikir beyan etmiş olursa olsun, herkese düşen görev, istişâre kararlarının gerçekleşmesi için azamî derecede gayret sarf etmektir. Bu prensip, kültürümüze, “Aza demişler nereye? Çoğunluğun yanına diye cevap vermiş” şeklindeki atasözü olarak da yerleşmiştir. şöyle de denmiştir: “Azca nereye?”, “Çokçanın yanına!” Zaten azınlık da, çoğunluk da, “maksatları ve meslekleri kesin deliller üzerine” götürmek için çalışıyor. şu halde azınlık çoğunluğa tâbî olacaktır. Nitekim bunun uygulaması, Uhud Harbi’nden önce gerçekleşmişti. Resûlullah (asm), çoğunluğun fikrinin aleyhinde olmasına rağmen, kendi düşüncesini terk etmiş, çoğunluğa uymuştu. Harp, mağlûbiyetle neticelendiği halde Peygamberimiz (asm), istişâreye katılan sahabileri tesellî etmesi; terk etmeyi değil, bilâkis devam etmeyi emretmesi, “istişâre”nin ehemmiyetini gösterir.

7- Farklı düşünen fertler de, yine meşverete uymak zorunda. Çünkü, meşveretin ruhu bunu gerektirir. Eğer buna uymayacaklar idiyse, ne diye meşveret ediliyor ki!

ıtiraz edenler, vicdânen emin ki, bir konuda çoğunluğa uydukları veya kendi görüşleri istikametinde sonuç alındığı takdirde, azınlığın onlara uymasını meşveretin esası olarak kabul eder ve ettirir...

8- Hem meşvereti kabul etmek, hem meşveretin kararlarına itiraz etmek ve uymamak gibi bir inkılâb-ı hakaik olmaz! Meşveret, bir ibadettir ve Allah rızasını kazanmak için yapılır. Meşveret kararlarına uymamak, kabul etmemek, onun feyzinden bereketinden, sevabından, hâsıl olan hizmetten hissesiz kalmaya sebeptir.

9- Ahkâm ve hukuk ise, zaten tebeddül etmez; tatbikat ve tercihâttır ki, meşverete ihtiyaç gösterir.5 Yani, haklar ve ana hükümler meşveret edilmez. Ancak, bu hükümlerin nasıl uygulanacağı ve hangisinin tercih edileceği hakkında fikir yürütülebilir.


Dipnotlar: 1-Münâzarât, s. 4.; 2- Mesut Toplayıcı, Köprü, Bahar 1995, No: 50, s. 56.; 3- Münâzarât, s. 23.; 4- Tirmizî, Edeb 57; Ebû Dâvûd, Edeb 123; ıbn-i Mâce, Edeb 37.; 5- Beyanat ve Tenvirler, s. 84.

04.11.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

2

04.11.2007, 02:48

Bediüzzaman’a göre istişarenin hükmü ve gücü

Fikir hürriyeti, düşüncelerini açıklama özgürlüğü, meşveret/danışma, başkalarının görüşlerine saygı duyma ve değer verme; imanın/ıslâmın güzelliklerinden, özelliklerindendir.

“Ve işlerde onlarla istişare et”1, “Onların aralarındaki işleri, istişare iledir”2 âyetleriyle meşveretle ilgili hadîsleri yorumlayan Bediüzzaman’a göre meşveret bir emirdir.3 Yani, farzdır.

Müslümanların toplum hayatındaki mutluluklarının anahtarı meşveret-i şer’iye/şeriat dairesindeki istişaredir. Bundandır ki, ıslâmiyet, insanlığı aklın meşveretine havâle eder.4 Eskiden bir filozof; pek çok sahada söz sahibi idi. Bir kral veya padişah, bir şeyh, bir lider; pekçok işi görüyor ve götürüyordu. En azından, işler, onun şahsında yürütülüyordu. Ancak;

- Zaman, cemaat zamanıdır.5

- Artık işleri, şahıslar, kişiler değil; meclisler/parlamentolar, şûralar, şahs-ı manevîler yürütüyor. Zira, cemaat ruhunu temsil ederler.6

Meşveretin özellik ve güzelliklerini gelince;

- Meşveret, meşrûtiyetin/hürriyetin/cumhuriyetin en mühim esasıdır.7 ınsanlığın vardığı veya varmak istediği hakikî cumhuriyet ki, adâlet, meşveret ve inhisâr-ı kuvvetten ibâretir.8 Kuvvetin kanunla sınırlanması, gücün hukukun, kanunun elinde olması.

Dinî mesele ve ibadetlerde de cemaat önemli. Peygamberimiz’in (asm) cephede dahi olsa cemaatle namaz kılması,9 cemaatin (çok sesliliğin, meşveretin, topluluğun, çeşitli görüş sahiplerinin), birlik ve beraberliğin ehemmiyetini de vurgular. Buna binâen Bediüzzaman, ibadetin, cemaat ile daha faziletli, bereketli, feyizli olduğuna işaret eder.10 Zaten meşveret, ferdlerden oluşan cemaatten çıkan şahs-ı mânevîdir.11

- Ve meşveret her şeyde hükümfermâdır (geçerlidir).12

- Meşveret mutluluk sebebidir.13

- Meşveretin hüküm sürdüğü yerde, şüphelerin hükümleri (ve yeri) olmaz; bâtıl/yanlış hak sûretini giymekle fikirleri aldatamaz.14

- şeriatin usûlüne göre yapılan meşveret, baskı ve tahakkümün belâsından kurtarır.15

- Bundandır ki, en kötü veya en basit meşveret hey’etleri, en iyi şahıslardan veya müstebitlerden/diktatörlerden kat be kat daha iyidir. Çünkü, meşveret, şeriattan bir parmak ayrılsa, padişahlık—şahsiyetçilik ve ferdîlik—yüz arşın ayrılır.16 Çünkü, meseleleri, olayları ferdler iki göz, iki kulak, bir akıl ile görür, işitir ve değerlendirir. Meşveret ise (hey’et sayısınca), on akıl, yirmi göz ile görür, kulakla işitir, on akılla değerlendirir. Çünkü, ferdler, dış tesirlere karşı daha az dayanıklıdırlar.17 Dolayısıyla;

- Cemaatte olan kuvvet, fertte yoktur.18

- Ferd, dâhî de olsa, cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır.19

- şahıs ne kadar güçlü ve dâhî de olsa şahs-ı mânevîye (bireylerden oluşan güce, cemaate, gruba) karşı mağlup düşebilir.20

- Asırlar, zaman tarih vasıtasıyla;21 ferdler biribirleriyle meşveret ettiği gibi, taifeler, kıtalar dahi meşveret etmeli.22 Özellikle, Asya kıtasının ve istikbâlinin keşşâfı ve anahtarı şûrâdır.23

ıstişare, aynı zamanda birlik ve beraberliğin iksiridir. Kenetleşmeyi netice verir. Bunun yanında korku ile riyayı ortadan kaldırır, sevgiyi ihyâ, düşmanlığı ifnâ eder. Zira, içerisinde dayanışma bulunan bir cemaat, durgunlukları harekete geçirir. ıçerisinde hasetleşme bulunan bir cemaat ise, hareketleri durdurur. Cemaatte gerçek birlik olmazsa, büyüdükçe küçülür.24

ıhfâ, havf (gizlemek ve korku) riyâdandır. Farzda riyâ yoktur. ıstişare, açıklığı, şeffaflığı ve birliği gerektirir. Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, ittihad-ı ıslâmdır (Müslümanların birliğidir). Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Düşmanlık ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır.25

Sonsöz: Asya’nın, ıslâm âleminin tali, taht ve bahtının anahtarı meşverettir.26


Dipnotlar:


1-Kur’ân, Al-i ımrân, 159.; 2-Age., şura, 38.; 3-Tarihçe-i Hayat, s. 88.; 4-Muhâkemât, s. 34.; 5-Mesnevî-i Nuriye, s. 87.; 6-Sünuhat, s. 51.; 7-Divân-ı Harb-i Örfî, s. 69.; 8-Emirdağ Lahikası, s. 65.; 9-Emirdağ Lahikası, s. 2 c., s. 218.; 10-Muhakemat, s. 51.; 11-Kastamonu Lâhikası, s. 102.; 12-Muhakemât, 20.; 13-Münâzârât, s. 47.;15-Muhâkemât, s. 32-33.; 16-Divan-ı Harb-i Örfî, s. 59.; 17-Münâzârât, s. 40.; 18-Sünühât, 50.; 19-ışaratü’ül-ı’caz, s. 162.; 20-Sünühat, s. 52.; 21-Emirdağ Lahikası, s. 2 c., s. 120.; 22-Hutbe-i şâmiye, s. 65.; 23-Hutbe-i şamiye, s. 94-95.; 24-Hutbe-i şâmiye, 66.; 25-Hutbe-i şamiye, s. 10-131.; 26-Divân-ı Harb-i Örfî, s. 55

03.11.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

3

04.11.2007, 02:50

Asr-ı Saadet’te meşveret

ışlerini istişare ile yürütenler bilir ki, Peygamberimiz (asm), görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışan bir önder değildi. Vahyi aynen tebliğ eder, ona uyar ve uyulmasını emrederdi. Ancak vahye dayanmayan hususlarda kendi şahsî görüşünü sahabelerle eşit tutardı. Hemen her hususta ashabıyla meşveret eder, onların görüşlerini alırdı. Ebû Hureyre (ra); “Ben, Resûlullah’tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim”1 der. Bedir, Uhud, Hendek savaşları öncesinde, ordunun konuşlandırılmasında, savaş taktiklerinin tesbitinde ve savaş esirlerinin akıbeti hususundaki en kritik konularda ashabına danışmış, onların fikirlerini almış, kendi düşüncesine aykırı olduğu halde ona göre hareket etmiştir.2

Peygamberimiz (asm), Uhud Savaşı sırasında, düşman saflarındaki bir kısım bedevîleri savaşmaktan caydırmak için Medine hurmalarından pay vermeyi teklif etmeyi gündeme getirmişti. Ancak sahabeler bu fikrin vahye dayanmadığını öğrenince, bunun zillet ihtivâ eden bir teklif olacağı gerekçesiyle itiraz etmişler, Peygamberimiz (asm) de vazgeçmişti.

Mekkeli müşrikler, onu Müslümanları ortadan kaldırmak için savaş ilân etmişlerdi. Mücahidlerle istişâre eden Hz. Peygamber (asm), 305 kişilik ordusunu Bedir’e getirerek kuyulara yakın bir yerde konuşlandırmıştı. Bedir Savaşı, bir avuç Müslümanın ve ıslâmiyetin mukadderâtı, geleceğiyle ilgili bir savaştır. Hz. Peygamber (asm) “Mâdem durum bu kadar hassas, öyle ise inisiyatifi ben elime alıyorum!” demiyor. Ashabıyla karargâhın nerede kurulması gerektiğini görüşüyor. Henüz 33 yaşında bir genç olan Hübab bin Münzir (ra) ayağa kalkarak, “Ya Resûlallah! Burası, sana Allah’ın emrettiği, bizim için ileri gidilmesi veya geri çekilmesi câiz olmayan bir yer midir? Yoksa şahsî bir görüş neticesi bir harp tedbiri olarak mı seçildi?” diye soruyor.

Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), “Hayır, şahsî bir görüş neticesi, bir harp tedbiri icâbı olarak düşünüldü!” diye buyuruyor.

Bunun üzerine Hubab şöyle diyor:

“Ya Resulallah! Burada karargâh kurmak pek muvafık değildir. Siz halkı hemen buradan kaldırınız. Kureyş kavminin konacağı yerin yakınındaki su başına gidip konalım. Ben orayı bilirim. Orada suyu bol ve tatlı bir kuyu vardır. Onun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım. Sonra bir havuz yapıp, onu su ile dolduralım. Sonra da müşriklerle çarpışalım. Biz susadıkça havuzumuzdan içeriz. Onlar su bulup içemezler, zor duruma düşerler.”

