Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • Konuyu başlatan "Bazul_Eşheb"

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

1

17.06.2004, 22:52

Risale-i Nur işığında Tasavvuf

Risale-i Nur işığında Tasavvuf

Bu konuza girmeden önçe şunu belirteyim, kilit vurulmuş bir konuyu okuyunca çok şaşırdım nedeni ise bazı kardeşlerin bu güneş o mum bu uçak o yaya giden ayak bu mehdi o cami imami sözleri..
Arkadaşlar bizler kendi anlayışımıza göre yorum yapıyoruz başka bir şey değil...


şimdi gelelim konuya...

Barla Lâhikası, s. 156 / Mesâil-i Müteferrika 6. Mesele
Otuz üç adet Sözlerin ve otuz üç adet Mektupların mecmuuna Risaletü'n-Nur nami verilmesinin sırrı şudur ki:
Bütün hayatımda Nur kelimesi her yerde bana rastgelmiştir. Ezcümle, karyem (köyüm) Nurs'tur, merhume validemin (annemin) ismi Nuriye'dir, Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed'dir, Kadirî üstadim Nureddin. Kur'ân üstadlarımdan Nuri, talebelerimden benimle en ziyade alâkadarı Nur isimli bulunanlardır. Kitaplarımı en ziyade izah ve tenvir eden, nur misâlidir. Kur'ân-i Hakîmdeki en evvel aklıma, kalbime parlayan ve fikrimxi meşgul eden, "Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misâli, bir lâmba yuvasi gibidir..." Nur Suresi, 35.âyetidir. Hem hakaik-i ılâhiyede müşkülâtımın ekserisini halleden Esmâ-i Hüsnâdan Nur ism-i nurânîsidir. Hem Kur'ân'a şiddet-i sevk ve inhisar-ı hizmetim için hususî imamım Zinnureyn'dir.


Burdan anlaşılan üstad hem Nakşi hem Kadri... Buna hiç kimse itiraz edemez....
Üstelik ıstanbulda Muhammed Esad Erbili den Kadiri dersi oldığı hiç tartışılmaz... Zaten Eski Said den Yeni Said’e geçiş bu döneme rastlar...

Üstad Bediuzzaman Tarikat kurdumu ?

Tarikt yol demek yani tasavvuf da irsad metodu gelistiren zatlarin metod yolu..

Yukarida verdiğimiz bilgilere göre Üstad Bediuzzaman bir tarikat şeyhine daha doğrusu bir kaç tarikat şehine intisab etmiş. şimdi gelelim sorumuzun cevabina; Bediuzzaman bir tarikat kurdumu? Bu soruya gelmeden önce bir hatirlatma yapalim, yukarida yazdiğimiz gibi on iki tarik ve bu tariklerden ayrilan nice kolların usulü farkli olsada sonucda tüm tarikler iki usül üzere irşad ederler biri Tarik-i nefsani diğeri Tarik-i ruhani.
şimdi gelem Bediuzzaman bu konuda ne buyurmuş....



Zeyl
CENÂB-I HAKKA vâsıl olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarikatlerin bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, kàsır fehmimle Kur'ân'dan istifade ettiğim "acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" tarikidir.
Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tariktir ki, ubudiyet tarikiyle mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine isal eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tariktir ki, Rahîm ismine isal eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tariktir ki, Hakîm ismine isal eder.
şu tarik, hafî tarikler misilli, "letâif-i aşere" gibi on hatve değil; ve tarik-i cehriye gibi "nüfus-u seb'a" yedi mertebeye atılan adımlar değil; belki Dört Hatveden ibarettir. Tarikatten ziyade hakikattir, şeriattir.
Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.
şu kısa tarikin evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkânla kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır


(( Burada bir parantez acip mektubattan alıntıya ara vererek dikatinizi yukarıdaki bölüme çekmek isterim ve bir defa daha okumanızı istiyorum. Burada benim şahsen anladığım şudur; Bediuzzaman burada, bildiğimiz tarikatlerin kullandığı metodun yani nesfsani ve ruhani tarikin eğitim metodlarının karşısına alternatif olarak bir tarik yani yol sunduğunu görüyoruz ve bu tarikin eğitme metodunun dört hatveden oluştuğunu söylüyor. Gayet normal olarakda tüm tarikat şeyhlerinin yaptığı medhi-senayi Bediuzzamanda kendi tariki için yapiyor mesela bu tarik daha kısa daha kolay gibi v.s.. Bediuzzaman mektubatında bu tarikin yani yolun adını Aczmendi tariki olarak veriyor. Buna delil olarak mektubatdan alıntıya devam edelim.))

Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-i Hakka karşı görmek demektir; yoksa, onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.

şu kisa tarîkin evrâdı ittibâ-i sünnettir, ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa namazi tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâti yapmaktır.

şu acz, fakr, şefkat, tefekkür tarîkindaki dört hatvenin izahâti, hakîkatin ilmine, şeriatın hakîkatine, Kur’ân’ın hikmetine dâir olan yirmi alti adet Sözlerde geçmiştir. Yalniz, şurada bir iki noktaya kısa bir işaret edeceğiz. şöyle ki:

Evet, şu tarîk daha kısadır.....
.
.

Hem şu tarîk daha eslemdir....
.
.
.

Hem bu tarîk daha umûmi ve cadde-i kübrâdir.....
.
.
.

güzel bir şelilde anlatılmş Kaynak: 29. Mektub 9. Kısım Zeyl


Tarik-i Nakşî hakkinda denilen

"Der tarik-i Nakşibendî lâzim âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk" olan fikra-i rânâ birden hatıra geldi.
O hatira ile beraber, birden şu fıkra tulu etti:

"Der tarik-i aczmendî lâzım âmed çâr çiz / Fakr-i mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz." Kaynak: 4. Mektub s. 24-25

Elhasıl, en ala ve en yüksek tarik olan tarik-i ubudiyet ve mahbubiyetin dört esasindan en büyük esasi şükürdür ki, o dört esas şöyle tabır edilmiş:
"Der tarik-i aczmendî lâzim âmed çâr çiz / Fakr-i mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz."
Kaynak: Mektub 5. Mesele / şükür Risâlesi s. 351





Üstad Bediuzzaman Risale-i Nur’da tarikat için şöyle buyuruyor :

BıRıNCı TELVıH

Tasavvuf, tarikat, velâyet, seyr ü sülûk namları altında şirin, nuranî, neş'eli, ruhanî bir hakikat-i kudsiye vardır ki, o hakikat-i kudsiyeyi ilân eden, ders veren, tavsif eden binler cilt kitap, ehl-i zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar, o hakikati ümmete ve bize söylemişler. Cezâhümüllahu hayran kesîrâ. Biz, o muhit denizinden birkaç katre hükmünde birkaç reşhalarını şu zamanın bazı ilcaatına binaen göstereceğiz.

ÜÇÜNCÜ TELVıH

Tarikat, yani Sünnet-i Seniyye dairesinde tarikatin hasenâtı seyyiâtına kat'iyen müreccah olduğuna delil, ehl-i tarikat, ehl-i dalâletin hücumu zamanında imanlarını muhafaza etmesidir. Âdi bir samimî ehl-i tarikat, sûrî, zâhirî bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. Kebâirle fâsık olur, fakat kâfir olmaz, kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. şedit bir muhabbet ve metin bir itikadla aktab kabul ettiği bir silsile-i meşâyihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütmediği için, onlardan itimadını kesemez. Onlardan itimadı kesilmezse, zındıkaya giremez. Tarikatte hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir muhakkik âlim zat da olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir.[/i]

(((Yine burda bir parantez acıp son iki satırı bir daha okuyun derim, yani kim demiş kapanmiş kilitlenmiş??? Yok böyle şey....)))

