Nur Kardeşlerime:
Üstâd, D.H.Örfî mahkemesinde şöyle haykırmaktadır: “Ey Paşalar, Zâbitler!.. Cemî’ kuvvetimle derim ki, cerîdelerde neşrettiğim umum makàlâtımdaki umum hakàika nihâyet derecede musırrım. şâyet zamân-ı mâzî cânibinden Asr-ı Saâdet mahkemesinden adâletnâme-i şerîat’le da’vet olunsam; neşrettiğim hakàikı aynen ibrâz edeceğim. Olsa olsa o zamânın ilcaâtının modasına göre bir libas giydireceğim. şâyet müstakbel tarafına üçyüz sene sonra tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden târih celbnâmesiyle celb olunsam; yine bu hakîkatleri, tevessü’ ve inbisât ile çatlayan ba’zı yerlerini yamalamakla berâber, tâze olarak orada da göstereceğim… Demek, hakîkat tahavvül etmez, hakîkat haktır.
اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ”
Kavmiyetçilik denilen Frenk illeti koca Devlet-i Aliyyeyi bölük-pörçük etmiş, geriye bir avuç vatan parçası kalmıştır. Cumhûriyetin ilk devrelerinde bile Kürdistân, Lazistân olarak söylenen yerleri artık bu isimlerle zikretmek vatan hâinliğiyle eşdeğer görülmektedir. Millet Kur’ânından, Ezânından dahî mahrum bırakılmıştır. En küçük bir hak talebi, bölücülük veyâ irticâ ile yaftalanıp bastırılmaktadır.. Zaman, îmân kurtarma zamânıdır..
DP ile berâber memlekette az da olsa hürriyet rüzgârları esmektedir.. Üstâd;D.H.Örfî, Hutbe-i şâmiye, Münâzarât gibi eski eserlerini, yeniden neşreder. Çünki ihtiyâç vardır. D.H.Örfî’nin neşri için şöyle der: “Bu risâle, eski zamandan ziyâde bu zamânın tam bir dersi olabilir.” Ancak zamân ve zemînin şartlarına göre gerekli gördüğü düzeltmeleri yaparak.. 1910’ların şartları yoktur artık. “Eski hâl muhâl, ..”dir.
Üstâd Hazretleri, eserlerin müellifi olarak istese idi eski eserlerini ilk şekliyle neşredebilirdi. Kimsenin bir i’tirâzı da olamazdı. Ama öyle yapmamış, ba’zı düzeltmeler yapmak ihtiyâcı hissetmiş, böyle yapmış. Bir takım haddini bilmezler, ırkçılık damarıyla, müellifinin yaptığı değişiklikleri bile tahrif olarak kabûl edip reddediyorlar. Ve minel acâib!? Aklın gereği, ilk baskıları reddetmeyip fakat son düzenleme ile amel etmek değil midir? Tabîî ki, eski eserlerin ilk baskılarından da faydalanacağız. O başka bir şey.
Yine diyorlar ki, Risâleler neden Kürdçe basılmıyor? Biz de onlara soruyoruz: Pekî, siz neden basmıyorsunuz? Siz bastınız da biz mi mâni’ olduk? O işi de siz yapın. Bir zenginlik olur. Memnûn oluruz. Dünyânın pek çok diline çevriliyor!..
Ancak bu mu’terizlerin haklı olduğu noktalar da yok değil.Üstâd’ın, bir kısım talebelerine ba’zı hizmetleri aralarında istişâre ile tedvir etmeleri için selâhiyetler verdiği biliniyor. Burada istişâre kàidelerine ne derece riâyet edildi? Maksadı aşan tasarruflar oldu mu? Bir kasıd olduğunu söylemek hakkımız yok. Ama biraz aşırıya kaçılmış intibâı ortaya çıkıyor.
Âciz Kardeşiniz, D.H.Örfî’nin; 1909, 1910 nüshalarını, 1954-57 musahhah nüshasını, müstakil 1960 nüshasını, Â. Bedîiye ve ıçtimâî Reçeteler’deki nüshaları, Sözler, Yeni Asya, Envâr nüshalarını incelemiş bulunuyorum. Zehrâ Vakfı’nın nüshası henüz elime geçmedi. Ama ı.Reçeteler’in benzeri olduğunu tahmin ediyorum.
Tetkiklerimde gördüğüm şu ki: Bütün nüshalar arasında az-çok farklılıklar var. Ancak; 1909, 1910 baskıları ile, ba’zılarının muharref kabûl ettikleri1954-57 musahhah nüshası arasındaki fark, bu musahhah nüsha ile1960 nüshası arasındaki farktan çok dahâ az!. Bu mes’elenin, Ağabeylerin nezâretinde ele alınıp halledilmesi zarûret derecesinde bir âciliyet gösteriyor! Duyduğuma göre, bu mes’ele ilgili olarak; Sungur, Fırıncı ve Kutlular Ağabeyler nezdinde görüşmeler yapılıyor. Bu bir fâl-i hayr olarak karşılanmalı. Ba’zı ma’lûm i’tirazcıları iknâ’ için değil (çünki onlar hak nâmına değil ifsâd maksadıyla i’tirâz ediyorlar) kendimiz için, sâfî zihinlerimizi müfsidlerin fesâdından korumak için o hakîkatlere ihtiyâcımız var.. Hayırla neticelenmesi için duâ edelim.