Resûl-i Ekrem (asm) “Ey Hubab, doğru olan görüş senin işaret ettiğindir!” buyurarak meşverette alınan kararı uyguluyor.3

Kezâ, Uhud Harbi’nde de kendi düşüncesinin aksi olan ve istişare neticesinde ortaya çıkan ekseriyetin fikrine iştirak etmesi de, istişarenin önemini gösteren bir delildir. Esasen bu anlayış, âyetin ve sünnetin gereğidir. “Onlarla iş hususunda istişare et” âyetinin hemen ardından “Bir kere de azmettin mi, artık Allah’a güvenip dayan, çünkü Allah kendisine güvenip dayananları sever”4 denilmesi, meşveret kararının tereddütsüz uygulanması gerektiğini gösterir. Karar verilmişse, artık hemen uygulama safhasına geçilmelidir. Tereddüt olmamalı, emin ve kararlı bir şekilde, meşveret kararları uygulanmalıdır. Nitekim Uhud Savaşı öncesi, meşveretten “meydan savaşı” kararı çıkınca Resûlullah (asm) evine gidip zırhını giyer. “Meydan savaşı” isteyenlerin bir kısmı gelip, görüşlerinden vazgeçtiklerini söyleyince de, Resûlullah (asm); “Bir peygambere, zırhını giydiğinde, artık geriye dönmesi yakışmaz” diyerek isteklerini geri çevirir.5

Onun irtihalinden sonra da ashab-ı kirâm, gerek ahkâm âyetlerinin nasıl anlaşılacağı ve tatbik edileceği meselelerinde, gerekse sâir konularda meşveret yapardı. Yâni, daima değişik fikirlere, farklı görüşlere açıktı. Onlara bu zemini de hazırlamıştı. Peygamberliğini asla bir imtiyaz olarak ileri sürmez, genç, fakat isabetli görüş sahiplerini dinlerdi.

ılk halife Hz. Ebûbekir (ra), devlet başkanlığına, üç farklı görüş sahiplerinin şiddetli tartışmaları sonucunda seçimle gelmişti. Keza, diğer üç halife de yine seçimle gelmiş, meşvereti daima esas almışlardı.

ıslâm âlimlerinin, temel meselelerdeki anlayış farkları, mezheplerin teferruâttaki farklı yorumları ve uygulamalardaki içtihadları da, başkalarının fikirlerine verilen değeri yansıtmaktadır.


Dipnotlar: 1-Tirmizî, Cihad, 35.; 2-ıbni Kesir, II, 128-129.; 3-Sîre, 2:272; Tabakât, 3:567-568.; 4-Kur’ân, Âl-i ımran, 159.; 5-ıbni Kesir, II, 91; Beydavî, I, 178.

01.11.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

4

04.11.2007, 02:51

ıstişâre nedir?

Çok sesliliği, çok görüşü ihtivâ eden meşveret, Müslümanların idâre, eğitim sistemi, hattâ ferd, âile ve cemiyet yapısında önemli yer işgal eder ve etmesi gereken bir fonksiyon icrâ eder. ıslâm kültürü, ahlâkı ve terbiyesini alan bir mü’min, hayatının her safhasında, “meşveret”i esas alır ve almalı. Çünkü, ıslâmın ana prensiplerindendir; âyet, hâdis ve Asr-ı Saadet’teki uygulamalarla sâbit bir hükümdür.

şivar, meşvûre, meşvere, meşûre, kelimeleriyle ifâde edilen meşveret, “Danışıp işâret, yâni rey, görüş almak” demektir. Toplantı, meşveret yapan hey’ete “şûrâ” denir. Meşveret, birçok ıslâm âlimince sünnet kabul edile gelmiştir.

Muâmelâtta, ferdî ve sosyal hayata dayalı bazı hükümler zaman, mekân ve şahıslara göre değişir. “Zamanın değişmesiyle ahkâm tahavvül eder” sözü, bu hakikati ifade eder. Kanaatimizce, “Ve işlerde onlarla istişâre et”1, “Onların aralarındaki işleri, istişâre iledir”2 âyetlerine dayanan Bediüzzaman’a göre meşveret, bu zamanda farz derecesinde bir vazifedir. Zira, zamanımızda hak ve hürriyetler, ilim ve alt dalları, meslekler, meşreplerin fevkalâde inkişaf etmesi, özünde katılım ve paylaşımı barındırdığındandır.

Öte yandan, kâinatın Hâlıkı, insanın yaratılışını anlatırken, meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım”3 diyerek onların düşüncelerini sorar. Elbette, Samed (hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin ona muhtaç olduğu) Âlim-i Mutlak’ın, meleklerle olan bu muhavereyi bildirmesinin en birinci sebeplerinden birisi meşveretin önemini anlatmaktır.

Peygamberimiz (asm), istişareyi emreden âyet-i kerimeye muhatap olduğu zaman, “Biliniz ki, Allah ve Resûlü müşâvereden herhalde müstağnîdirler. (Yâni, meşveret etmeye muhtaç değiller.) Allahu Teâlâ bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse, rüşdden, (olgunlaşma, akıldan) mahrum olmaz. Her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz. ıstişare eden bir kavim, herhalde işlerinin en doğrusuna muvaffak olur. ıstişare eden pişman olmaz.” “ışlerde istihâre edenler, yani Allah’dan hayır dileyerek rızâsına muvafık hareket edenler zarar etmezler. ıstişâre edenler de işin sonunda pişman olmazlar. ıdâre-i maîşetinde isrâf etmeyip i’tidâl yolunu iltizâm edenler de fakr u zarurete düşmezler”4 buyurmuştur.

Peygamberimiz (asm), istişarenin içtimâî hayata getireceği huzur ve saadeti ifade için, “ıdarecileriniz hayırlılarınızdan, zenginleriniz de cömertlerinizden olur ve işleriniz de aranızda istişare ile yürürse, yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır” buyurur.

Peygamberimizin (asm), hakkında âyet, hüküm bulunmayan meselelerde ashâbıyla meşveret etmesi, insanların, uzmanların görüşlerine, fikirlerine ne derece önem verildiğini ve verilmesi gerektiğini fiilen gösterir.


Dipnotlar:

1- Âl-i ımran Sûresi: 159; 2- şûrâ Sûresi: 38; 3- Bakara Sûresi: 30.; 4- Keşfü’l-Hafâ, 2/185.

31.10.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

04.11.2007, 02:52

Bir ihtiyaç olan istişarenin esaslarını herkes öğrenmeli

Ehlinin, uzmanlarının fikirlerine müracaat, danışma, başkalarının görüşlerine yer ve değer vermek ve çok seslilik demek olan meşveretin kaynağı ve mahiyetinden önce, meşveretin zıddı olan tek seslilik, baskı/diktatörlüğün mahiyetine; ardından meşveretin Kur’ân ve Sünnet’teki yerine temas edeceğiz.

Ardından Bediüzzaman’ın, meşveretle ilgili âyet ve hadîslerin açılımını nasıl yaptığına bakacağız. Daha sonra da meşveretin geçerli olması için gerekli şartları, usûlü, prensipleri, heyetinin teşekkülünü, kimlerle istişare edilip edilmeyeceğini işlemeye çalışacağız. Sonuç bölümünde de, meşverete kimlerin niçin itiraz ettiğini; eleştirilerinin meşveret esasına göre ne anlama geldiğini ve buna karşı nasıl bir tavır takınılması gerektiğini tahlîle tâbi tutacağız.

Meşveretin mahiyetini, esaslarını, tarzını yalnızca meşverete katılanlar değil, meşveret üyelerini seçecek yediden-yetmişe herkes öğrenmelidir. Zira, ona göre seçimini yapacaktır. Ayrıca, ileride kendisi de meşveret heyetine seçilecektir. ıstişarenin sağlıklı işlemesi de buna bağlıdır. Ayrıca, meşveret, ıslâmın, imanın özelliği, hürriyetin temel özelliklerinden, hatta, farz olduğuna göre, onun esaslarını öğrenmek tefekkür ve ibadettir.

Bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdat/baskı,1 diktatörlük, bir şeyi zorla kabul ettirmek, tahakküm, keyfî işler, kuvvete dayanarak cebir kullanma, zorbalık, tek görüş, suistimâle gayet müsait bir zemin, zulmün temeli, insanlığın mahvedicisi, sefalet derelerine yuvarlandıran, ıslâm âlemini zillet ve sefalete atan, garaz ve düşmanlığı uyandıran, ıslâmiyeti zehirlendiren, herşeye bulaşarak zehrini atan muzır ve olumsuz bir haslettir.2

Çağımızda istişarenin mânâsını, önemini en iyi şekilde kavrayan, anlatan ve hayatı boyunca uygulamasını yapan ve Asr-ı Saadetteki meşveret anlayışını çağımıza taşıyan, dünya çapında mütefekkir olan Bediüzzaman Said Nursî’dir.

ınsan, sosyal bir varlıktır, toplumun diğer ferdleriyle bir arada yaşamak zorundadır. Hem kendi ihtiyaçlarını karşılamak, hem görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek, hem de başkalarına daha faydalı olmak için mutlaka başkalarının görüşlerine müracaat etmeli, işin ehillerine danışmalı, uzmanlarıyla meşveret etmelidir. Ki, bir fert, toplumun içinde yalnız başına bir şey yapamaz. Diğer taraftan, görüş ve düşünceleri, aklı ve muhakemesi, bütün meseleleri ihata edemez. şu halde istişare etmek durumundadır.

Meşveretin gücünü, şu örnek penceresinden tahmin edebiliriz: “Üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.

“Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.”3 ışte istişarenin gücü!

ıstişare, yalnızca ferdler arası değil, aynı zamanda, toplumun bütünü veya toplumlar arası herhangi bir konuda karar almak üzere bir araya gelerek çoğunluğun fikrine tâbi olmaktır. ılmî, ekonomik, sosyal ve siyasî gibi hemen her konuda ve idarî sistemin şekillenmesi ve işletilmesinde başvurulması gereken önemli bir prensiptir.

Zaten işlerin şûrâ ile yürütülmesi Allah’ın emridir. Bu emri tebliğ ve tavsiye eden ve en güzel biçimiyle uygulayan Resûlullah’tır.


Dipnotlar:


1- Tarihçe-i Hayatı, s. 79.; 2- Münâzârât, s. 22; 3- Lem’alar, s. 165.

30.10.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

6

04.11.2007, 02:53

Temel sosyal hastalığımız nedir?

Aslında köşe yazarlarımızın işleri muhterem okuyucularıyla

*Yazılı bir meşveret,

*Karşılıklı fikir alışverişi,

*Bir müzakere ve mütalâa etmektir.

Bu, yıllardan beri uygulana gelen bir sistemdir. Zira, her zaman ve her zeminde Yeni Asya okuyucuları, gerek yayın politikasını, gerekse yazarları “mihenge vurma, murakabe ve kontrol”, Üstadı tabiriyle, “Zeki bir muhatap ve icabet eden” konumundadır.

Bu girizgâhtan sonra mevzumuza giriş yaparsak; insan ve hizmet olan yerde kusur, hata ve eksiklik vardır. Çünkü, beşer şaşar. Ancak, hatasından dolayı özür ve af dilemek, hatasını telâfi etmek de fıtratının bir gereğidir.

Toplum ve gruplar içindeki problemleri çözmek, sıkıntıları aşmanın birinci prensibi meşveret/danışma, müzakere ve mütalâadır. Ancak, “şahıs ve hadiselerden” ziyade, fikir ve sistem bazında yaklaşmalı. Zira, insan hatadan beri değildir. Hadiselere de her zaman cihet-i sittesi (altı yönü) ile yaklaşamayıp, kimi zaman tek cepheden bakıldığında isabetli teşhisler konamaz.

Meseleleri değerlendirirken, “müfsitler, fasık-ı mütecahirler ve zındıklar müstesna-suçlu, günahkâr aramamaktır. Yani, cihadımız cahillere değil, cehalete; fakirlere değil fakr u zarurete, muhaliflere değil, ihtilâf sıfatlarınadır. Düşmanımız da düşmanlık sıfatı olmalı…

Problemlere, sıkıntılara bu perspektiften yaklaştığımızda; nezahet, nezaketle, hak arama şuuruyla yapılan meşveret, müzakere ve mütalaalarla aşabiliriz. Hiç şüphesiz, tenkit ayrı, mihenge vurmak ayrı şeydir. Biz tenkitle değil, “yardımlaşmak, kusurlarımızı örtmek, eksikleri tamamlamak, vazifemize muavenetle” görevliyiz. ıhlâs Risâlesi’nin ikinci düsturu buna amirdir. Yine Üstadın, “Sizler, ara sıra, ıhlâs ve ıktisat Lem’alarını ve bazan Hücumat-ı Sitte Risâlesini mâbeyninizde (aranızda) beraber okumalısınız…1 şeklindeki tavsiyeleri de, meselelere hissi değil, prensipler, ilkeler, kaideler çerçevesinde yaklaşmamızı gerektirir.

Teşhis isabetli değilse, ameliyat-ı cerrahiye de yanlış yapılacaktır. Bu durumda da problemler, hastalıklar yaygınlaşır, müzminleşir. Temel hastalığımız Risâle-i Nur’u okumamak ve pratiğe tam olarak yansıtamamaktır. Zira, bilmek ayrı, uygulamak ayrıdır. ınsanlar helâk olur, bilenler kurtulur. Bilmek de yetmez, amel etmek, pratiğe geçirmek, hayata uygulamak gerekir. Uygulamak da yetmez, onlar da helâk olur. Ancak ihlas sahipleri kurtulur. Demek temel hastalığımız ihlâstır.

Genel rehavete kapılmamız, hizmet şevkini kaybetmemizin, dolayısıyla geride kalmamızın altı hastalık yanında, “Müslümanları ortaçağda durduran ve tevkif eden, geri bırakan altı hastalıkta”, ve keza, zindan-ı atalete (tenbellik, uyuşukluk zindanına) düştüğümüzün psiko-sosyal sebeplerinde. Onlar da, “ümitsizlik, şevksizlik, meylüttefevvuk/üstün olma meyli, sebepler zincirini atlama, yani, sünnetullaha, kevnî ve sosyal kanunlara uymama; hem kendisi, hem de hemcinslerinin hakkını aramama; acz ile kendine itimadı olmadığından işi birbirine bırakma/havalecilik; başkasının tembelliğini örnek alma; Allah’ın işine karışma ve meylürrahattır.2

Öyle ise, vurgumuzu, tahşidatımızı Üstadın teşhisleri üzerinde yapmalıyız. Yoksa teferruatı tartışarak ana meseleyi göz ardı edebiliriz. Risale-i Nur’u çokça okur, ihlâsı kazanmaya çalışırsak, diğer hastalıklarımızı da tedâvi edebiliriz, aşk ve şevkimizi de kazanabiliriz.

Bu arada, birlik ve beraberlik üzerine de vurgu yapmalıyız. Zira, bu nokta önemli değil, ehemmiyetlidir, lüzümlu değil, elzemdir. Zira, Üstad’ın hedeflerinden birisi ıttihad-ı ıslâm”dır. Kendi içinde müttehit olmayan, ittihad-ı ıslam dâvâsında nasıl bulunabilir? Bununla birlikte özellikle meselenin püf noktasını teşkil eden şu ayrıntıya dikkat etmeli:

Risâle-i Nur presiplerinden, meslek ve meşrepten, dâvâdan taviz verilerek gerçekleştirilecek ittihad, gerçek ittihad değil; yalandan ittihaddır ve sonuçsuzdur.


Dipnotlar:


1- Kastamonu Lâhikası, s. 172.; 2-Münazarat, s. 136-140.

29.10.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

7

04.11.2007, 02:54

Hizmet, tebliğ, katılım/meşveret, murakabe ve kontrol

ıçinde yer alınan grup ve cemaatin yapılanması, “daire” değil, “zincir, tekerlek veya Y” ise; liderler, önderler, kıdemliler düşünür, direktif verir; müntesipler tasdik eder, uygular. Bu kesin teslimiyette rahat bir boyut var…

Ancak, çağımız, hem fikir, hem de uygulamada katılımı gerektiriyor. Zira, geçmiş devrelerin manevî hâkimi kuvvet idi. Kimin kılıncı keskin, kalbi kâsî/katı olsa idi, yükselirdi. Fakat, zaman-ı meşrûtiyetin (demokrasi, hürriyet devrinin) zenbereği, rûhu, kuvveti, hâkimi, ağası hak’tır, akıl’dır, mârifet’tir (ilim/bilgidir), kânun’dur (hukuktur), efkâr-ı âmme’dir/kamuoyudur.1 Artık hâkim olan meşveret/istişare, danışma, demokrasi ve katılım. Cemaatî yapılanma “daire”, eğitim sistemi de, pasif değil, aktif olmalı artık.

Bu tesbit ve “daire” yapılanmasına göre, “Ben yöneticiye söyledim, uyardım, şiddetle ikaz ettim, yine bildiğini okuyor!” demek yetmez. Evvelâ, haklı olmalısınız, aklî olmalısınız, ilmî olmalısınız. Ve kamuoyu, yani şahs-ı mânevî, düşüncelerinizi paylaşmalı. Çünkü, şahıs, dâhî de olsa etkisi azdır.

Eğer grupta siz değil de, başkaları bunları yerine getiriyor ve etkili oluyorsa, size, “Yöneticimiz söz dinlemiyor!” deyip tenkit etme ve kenara çekilme hakkı doğmaz. Böyle bir lüksünüz yok!

Unutmamalıyız ki, hepimiz “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” ile vazifeliyiz; sonuç almakla değil. ışimizi hakkıyla yaptık, sürdürmeliyiz. Çünkü, imtihan devam ediyor… Nur Sûresi’nin 54. âyetini hatırlayalı:

“Eğer sırtınızı dönerseniz bilin ki Peygamber kendi görevinden, siz de kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olursunuz. Ama ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Yoksa, peygamberin görevi, açıkça tebliğ etmekten başka bir şey değildir.”

Düşüncelerinizin etkili olduğunu düşününüz; karşı grubun tenkit etmesini veya çekip gitmesini ister misiniz? Ninova halkına gönderilen Hz. Yunus’un (as) tutumu, “tebliğde sebat, metanet ve devamlılık” hususunda ibretli derslerle dolu. Takip edelim:

33 sene tebliğ görevini yapar; ancak kendisine iki kişi iman eder! Bunun üzerine söz dinlemeyen, azgınlaşmış kavmini müthiş bir azapla müjdeleyip (!) kenara çekilir. Siyah bulutlar, dumanlar etrafı kaplar, rüzgâr korkunç bir şekilde eser. Tevbe etmek üzere Hz. Yunus’u ararlar; bulamazlar. Yine de hep birlikte tevbe ederler. Tevvâb-ı Rahîm tevbelerini kabul eder; kurtulurlar.

Hz. Yunus (as) ise, Rabbi’nden izin almadan kavmini terk eder; Dicle kenarından bir gemiye biner. Bir müddet sonra gemi durur; bir türlü ilerlemez. “Bunda bir uğursuzluk var! Efendisinden kaçan bir köle buna sebeptir” deyip tesbit için kur'a çekerler; Hz. Yunus’a (as) isabet eder.

Denize atılır. Büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette, karanlıklar içinde niyaz etti: ‘Senden başka ılâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.’2

“ışte, Hz. Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. ıstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.

“Madem hakikî vaziyetimiz budur. Biz de, Hazret-i Yunus Aleyhisselâma uyarak, bütün sebeplerden yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab (Sebeplerin Müsebbibi, Yaratıcısı) olan Rabbimize iltica etmeliyiz.”3

şu uyarı da Peygamberimizin (asm) şahsında hepimizedir: “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa, de ki: ‘Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.’”4

Bu hakikatler, bize, hizmette meydana gelen aksaklıklara veya söz dinlemeyenlere kızıp, küsüp, “gemiye binip, terk-i diyar” etmek yerine; çözüm üretmeye çalışmamız gerektiğini ifade etmiyor mu? Ki, bir yerde yangın varsa ve kimden, nasıl kaynaklanırsa kaynaklansın; bırakıp gitmek değil; söndürmeye çalışmak insanî ve vicdanî bir mükellefiyet değil mi? Alevler göklere yükselirken, “Yangını kim çıkardı, niye çıkardı, nasıl çıkardı?” tartışmalarıyla vakit geçirilmediği gibi; sıkıntı ve problemleri aşmak için tartışma ve tenkit değil; halletmek için daha büyük gayretle çaba sarf etmek gerekmez mi?


Dipnotlar: 1- Münazarat, s. 33.; 2- Kur’an, Enbiyâ, 87.; 3- Lem’alar, s. 11-13.; 4- Kur’an, Tevbe, 129.

27.10.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

8

04.11.2007, 02:59

Daire yapılanması ve sıkıntıların asıl kaynağı

Önceki yazılarımızda toplumbilimin; cemaatlerin yapılanmasını “daire, zincir, tekerlek ve Y” olarak dört kategoride incelediğini belirtmiştik.

Daire yapılanmasında söz sahibi şahıs/lider değil; meşveret ve şahs-ı mânevîdir. Yönetim biçimi seçim sistemine dayandığı için tüm üyelerin aktif olarak katılımı sağlanır. Gayet tabiî ki, bu katılım gönüllüdür. ışleri yürüten ve organize eden kurul, yöneticiler seçimle işbaşına gelir ve meşveretin aldığı kararları uygular. Vazifeleri, trafik memuru gibi organizatör olarak sistemin düzenli akışını sağlamaktır.

Risâle-i Nur’un hocası Risâle-i Nur olduğundan Nur cemaatinin halifesi, lideri yoktur. Bediüzzaman, bunu bizzat kendi nefsinde uygulayarak “şeyh, hoca, lider, halifeyi”, “Her meselemizde emir, Risâle-i Nûr’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirtlerin (talebelerin) ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var”1 diyerek aradan çıkarmış. Ve fikir, kitap endeksli, çoğunluğun görüşüne dayalı meşveret/danışma sistemini ihya etmiştir.

Liderlik sistemi ve özel sektör mantığıyla çalışan müesseselerde, şahıslar radikal kararlar alır, risklere girer ve sonuçlarına da katlanırlar. (Ki, onlar bile her istediklerini yapamaz, yetkileri sınırlıdır.) Ancak, cemaat fertlerinin tümünün katılımıyla oluşan hizmetlerde yönetici, istediği icraatı yapamaz. Meşverete bağlı olduğundan kendi başına karar alamaz.

Ne var ki, demokratik sistem, yani, “meşveret, seçim ve katılım” sistemiyle çalışan daire yapılanmasında da sıkıntılar, aksaklıklar, yanlışlar, problemler kaçnılmazdır. Kimi zaman işler sarpa da sarabilir. Veya zaman zaman müesseselerine “KıT” (Kamu ıktisadi Teşebbüsleri) mantığı hâkim olabilir.

Acaba bu durumda keyfîlikleri önlemek ve problemleri asgariye indirmek nasıl mümkün olabilir? Veya yöneticilerin keyfî karar ve uygulamalarını önleyecek müeyyideler nelerdir?

Aslında insan, imtihan ve dolayısıyla hizmet olan yerde problemler de vardır. Dünya dört dörtlük değildir. Önemli olan bunlara yaklaşım ve çözüm şeklidir.

Öncelikle belirtelim: Sıkıntı ve çarpıklıkların kaynağı istişare/meşveret değil, meşveretin lâyıkıyla yerleştirilip işletilememesindendir. Yani, cemaat fertlerinin, “eksikleri tamamlama, kusurları örtme, hizmete yardım etme, kontrol, mihenge vurma, hakkın hatırını âlî tutma” gibi vazifelerini ihmal etmeleridir. Ki, şahısların bu zaafları, şahıslardan mürekkep olan şahs-ı mânevîye de sirayet eder, zafiyetine sebep olur.

Bediüzaman bu hususa, “Zulüm, meşrûtiyetin hatası değil, belki kafanızdaki cehaletin zulmetindendir. Siz dîvanelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz…”2 tesbitleriyle işaret eder. Burada meşrutiyetin yerine “istişare/meşveret”, millet yerine “cemaat” mefhumlarını koyabiliriz.

şu hususta mutabık değil miyiz ki; tüm sıkıntılar, günümüz Kur’ân ve Sünnet ölçüleriyle, hizmet metotlarını ortaya koyan Risâle-i Nur’u ve özellikle—en azından—her on beş günde bir okunması tavsiye edilen ıhlâs Risâlesini, yine ara sıra okunması tavsiye edilen ıktisat ve Hucumat-ı Sitte Risâlelerini okumamak ve pratiğe geçirememekten kaynaklanmıyor mu? Öyle ise, teferruâtı tartışmanın ne anlamı var?

Böyle fasit bir düşünceden sıyrılmalı ve sonuçtan titremeliyiz: Ki, lider olmayanları lider konumuna sokup, ardından başkalarının kabahatlerini ona yüklemek adalet, ihlas ve uhuvvet prensipleriyle çelişmiyor mu?


Dipnotlar: 1-Hizmet Rehberi, s. 175.; 2-Münazarat, s. 28.

25.10.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

9

04.11.2007, 03:00

ıstişare ve şahs-ı mânevî modeli
19.12.2005

ıstişare nedir? ıstişare, sadece, bir hizmeti yapacak olan kişinin ya da kişilerin birilerine danışması ve o­nların da fikrini alması demek değildir. ıstişare, aynı zamanda, herhangi bir konuda karar almak üzere bir araya gelmek ve çoğunluğun fikrine tabi olmak demektir.

ıstişare ıslâmın üzerinde durduğu ehemmiyetli prensiplerden biridir. Müslümanların, sadece hususî hayatlarında karşılaşacakları meselelerin çözümünde değil, siyasî ve sosyal hayatın yürümesinde ve idarî sistemin şekillenmesinde başvurmaları gereken mühim bir esastır. ışlerin şûra ile yürütülmesi Allah'ın emridir. Bu emri tebliğ ve tavsiye eden ve en güzel biçimiyle uygulayan Resulullah'tır. Zira bu, medenî hayatın vazgeçilmesi imkânsız bir ihtiyacı olan fikir alış-verişinin gereği olduğu gibi, insan aklına ve iradesine verilen önemin de bir göstergesidir.

ıstişare kavramının mânâ ve ehemmiyetini asrımızda en iyi şekilde kavrayan ve hayatı boyunca uygulamasını yapan kişi ise çağımızın büyük mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî'dir.

ınsan, sosyal hayatın içinde yaşamak mecburiyetindedir. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarıyla iyi ilişkiler kurmaya muhtaçtır. Bu ilişkiler bireyler arasında olabileceği gibi, bireyle toplum veya cemaat arasında da olabilir.

Toplum hayatında bireyin tek başına her şeyi düşünmesi veya yapması mümkün değildir. Ortak bir aklın ürünü olan kapsamlı kararlara ihtiyaç vardır. ıstikrarlı bir sosyal hayat, ancak bu yolla kurulabilir.

Peygamberimiz (asm) istişarenin içtimaî hayata getireceği huzur ve saadeti ifade için, "ıdarecileriniz hayırlılarınızdan, zenginleriniz de cömertlerinizden olur ve işleriniz de aranızda istişare ile yürürse yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır." buyurur.

Dünyanın bir köy haline geldiği günümüzde, fertlerden ziyade, fertlerin oluşturduğu mânevî şahsiyetler yani dernekler, sendikalar, vakıflar, cemaatler ve partiler ön plana çıkmıştır. ıstişare de asrımızda özellikle şahsı maneviler için gereklidir.

Ortak aklın ve kolektif şuûrun, meşveret ve şûra mantığı içinde ön plâna çıkarılması ile harika neticeler elde edilebilir. Gerçekten bir sosyal gruba veya cemaate dâhil olan fertler, bireysel güçlerinin kat kat üstünde güç kazanarak maksatlarına daha kolayca ulaşma imkânlarını elde etmişlerdir.

Nitekim Bediüzzaman; "Hakikî, samimî bir ittifakta her bir fert, sair kardeşlerinin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya o­n müttehit adamın her biri yirmi gözle bakıyor, o­n akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır." diyerek sinerjinin, yani işbirliği ve istişarenin önemini ve faydasını dile getirmiştir.

Ortak akıla ulaşıldığı ve bu ortak irade ile hareket edildiği takdirde, bunun kazandıracağı maddî ve manevî menfaatler had ve hesaba gelmez. "Bir millet istişare ettiği müddetçe zillete düşmez" buyuran sevgili Peygamberimiz (asm) ferdî gayretlerin ötesine geçilmesini ve ortak aklın öne çıkarılmasını emretmektedir.

Zaten insan gruplarına doğruyu bulma ve mevcut şartlar içerisinde yapılması gerekenin en iyisini yapma imkânını istişare sağlar. Ayrıca işlerin beraberce yürütülmesi meşveret edilen kişileri tatmin ve memnun ettiği gibi o­nlara değer verildiğini de gösterir.

Asr-ı Saadette meşveretin uygulanışı

Âl-i ımrân Sûresinin, 159. âyetinde; "Yapacağın işi önce meşveret et." buyuruluyor. Meşveret etmek, yani danışmak, insanı pişman olacağı bir işi yapmaktan korur. Ancak meşveret yapılacak kimselerin; zamanın ve sosyal çevrenin şartlarını bilmesi, ayrıca akıllı ve ileri görüşlü kişilerden olması lâzımdır. Yanlış kişilerle meşveret kötü sonuçlar doğurabilir.

Peygamberimiz (asm) bir hadîs-i şerîfinde; "Meşveret edilen kimse emîndir." buyurmaktadır. Buna göre istişare doğruyu söyleyeceğinden ve sır saklayacağından emin olunan kişilerle yapılmalıdır.

Peygamberimiz (asm.), kendi görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışan bir lider değildi. Vahyi tebliğ eder, uyar ve uyulmasını emrederdi. Ancak vahye istinat etmeyen hususlarda kendi şahsî görüşünü sahabelerle eşit tutardı. Hemen her hususta ashabıyla meşveret eder, o­nların görüşlerini alırdı. Bu hususta Ebu Hureyre; "Ben, Resulullah'tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim." (Tirmizi, Cihad, 35) demektedir.

Meselâ Peygamberimiz Bedir, Uhud, Hendek savaşları öncesinde, ordunun konuşlandırılmasında, savaş taktiklerinin tesbitinde ve savaş esirlerinin akıbeti hususunda ashabına danışmış, o­nların fikirlerini almış, o­na göre hareket etmiştir. (ıbnu Kesir, II, 128-129)

Yine bir başka örnek şudur: Peygamberimiz Uhud Savaşı sırasında, düşman saflarındaki bir kısım bedevileri savaşmaktan caydırmak için o­nlara Medine hurmalarından pay vermeyi teklif etmeyi gündeme getirmişti. Ancak sahabeler bu fikrin vahye dayanmadığını öğrenince, bunun zillet ihtiva eden bir teklif olacağı gerekçesiyle fikre itiraz etmişler ve Peygamberimiz (asm) de bu fikrinden vazgeçmişti.

Bu örneklerden, Resulullah'ın dahi peygamberlik yönü ile insaniyet yönünün birbirine karıştırılmadığı görülmektedir. Peygamberliğine mutlak itaat, dünya işlerinde de kendisi ile iştirak söz konusudur.

Devlet yapılanmasında istişare nasıl işletilmelidir?

Devlet, açık bir siyasî rejimle yönetilmelidir. Bunu da ancak meclisler temin eder. Halkın kendi kendisini fiilen ve bizzat yönetmesi anlamındaki doğrudan demokrasi mümkün değildir.

Temsilî demokraside meclisler, halk adına yönetenleri seçen ve denetleyen istişare heyetleridir. Seçimler bir istişaredir ve kimin temsilci olacağı hususunun karara bağlanmasını sağlar.

Bu istişarede, aklı başında olan herkes istişare edilmeye ehil sayılır. Ehiller birbirine eşittir. ıçlerinden bazıları, uzman ya da kıdemli olması gibi gerekçelerle imtiyazlı hale getirilemez. şüphesiz bilge ve faziletli olanlar diğerlerini etkilemeyi başarabilir. Ama bu bir imtiyaz değil, herkesin önündeki eşit bir fırsattır. Zaten eşitlikte aslolan, fırsat eşitliğidir.

Meclislerde, halkın temsilcilerinin yanında, uzmanlardan oluşan bir senatonun da yer alması mümkündür. Ancak bu halde iki kesim arasında ihtilâf varsa son sözü senatörler değil, halkın temsilcileri söylemelidir.

ıstişareye dayalı devlet sisteminde halk iradesinin üzerinde bir denetim otoritesi yoktur ve olmamalıdır. Aksi halde istişare sadece danışmadan ibaret bir eylem olmuş olur. Oysa istişarenin asıl anlamı, herhangi bir konudaki kararın ilgililerin oybirliğiyle ya da hiç değilse oy çokluğu ile alınmasıdır.

Halkın temsilcilerinin seçtiği yöneticiler de kendi aralarında istişare yapmalıdır. Ancak bu aşamada uzmanlık ön plana geçer. Herkesle meşveret edilmez. Temsilcileri vasıtasıyla yöneticileri seçen halkın içinden birilerinin şahsî görüşü burada önem taşımaz. Halkın çoğunluğunun görüşü zaten seçimle ortaya çıkmış olacaktır. Halk yanlış yapmışsa bir sonraki seçimde başkalarını seçerek yanlışını düzeltecektir.

Karar verme ve icra etme, yani yasama ve yürütme yetkisini ve gücünü her nasılsa eline geçirmiş olan bir kişi ya da zümre, yönettiği kişilerin istek ve iradelerine saygılı olursa başarılı bir yönetici olabilir. Ancak yönetici ömür boyu yönetici olma gücüne ve imkânına sahipse, yönettiklerine karşı saygılı olmayacaktır. Oysa yönetici seçimle göreve gelir ve gidecek olursa millet iradesi hâkim olmuş olur.

Devlet idaresinde her şeyin serbestçe tartışıldığı bir millet meclisinin bulunması gerektiğini belirten Bediüzzaman, milletin kalbi hükmünde olan millet meclisinin, ümmetin fikri makamında olan meşvereti yapabilmesi için fikir hürriyetini zarurî görmektedir.

Fikir hürriyeti, meşveretin ve meşrûtiyetin olmazsa olmaz şartıdır. Fikir hürriyeti olmadan meclisten beklenen güzel neticelerin çıkması mümkün değildir. Fikirler çatışacak ki, hak ortaya çıksın.

Cemaat yapılanmasında meşveret Günümüzde cemaatler çoğunlukla hiyerarşik ve dikey yapılanmaya sahiptir. Risâle-i Nur modelinde ise yapılanma şekli yataydır, yani kardeşlik ilişkisine dayanmaktadır. şeyh-mürit ilişkisi gibi, faziletin ve talimatın yukarıdan aşağıya aktığı ve bu emirlerin yerine getirildiği bir yapılanma şekli yoktur.

Bediüzzaman bu konuda şu açıklamayı yapmaktadır: "Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi'ş-şeyh, fenâ fi'r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat o­nların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi'l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samimî ihlâstır."

Gerçekten cemaat içi demokrasiden söz edilebilmesi için, seçen ve seçilenler arasında bir farkın olmadığı bilinmelidir. Ve seçilenler Peygamberimizin "Yöneticiler yönettiklerinin hizmetkârlarıdır." hükmündeki esasa sadık kalmalıdırlar.

Dolayısı ile cemaate mensup olan herkes, stratejik nitelikte ilkesel kararlar alan üst kurulların üyesi olmak, söz söylemek ve oy vermek hakkına sahiptir. Düşünceler açıkça ifade edilerek katkı sağlanır. Bir meşveret seçilmiş bir kadro ile yapılıyorsa, bu kadroyu seçenlerin o meşvereti izlemek hakları vardır. Zira ancak bu sayede seçenler seçtiklerini denetleyebilirler.

Stratejik ve ilkesel kararları alan üst kurullarda uzmanlık ve buna bağlı bir imtiyaz olamaz. Ancak kararın icrasına yönelik meşverette yöneticilerin ve teknik ekibin ortaya çıkması ve meşveretin bunlar tarafından kendi aralarında yapılması şarttır.

Meşveret ederken herkes farklı bir fikre sahip olabilir. Önemli olan fikirlerini rahatça ifade edebilmesidir. Oylama yapıldığında kendi reyi azınlıkta kalsa dahi alınan kararın gereği olan icraata muhalefet etmez, aksine severek katkı yapar. Zira kendisinin de güvendiği ve destek verdiği ortak akıl böyle karar vermiştir. Ortak akla razı ve tabi olur ve buna uygun icraat yapar.

Zaten cemaatte vahid-i sahih, fikir birliği değil, uygulama birliği, yani aynı hedefe doğru, "uygunadım" yürüyebilme yeteneğidir. Cemaatin her bir ferdi "kendisi gibi" düşünmeli, ancak cemaatle birlikte ve tek bir vücut gibi icraat yapmalıdır. Zira meşverette aslolan oy birliğidir. Buna ulaşılamıyorsa oy çokluğu esası devreye girer. Akıl için yol bir olduğundan tam bir müzakere ile ve tam bir ihlâsla yapılan meşveret genellikle oybirliği ile sonuçlanır.

Nitekim Bediüzzaman da meşvereti Risâle-i Nur Talebelerinin hususiyetlerinden biri olarak saymakta, söylediklerinin lâftan ibaret olmadığını ve cemaatin aldığı meşveret kararlarına harfiyen uyacağını bir cevabî mektubunda özellikle belirtmektedir:

"Kahraman Tahirî ve Hâfız Mustafa'nın yaptıkları hizmet çok güzeldir. o­nların tedbirleri isabetlidir, haktır. Nur fabrikasının divanında verdiğiniz kararlar, ne olursa kabulümüzdür."

Esasen bu anlayış, âyetin ve sünnetin gereğidir. "Onlarla iş hususunda istişare et" âyetinin hemen ardından "Bir kere de azmettin mi, artık Allah'a güvenip dayan, çünkü Allah kendisine güvenip dayananları sever." (Al-i ımran: 159) denilmesi, meşveret kararının tereddütsüz uygulanması gerektiğini gösterir. Karar verilmişse, artık hemen uygulama safhasına geçilmelidir. Tereddüt olmamalı, emin ve kararlı bir şekilde, meşveret kararları uygulanmalıdır. Nitekim Uhud Savaşı öncesi, meşveretten "meydan savaşı" kararı çıkınca Resulullah evine gidip zırhını giyer. "Meydan savaşı" isteyenlerin bir kısmı gelip, görüşlerinden vazgeçtiklerini söyleyince de, Resulullah; "Bir peygambere, zırhını giydiğinde, artık geriye dönmesi yakışmaz." diyerek isteklerini geri çevirir. (ıbnu Kesir, II, 91; Beydavi, I, 178)

ıstişare usûlü

ıstişare üç basamakta yapılmalıdır. Birinci ve en üst basamakta strateji belirlemeye yönelik meşveret vardır. Bu meşveret ilgili herkesin ya da o­nların temsilcilerinin katkısı ile yapılır. ıkinci ve alt basamakta yöneticilerin kararın icrası amacıyla yapacakları meşveret vardır. Bu istişare stratejinin hedeflerini belirlemeye yöneliktir ve yönetim konusundaki uzmanlarla yapılır. Üçüncüsü ise hedefe ulaştıracak yöntemleri belirlemek amacıyla istişare yapmaktır ki, bunu da işin uzmanları yapar. Her bir heyet kendi görevinin sınırları içinde kalırsa hedefe ulaştıran basamaklar tamamlanmış olur.

Cemaatler de genellikle dînî hüviyet taşıyan kurumsal yapılardır. Din ve iman hizmeti görmek amacını güderler. Yapılan hizmetler Allah rızası için yapılır. Hiçbir maddî menfaat beklenmez. Üstelik birçok maddî ve manevî fedâkârlığı gerektirir. Cemaat üyeleri birbirlerini Allah rızası için sever ve yardım eder. Bu manevî hizmet yarışında yerine getirilmesi gereken görevlerin iyi sonuçlar verebilmesi için ehil kişilerin seçilmesi önemlidir. Bu seçimin tepeden birisinin atamasından ziyade, cemaat üyelerinin rey ve arzusuyla seçilmesi güzel sonuçlar verecektir. Bu konuda titiz davranan Bediüzzaman Hazretlerinin tavsiyelerini görelim:

"Bu merhum kardeşimizin Nur'a ait müteaddid vazifelerini tamamen görecek ve şakirdlerin tensibiyle ve meşveretiyle intihab edilecek bir yeni kahraman bulununcaya kadar, o vazifeleri taksimü'l-a'mal suretinde her bir şakird bir vazifesini yapmağa başlasın…."

Kurumsal yapılarda meşveret

Kurum, kuruluş kanunları veya mevzuatlarında görev, yetki ve sorumlulukları belirlenen, hizmetin niteliği ve yürütülmesi bakımından idarî bir bütünlüğe sahip olan işyerleridir.

Günümüzde ihtiyacın fazlalığından olacak ki, kurumların çoğunda yönetim kurulunun dışında danışma kurulları oluşturulmaktadır. Piyasada danışmanlık hizmeti veren birçok şirket mevcuttur.

Yeni yönetim anlayışı kalite, strateji, sinerji, insan ve bilgi üzerine inşa edilmektedir. Toplam kalite yönetimi; organizasyonda liderlik, yönetim, insan, sistem, kalite geliştirme, sistem standartlarının oluşturulmasını amaçlayan yönetim anlayışıdır. Stratejik yönetim adı verilen yeni yönetim anlayışı, organizasyonda giderek önem kazanmaktadır.

Sinerji

Risâle-i Nur'da adediyet sırrıdır. Sosyal hayata kardeşlik sırrı olarak yansır. Matematiğin dünyasında adediyet sırrı bulunmaktadır. Yan yana gelen üç birden biri yüz, biri o­n kıymetine yükselirken biri de aynı değerinde kalıyor. Ancak hangisi yüz, hangisi o­n, hangisi bir bunun bir önemi kalmıyor. Benlik, şahsiyet bütün içinde eriyor ve "biz"e dönüşüyor. O yüzden yan yana yazılmış üç biri 111 şeklinde okuyanlar hangi birin nereye yazıldığını sormak ihtiyacı hissetmiyorlar. Çünkü ayrı ayrı üç rakam artık bir bütüne dönüşmüş, bütünde erimiş ve biri eritip yüze dönüşmüştür.

Arkadaşlık duyguları ile bir araya gelenler, benlik sırlarını silip bütün arkadaşların teşkil ettiği şahs-ı mânevî hesabına şahsî arzulardan, hedeflerinden ve menfaatlerinden vazgeçerler. Artık bütün hedefler, maksatlar şahs-ı mânevîyenin hesabına işleyecektir ve kurumsallaşacaktır.

Sistem kurmada şahs-ı mânevî metodu

Sistem, belirli bir fonksiyonu yerine getirmek için, birbiriyle ilişkili unsurları bir araya getiren bir bütündür. Kâinat ve toplum bütünsel bir sistem içerisinde hareket eder. Veya birbirini etkileyen sistemler bütünüdür.

Cemaat bir şahs-ı manevîdir. Din hizmeti gören cemaatlerde maddî menfaat olmadığı için tamamen manevî hizmetlere odaklanma söz konusudur. Bu hizmetlerin sistemli ve ahenk içerisinde yürütülebilmesi için iş bölümü yapılması şarttır. Hangi işi, kimin, ne zaman ve nasıl yapacağının belirlenmesi lâzımdır. Bunu belirleyecek olan da meşveret heyetidir.

Hizmetlerin yürüyebilmesi için fertlerin konumunu ve sistemin nasıl işlemesi gerektiğini Bediüzzaman'ın ifadeleri şöyle özetlemektedir:

"Fihriste'yi taksimü'l-amal tarzında mütesanid heyetinizin şahs-ı mânevîsine tevdiiniz çok güzeldir; daha baha ihtiyaç bırakmıyor." (Kastamonu Lâhikası, s. 17)

şahs-ı mânevî

şahs-ı mânevîde "ben" yoktur, "biz" vardır. Fert bir buz parçası gibi havuzun içerisinde kendi nefsini eritmelidir. Havuza sahip olabilmek için bu gereklidir. Fert, dayanışmayı önemli bir bağ bilerek ihlâs kaidelerine göre hareket etmelidir.

şahs-ı manevînin muhafazası açısından fertler birbirinin kusuruna bakmamalı ve affedici davranmalı, birbirinin kusurunu örtmeye çalışmalı, birbirine güvenmeli ve yardım etmeli, birbirine duâ ve tebrik etmeli, birbirine ihlâsla muhabbet beslemeli, birbirine tesellîci ve numune-i imtisâl olmalı, kusur ve rekâbete karşı saffet ve ihlâsı kullanmalı, sadâkat sebat ve sıkı irtibat içinde olmalı, birbirinin kuvve-i mâneviyesini takviye etmeli, meşvereti esas tutmalı, kardeş gibi dayanışma içerisinde olmalı, kendisi haklı da olsa kardeşini tenkit etmemeli, birbirine gücenmemeli ve küsmemeli, birbirine tarafgirâne bakmamalı, kendi kusurunu görmeli, birbirine sû-i zan etmemeli, birbiriyle münâkaşa etmemeli, cemaat içinde şahsî cesâretini kullanmamalı, birbirini enâniyet ve sadâkatsizlikle ittiham etmemeli, adâvet ve tarafgirlikle ihtilâfa düşmemeli.

Zaman şahsiyet ve enâniyet zamanı değil cemaat zamanıdır. Bu sebeple günümüzde dikey ilişki pek de arzu edilen bir şey değildir. Yatay ilişkilerle uyumlu olan dost, kardeş ve talebe gibi tanımlar insanlara daha cazip gelmektedir. Sıhhatli ve istikametli birliğe, meşveret ve istişareye önem verilmelidir. Bireyler kendilerinin önemli olduğunu hisseder ve görürlerse hizmetlerine dört elle sarılacaklar ve cemaatin şahs-ı manevîsine azamî derecede katkıda bulunacaklardır.

Bir cemaatin hizmetlerinin rağbet görmesi insanların yaratılışlarına, arzularına ve ihtiyaçlarına bağlıdır. Memnuniyet verici geri bildirimleri alınmayan hizmetler bireylerin şevkini kıracaktır. Bu sebeple ikna metodu kullanılmalı, mücadele tarzı seçilmemeli, insanları değiştirmeye kalkışmak yerine davranışlarının mecrası düzeltilmeye çalışılmalı, tebliğ vazifesinin dışına çıkılmamalı ve netice Cenâb-ı Hakk'tan beklenmelidir.

Sonuç

Kâinatta tecelli eden Esma-i Hüsna'nın kutsi istişaresi neticesinde abesiyet ve israfat gözükmemektedir. Kâinattaki bu tecelli, kâinatın küçük bir numunesi olan insan da, bir şeye karar vermeden önce kendi aklına, vicdanına, kabiliyetlerine ve sair duygularına danışma şeklinde tezahür etmelidir.

Temelde aileden başlayan kurumlar silsilesi içerisinde kişi düşündüklerini özgürce ifade edebilmelidir. Kendi hak ve hukukunu bilmeyen insanların, başındaki idareciyi çok iyi birisi dahi olsa müstebit edeceğini vurgulayan Bediüzzaman Hazretleri, kişinin hak ve hürriyetlerinin korunabilmesi için de şûrânın şart olduğunu ifade eder.

Kısacası meşveret; insanı istibdat ve tahakküm belâsından kurtarır, şüpheleri izale eder, musibetleri defeder. Ayrıca; saadetin anahtarıdır, terbiye edicidir, kısa zamanda çok işlerin görülmesine vesile olur ve insanları terakkiyata götüren bir binektir.

© 2000-2007 EuroNur - Avrupa Nur Cemaati / SaidNursi.de
(Kaynak gösterilerek veya izin alınarak yayınlanabilir)
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

10

07.11.2007, 01:44

ıstişare, hürriyet, terakki ve Hacc

Hacı adaylarını mukaddes topraklara yolcu etmeye başladığımız bugünlerde, meşveret ile Hac arasındaki irtibatı ele almakta fayda mülâhaza ettik. Peygamberimiz (asm) bir hadisinde, “ıstihare eden kaybetmez, istişare eden pişman olmaz!” buyurur. Bu, aynı zamanda istişare ile alınan kararın yanlış olması durumunda da pişmanlık duyulmayacağını kastetmiş olmalı. ıstişare, çok muhteşem psiko-sosyal sonuçlar doğurur.

“Âlem-i ıslâmın mukadderatını meşveret eden ruhanî meclislerin”1 bulunduğunu ifade eden Bediüzzaman, Müslümanların I. Dünya Savaşı’nda kaybedip perişan olmasına ilginç bir yaklaşım sergileyerek; üç mühim ıslâm esası, “Salat, savm, zekâtı terk etmesi” olarak görür. Namazı terk ettik; 5 yıl savaş boyunca cepheden cepheye koşarak namaz kıldık. Kıtlık ve açlıkla, yıllarıyla oruç tuttuk. Mallarımız telef olarak birikmiş zekâtları verdik… Çünkü, amelin karşılığı kendi türünden birşeyle verilir.2

Müslümanların perişan olmalarının sebebinin, Kur’ân’ın, ıslâmın ahlâkından uzaklaşmaları olduğunu tarihi şahit gösterir: Müslümanlar ıslâmiyete sarıldıklarında yükseldiler, medenileştiler; uzaklaştıklarında vahşete, belâ ve musîbetlere hedef olup perişan olmuşlar olduklar...

Bu perspektiflerden baktığımızda; ilimde, fikirde, hukukta ve teknolojide ilerleyemememizin sebebinin ıslâmın emri olan “istişare”yi de terk veya lâyıkıyla yapmamamız olduğunu söyleyebiliriz. Bu biraz mübalâğalı gibi görünebilir. Aslında, istişare, demokrasiyle milletle meşveret edilir, “Ne için, ne istersin?’ denilir. Hepsi bu kadar. Bunun dışında meşveretin kazanımları nedir ki, yükselmeye vasıta olsun?

Meselenin psiko-sosyal boyutlarına inilince, “meşveret/demokrasi, fikirlere saygı” sadece bu kadar değil. Meşveret, her türlü fikir ve düşünce hürriyetine zemin açar. Zîra meşrûtiyet hükümete/idareye, yönetime düştüğü vakit, fikr-i hürriyet meşrûtiyeti her yönde uyandırır. Her nev'ide, her taifede onun san'atına ait bir nev'i meşrûtiyeti doğurur. Yani, ilim adamları, öğrenciler, üniversitelerde tam demokrasi, fikir hürriyeti uyanır.

Böylece herkeste yeni fikirler, düşünceler, ufuklar açılır. ışte bu yenilik ve kaynaşmayı meşveretin parıltıları sağlıyor.3 Meşveretle adeta balon hükmüne geçecek ve diğer medenî milletlerle aynı seviyeye, omuz omuza geleceğiz. Zira, meşveret, meşrûtiyetin/ hürriyetin/ demokrasinin yakıtıdır. Dayandığı nokta kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir.

Demokrasi/ meşrûtiyet, milletin hakim olmasıdır. Bütün milletlerin mutluluk sebebidir. Bütün şevkleri ve ulvî duyguları uyandırır. Uykuya son verir. ınsanlığı güdülmekten hayvanlıktan kurtarır; tam insan yapar.4 ıstişarenin hak ve hürriyetlere bakan bir cephesinin bulunduğuna işaret eden Bediüzzaman; dehşetli diktatörlüğe karşı meşrûta-i meşrûayı bir kurtuluş vasıtası olarak görür. Hürriyet-i şer’iye, Kur’ân’ın ahkâmı dairesindeki meşveretle o müthiş musîbeti def’ eder diye düşünüp, öylece çalışmış.5

ınsanlığın, asırlar boyunca, “telâhuk-u efkâr”/ fikir yardımlaşmasıyla ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün insanlığın yükselmesi ve fenleri doğurmasına vesile oldu. Asya’nın geri kalmasının sebebinin meşvereti terk ile hakiki şurayı yapmamasıdır.6

Öte yandan meşveret, fikir, ilim, güzel hal ve hareketler alışverişidir. Meşveret küçük çapta bir hac; hac, dünya çapında bir kongre ve meşverettir. Zira, Kâ’be’de buluşan her tabaka, her sınıf, biribiriyle meşveret eder. Dünyanın muhtelif yerlerinden gelen Müslümanlar, kendi düşüncelerini, kültürlerini, güzel hallerini biribirine aktarır.

Haccın tek bir gâye ve hedefi vardır. O da Allah’ın rızasını kazanmak! Ama, hac ibâdetinin içerisine de, rızası başta olmak üzere binlerce hikmet ve faydayı yerleştirmiştir. Pek çok maddî manevî hikmetinin yanında hac, insana yeni yeni ufuk ve fikir kapıları açar. ınsanları etkileyen fikir sahiplerinin menşei incelendiğinde, pek çoğunun meşakkatle yoğruldukları görülür. Hastane, hapishane, yolculuk, yâni uzun seyahatler, yeni ve orijinal düşüncelerin mekânlarıdır. Hac aynı zamanda kültür alış-verişidir. Hac, gücü, kuvveti yerinde, zengin olanlara farzdır. Bu insanlar çok uzak memleketlerinden hareketle pek çok belde, bölge, iklim, coğrafya, insan ve kültürlerle karşılaşır. Birçok şey alırken, bir şeyler de verirler. Güzel âdetleri, örfleri, gelenekleri, yeni icât ve keşifleri, değişik hal ve hareketleri görürler; pek çok güzellikleri tesbit ederler. Memleketlerine döndüklerinde onları hem anlatırlar, hem de tatbiki mümkün olanlarını uygularlar.

Dipnotlar: 1- Kastamonu Lahikası, s. 19.; 2- Tarihçe-i Hayat, s. 120.; 3- Beyanat ve Tenvirler, s. 35.; 4-Beyanat ve Tenvirler, s. 47.; 5- Kastamonu Lahikası, s. 50.; 6- Tarihçe-i Hayat, s. 88.

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

11

07.11.2007, 01:49

Bediüzzaman’da meşveret pratiği, kişileri meşveret

Eserlerini kendisi için yazar Bediüzzaman! Zaten herbir risâlesini yüzlerce kez okuması, öncelikle nefsini muhatap aldığının delili. Daha, Birinci Söz’ün başında, “Birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü, ben nefsimi herkesten ziyâde nasihate muhtaç görüyorum… Nefsime demiştim. şimdi, nefsime diyeceğim...”1 diyerek dört kere; diğer eserlerinde yüzlerce kez, “Ey nefsim!” diye kendisine hitap eder.

ışte, ilimde deha, görüş ufku çağları tarayan Bediüzzaman, Asr-ı Saadet meşveret anlayışını hizmet sisteminin esası yaparak, mutlaka katılımı sağlar:

“Ve işlerde onlarla istişare et”2 “Onların aralarındaki işleri, istişare iledir”3 emriyle, “Kardeşlerimle bir meşverete muhtacım”4 diyerek fiilen gösterir. “..hizmet-i Kur’ân’daki kardeşlerimin nazarlarına arz edip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzaç etmek (kaynaştırmak) (...) için (...) onlara müracaat ediyorum”5 sözüyle hem meşverete, hem de ehl-i hizmete verilmesi gereken önemi vurgular:

Nur cemaatinde meşveret ve istişare esastır. Siz, meşveretle ne lâzımsa yaparsınız.6 şimdi siz, aranızda münakaşasız bir meşveret ediniz. Kararınızı kabul ederim…7 Bu mektupta bir ince meseleyi meşveret sûretiyle reyinizi almak için gönderdik.8 Asıl fikir sahibi, sizler ve Risâle-i Nur’un has şakirtleri ve müdakkik naşirleri, meşveretle, hususan Isparta’dakilerle, maslahat ne ise yaparsınız.9 Bu kudsî hizmette teennî ile, meşveretle, ihtiyatla çalışmak lâzımdır.10 şakirtlerin uygun görmesiyle… o vazifeleri taksimü’l-a’mâl (işbölümü) sûretinde herbir şakirt bir vazifesini yapmaya başlasın.11

Nefis ve hislerin müdahalesiyle, tartışmalı ve sıkıntılı meselelerin meşveretle halledilmesinin yollarını gösterir: Aranızdaki samimî tesanüt ve meşveret-i şer’iye, sizi öyle şeylerden muhafaza eder. ıçinizdeki şahs-ı manevinin fikrini, o meşveretle bildirir.12 Nefis ve şeytan, sizi, kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevk ettiği vakit, deyiniz ki: “Biz, değil böyle cüz’î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi Risâle-i Nur’un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibarıyla dünyaya, enaniyete ait herşeyi feda etmek vazifemizdir” deyip nefsinizi susturunuz. Medâr-ı nizâ (tartışma sebebi) bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız; herkes bir meşrepte olmaz. Müsamahayla birbirine bakmak şimdi elzemdir.13

ıstişarenin hasımlarına karşı da uyarır: Hürriyetin olduğu gibi, meşveretin de düşmanları vardır: Fikrimce, meşrûtiyetin düşmanı, meşrûtiyeti gaddar, çirkin ve hilaf-ı şeriat göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir.14 Eğer hürriyeti, meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verse, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihyâ edecektir. Eğer veba-yı ağraz-ı şahsiyeye müsadif olsa (rastlasa); istibdad-ı mutlaka (tam diktatörlüğe) dönecek, o çocuk ölecek…15

Acaba istihdam etmek veya birlikte çalışma zemini oluşturmak için kişileri meşveret edebilir miyiz? Bediüzzaman, çok çarpıcı bir metot geliştirir: Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek (birlikte çalışmak, ortak iş yapmak) ister, seninle meşveret eder. Sen de, sırf maslahat için, garazsız olarak, meşveretin hakkını edâ etmek için desen: “Onunla teşrik-i mesai etme. Çünkü zarar göreceksin.”16 Yani, tenkit başka bir şeydir, mihenge/ölçüye, teraziye vurmak başka bir şeydir, insanları değerlendirmek bambaşka bir şeydir. Burada, “maslahat, garazsız ve meşveretin hakkını vermek” anahtar kelimelerdir. Bunun dışında yapılan bütün değerlendirmeler gıybettir ve ölü kardeşinin etini yemek gibidir...


Dipnotlar: 1- Sözler, s. 11.; 2- Kur’ân, Âl-i ımrân, 159.; 3-şûrâ, 38.; 4- Emirdağ Lâhikası, s. 23.; 5- Mektûbât, s. 394.; 6- Emirdağ Lâhikası, s. 125.; 7- şuâlar, s. 289.; 8- Emirdağ Lâhikası, s. 339.; 9- Age, s. 96.; 10-Age, s. 73.; 11- Age, s. 164.; 12- Kastamonu Lâhikası, s. 91.; 13- Age, s. 181.; 14- Tarihçe-i Hayat, s. 63.; 15- Beyanat ve Tenvirler, s. 32.; 16- Mektubat, s. 267.

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

12

07.11.2007, 02:33

Meşveret üyeleri ve yöneticilerde aranan vasıflar

Hizmetlerin ölçülü, dengeli ve verimli yapılması için, meşveret üyeliğine seçilecek kişiler önemli. Yöneticiler için aranan kıstaslar, şartlar meşveret üyesi için de geçerli. Peygamberimiz (asm) bir hadîs-i şerîfinde; “Meşveret edilen kimse emîndir”1 der. Yani, hem güvenilir, hem güvenen. Meşveret üyelerinin;

- Emin, itimat edilen,

- Zamanın ve sosyal çevrenin şartlarını bilmesi,

- Akıllı ve ileri görüşlü;

- Âdil, yani hakperest;

- Karşıt fikirlere saygılı;

- Meşveret konusunda uzman ve tecrübe sahibi olması lâzımdır.

Yanlış kişilerle meşveret, kötü sonuçlar doğurabilir. Buna göre istişare; bilgili, doğruyu söyleyeceğinden ve sır saklayacağından emin olunan kişilerle yapılmalı.

ıslâm medeniyetinin cumhûrî yönetim sistemi; seçim, adâlet, şeriat (hukuk), kuvvetin kanunda olması ve meşveret esasları üzerine oturur. Hulefâ-yı Râşidin, herbiri hem hâlife hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahâbe-i Kîrama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikî adâleti ve hürriyet-i şer’iyyeyi taşıyan, dindar mânâdaki cumhuriyetin reisleri idiler. 2

Üç hâlifeye şeyhülislâmlık (müşavirlik) yapan ve seçimle devlet başkanlığına gelen Hz. Ali (ra) meşverete son derece önem verirdi. Mısıra vali tayin ettiği Malik bin el-Haris el-Eşter’e gönderdiği emirnâmede, yöneticilere, 15 asırdan beri tazeliğini kaybetmeyen vecîz tavsiyelerde bulunmuştu. Meşveret ve müşavirlerle ilgili bölümü şöyle:

- Yanına yaklaştırmayacakların: ınsanlar hakkındaki bütün kin düğümlerini çöz. Seni intikama sürükleyecek ipleri kes. Sence açıklık kazanmamış şeylerin bütününü anlamamış görün. şunu bunu gammazlayanın sözüne sakın çarçabuk inanma. Çünkü gammaz, ne kadar saf görünürse görünsün, yine hilekârdır.

- Sakın; ne seni yokluk ihtimaliyle korkutarak ikram etmekten geri çevirecek cimriyi, ne zor ve ağır işlere karşı azmini gevşetecek korkağı, ne de zulme saparak sana ihtirası iyi gösterecek hırslıyı danışma meclisine sok! Çünkü cimrilik, korkaklık ve hırs, öylesine farklı huylar ki, ancak, Allahu Zülcelâl hakkında beslenen sû-i zan bunların hepsini bir araya getirir.

- Sana müşavir olacakların en kötüsü senden evvel kötü kimselerle işbirliği yapmış, onların suçlarına ortak olmuş kimselerdir. Böyleleri kat’iyyen sırdaşın olmamalı. Çünkü bunlar, cânilerin yardımcıları ve zalimlerin dostlarıdır. Ne hâcet? Hiçbir zalime zulmünde, hiçbir günahkâra cürmünde yardım etmeyen kimseler arasından, bunların yerini tutacak öylelerini bulabilirsin ki, bunlar, ötekilerin görüş ve tedbirlerine tamamen sahip; buna mukabil, onların günah ve suçlarından kesin olarak temizdirler. ışte senin için böylelerinin yükü en hafif, yardımı en çok, sana şefkati herkesinkinden fazla, senden başkasına muhabbetleri ise o nisbette azdır. Böyle kimseleri hem özel, hem de genel toplantılarında kendine yakın edin.

Sonra bu şahıslar içinden en ziyâde onu beğenmelisin ki, sana acı gerçekleri herkesten ziyâde o söylesin ve şâyet Allah’ın sevdiği kullarının yapmasına razı olmadığı bir harekette bulunmak istersen, sana yağcılığa kalkışıp teşvik etmesin.

- Sadık ve kanaatkâr adamları kendine sırdaş edin. Eğer bunlar seni alkışlamazlar veya yapmadığın bir takım işleri sana isnatla keyfini getirmezlerse bunu da anlayışla karşıla. Zîrâ, alkışa ve yersiz övgüye müsamaha etmek insana büyüklük taslatır ve kibire yaklaştırır.

- Sakın insanların iyisi ile kötüsü senin yanında bir olmasın. Zirâ, onları eşit görmek; iyileri iyilikten soğuturken; kötülerin de fenâlığa olan meylinde onlara cesâret verir.

- ıyi niyeti yaygınlaştır: Bilmiş ol ki, vali ile halk arasında karşılıklı güven ve iyi niyete dâvet eden şey, valinin kendilerine hizmette bulunması, yüklerini hafifletmesi ve adâletle hükmetmesidir. O halde insanların arasında iyi niyetin gelişmesini sağla. Zirâ, seni zorluk ve sıkıntılardan ancak onların iyi niyeti kurtaracaktır. Onlara yaptığın bu iyiliklerin mükâfatını, sana karşı duyacakları güvenle görürsün. Onlara kötü muâmele etmenin karşılığı ise sana duyacakları düşmanlıktır.3


Dipnotlar: 1- Tirmizî, Edeb 57; Ebû Dâvûd, Edeb 123; ıbn-i Mâce, Edeb 37.; 2- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayatı, s. 332.; 3- Hz. Ali’den (ra) Devlet Başkanlarına Öğütler, Seha Neşriyat, s. 10-11.

07.11.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

13

08.11.2007, 01:18

Meşveret üyesinin vazifesi sonuç almak mı?

Fikir alışverişi ve yardımı, danışma, görüşlerini paylaşma, başkalarının fikirlerine saygı, katılım olan meşveret; sünnet,—Bediüzzaman’a göre bu zamanda farz derecesinde—bir ibadet ve cihaddır. Her ibadetin olduğu gibi, istişarenin de bir takım prensipleri vardır. Meşveretin verimli geçmesi, sonucun hayırlı olması, bu düsturların bilinmesi, benimsenmesi ve uygulanmasına bağlı.

- Meseleleri halletmenin, problemleri çözmenin, sıkıntıları atlatmanın en emin ve en keskin yolu istişaredir. Farz-ı muhâl, meşveret sonunda beklenen netice alınmasa bile, yine istişare, yine istişare…

- Meşverette Allah rızası gözetilir. Yoksa, kendi arzuları ve fikirlerini kabul ettirme değil… Dolayısıyla problemleri çözme, meselelere çare bulmada O’nun emir ve yasakları çerçevesinde hareket etmeli.

- Hakkında kesin hüküm (âyet ve hadis) olan meseleler meşveret edilemez. Ancak, tatbikat ile tercihler meşveret edilir.

- Meşverette esas alınacak ölçü ve mihenk, ıslâmın temel kaynakları Kur’ân ve Sünnet-i Seniyyedir. Subjektif değil, bilgiye, belgeye dayalı objektif ölçüler esas alınmalı.

- ıstişare, fikrî bir yardımlaşma ve dayanışmadır. Feyiz ve bereket meşverette ortaya çıkar. Öyle ise, peşin hükümlerle meşverete girmemeli.

- Hissî, indî, nefsî davranmamalı. Meşverette esas olan, akıl, kalp, vicdan, hüsn-ü zan, hüsn-ü niyettir. ınat, garaz, tarafgirlik, gıybet, rekabet, düşmanlık, intikam gibi olumsuz duygulara yer verilmemeli.

- Meşverette tam bir fikir ve vicdan hürriyeti hâkim olmalı; şahısların değil, Kur’ân ve Sünnet’in etkisinde kalmalı. (Yalnız, fikirlerin başkalarıyla örtüşmesi ayrı bir şeydir, meseleleri müzakere ve mütalaa etmeden onların arzuları istikametinde parmak kaldırmak başka bir şeydir.)

- ıstibdat, tahakküm, fikir ve düşünceleri baskı altına almak, meşveretin ruhuna zıttır. O takdirde meşveretin anlamı kalmaz. Özellikle yöneticiler daha hassas davranmalı.

- Hakperestliğin gereği, doğruluğuna inanılan düşünceleri kesin bir kararlılıkla müdafaa etmektir.

- Meşverette şahısların değil, hakkın hatırını yüksek tutmalı. şahıslar kırılacak, üzülecek diye gerçekleri söylemekten çekinmemeli. Zira, meşveret, daha iyiyi, daha güzeli, daha doğru yolu bulmanın çalışmasıdır, yoksa başkalarının üzülmemesini sağlayan bir tedavi seansı değildir.

- Meşveret üyeleri hangi yönde rey kullanırsa kullansın; oy çokluğuyla alınan kararlar esastır ve herkesi bağlar.

- Alınan kararlar veya üyelerin aleyhinde konuşmak katiyen caiz değildir. (Burada içe bakış metodunu kullanmalı, yani empati yapmalı. Sizin çoğunlukla birlikte verdiğiniz kararları başkalarının eleştirmesini, itiraz etmesini ister misiniz?)

- Meşveretin aldığı kararların aksine davranışlarda bulunmak ve kararların başarısızlığı için bir takım girişimlerde bulunmak, meşveretin ruhunu anlamamak, hatta ihanettir.

- Kararların uygulanması ve başarı; aksi görüş beyan edenlerin (velev ki doğru olsun!) isteklerinde değil; tevekkül, azim ve sebattadır. Başarısızlık kararlarda değil, uygulama hataları ve ihmallerdedir.

- Uhud Harbi öncesinde yapılan istişarede, düşmanı dışarıda karşılama kararı ve mağlubiyet neticesinde Peygamberimizin (asm) davranışı muhteşem bir örnektir. O, meşveret üyelerinin çoğunluğu aksi görüşte olduğu, hatta rüyasını gördüğü halde, meşveretin kararını uygulamış, başarı için çalışmıştır. Sonuçta da, kimseyi suçlamamış, bilakis herkesi tesellî etmiştir.