[i]Birşey daha var ki: Daire-i takvâdan hariç, belki daire-i ıslâmiyetten hariç bir suret almış bazı meşreplerin ve tarikat namını haksız olarak kendine takanların seyyiâtıyla tarikat mahkûm olmaz. Tarikatin dinî ve uhrevî ve ruhanî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız âlem-i ıslâm içindeki kudsî bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, tesirli ve hararetli vasıta tarikatler olduğu gibi, âlem-i küfrün ve siyaset-i Hıristiyaniyenin, nur-u ıslâmiyeti söndürmek için müthiş hücumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kale-i ıslâmiyeden bir kalesidir. Merkez-i hilâfet olan ıstanbul'u beş yüz elli sene bütün âlem-i Hıristiyaniyenin karşısında muhafaza ettiren, ıstanbul'da beş yüz yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i ıslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde Allah Allah diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i ılâhiyeden gelen bir muhabbet-i ruhaniye ile cûş u huruşlarıdır.
ışte, ey akılsız hamiyetfuruşlar ve sahtekâr milliyetperverler! Tarikatin, hayat-ı içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlardır, söyleyiniz.
Kaynak: 29. Mektub 9 Kısım

hürmetlerimle
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

2

18.06.2004, 00:20

bende aynen senin görüsündeyim kardes biz nekadar inkar etsek bu böyle iste ,ama bir ata sözü var KÖRE RENG SECTIREMEZSIN .Said Nursi Hz.leri Ball gibi Tarikatlidir,Ha seyhinden üstün olmustur O baska ,itiraz yok,ama seyhinden veyahut seyhlerinden(kadrive naksi)Büyük Himmet almistir,,
:D
derman arardim derdime derdim bana derman imis. burhan arardim aslima aslim bana burhan imis.

3

27.03.2005, 13:18

http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=2251
http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=934
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

4

28.03.2005, 07:11

Yahu kardesler,
Sizlerin Allah iyiliginizi versin. Beni su ruhumun daraldigi anda tebessume daldirdiniz. Allah da sizlerin yuzunuzden imandan neset eden tebessumu eksik etmesin.

Diyeceklerim vardi. Ama bir an icin dusundum de benim ne tarikattan hissem vardir, ne de layikiyla bir Nur talebesi goruyorum kendimi. Simdi ne desem ya eksik ya yanlis olur. Dogru olanini da eksik goren biri bulunur. Sadece ufak bir not duseyim. Meselemizle alakasi yok gibidir, ama ihvanlar inshallah benim kabiliyetsizligime ragmen belki hakikatlerin bir ucunu gormeyi basarirlar..

...

(Yine yazdim ve sonra sildim. Belki yanlis anlasilirim korkusu ve okuyanlar da ben de bir marifet var zanneder korkusu ile...)
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

Risale Okuyorum

Üyeliği İptal Edildi

  • "Risale Okuyorum" bir erkek
  • "Risale Okuyorum" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 663

Konum: Ankara

Meslek: Öğrenci

Hobiler: İnternet, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

5

28.03.2005, 13:09

"En büyük cimrilik, bilgiyi ehlinden saklamaktır." diyor Peygamberimiz (s.a.v). Barış abi sen cimri misin veya burdaki muhtaç gönülleri ehil mi görmüyosun? :shock:
"şimdi oku, kabirde okuyamazsın!" (Zübeyir Gündüzalp)

6

29.03.2005, 06:08

Risâle-i Nur ve tasavvuf: Hak yolda iki şerit




Emirdağ Lâhikası’nın, Bediüzzaman Said Nursî’nin talebeleriyle 1950’li yıllarda yaptığı yazışmaları içeren ikinci cildinde, nedense pek dikkatleri çekmemiş bir mektup vardır. “Mahkeme-i kübraya şekva ve müdafaatın bir haşiyesi olan parçanın hülasasıdır” başlıklı bahisten sonra gelen bu mektupta, Bediüzzaman, daha önceki bir dizi mektubunda dile getirdiği bir söze şerh koyar. Bu söz, ‘Risale-i Nur ve tarikat’ deyince akıllara gelen ilk söz olarak, “Bu zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır” sözüdür.

Bu söze getirilen şerh, şu şekildedir: “... şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatını düşünüp ‘Tarikat zamanı değil, bid’alar mani oluyor’ dedim. Fakat şimdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün on iki büyük tarikatın hülâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. Hem ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlup olamıyor...”

ılgili mektupta, bu cümlelerin önünde ve sonunda yer alan ve buraya aktarmadığımız cümleler de dikkat gerektiren unsurlar barındırır; ama aldığımız bu kısım, Bediüzzaman’ın ehl-i tarikat ile Risale-i Nur müntesipleri arasında bir soğukluk sebebi olagelmiş o sözündeki kasdı, o sözü söylediği zaman ve zemin dahilinde, yeterince açıklar durumdadır.

Bu sözden anlaşıldığı üzere, bir vakit Bediüzzaman’ın ‘tarikat zamanı değil’ demesine sebebiyet veren iki unsurdan ilki ‘yalnız iman hakikatini düşünmesi,’ ikincisi ise ‘bid’alar’dır. Ki, Sünnet-i Seniyye Risalesi’nde, yani “Onbirinci Söz”de Bediüzzaman’ın ‘bid’a’ tabirine getirdiği açıklamayı hatırlarsak; “ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar, bid’attır.” ışte, Bediüzzaman’ın ‘Zaman tarikat zamanı değil’ sözünü söylediği zaman, ‘ahkâm-ı ubudiyet’in en birincisi olarak tevhid ve risalete, dolayısıyla bir bütün olarak iman esaslarına; ve hepsi de kökünü iman esaslarında bulan ve ondan beslenen ıslâmî esas ve ölçülere topyekün bir hücumun sözkonusu olduğu bir zamandır. Bu zamanın en etkili kişisince söylenen “Biz ilhamımızı gökten ve gaipten almıyoruz” gibi, “Filhakika insan tabiatın mahlukudur. Natür insanları türetti, onları kendine taptırdı” gibi sözler; bu sözler ekseninde oluşturulmuş devlet ve özellikle de eğitim politikaları; ve bu çizgide, ‘ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar’ın bu çizgide dayatılmak istenmesi; bu dayatma dahilinde, bırakın başka şeyleri, Kur’ân harflerine dahi tahammül edilmemesi... o sözün söylendiği dönemin keyfiyetini açıklamak için yeterlidir.

Böylesi bir zamanda, imanlar elden giderken, seyr-i sülûk içinde şahsî terakkî ve kemalat için çalışmak, Bediüzzaman’a zaid görünmüştür. Böyle bir zamanda, yapılması gereken, şahsî terakkiyatından feragat edip, umumun imanının selâmetine çalışmaktır. Nitekim, ilgili sözüyle, Bediüzzaman, bütün himmetin buna sarfedilmesi gereğine dikkat çekmektedir.

ışte böyle bir zamanda böyle bir keyfiyetle söylenen “Zaman tarikat zamanı değildir” sözünün hikmetini ve zeminini anlama noktasında dikkat etmemiz gereken ikinci bir husus, sözkonusu zamanda bu icraatları yürüten yönetim mekanizmasının en etkili üç isminden birinin, şahsen bir tarikata mensubiyeti olan bir kişi olmasıdır. Bediüzzaman’ın her üç lâhikasından bu vesileyle taradığım mektuplardan anladığım kadarıyla, ‘mareşal’ ünvanı taşıyan bu kişinin şahsen ‘tasavvuf mesleği’ne intisabı olmakla birlikte böylesi bir icraatın—’seyircisi’ bile değil—’icracısı’ olması; dahası başka bazı tasavvufî kümelenmelerin de bu icraata müdahil ve seyirci bir konumda bulunması, Bediüzzaman’ın ilgili sözü söylemesinde son derece müessirdir. Bediüzzaman, tasavvufun ‘bâtınî’ yorumlara müsait tarafının ve ehl-i tasavvufun ‘muhabbet,’ ‘müsamaha’ ve ‘itaat’ gibi cemalî vasıflarla mücehhez oluşunun hakim güçlerce suiistimal edileceği; ‘bid’aların’ bu yoldan ehl-i ıslâm içine gireceği endişesi taşımaktadır. Mektuplarında geçen, “yirmi beş seneden beri ehl-i ilmi, ehl-i tarikatı ezen; ya kendilerine dalkavukluğa mecbur eden eski partinin müfrit ve mason ve komünist kısmı...” gibi, “seyr-i sülûk-ü kalbî ile tarikat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkilât bulunduğundan...” gibi ifadeler bu açıdan dikkat çekicidir. Nitekim, en başta zikrettiğimiz mektubunda da Bediüzzaman, vaktiyle niye öyle dediğini “Tarikat zamanı değil, bid’alar mani oluyor” ifadesiyle dile getirmektedir.

Yazımızın en başında dile getirdiğimiz bu mektup, diğer taraftan, şartlarını bir parça dile getirdiğimiz sözkonusu zeminde söylenmiş bu sözü yumuşatır bir mahiyettedir. Zira, bir kere, bu sözün söylendiği 1950’li yıllar, ‘tesadüf, şirk ve tabiatın âlem-i ıslâm’dan nefiy ve ihracına Risale-i Nur’ca verilen kararın infaz edildiği’ yıllardır. Yani, bundan böyle, getirilen küfrî yorumlar ve üflenen şüpheler mü’min akıllarda bir cevap, mü’min kalblerde bir mukavemet bulacak; iç dünyalara hakim olamayacaktır. ıkincisi, ‘bid’alar’ galebe edememiş; Kur’ân’ın ve sünnetin esaslarına karşı ‘ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar’ kendilerine bir zemin, bir menfez bulamamıştır. Üçüncüsü, bu zaman zarfında, ehl-i tarikatın kâhir ekseriyeti, bid’alara mağlup olmamıştır. Yaşanan tecrübe, Bediüzzaman’a, “Ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlup olamıyor” dedirten bir tecrübedir.

Buna binaen, Bediüzzaman, ilgili sözüne şerh düşerek, bu sözü belli bir zamanda belli şartlar dahilinde söylediğini dile getirmektedir. Bu sözle, ehl-i tarikat ve tasavvufa karşı bir husumet, bir düşmanlık ve rekabet kasdı olmadığını açıkça gösteren kelimelerle... Onun bu mektubunda kullandığı ‘sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün on iki büyük tarikatın hülâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi’ ifadesi son derece manidardır. Bu ifade, bid’alara müsait ve müsaadekâr olmayan; bilakis ‘sünnet-i Peygamberi dairesinde’ yer alan anaakım tasavvuf çizgisine Bediüzzaman’ın kalbinin ve ruhunun sonuna kadar açık olduğunun nişanesidir. Onun bu ifadenin devamında, Risâle-i Nur’u sünnet-i seniyye dairesi içindeki ‘bütün on iki büyük tarikatın hülâsası’ olarak tarif etmesi ise, Risale mesleği ile tasavvuf mesleğinin özü itibarıyla ‘yoldaş’ ve ‘kardeş’ olduğunu ima ve ihsas etmektedir. Rakipler ve hasımlar değil; yoldaşlar ve kardeşler...

Sözün kısası, Risale-i Nur ve tasavvuf, Bediüzzaman’ın düştüğü şerhin açıkça gösterdiği üzere, iki hasım ve iki rakip değildir; aynı yolun, komşu iki şerididir.

Bu noktada “Hangi şeritte daha hızlı yol alınır?” gibi sorular da akla gelebilir. Ne var ki, öncelikli mesele, son tahlilde, ‘aynı yolun yolcusu’ olduğumuzun taraflarca anlaşılması meselesidir.

Aradaki buzlar eriyip kalbler yumuşadıktan sonra, her iki çizgideki mü’minler birbirlerinin kazanımlarından istifadeyi pekâlâ becereceklerdir.

29.03.2005

E-Posta: metinkarabasoglu@yahoo.com
Kaynak
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir