Vahid-i kıyasîye, Bediüzzaman'ın şu ifadelerini örnek olarak verebiliriz sanırım:
Üstad Bediüzzaman Sözler Mecmuasındaki 11.Söz'de[/url]"]Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammâsını ve hakikat-i salâtın rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber şu temsilî hikâyeciğe bak:
Bir zaman bir sultan varmış. Servetçe onun pek çok hazîneleri vardı. Hem o hazînelerde her çeşit cevâhir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem, gizli pek acâib defîneleri varmış. Hem, kemâlâtça sanâyi-i garîbede pek çok mahareti varmış. Hem, hesabsız fünûn-u acîbeye mârifeti, ihâtası varmış. Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ıttılâı varmış.
Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzârında saltanatının haşmetini, hem servetinin şâşaasını, hem kendi san'atının hârikalarını, hem kendi mârifetinin garîbelerini izhâr edip, göstersin. Tâ, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müşâhede etsin:
Bir vechi, bizzat nazar-ı dekâik âşinâsıyla görsün; diğeri, gayrın nazarıyla baksın.
Evet, o gayrın içerisinde biz de varız. Nasıl bize ihsan edilen bütün yetenekleri kullanarak, sanat şaheserleri yapsak ve bir sergide teşhir etsek ve bu işten anlayan, inceliklerini bilen, o yüzden bunların ne kadar ince ve hikmetli yapıldığını bilebilecek kapasitede kişilerden bu sergimizdeki teşhir ettiğimiz şeylerimiz için övgü alsak, bir lezzet duyarız. Duyduğumuz elbette başka duygular da var ama anlaşılma zorluğu ve karışıklık olmaması için sadece lezzet diyorum
Allah da, yarattığındaki sanatı, hikmetli ve ince işlerin görülmesinden ve övülmesinden -tabiri caizse- lezzet alır. "Allah'ım ne azametlisin, ne kadar da güzel yaratmışsın, yaratanların en güzeli Sensin, şu uçsuz bucaksız kainatta bizi sahipsiz bırakmamışsın, şu aciz, kainatta nokta kadar yer tutmayan gezegendeki kulların için, ayı, güneşi, lamba, kandil, soba eylemişsin, yeryüzünü döşek, rızık kapısı yapmışsın ve bizi birçok ni'metlerle kuşatmışsın. Ancak Sensin övgüye layık olan, herşey Senden, dönüşümüz de Sanadır." şeklinde
mana-i harfî gözlüğüyle yapılacak bir övgüdür bu. Yani eşyaya, Allah için bakmak.
Mana-i ismî ile bakan tabiatperestler istediği kadar o sanatı, Allah değil, bizzat onların kendileri için övsün, boşuna.
Not-1: Lezzet için Üstad, lezzet-i mukaddese gibi kavramlar kullanır. Ne kadar vahid-i kıyasî olsa da, Allah'ın zatına ait sıfatları biz anlayamayız, onları yine en iyi O bilir. Bununla ilgili güzel bir başlık vardı, risaleden alıntılar, okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
Not-2: Latîf, hoş, güzel, lutfeden gibi manalara geliyor, Allahû â'lem bissavab, esma-i hüsnadan, yani Allah'ın isimlerindendir ayrıca. Ama latifin bir başka manası daha var, mülk suresinde, hüve
'l-latîfu'
l-hâbîr diye bir ayet vardır. "
O herşeyden hakkıyla haberdardır, herşeyin inceliklerini bilir."