- Allah rızasını aramak için meşveret ile O’nun yolunda mücâdele edenler; maddî bir karşılık, ücret veya mânevî dünyevî makam, mevki, övgü beklememeli.

- Meşveret bir cihad ise, ehl-i hizmetin vazifesi, Allah yolunda mücahede etmek, yani, çalışmaktır. Meşveret üyesinin vazifesi, meşveret kurallarına uyarak Allah’ın rızasını gözetmektir. Netice almak, başarmak, Cenâb-ı Hakkın işidir, takdiridir.

“Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibaret”1 ise, meşveret eden; nasıl başarı bekleyebilir?


Dipnot: 1-Kur’an, Nur, 54.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

14

09.11.2007, 19:26

Mesvereti benim anladigim 8 kelime ile özetliyebiliriz.

Allahin emri..

Peygamberin itaati..

Alimlerin usûlü..

Bediüzzamanin meslegi..
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

15

09.11.2007, 23:22

bunca yazidan sonra pek kisa olmus sözün özü, hepsini okumama gerek kalmadi :mrgreen:
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

16

10.11.2007, 13:05

meşverette çoğunluğun kararımı esastır?
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

17

10.11.2007, 13:55

Alıntı sahibi ""Hulusi5""

meşverette çoğunluğun kararımı esastır?


Alıntı sahibi ""Hasan_Sinan""

Meşveretin geçerli olmasının şartları

- ıstişare, rey (görüş) oy çoğunluğuna dayanır. Resûlullah’ın (asm) ashabıyla meşvereti gibi... Meşveretin en önemli vasfı; hükmün, eksere göre verilmesi1 ve temel hakların meşveret edilemeyeceği ve azınlık haklarının dokunulmazlığıdır.

Bu prensibe göre, “azınlığın hakları”, çoğunluğun görüşlerine kurban edilemez. Burada mevzubahis olan, azınlığın değil, çoğunluğun düşünceleri istikametinde, teferruâta dair tercih ve uygulama yapılmasıdır. Yoksa, temel hükümler ve haklar zaten meşveret edilemezler.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

18

11.11.2007, 03:59

Meşveret heyetine veya kararlarına itiraz

Daha önce, sivil birer örgüt olan cemaatlerin, “Daire, zincir, tekerlek ve Y” olmak üzere dört sosyolojik yapılanmalarını nakletmiştik. Ve yalnızca “Daire”nin meşveret/demokratik bir yapı arz ettiğini de… ışlerini meşveretle yürüten grup ve cemaatlerde ise, yönetim ve güç liderin, önderin veya mümtaz şahsiyetlerin elinde değil, şahs-ı mânevîdedir. O da meşveretle tezahür eder.

Hiç şüphesiz meşveret/katılımcı yapı içinde olanların da çalışmaları, hizmetleri her zaman düzgün gitmeyebilir. Ki, zıtların biribirine karıştığı ve şiddetli bir imtihana tabi olduğumuz bu kararsız dünyada hiçbir şey dört dörtlük değildir. Ve unutmayalım ki, meşveret üyeleri beşerdir; hatâdan hâli değildir; şaşar. Yanlış görüş beyan etmeleri veya yanlış rey verip kararlar almaları mümkün ve vakidir. O takdirde de yaklaşımımız yine meşveretin esprisi ve esasları çerçevesinde olmalı ve şu esaslar göz önünde bulundurulmalıdır:

- Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatin, topluluğun gücü, dâhî de olsalar ferdlerin gücünden daha üstündür. Cemaatte olan kuvvet, fertte yoktur.1 Ferd dâhî de olsa, cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır.2 şahıs ne kadar güçlü ve dâhî de olsa şahs-ı mânevîye (bütün cemaat bireylerinin oluşturduğu güce) karşı mağlûp düşebilir.3

- En kötü meşveret heyeti veya en basit meşveret hey’etleri, en iyi şahıslardan veya müstebitlerden/diktatörlerden daha iyidir. Çünkü, meşveret şeriattan bir parmak ayrılsa, padişahlık—şahsiyetçilik ve ferdîlik—yüz arşın ayrılır.4

- Meşverette hüküm, çoğunluğa göre verilir.5

- Meşveret isâbet etse iki, hatâ etse bir sevap alır.

- Meşveret etmek demek, zaten farklı görüşlerin, muhalefetin itiraz etmesi ve karşı görüş belirtmesi demektir. Karşıt görüşler ve düşünceler dahil, meşveret kararları kabul edilirse, çoğunluğa göre kabul edildikten sonra itiraz; meşveretin ruhuna aykırıdır. Ancak, muhalefet şerhi konabilir, istediğiniz kararların aleyhinde fikir beyan edilebilir.

- Meşveretin kararlarına itiraz etmek, reddetmek, meşveret hey’etini gayr-i meşrû ilân etmek bireyin hakkı ve haddi değildir. O halde, cemaatin feyzinden bereketinden, sevabından hisse alamaz! Hizmetler de güdük kalır. Kaldı ki, cemaatın şahs-ı mânevîsini temsil eden meşveretin hatâ ettiğine kim karar verecek, kim tesbit edecek? Ölçü ve mihenk nedir, müfettiş kimdir? Fertler mi, cemaat mi?

Herhalde fertler, cemaatin yanlış yapıp yapmadığını, yine meşveretin esprisine göre, isabetle teşhis edemez! Madem meşveret esastır, onun kararını da ekseriyet ve cemaat verecektir. Zirâ, ferdlerin gücü, görüş ufku, topluluğu ihata edemez.

Ayrıca, birçok ferdin aynı noktada birleşmesi de bir mânâ ifâde etmez. Çünkü, onlar tek tek ayrı kalmaları, yine bir güç oluşturmaz. Ki, mevhûm bir yapıları vardır. Kararlar mevhumlara göre değil, mâlûma ve eksere göre verilir...

- Meşveretin bir, şahsın hatası bin olur! Hangisine uymak lâzımdır? Meşveretin kararına mı, azınlığın verdiği veya tenkit ettiği hususlara mı?

Aslında, meşveret hatâ etmez! Zîrâ, “Meşveretin hüküm sürdüğü yerde, şüphelerin hükümleri olmaz.”6 Yâni fertlere göre etmez. Daha doğru bir ifâdeyle fertler; “Meşveret hatâ etti” diye kararlarına uymamazlık gösteremez veya onu gayr-i meşrû ilân edemezler.

Zira, ferdlerin hatâsı “meşveret”e riâyet etmemeleri, ikincisi; alınan kararlara itiraz etmeleri, tenkit etmeleridir. Zira onların görevi, mihenge vurmak, eksikleri tamamlamak, kusurları örtmek, hizmetine ve vazifesine yardımcı olmaktır. Yoksa, eleştirmek ve kararlar alındıktan sonra itiraz etmek değildir.

Bir fert, bir zaman meşveretin bir takım uygulamalarını tasvip edip; hatâ ve kusurları ile sistemi müdafaa ederken; kendi görüşlerine ters düşüldüğünde; insafsızca tenkit ediyorsa kusur kimdedir? şahsî çıkar, maddî, dünyevî beklentileri olmayan; samimî olan herkes; meşveretin esaslarıyla, kendi konumunu tekrar bu ölçüler zaviyesinden değerlendirmeli değil mi?

Dipnotlar:
1- ışârâtü’l-ı’câz, s. 162.;
2- Sünuhât, s. 52.;
3- Emirdağ Lâhikası-2, s. 120;
4- Münâzârât, s. 40.;
5-Age, s. 41.;
6-Muhakemât (eski baskı), s. 32.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

19

12.11.2007, 01:37

Meşveret üyeleri etki altında kalırsa?

Bazı zihinlerin aşamadığı, kimi zaman hislerinin galeyana geldiği mesele ve ardından gelen suâl şudur:

“Meşverette çoğunluk susuyor, fikirlerini cesâretle söyleyemiyor. Ya yönetici, ya mümtaz şahsiyetlerin veya ağabeylerin etkisinde kalıyor… Kimisi de bazılarının dolduruşuna geliyorsa ne olacak?”

Başta belirtmeliyiz: Cemaati ve şahs-ı maneviyi, başkalarının etkisi altında kaldığını düşünmek, onları reşit olmamak, meseleleri bilmemekle itham etmek demektir. Bu, yanıltıcı ve aldatıcı bir bakıştır. Bu soruya şöyle bir soru ile karşılık verilebilir:

Meşveret üyelerinin kararları sizin düşüncelerinizle paralellik arz etse, o zaman etki altında mı kalmış oluyorlar?

Ayrıca, herkes sizin gibi düşünmek zorunda değil. Tıpkı, sizin de herkes gibi düşünmek zorunda olmadığınız gibi. Çevrenizdekilerin sizin fikrinize destek vermesini istediğiniz gibi, onlar başkalarının düşüncelerini paylaşmalarını ister. Burada önemli olan, “tek doğru, tek güzelin” değil, “daha doğru ve en güzelin!” aranmasıdır. Tek doğru ve yalnızca güzel sizin düşünceleriniz değildir. Daha doğrusunu ve güzelini aradığımıza göre de elbette teferruâtta farklı yaklaşımlar, değişik bakış açıları ve üslup olacaktır. Ki, bu meşveretin, fikir hürriyetinin, demokrasinin gereğidir. Ehl-i Sünnet cemaati içinde inançta bile (Eş’âri ve Matüridî), ibadet ve muamelatta (Hanbelî, Malikî, şafiî, Hanefî) farklı bakış açıları, kimi zaman zıt görüşler yok mu?

Bu farklılıklar, coğrafyanın/iklimin, şartların, imkânların, mekânların tabiî bir sonucudur. Ve bu farklılıklar güzelliktir, zenginliktir. Dolayısıyla siyasî görüş ve üslûpta da tek bakış açısı, tek kalıp beklenmemeli. ınsanların düşünce yapıları, sosyal statüleri hangisine müsaitse o yolu tercih ediyorlar. Dolayısıyla, “Kimin baskısı altında kaldılar?” diyen bir anlayış kabul edilebilir değil. Hepimiz, herkesten, her şeyden olumlu, olumsuz, az veya çok etkileniriz. Beşeriz, bazen veya birçok kere şaşarız.

Diğer taraftan birinin düşünceleri ve yaklaşım tarzı, falanca; sizinki filanca ile örtüşmesi neden baskı olsun! Veya sizin etkinizde kalınırsa iyi de, başkasının tesirinde kalınırsa niye fena olsun?

“Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir”1 “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz”2 kültürüyle yoğrulan, Risâle-i Nur’dan başkalarının etkisinde kalır mı kolay kolay?

Birisinin hakikatleri şiddetle müdafaa etmesi veya sebat göstermesi neden hakikatin değil de başkasının etkisinde kalmak olsun? Meseleye şöyle bakmak gerekir:

Taassup (körü körüne, tahkik etmeden bir şeye yapışmak) yerinde hak; ve safsata yerinde bürhan/delil, belge; ve tadlil-i gayr (başkasını sapıtmışlıkla suçlamak) yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse, dünya birleşse, hak olan mezhep ve mesleğini bir parça tebdil edemez. (Bu meseleyi biraz açarsak; taassup, bir şeye körü körüne yapışmaktır. Kişi, taassup değil gerçeğe, saçma-sapan gerekçelere değil delillere dayanıp; başkasını sapıklıkla suçlamaz, istişare ederse kimse onu yolundan caydıramaz.) Nasıl ki, zaman-ı saâdette ve Selef-i Salihîn zamanlarında hükümfermâ hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmazdı.2


Dipnotlar:
1- Münâzarât, s. 49.;
2- Muhakemat, s. 32.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir