1- Tahsilini devrin değişik medreselerde yapmıştır. Ama aradığını tam anlamıyla bulamadığı için, değişik medreseleri dolaşmıştır. Daha sonra ise Van valisinin yanında, onun kütüphanesinde, kendisini hem dîn, hem fen ilimlerinde yetiştirmiştir. Kendisi zamanında fen ilimleriyle, din ilimleri ayrı yerlerde okutuluyordu. O ise ikisinin birden aynı yerde okutulacağı mektepler hayal ediyordu. Hatta bunu şu veciz sözüyle açıklar: "Ulum-u diniye vicdanın ziyasıdır, ulum-u fenniye aklın nurudur."
Tahsili niye böyle tenkid edilir, anlamıyorum, üniversite diploması mı bekliyorlar ki? O tahsilini yaparken, kendisi devrinin alimleri tarafından defalarca sınavlara tabi tutuldu, defalarca münazaralara girdi, hepsini kazandı. Bu kadar meşhur bir zat, bir tanesini kaybetse, acaba o vak'a da meşhur olmaz mıydı?
Hatta, ıstanbul'a ilk geldiğinde, şekerci hanında kapısına yazı astı "Burada her müşkül halledilir, hiç bir soru sorulmaz." Din ve fen konusunda bütün soruları cevapladı, susup kaldığı olmadı. ıstanbul'u bu vak'a çalkaladı, meşhurdur.
Acaba hangi diploma aynı etkiyi yapardı? Hiçbir şey bilmeden, mühendislik fakültesinden mezun vasıfsızları da biliyoruz...
2- Said-i Kürdi diye Osmanlı zamanında anılıyordu, kendisi de öyle imza atıyordu. Çünkü o zamanlar ayrımcılık yoktu. Falan Kürdistan mebusu, falan Lazistan mebusu vesaire gibi kelimeler kullanılıyordu. Fakat, şimdi bu şartlarda bunları kullanmak, fitne çıkartır, çünkü bazı dış mihraklar, bölücülüğe çalışırken, böyle bir imza atmak tehlikeli olur. Eskiden zatlar hakkında "Buharî" gibi, nereli olduğunu belirten takılar kullanılırdı. Buhara, bildiğiniz gibi bir kent. Kürdî diyerek de, o memleketten geldiğini belirtiyordu, tabi Osmanlının o zamanında bu masumdu ve hiç bir kötü anlaşılması yoktu. Üstad, sonradan fitne kazanı kaynatılmasın diye, yine memleketini adını, bu sefer köyünün adını kullandı. Van'ın, Nurs köyü.
3- Kendisine Bediüzzaman hazretleri dedirtmemiştir. Kendisine ve kendisindeki ilme hürmeten, talebeleri ve sevenleri böyle demiştir.
4-Ona Bediüzzaman ismini yanlış hatırlamıyorsam, kendisine hocalık etmiş zatlardan olan Molla Fethullah efendi verdi. Kendisindeki hafıza ve muhakeme yeteneğini görünce, onu daha önceki Bediüzzaman'a benzetti. Ondan daha önce de, Bediüzzaman adlı zatlar vardı. Bediüzzaman-ı Hamedanî gibi. Hocasının ona bu ismi vermesi ve bu ismin onda meşhur olması, onun bu şekilde çağrılmasına tabii ki sebep oldu..
5- Peygamberlere mahsus kullanılan aleyhissalatu vesselam ve aleyhisselamdır. Hatta aleyhisselam Cebrail a.s. gibi büyük melaike için de kullanılır, peygamber olmayan büyük zatlar için de kullanılır, Hz. Meryem a.s gibi. Aleyhisselam, selam onun üzerine olsun manasındadır.
R.a. ise iki manaya gelir, rahmetüllahi aleyh, Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun ve radıyallahü anh, Allah ondan razı olsun. Radıyallahü anh'ı sahabe ve tabiin için kullanırlar, rahmetüllahi aleyh'i ise alimler ve büyük zatlar için kullanırlar. ısimden sonra o zata hürmeten r.a , a.s, a.s.m kullanılmasının şekli adettir, yoksa biz kendi aramızda da selamün aleyküm diyerek selamı birbirimizin üstüne olmasını temennisini belirtiyoruz. Bu adeti çiğnemek de bu güne kadar uygun görülmemiş. Değişik sebepleri var, o ayrı mesele, sorarsanız, anlatırız.
6- Nurcular gizli falan ibadet etmez. ıbadetten kasıtları ne? Nurcular namaz kılar, tesbihatlarını yapar, Kur'an okur, normal mü'minden farklı ne ibadet yapıyorlar ki gizleme ihtiyacı hissetsinler? Ehl-i tarik gibi zikir halkası yapıp, Hu çektikleri mi görülmüş? Bunu soranın amacı ve maksadı ne, veya farklı bir uygulama mı gördü? (Ehl-i tarik kötüdür demiyorum.)
7- Evet, sünnete çok riayet etmiştir. Sakal bırakmamasının sebebi ise bir istisnadır. Bu konuda şöyle konuşmuştur:
* Sakal bir sünnettir, hocalara mahsus değil. Bu millette yüzde doksan sakalsız olanların içinde küçükten beri sakalsız bulundum. Bu yirmi senedir bana resmi hücumlarda bazı rkadaşlarımın sakallarını kestirmeleriyle, benim sakal bırakmadığım, bir hikmet, bir inayet-i ılahiye olduğunu ispat etti. Eğer sakal olsaydı, tıraş edilseydi, Risale-i Nur’a büyük bir zarardı. Çünkü ölecektim, dayanamayacaktım.
Bazı alimler “Sakalı tıraş etmek caiz değildir” demişler. Muradları, sakalı bıraktıktan sonra tıraş etmek haramdır, demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti terk etmiş olur. Fakat bu zamanda, dehşetli pek çok günah-ı kebireden çekinmek için, bu terk-i sünnete mukabil, Risale-i Nur’un irşadıyla, yirmi sene haps-i münferit hükmünde işkenceli bir hayat geçirdik; inşaallah o sünnetin terkine bir kefarettir.34
34-Emirdağ Lahikası, s. 46;
9- Evlenip evlenmemesi, kendi şahsî ve vicdani kararıdır. Bunu insanlar niye hala eleştiriyor merak ediyorum. Acaba, haşa Misyoner Rahip idi, ondan evlenmedi mi demek istiyorlar? Kendi ömrü sürekli zindan, sürgünde geçmiş, sürekli kelle koltukta yaşamış, ömrü hep ilim tahsili ve öğretmekle geçmiş. Acaba bu kadar şey arasında, eşi ve çocukları olsa idi, onlara ne eziyetler olacaktı, onlar ne cefa çekecekti. Eğer, haşa böyle bir şey düşünüyorlarsa, onlara onun şu sözünü aktarayım ki, bu fikirlerinden vazgeçsinler:
ınsanin en fazla ihtiyacini temin eden,kalbine mukabil bir kalbin bulunmasidir ki, her iki taraf sevgilerini,asklarini,sevklerini mubadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak gam ve kederli seylerde yekdigerine muavin ve yardimci olsunlar.
Evlenip, bir eşle mutlu olarak yaşamanın, ne kadar güzel bir şey olduğunu, ne kadar güzel ve veciz bir şekilde ifade etmiş.
10- Tımarhanede tedavi gördüğü yalandır. şefik Paşa onu iftira ile oraya yollamıştır. Onu muayene eden tabip de, "Eğer Said deliyse, dünyada akıllı adam yoktur." diyerek rapor vermiştir ve iftira suya düşmüştür.
Kardeşim sen bunları onlara söyleyeceksin, onların niyetleri üzüm yemek değil bağcı dövmek ise, yine anlamayacaklar, yeni şeyler bulacaklar. Ben Bediüzzaman olma kapasitesinde değilim, o kendisine ne iftiraları atanların imanının kurtulması için uğraştı. Ben olsam ne haliniz varsa görün der, çeker giderdim. Umarım bir gün onlar da, hüsn-ü zan ve hakikati bulmak amacıyla gelirler de, elleri ve gönülleri boş dönmezler.