Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.
Alıntı sahibi ""talhagenc""
ılla mürşid gerekiyorsa, Hz. Veysel Karani'nin mürşidi kimdi, birisi söyleyebilir mi?
Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""
Risaleleri cidden tanımış olsaydın, eminim bu satırları yazmamış olurdun, yine de yazsaydın, o zaman niyetinde farklı şeyler arardım.
Alıntı
Herkes tarikatte tutunamaz. Risale-i Nur daha geniş bir cadde.
Alıntı
Hem vird meselesini dersen, Nurcuların da virdi, zikri vardır. Sen mürşide takılmışsın.
Alıntı
Üstad da bizzat kendisi değişik ehl-i tarikten ve alimlerden icazetlidir, peki niye tarikat şeklinde devam ettirmedi,
Alıntı
Üstad tarikat ve Nurculuk farklarını Telvihat-ı Tis'a da açıklamıştır. Madem 3 yıldır okuyorsun, üslubuna alışıksındır, zorluk çekmezsin, üç aşağı beş yukarı anlarsın meseleyi. Hem forumda "telvihat" diye aratırsan da denk gelirsin.
Alıntı sahibi ""[url=http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Mektubat&Page=26"
Üstad Bediüzzaman 5.Mektub'da[/url]"]
[img:465:50]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/mekt/b141.gif[/img] (Onun adıyla. O her kusurdan münezzehtir. Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.)
Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan ımam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat’ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."
Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."
Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."
Öyleyse, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, ımam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
ıkincisi: Ferâiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü : Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.
Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve şah-ı Nakşibend (r.a.) ve ımam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i ıslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. ımansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i ıslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. ışte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.
Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i ıslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım.
Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, izalesi kolaydır. Fakat dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşadla yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan malûm Sözleri, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.
[img:142:41]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/mekt/b142.gif[/img] (Baki olan yalnız Allah’tır.)
Said Nursi
Alıntı sahibi ""Abdulhafiz""
Alıntı sahibi ""talhagenc""
ılla mürşid gerekiyorsa, Hz. Veysel Karani'nin mürşidi kimdi, birisi söyleyebilir mi?
Selamün Aleyküm Kardeş,
tabiki Mürşid gerekiyor! Tek ben bunu demiyorum. Bunu Abdulkadir Geylani hz. ve Imam-i Gazzali gibi Zatlar bile dedi. Yani, onlara göre mürşidi bir müslüman için vacip. Ben bunlari demiyor. Üstaddan önce gelen Ehl-i Sünnet Alimleri bunu diyor.
Alıntı sahibi ""talhagenc""
Aleyküm Selam,
Tabiki mürşid gerekiyor demişsin ama Veysel Karani Hazretleri'nin mürşidinin kim olduğunu söylememişsin kardeşim?
Alıntı sahibi ""ruhefza""
şimdi siz burada daha açık ifadeyle, nur talebeleri kendilerine mutlaka -hayatta olan- bir mürşid bulmalı mı demek istiyorsunuz? ihtiyaç isteyen arar bulur zaten, ama.. :roll:
"Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, "Seni on günde velayet derecesine çıkaracağım" dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın."
Alıntı sahibi ""[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3279"
Üstad Bediüzzaman Kastamonu Lahikasında[/url]"]Feyzi kardeşim,
Sen Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan, tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede-Allah rahmet eylesin-mühim bir şeyh ve mürşid ve cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur'un elli altmış şakirtleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız birtek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur'un yüksek, kıymettar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.
O şakirtlerin gayet keskin kalb ve basireti şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nur'a hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mümini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mümine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder. Velayet ise, müminin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.
ışte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalbleri görmüş ki, benim gibi biçare günahkâr bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı müctehidlere dahi tercih ettiler.
Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, "Seni on günde velayet derecesine çıkaracağım" dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.
Alıntı sahibi ""Abdulhafiz""
Mürsid müridin vefat aninda onun yardimina kosuyor ve seytanin vesveselerini gidermeye calisiyor. Böyle birsey acaba risale-i nur mesleginde var mi?
Alıntı sahibi ""Abdulhafiz""
Nerdeyse 3 senedir risaleleri okuyorum ve . Belki kendimi Nurcu olarak biliyorum,