Serkan kardesimin tavsiyesi üzere bu foruma katilmis bulunuyorum. Ama görünen oki bazilari görüslerine uymayan insanlari forumdan uzaklastiriyor, yazik, üstadimizin bize uhuvvet hakkinda yazdiklarii le bagdasmiyor cok degerli agabeyler.
Gelelim konumuza: Miftahlulup bey naksinin büyükleri ne diyor önce senin bundan hebrin var mi ?
Imami rabbani (r.a) ahiz zamanda imani kurtarmaya isaret etmis. Sen bir naksi olarak, mektubati okumus bir sofi olarak, neler demeye calisiyorsun ????
Bak kardesim sofi diye geçinirsiniz, ama Imami Rabbani (r.a) ne der bilmezsiniz.
Bakin ne diyor üstadimiz:
BEşıNCı MEKTUP
Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan ımam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat’ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."
Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."
Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."
Öyleyse, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, ımam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
ıkincisi: Ferâiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü : Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.
Onun adıyla. O her kusurdan münezzehtir. Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.
Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve şah-ı Nakşibend (r.a.) ve ımam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i ıslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. ımansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i ıslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. ışte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.
Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i ıslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım.
Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, izalesi kolaydır. Fakat dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşadla yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan malûm Sözleri, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.
Said Nursî
Baki olan yalnız Allah’tır.
Zannediyorum konu aydinlatindi, bir itirazin varmi Miftahkulup bey ?