Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

03.06.2004, 21:02

Bediüzzaman'ın şahsi manevi yanılgısı

Bana gelen bir e-mail i aktarıyorum

From: "Mercek Dergisi" <danisma@mercek.org> Add to Address Book
To:
Subject: Mercek_Dergisi_Aylık_Bülten_-_Haziran_2004
Date: Mon, 31 May 2004 13:59:51 +0300

Sayın Okurumuz,

Dergimizin bu ayki kapağını şahsı manevi konusuna ayırdık. Bediüzzaman'ın, Hz. ısa ve Hz. Mehdi konularından bahsederken sıklıkla kullandığı bu ifadenin anlamına açıklık getirdiğimiz, 'şahsı Manevi Yanılgısı' başlıklı yazımızı dikkatle okumanızı öneriyoruz.
Gelişlerini şevk ve heyecanla beklediğimiz, Hz. ısa ve Hz. Mehdi'nin tebliğ faaliyetlerine başladıklarında, önceleri insanlar tarafından tanınmayacak olmaları konusunu işlediğimiz sayfaların ilginizi çekeceğini tahmin ediyoruz.

Ayrıca Peygamberimiz (sav)'in tebliği metodlarının anlaşılması için çok önemli bir kaynak olan ve bizzat kendi yazdırdığı mektuplar da, bu sayımızda merakla okuyacağınız konular arasında...

Bu ayki sayımızın çok önemli gördüğümüz bir başka konusu ise bazı kişilerin düştükleri büyük bir yanılgı hakkında. Bu kimseler, Hz. Muhammed (sav) dışındaki bir peygamberin övülmesini, o peygamberin getirdiği dinin propagandasının yapılması ile eşdeğer görmekte ancak yanılmaktadırlar. Konuya açıklık getirdiğimiz sayfaların, gerçekleri tam olarak anlamanıza yardımcı olacağını ümit ediyoruz.

Arkeolojik araştırmalar sonucunda yakın geçmişte ortaya çıkarılan Ebla Tabletlerindeki peygamber isimleri ve tabletlerin incelenmesi ile ortaya çıkan ilginç gerçekler de bu sayımızdaki konular arasında....

Bu sayımızdaki iki muhteşem armağanımız ise Harun Yahya'nın eserlerinden faydalanılarak hazırlanan "Hz. Nuh" ve "ımam Müslim" belgeselleri VCD'leri.

Temmuz ayında tekrar buluşmak dileğiyle...

aylık
Yaratılış Hakikatleri ve Kuran bulgusu

kapak konusu
Hz. ısa ve Hz. Mehdi Konusundaki şahsı Manevi Yanılgısı

güncel
Diyalog Düşüncesi Doğru mu Yanlış mı?

inceleme
(Hz. ısa, Hz. Mehdi ve Deccal)
Ahir Zaman şahısları Neden Tanınmıyor?

Kuran bilgisi
Peygamberimiz (sav)'in Tebliğ Mektupları

güncel
Kuran'da Hıristiyanlık ve Musevilik Propagandası Yoktur!

Kuran mucizeleri
Tevrat'tan 1500 Yıl Öncesine Ait Ebla Tabletlerinde Adı Geçen Peygamberler

hayvanlar alemi
Doğumunu Erteleyebilen Canlı

insan vücudu
Hiç Susamasaydınız Ne Olurdu?

internet
ınternet Dünyasından 2 Muhteşem Site

Saygılarımızla,

www.mercek.org
E-mail: danisma@mercek.org

















Derginin bu ayki sayısını alma imkânı olur, buraya aktarılırsa iyi olur, çok merak ettim bu yanılgı neymiş.

2

04.06.2004, 08:00

abdülkadir said kardeşim;

ilgili yazınız için internete baktım, galiba son sayıyı daha internet üzerine koymamışlar. bu nedenle o yazıyı okuma fırsatım olmadı.

dergiyi de alamadığım için ilgili konu hakkında bir değerlendirme yapamayacağım.

ama harunyahya.org çerçevesinde organize olmuş kardeşlerimizin çıkardığı mezkur dergi ve o grubun görüşlerine bir miktar vakıf olduğum için kısa bir iki cümle beyan etmek istiyorum.

o kardeşlerimiz tekniğin imkanlarını iyi kullanarak güzel hizmetler ediyorlar. güzel internet hizmetleri de var. ücretsiz kitap bile dağıtıyorlar.
bunları tebrik etmekle birlikte...

bir kaç hususta farklı düşünüyoruz.

bunlardan birincisi ve en önemlisi "Mehdi" hakkındadır.
onlar mehdinin yeni geleceğini iddia ediyorlar, ama bize göre mehdi gelmiştir.
ikincisi ise Kemalizm konusu.
onlar Kemalizmden övgü ile bahsediyorlar.
bizler ise asla ki Kemlizmi kabul edemeyiz. yoksa iman problemi ortaya çıkar.

işte bu konularda farklı düşünüyoruz.
zaten bu gün cemaatlerle en önemli farklılığımız bu iki konu.

zira bir çok cemaat gizli veya açık kendi şeyhini, liderini vs mehdi olarak görüyor.
ve ne yazık ki bir çoğu da Kemalizme sıcak bakıyor.
burada isim vermeyeceğim ama az bir dikkatle mesele anlaşılır.

dergideki yazıyı okuduktan sonra daha geniş bir değerlendirme yaparız. inşallah

saygılar...

3

04.06.2004, 08:39

Bu kemalizm övgüsü yüzünden o Harun Yahya grubuna karşı bende de bir soğukluk var.

Bildiğimiz şua'yı onlar hiç okudular mı acaba?

Ya da Yakın Tarih ansiklopedisini?

Belki de onları bilgilendirmek gerek.

4

04.06.2004, 15:58

"şahsı manevi yanılgısı"
bu kelimeyi kullanmalırı bile düşüncelerini açıklıyor
kim yanılmış?
yazıyı ben de henüz bilmesem de
kullandıkları cümleler konunun içeriğini anlatıyor
Bediüzzaman'a yanılmış diyen
aslında kendisi yanılıyor
Hazırlanınınz! Başka daimi bir memlekete gideceksiniz.öyle bir memleket ki bu memleket ona nisbeten bir zindan hükmündedir.

MeRCaNDeDe

Stajyer

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

5

05.06.2004, 17:29

Soru: Bediüzzaman Said Nursi’nin Mehdi olduğu söyleniyor. Bu mümkün müdür? Onun Mehdi olma ihtimali var mıdır?

Cevap: “Mehdi” kelimesi sözlükte “Kendisi hidayete ermiş bulunan, başkasının hidayetine vesile olan” anlamlarına gelir. Kelimenin sözlük anlamı esas alınacak olursa, insanların hidayetine vesile olan herkes bir anlamda “mehdi”dir. Dolayısıyla Said Nursi merhum da tıpkı diğer bütün ıslam alimleri gibi –kelimenin sözlük anlamıyla– bir “mehdi”dir.

Ancak soruda kast edilenin, bu kelimenin sözlük anlamı olmadığı açık. Zaten mutlak olarak “Mehdi” dendiğinde akla gelen de, hadislerde kıyamete yakın zuhur edeceği bildirilen ve özellikleri belirtilen şahıstır.

Said Nursi merhumun, hadislerde haber verilen “ahir zaman mehdisi” olduğu kim(ler) tarafından ileri sürülüyorsa, esasen bu müddeanın delilini de onların getirmesi gerekir; doğrusu budur.

Ancak yukarıdaki sorunun muhatabı olarak benim söyleyebileceğim şudur: Gerek Mehdi’nin zuhurunu haber veren hadislerde mezkûr özellikleri, gerekse Said Nursi merhumun eserlerinde müteaddit yerlerde Mehdi hakkında söyledikleri göz önünde bulundurulduğunda, onun “ahir zaman mehdisi” olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

Her şeyden önce ilgili rivayetlerde Mehdi’nin zuhur edeceği ortam oldukça net biçimde tasvir edilmiştir. Söz konusu tasvirlerden anlaşılan odur ki, Mehdi’nin zuhur edeceği zaman diliminde ve sonrasında dünyada küresel bir kargaşa olacaktır. Said Nursi merhumun Mehdi olduğunu söyleyenler ise lokal bir durumu ve onun aktörlerini çeşitli zorlama tevil ve benzetmelerle –deyim yerindeyse– “anlam genişlemesine uğratarak” rivayetlerle mutabık hale getirmeye çalışmaktadırlar.

ıkinci olarak –yukarıda da söylediğim gibi– “ahir zaman mehdisi”nin hadislerde bildirilen kişisel özellikleri ile Said Nursi merhumun özellikleri birbirine uymamaktadır. Mehdi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in soyundan gelecek ve –tıpkı Hz. Peygamber (s.a.v) gibi– babasının ismi Abdullah, kendi ismi ise Muhammed olacaktır. Ayrıca Mehdi, ıslam ordusunun başında fiilen savaşacaktır. Onun döneminde Hz. ısa (a.s) nüzul edecek ve Deccal zuhur edecektir.

Bunların hiç birinin Said Nursi merhum için söylenemeyeceği açık olduğu gibi, merhumun, Mehdi konusunu işlediği yerlerde söyledikleri de, bu sıfatın kendisi hakkında kullanılmasına imkân verir nitelikte değildir. Konu hakkında kelam ettiği hemen her yerde hep üçüncü şahıs kipiyle konuşmuş, “şöyle olacak, böyle gidecek...” tarzında ifadeler kullanmıştır.

Bütün bunlardan daha önemlisi, merhum henüz hayattayken –tabii ki muhalifleri tarafından– “mehdilik” iddiasında bulunmakla suçlanmıştır. Acaba Said Nursi merhumun bu suçlama hakkındaki tavrı ne olmuştur?

“şualar”ın “Ondördüncü şua” kısmında yer alan ifadelerini birlikte okuyalım:

“ıddianamede benim hakkımda dört esas var.

“Birinci esas: Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddit biliyorum.

“Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdîlik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şahadet ederler. Hattâ Denizli’deki ehl-i vukuf “Eğer Said mehdîliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said, itiraznamesinde demiş ki: “Ben Seyyid değilim. Mehdi Seyyid olacak” diye onları reddetmiş...”

Keza “Tarihçe-i Hayat”ın “Afyon Hayatı” kısmında da şöyle demiştir:

“Bazı emarelerle bildim ki, gizli düşmanlarımız, Nurların kıymetini düşürmek fikriyle, siyaset mânâsını hatırlatan Mehdilik dâvâsını tevehhüm ile, güya Nurlar buna bir âlettir diye, çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. Belki benim şahsıma karşı bu işkenceler, bu evhamlarından ileri geliyor. Ben, o gizli zâlim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere derim:

Hâşâ, sümme hâşâ! Hiçbir vakit böyle haddimden tecavüz edip iman hakikatlarını şahsiyetime bir makam-ı şan ü şeref kazandırmaya âlet etmediğime bu yetmiş beş, hususan otuz senelik hayatım ve yüz otuz Nur Risaleleri ve benim ile tam arkadaşlık eden binler zâtlar şehadet ederler...”

Konu hakkında ayrıca “Ondördüncü şua”nın yukarıda naklettiğim kısım dışında birçok yerine ve “Kastamonu Lahikası”, 73. ve 118. mektuplara da bakılabilir.

ıDDıALAR BUNLAR
Bir Savaşçıdır Kalbim...

6

05.06.2004, 17:52

Üstadın validesi Seyyid,babası ise şerif di galiba,

detaylı bilgisi olan?

7

06.06.2004, 00:21

Mercandede kardeşim;

sizin iddialarınıza bir cevap yazma durumu doğdu

birincisi:

Alıntı


Soru: Bediüzzaman Said Nursi’nin Mehdi olduğu söyleniyor. Bu mümkün müdür? Onun Mehdi olma ihtimali var mıdır?

Cevap: “Mehdi” kelimesi sözlükte “Kendisi hidayete ermiş bulunan, başkasının hidayetine vesile olan” anlamlarına gelir. Kelimenin sözlük anlamı esas alınacak olursa, insanların hidayetine vesile olan herkes bir anlamda “mehdi”dir. Dolayısıyla Said Nursi merhum da tıpkı diğer bütün ıslam alimleri gibi –kelimenin sözlük anlamıyla– bir “mehdi”dir.

bu sözünüze biz de katılıyoruz.

ikincisi:

Alıntı


Ancak soruda kast edilenin, bu kelimenin sözlük anlamı olmadığı açık. Zaten mutlak olarak “Mehdi” dendiğinde akla gelen de, hadislerde kıyamete yakın zuhur edeceği bildirilen ve özellikleri belirtilen şahıstır.

Said Nursi merhumun, hadislerde haber verilen “ahir zaman mehdisi” olduğu kim(ler) tarafından ileri sürülüyorsa, esasen bu müddeanın delilini de onların getirmesi gerekir; doğrusu budur.

Cevap:
Evet Üstad Bediüzzaman Said Nursi benim inancıma göre Hadis-i şeriflerde, Ahirzamanda geleceği söylenen Büyük Mehdi'dir. Ve onun şahs-ı Manvesi olan Risle-i Nur ve Risale-i Nur cemaati de kıyamete kadar Mehdiyet vazifesi ile vazifelidir. Yani Said Nursi ve Risale-i Nur Mehdi dir.
Bu benim inancımdır.Başkaları inanmayabilir. Ama ben böyle inanıyorum. Zaten Mehdi de bir imtihan vesilesidir. Ahirzamanın dehşetli şahısları olan Deccal ve Süfyan gibi zatlar imtihan sırrına dahil olduğu gibi, Mehdi ve ısa(as) da ancak iman nuru ile tanınır. herkes bedihi bir şekilde, açıkça bu şahısları o sıfatlarla tanıyamazlar.
Elinde bir sihirli değnekle Mehdi bekleyenler, Ya da kırk metre boyunda Deccal ve Süfyan gözleyenler ancak cehaletini tescil ettirmek için beklerler.
Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nurun Mehdi olduğuna dair bende kanaat oluşturan delillere gelince.

1-Üstad Hazretlerinin ıslam ve Kuran davası için ettiği hizmet. Öyle ki 1930'lu 40'lı yıllarda bütün ehl-i hizmetin ya sindiği, ya köşesine çekildiği, ya da ülkeyi terk ettiği bir zaman ve zeminde, ehl-i dalalete karşı bir avuç talebesi ile büytün hayatını ortaya koyarak mücadele etmiş. ve 1950 sonrasında da Kuranın elmas kılıcı olan Risale-i Nur yoluyla küfrün ve dinsizliğin belini kırmış.
2-Risale-i Nur eserleri. Bu eserler öyle bir şekilde intişar etmiş ki, ıslam tarihi içinde Kuran ve hadisten sonra böyle bir eser yazan bir zat daha yok. Öyle ki risale-i Nur içinde yüzden fazla keşfiyat var. eğer bu gün çıksın birisi Risale-i Nurdan daha kıymetli bir tefsir göstersin veya yazsın, biz de ona tabi olalım.
3-Birinci şua gibi bir eser. Birinci şuada 33 ayet-i kerime işari noktadan Üstada ve Risale-i Nurun zuhuruna işaret ediyor. şimdiye dek Kuran böylesine açık ve net bir şekilde hiç bir şahıs ve hizmet grubuna işaret etmemiştir.
4-Sekizinci lemadaki Abdülkadiri-i Geylani hazretlerinin Üstada ve Risale-i Nura işaretleri.
5-18.Lemadaki ımam-ı Ali (ra) Hazretlerinin Risale-i Nura ve Üstada açık işarteleri.
6- Beşinci şuada işaret edilen meseleler.
daha size yüz delil sayabilrim ama burada uzayacağı için kısa kesmek durumundayım...



Alıntı


Ancak yukarıdaki sorunun muhatabı olarak benim söyleyebileceğim şudur: Gerek Mehdi’nin zuhurunu haber veren hadislerde mezkûr özellikleri, gerekse Said Nursi merhumun eserlerinde müteaddit yerlerde Mehdi hakkında söyledikleri göz önünde bulundurulduğunda, onun “ahir zaman mehdisi” olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

Her şeyden önce ilgili rivayetlerde Mehdi’nin zuhur edeceği ortam oldukça net biçimde tasvir edilmiştir. Söz konusu tasvirlerden anlaşılan odur ki, Mehdi’nin zuhur edeceği zaman diliminde ve sonrasında dünyada küresel bir kargaşa olacaktır. Said Nursi merhumun Mehdi olduğunu söyleyenler ise lokal bir durumu ve onun aktörlerini çeşitli zorlama tevil ve benzetmelerle –deyim yerindeyse– “anlam genişlemesine uğratarak” rivayetlerle mutabık hale getirmeye çalışmaktadırlar.

saygıdeğer kardeşim mercandede:
Üstadın mehdi olmadığına inanıyorsanız buna saygı duyarım.
fakat yukarıda söylediğiniz kendi sözleriniz yine sizi tekzip ediyor.
çok doğru söylemişsiniz. Mehdinin zuhuru zamanında çok büyük hadiseler ve kargaşa ve "melheme " denilen görülmedik hadiseler zuhur edecektir.
şimdi sormak lazım.
Üstadın yaşadığı zaman diliminde meydana gelen Koca Osmanlı Devletinin yıkılması sıradan bir hadise midir? Osmanlı-Rus savaşı sıradan bir hadise midir? Dünyayı yakıp yıkan Birinci Dünya savaşı sıradan bir hadise midir? Birinci dünya savaşının ardından bütün ıslam alemindeki karışıklıklar ve ülkemizin yaşadığı ölüm kalım mücadelesi olan ıstiklal Harbimiz sıradan bir hadise midir?
Birinci dünya savaşının ardından dünyayı sarsan, bütün dinlere karşı savaş açan, Rusya, Çin ve yarı Avrupayı yutan ve Risale-i Nurda Büyük Deccal olarak tavsif edilen komünizm hadisesi sıradan bir hadise midir? ıkinci Dünya savaşı, Kore harbi, NATO -Varşova Paktı mücadelesi sıradan bir hadise midir? Ülkemizdeki Tek Parti devri, CHP iktidarının dinzislik ekseninde yaptığı dehşetli zulüm ve icraatlar sıradan bir hadise midir?
Lütfen biraz yakın tarih okuyalım.
O zaman görürüz ki Üstad'ın zamanında dünya eşi benzeri görülmemiş hadiseler yaşamıştır. belki de dünya o dehşetli hadiseleri ancak kıyamet esnasında görecektir. Çünkü yine Risale-i Nura göre dünyanın 100 küsür yıl ömrü kalmıştır.

Alıntı


ıkinci olarak –yukarıda da söylediğim gibi– “ahir zaman mehdisi”nin hadislerde bildirilen kişisel özellikleri ile Said Nursi merhumun özellikleri birbirine uymamaktadır. Mehdi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in soyundan gelecek ve –tıpkı Hz. Peygamber (s.a.v) gibi– babasının ismi Abdullah, kendi ismi ise Muhammed olacaktır. Ayrıca Mehdi, ıslam ordusunun başında fiilen savaşacaktır. Onun döneminde Hz. ısa (a.s) nüzul edecek ve Deccal zuhur edecektir.

Saygıdeğer kardeşim:
siz açıktan imtihan sırrına aykırı olarak aynen Muhammed-Mehdi isminde bir zat bekliyorsanız, daha çok beklersiniz. zira kainatta imtihan sırrı vardır. herşey açık bir şekilde cereyan etmez. hadislerde bir sır perdesi vardır.
Deccal bekliyorsanız yine çok beklersiniz.
zira Risale-i Nura göre Komünizm büyük deccal, ıslam aleminde ise CHP tek parti zulmü ve iktidarı da Süfyan olarak tanımlanmış. Siz güya Risale-i Nurdan delil getiriyorsunuz ama nedense Beşinci şua'ya hiç temas etmiyorsunuz.
Hem kardeşim;
Deccal gelse daha neyinizi değiştirp iptal edecek?Zamanında Kuranınıza ilişmişler, Ezanı değiştirmişler, yazınızı değiştirmişler, Hilafeti kaldırmışlar, hatta müslümanın elbisesine dahi ilişmişler? şimdi yeni bir deccal gelse neyi yıkacak? Yıkılacak neyiniz kalmış ki? zaten her şeyiniz yıkılmış ve perişan olmuş? Bence Müslüman çok da saf olamamalı... Biraz ferasetli ve dikkatli olmalı...


Alıntı


Bunların hiç birinin Said Nursi merhum için söylenemeyeceği açık olduğu gibi, merhumun, Mehdi konusunu işlediği yerlerde söyledikleri de, bu sıfatın kendisi hakkında kullanılmasına imkân verir nitelikte değildir. Konu hakkında kelam ettiği hemen her yerde hep üçüncü şahıs kipiyle konuşmuş, “şöyle olacak, böyle gidecek...” tarzında ifadeler kullanmıştır.
Bütün bunlardan daha önemlisi, merhum henüz hayattayken –tabii ki muhalifleri tarafından– “mehdilik” iddiasında bulunmakla suçlanmıştır. Acaba Said Nursi merhumun bu suçlama hakkındaki tavrı ne olmuştur?
“şualar”ın “Ondördüncü şua” kısmında yer alan ifadelerini birlikte okuyalım:
“ıddianamede benim hakkımda dört esas var.
“Birinci esas: Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddit biliyorum.
“Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdîlik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şahadet ederler. Hattâ Denizli’deki ehl-i vukuf “Eğer Said mehdîliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said, itiraznamesinde demiş ki: “Ben Seyyid değilim. Mehdi Seyyid olacak” diye onları reddetmiş...”
Keza “Tarihçe-i Hayat”ın “Afyon Hayatı” kısmında da şöyle demiştir:
“Bazı emarelerle bildim ki, gizli düşmanlarımız, Nurların kıymetini düşürmek fikriyle, siyaset mânâsını hatırlatan Mehdilik dâvâsını tevehhüm ile, güya Nurlar buna bir âlettir diye, çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. Belki benim şahsıma karşı bu işkenceler, bu evhamlarından ileri geliyor. Ben, o gizli zâlim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere derim:
Hâşâ, sümme hâşâ! Hiçbir vakit böyle haddimden tecavüz edip iman hakikatlarını şahsiyetime bir makam-ı şan ü şeref kazandırmaya âlet etmediğime bu yetmiş beş, hususan otuz senelik hayatım ve yüz otuz Nur Risaleleri ve benim ile tam arkadaşlık eden binler zâtlar şehadet ederler...”
Konu hakkında ayrıca “Ondördüncü şua”nın yukarıda naklettiğim kısım dışında birçok yerine ve “Kastamonu Lahikası”, 73. ve 118. mektuplara da bakılabilir.

Saygıdeğer kardeşim!...
şimdi Üstad çıkıp da ben mehdiyim mi desin? Böyle dese imtihan sırrına aykırı olmaz mı? şayet "ben mehdiyim" dese sizler hemen inanacak mıydınız?
burada size önemli bir hususu ifade edeyim: Lütfen dikkatli dinleyin.

Peygamberler haricinde hiç bir insan "ben evliyayım, ben kutb-u azamım, ben halife-i zişanım, ben mücedditim, ben mehdiyim, ben gavs-ı azamım" demez ve deme hakkına da sahip değildir.
sadece peygamberler imanın bir cüzü olduğu için vazifesini ve durumunu açıkça ilan etmişlerdir.
onun ötesinde siz hiç büyük bir insandan kendi şahsını öven bir söz duydunuz mu? hangi zat çıkıp ben salih bir insanım diyebilir? zaten derse o durum, o zatın tam salih olmadığına işarettir.
ışte Üstad Bediüzzaman da asla ki hiç bir zaman şahsından övgü ile söz etmemiştir. Bütün yüksek ahlakını ve hallerini hep Kurana ve Risale-i Nura bağlamıştır. Sadece Kuran ve iman hizmeti için hayatını feda etmiştir. şahsını bir hiç saymıştır. Tabi ki şahsını böylesine geri plana atan bir zat asla ki mehdilik iddilarını tam olarak kabul etmeyecektir.

şimdilik bu kadar ....
fakat bu konuya devam edeceğiz inşallah.



natuvan

Acemi

Mesajlar: 17

Konum: Recklinghausen/Almanya

Meslek: Ögrenci

Hobiler: Kitap,Bilgisayar,Futbol

  • Özel mesaj gönder

8

06.06.2004, 01:40

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

Üstadın validesi Seyyid,babası ise şerif di galiba,

detaylı bilgisi olan?


Muhterem Kardeslerim,

Risale-i Nur´da Üstadin Seyyidligi ile ilgili bir kisim hatirlayamiyorum ama bu konu hakkinda "Son Sahitler" adli eserde iki abimizin hatiralarinda bilgiye rastladim.

Öncelikle Salih Özcan abimizin hatiralarinda Üstadin Seyyidligi ile ilgili kismi aynen buraya aktariyorum:(Son Sahitler 3.Cild 238.sayfa)

[Salih Özcan hatıralarını şöyle anlattı.

"1949 yıllarında Hulûsi Ağabey (Yahyagil) bize, Üstad Bediüzzaman'dan bahseder ve Küçük Sözler'den okurdu. Afyon'da olduğunu söyler ve bizi Üstadı ziyarete teşvik ederdi.

"O sene liseyi bitirdim. Tatilde Emirdağ'a Üstadın ziyaretine gittim. Dedem bana o zaman izin vermişti. Mehmed Çalışkan'a giderek beni Üstada götürmesini istedim. Üstad bizi kabul etti. Dizlerinin üzerinde doğruldu, kalktı, 'Gel, Seyyid Salih! Gel' diye beni kucakladı. Ellerinden öptüm, başımdan tuttu. Dedemin, Hulûsi Ağabeyin selâmlarını, hürmetlerini söyledim. Yanımızda bulunan Mustafa Acet'le Mehmet Çalışkan'ı dışarı çıkarttı. 'Ben yüzbinlerce seyyidi beklerken sen geldin' dedi. Ben kendilerinin seyyid olup olmadıklarını sordum.Annem Hüseynî, babam Hasenî'dir' dedi. Sonra da, 'Ben de seyyid sayılır mıyım?' diye tebessümle sordu. Ben de, 'Hem de çift taraftan seyyidsiniz' dedim.]


Birde Muhiddin Yürüten abimizin hatiralarinda bu konu ile ilgili bir bölüm var.Burayi da aynen aktariyorum:(Son Sahitler 3.Cild 199.Sayfa)

["Üstadın seyyidliği"

"Ziyaretlerimden birisinde Salih Özcan da bulunuyordu. Üstad ona, 'Kardeşim Salih! Sen hakikî seyyidsin. Nuriye de seyyid, Mirza da seyyid' dedi.]

Abilerin naklettikleri hatiralardan anladigima göre Abdülkadir Said kardesimizin dedigi gibi Üstadimizin soyu anne tarafindan Hz.Hüseyin´e baba tarafindan ise Hz.Hasan´a dayanmaktadir.

Tabi en dogrusunu Allah bilir.

kardesiniz natuvan

not: Zannedersem burada bir yanlis anlasilma oldu.Benim anladigim kadariyla MeRCanDeDe kardesimizin aktardigi bu iddialar kendi iddialari degil. Yazisinin sonunda IDDIALAR BUNLAR diye not düsmüs.ahmedsaid kardesimizde Iddialara MeRCaNDeDe kardesimizinmis gibi cevap yazmis.
Kalplere bir sogukluk girmeden bu mesele halledilse cok güzel olur.Isinize karisiyorsam bu kardesinizin kusuruna bakmayin.
"Dosttan gelen yalan habere müjdelik verdim,
Dogru olsaydi canimi verirdim."
MEVLANA

9

06.06.2004, 07:48

Natuvan kardeşim;

biz de zaten genel iddialar olarak bakıp cevap yazamaya çalıştık.

mercandede kardeşimize karşı bir durum değil.

oradaki ifadeler sadece bir üslup tekniği...

kırıcı bir durum yok diye düşünüyorum

saygılar...

Risale Okuyorum

Üyeliği İptal Edildi

  • "Risale Okuyorum" bir erkek
  • "Risale Okuyorum" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 663

Konum: Ankara

Meslek: Öğrenci

Hobiler: İnternet, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

10

07.06.2004, 10:23

Bu mesele ahmetsaid ağabeyin de dediği gibi tamamen inanç meselesidir. ıstemeyen inanmaz. Ancak Bediüzzaman'a Mehdi diyenin Bediüzzaman'ı suçladığı gibi bir iddia da sineye çekilemez...

Alıntı

Bütün bunlardan daha önemlisi, merhum henüz hayattayken –tabii ki muhalifleri tarafından– “mehdilik” iddiasında bulunmakla suçlanmıştır. Acaba Said Nursi merhumun bu suçlama hakkındaki tavrı ne olmuştur?


Ayrıyeten Bediüzzaman'ın mehdiliğini istemeyen kabul etmez. Kabul edenin de aşağıdakileri kabul etmesi gerekir;

Mehdi--> Bediüzzaman ve Nur Cemaatinin Yekününün şahs-ı manevisi
Süfyan--> M. Kemal ve Kemalizm
Deccal--> Komunizm ve Dinsizlik
Hz ısa (Mesih)-- > Tanınmayacak veya az kişi tarafından bilinecek olan Hz. ısa ve ıslamiyetin temiz düsturlarıyla kendini yenileyerek ıslam'ın yayılmasına yardımcı olacak Hristiyan Ruhanileri (görünüşe göre Katolik Mezhebinden olanlar)

Yecüc ve Mecüc--> Anarşi ve Terör



Ben sadece inandıklarımı söyledim. Bu sadece beni bağlar. Ben Risale-i Nur'u 5. şuayı okuduğumda Süfyan ve diğerlerinin özelliklerini öğreniyor ve Emirdağ Lahikası'na baktığımda (http://www.yeniasya.org.tr/index.asp?Sec…hikasi&Page=247

Alıntı



Reisicumhura gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yazmaya.

Bana hücum eden garazkarların en esaslı sebebi, Mustafa Kemal in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkarlara derim ki:

Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükumetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla Kur’ân a zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.

Ben de beş yüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini hilaf-ı hakikat olarak M. Kemal e vermediğim için, garazkar dostları, beni yirmi senedir bahanelerle tazip ediyorlar.

Evet, mahkemede ispat ettiğim gibi, "?erefler, müsbet hayırlar, maddi-manevi ganimetler orduya, cemaate verilir, tevzi edilir; kusurlar, menfi icraatlar başa, reise verilir" diye bir kaide-i hakikatle, "Kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal e verilmez; belki kusurlar, hatalar yalnız ona verilir" diye, beni onu sevmemekle itham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şereflerini kırmakla itham edip, onlara hain-i millet nazarıyla bakıyorum. Bu hakikati mahkemede ispat ettiğim gibi, onun muannid dostlarına da ispat etmeye hazırım. Ben, bu mübarek milletin bahadır ordusunun milyonlar efradı ve zabitlerini severim; hürmetlerini, haysiyetlerini elimden geldiği kadar muhafaza ediyorum. Benim karşımdaki garazkar muarızlarım, birtek adamı sevmek yolunda milyonlar efrada manen ihanet, belki adavet ediyorlar.

Evet, çok emarelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir.

Bunun için mecbur oldum ki, o muarızlarıma derim:

O, beni taltif etmek ve bütün vilayat-ı şarkıyeye vaiz-i umumi yapmak için, Ankara ya istedi. Ben oraya gittim. Bu gelen üç madde, beni, onun dostluğundan vazgeçirdi. Yirmi sene inzivada azap çektim, dünyalarına karışmadım.

Birinci madde : Bir hadis-i şerifin, ahir zamanda an anat-ı ıslamiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam bu olduğunu ef aliyle göstermesidir. Ben, otuz altı sene evvel o hadisi tefsir etmiştim. Aynen bu adama manası çıkmış. Mahkemedeki müdafaatımın üçüncü esasında izahı var.

ıkinci madde : Birşeyin vücudu ve tamiri ve hayatı, ona ait bütün erkan ve şeraitin vücuduyla olabilmesi ve o şeyin ademi ve tahribi ve ölmesi, birtek şartın bozulmasıyla olduğu bir kaide-i hakikattir. Umumun dillerinde "Tahrip, tamirden çok kolaydır" diye darb-ı mesel olmuştur. Bu kat i kaideye binaen, meydanda görünen ehemmiyetli kusurlar ve tahribatlar, o kumandanın hatasından ve ehemmiyetli şerefler ve zaferler ise, ordunun kahramanlığından geldiğinden, o fenalıkları ona, o iyilikleri orduya vermek lazım gelirken, bütün bütün aksine olarak, cemaatin hayrını baştaki bir ferde; ve o ferdin şerrini cemaate vermek, dehşetli bir haksızlık olmasıdır.

Üçüncü madde : Cemaatin hayrını ve ordunun zaferini başa vermek ve o başın kusurunu cemaate isnad etmek ise, binler hayırları birtek hayra indirmek ve bir tek kusuru binler kusur yapmaktır. Çünkü, nasıl bir tabur bir dehşetli düşmanı öldürse, herbir neferi bir gazilik rütbesini alır; ve yalnız binbaşısına verilse, binden bire iner, birtek gazi olur; o binbaşının hatasıyla zalimane bir katil yapılsa ve ona verilmeyip tabura verilse, o birtek katil bin cinayet hükmüne geçerek bin neferi mes ul eder ve cezaya çarpar. Aynen öyle de, meydandaki görünen ehemmiyetli kusurlar onları işleyen ölmüş adama verilmezse, beş yüz, belki bin seneden beri gaziliğini ve hakperestliğini dünyaya gösteren ve ferman-ı şerefini ve Kur’ân bayraktarlığını kılıçlarıyla ve kanlarıyla imzalayan bir orduya havalesiyle o kusurlar binler derece ve erkanları adedince ziyadeleşir, o ordunun pek parlak mazisini dehşetli karartır ve bu asrın ordusunu, geçen asırların aynı orduları önünde mahcup ve mes ul eder. Ve mevcut şerefler, zaferler tek adama verilse, binler derece küçülür, erkan ve efrad adedince gazilik ve hayırlar birtek hükmüne geçer, söner; daha kusurlara karşı kefaretü’z-zünub olmaz.

ışte bu sebepler içindir ki, ben, onun dostluğunu bırakıp, onun yerinde, ehemmiyetli bir zamanda içinde bulunduğum ve tesirli hizmet ettiğim o ordunun dostluğunu aldım ve binler derece daha ehemmiyetli şerefini muhafazaya Risale-i Nur ile çalıştım.

Emirdağında
Said Nursi



Bu satırlar Emirdağ Lahikası'nın 247 ve 248. sayfalarından alıntıdır. Mahkemelerde beraet almıştır. Özellikle koyu olarak belirttiğim kısımda Süfyan zaten açıkça ortadadır. şimdi M.Kemal'in karşısında ıman ve Kuran hizmetine sarılmış, asla boyun eğmeyip sarığından bile taviz vermemiş olan 2. bir Mehdi gösterin, dediklerinizi kabul edeyim.

Yeni Asya Gazetesi de M.Kemal'in Ulu önderliğini asla kabul etmediği ve de Kemazlizmle asla dost olmadığı için maddi imkansızlıklardan kurtulamamış, büyüdükçe devlet tarafından türlü türlü oyunlarla bölünmüştür.

Nur Talebelerinin ayrılık gerçeklerini öğrenmek isteyen de,

ıslam Yaşar tarafından kaleme alınmış olan Bediüzzaman beşlemesini ve de Menhus Ruh ile Serencam isimli romanları okuyabilirler. Bu bahsettiğim kitaplar da Kültür Bakanlığı tarafından onaylanmış kitaplardır.

Türkiye Cumhuriyeti devrim ve inkılaplarının uygulanışında müslüman halkın nasıl ezildiğinin belgelerle ispatı ise yine Yeni Asya Neşriyattan basılmış olan Yakın Tarih Ansiklopedisinden okunabilir.

Bunlara rağmen delil isteyen olursa müzakereye devam edebiliriz.

Başta da dediğim gibi isteyen inanır, istemeyen inanmaz. Ben sadece bildiklerimi anlattım. Saygı bekler, aksini iddia edenlerden delil beklerim...

Muhabbet ve dua ile...
"şimdi oku, kabirde okuyamazsın!" (Zübeyir Gündüzalp)

MeRCaNDeDe

Stajyer

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

11

07.06.2004, 16:50

ahmetsaid ağbi benim iddiam değil haşa.Böyle birşeyi iddia etmekten Allaha sığınırım.Nasıl Sahabe efendilerimizin keyfiyetini bilmek imkansız ise Üstadımızında aynı şekilde keyfiyetini bilmek imkansız.

Aslında bu konunun bizce bilinen yönü belli.Her dediğinize yüzde yüz katılıyorum.Başka cemaatlerin insanların anlamasınıda beklemiyorum.Ve bu konunun çok deşifre edilmesinede karşıyım.

Forumda son açılan konular bize yarar değil zarar getirir.Mustafa Kemal yada diğerleri bizim meselemiz değiller.
Bir Savaşçıdır Kalbim...

12

07.06.2004, 19:25

Allah razı olsun güzel bir site yapmışlar
http://www.nurpenceresi.com/moduller.php…osyaindir&id=43
Salih Özcan ağabeyden,
Üstad'ın Seyyid olmasıyla ilgili...

13

08.06.2004, 07:48

Mercandede kardeşim;

ben sizi biliyorum.
zaten ben de genel bir cevap verdim;


ara ara sizin isminizi zikretmem sadece üslup, o kadar.

fakat şu kemalizm konusu önemli.

bir msülüman her ne surette olursa olsun kemalizm e taraf olmamalı.

saygılar

14

25.06.2004, 01:54

ustadin bir mektubu

Aziz, sıddık kardeşlerim!



Yine tekrar hem bayramınızı, hem Feyzi'lerin ve Nazif ve Halil ıbrahim gibi etraftaki kardeşlerimin bayramlarını tebrik ediyoruz. Cenabı Hak Risâle-i Nur'un tab' ve intişarıyla bizlere manevî bir bayram daha ıhsan eylesin âmin.



Saniyen: Meyve ve Hüccetullahi'l-Bâliğa'nın tab'ına dair ne lâzım ise yaparsınız. Yanımdaki Meyve ile Hüccetullahi'l-Bâliğa Risâlesi'ni Aziz'e göndermek istiyorum. Fakat adresini bilmiyorum. Kardeşimiz Tahiri eğer buraya uğrasa münasiptir. Tâ ki yanımdaki nüshayı beraber alsın, fakat Meyve Risâlesi'ni burada yazdırmışım, belki iyi okunmaz. Sizin yazılarınızdan birisi beraber gitsin münâsib olur. Onuncu ve On birinci Hüc­cetleri ilâve ettim. Hüsrev'in mektubunda yalnız birkaç keli­meyi çizdim.



Sâlisen: Hafız Ali'nin gitmesindeki acısını iki pehlivan Feyzi' lerin Risâle-i Nur' un hizmetine girmeleri o acıyı izale ediyor. Ahmet Feyzi'nin Hafız Ali hakkındaki mersiyesi Hasan Feyzi'nin parlak mektubuna denk olarak ikisini birkaç ehem­miyetli parçalarla beraber bir cilt içinde dercetmişler. Ahmet Feyzi ve Halil ıbrahim'in mektuplarını okudum. Bu iki metin ve kıymettar ve tam sâdık kardeşlerim mektuplarında benim şah­sıma ziyade ehemmiyet veriyorlar. Bu ehemmiyet, Risâle-i Nur'un külli kıymetine ve serbestiyetine belki ilişir ve ehem­miyetli kardeşlerimin de benim âdi şahsiyetimi bâzı hâdiselerle bilmekle ve verdikleri makama hiçbir cihetle lâyık olmadığımı anlamalarıyla inkisarı hayale uğramamak ve Risâle-i Nur'daki iştiyaklarına fütur gelmemek için şahsıma ait olan fevkalâde hüsn-ü zanlarını Risâle-i Nur'a çevirseler daha iyidir. Ben de Halil ıbrahim'in parlak tezahür eden mektubuna ta'dil edip bana karşı hitabını Risâle-i Nur'a çevireceğim, sonra size gönderip Lâhîka'ya yazılsın. Ve çok dikkatli ve Risâle-i Nur'un avukatı kardeşimiz Ahmed Feyzi'nin Mehdi hâdisesini Risâle-i Nur dairesi içinde çokça medâr-ı bahs etmesi ehl-i dünyanın evhamını tahrike sebep olabilir. Çünkü Mehdi mânasında, bir siyaset dahi bulunuyor diye eskiden beri fikirlerde yerleşmiş. Risâle-i Nur bu mes'eleyi halletmiştir, âhir zamandaki büyük Mehdi'den evvel çok mehdiler gelmiş geçmiş dîye Risâle-i Nur isbat etmiş. Rivayetlerin muhtelif olması bu noktadan ileri geli­yor. Bu zaman şahıs zamanı olmadığından o ehemmiyetli un­vanlar şahıslara verilmez. Hem Risâle-i Nur'a da siyaset mânası da taşıyan o unvanı vermemek münasiptir. Müceddidiyet kâfi­dir. Gerçi hakikat noktasında âhir zamandaki gelecek büyük mehdi siyaseti tam dindar ısevîlere bırakıp yalnız ıslâmiyet hakikatlerini isbâta, izhara, icraya çalışır. Ve bu nokta-yı nazar­dan Risâle-i Nur o zât-ı mübarekin veyahut onun cemaat-ı nuraniyesinin şahs-ı mâneviyesinin çok vazifelerinden en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-ı imâniyenin isbât ve neşrini tam yapıyor. Fakat bu evhamlı ve bahaneleri arayan ve her şeyi siyaset noktasında düşünen adamlara kargı bu mehdi unvanını Risâle-i Nur'a vermek Risâle-i Nur'un ıhlâs sırrına ve dünyaya tenezzül etmemesine muvafık olamaz.



Evet Risâle-i Nur' daki sırr-ı ihlâs, yüzde doksan ihtimaliyle de olsa o makama talip olmamaklığımı iktiza ediyor. Çünkü küçük bir memuriyet veyahut zabit olmak gibi bir makam düşünen, harekâtını o makama tevcih ediyor. Onu maksat yapıp ona çalışıyor. ıhlâsını kaybeder. Uhrevî amellerine onu basamak yapsa bütün bütün yanlış olur.



ışte böyle kudsî ve parlak bir makamı ve memuriyeti dünyada dahi kendine düşünmek ve gaye-i hayal yapmak bütün harekâtını hatta uhrevî amellerini o makama yakıştırmak suretini verdiğinden hakikat-ı ihlâsı bozar. Eğer öyle bir makam verilse de ihsan-ı ılâhî olur. ınsanın kesb ve ameli ona vesile olamaz ve ekseriyetle bilinmez. Bilinmeme daha iyidir ve efkâr-ı umumiyede siyasetçilik ve hâkimiyet mânası bu mehdi unvanında bulunduğu ve geçmiş bazı mehdi-misâl halifeler o gibi hâdiselerin bir mâsadâkı ve medarı olmuşlar. Elbette bu zamanda siyasete her şeyi feda eden insanlar nazarına karşı Risâle-i Nur mesleğindeki ihlâs, böyle şeyleri aramaz. Yalnız bu kadar var ki; şâkirdleri tam itimad ve kat'î yakinlerini takviye için harikulade bir surette hem Risâle-i Nur'un şahsı manevî­sini, hem bazı şâkirdlerini, hatta tercümanını pek büyük makamlarda bulunduklarını itikad edebilirler. Çünkü eskiden beri Üstad'larına karşı ziyade hüsn-ü zan kabul edilmiş, hatta Kıır'ân'dan ve hadisten sonra en mühim hüccet-i imâniye, Risâle-i Nur'dur diyebilirler.



Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua, dualarını rica ediyoruz.

Not : Ahmet Özer tarafından yazılan "ıki Edip" isimli kitabının Mustafa Sungur abi tarafından yazılan önsözünden alınmıştır.

nurpenceresi.com dan alintidir...
Ey bu yerlerin hakimi!Senin bahtına düştüm.Sana dahalet ediyorum ve sana hizmetkarım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum.

Mesajlar: 100

Konum: Almanya

Meslek: talebe

Hobiler: okumak

  • Özel mesaj gönder

15

26.06.2004, 02:29

Alıntı sahibi ""ahmetsaid""



....Muhammed-Mehdi isminde bir zat bekliyorsanız, daha çok beklersiniz...



ahmedsaid kardes siz ben böyle inaniyorum diyorsunuz ve görüslerinize saygi görülmesini taleb ediyorsunuz ama siz kendiniz digerlerinin görüslerini saygi göstermiyorsunuz... nedemek yani cok beklersiniz bu biraz alaya alma tarz degilmi...tabiki bekler.. belki ömrü yetmez ulasamaz bile bunu en iyi bilen allah (c.c.) ..

Siz bize bir konuda yarin devam ederiz demistiniz ama etmediniz nedenini ögrenebilirmiyiz???


Alıntı sahibi ""ahmetsaid""

Bazul_Eşheb kardeşim,
son yazınızı okudum.
şu an vaktmi müsait değil. inşallah yarın sizinle sohbete devam edelim.
zira son yazınızda oldukça mühim konulara değinmişsiniz.

saygılar...



http://www.muhabbetfedaileri.com/posting.php?mode=quote&p=2672


Ben yine tekrarliyorum bu görüsleriniz sadece bir yorumdur baska hic bir sey degil ve sadece sizi ve bu sekilde inanalari baglar baska hic kisi baglamaz... Ve birakinda digerleride beklesin ister cok ister az.. Simdi biri de gelip size simdi sizde böyle cok aldanirsiniz derse iyi olurmu...

Neyse bu vesile ile ögrenmek istedigim bir iki konu var samimi sekilde..

1. Bediuzzaman hz. Isr ael devletinin kurulusune ne buyurdu yani Risalede böyle konu geciyormu..??

2. Bediuzzaman niye Münazarati yazdiktan sonra bazi kelimelerin veya satirlarin üzerine kalem cekti yani sildi nedeni nedir...??

3. Su asrin deccali ve süfyani AB D bilindigi gibi ortadogu da istedigini yapiyor yikiyor müminler müslümanlar her gün ölüyor ve kendi inanclarina göre Mesih geldiginde tüm insanlik yahudiler basta olmak üzere hiristiyan olacak.. Bu yüzden yahudiler icin ortadogunun yapisini degistimeye kalkisiyor.. Risale-i Nur (Mehdinin sahs-i manevisi olarak)buna karsi ne yapacak???


saygilarimla
Aşksız derviş olmaz, olsa da o kimse derviş sayılmaz. Derviş'in sermayesi Aşk'tır, ilmi Aşk'tır, görgüsü Aşk'tır. Arzu ve istekleri de Aşk'tır. Derviş'in canı Aşk'tır, cananı Aşk'tır, bizzat kendisi Aşik'tır.. Ves-selam!...

16

28.06.2004, 10:57

değerli Bazül-Eşhep kardeşim;
bir kaç hususu beyan etmek zaureti doğdu:

birincisi:
"Muhammed-Mehdi isminde bir zat bekliyorsanız, daha çok beklersiniz"
sözünü alay için söylemedik. ama elbette ki szöüümüzde bir serzeniş var. Bu sözü aşağıdaki prnsib doğrultusunda söyledik.

"ıman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî meseleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki, Ebu Bekir’ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil’ler esfel-i sâfilîne düşsünler. ıhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mucizeler seyrek ve nâdir verilir. Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur’âniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve iman makbul olmaz. Çünkü, Ebu Bekir’ler Ebu Cehil’ler ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i ısa Aleyhisselâmın nüzûlü dahi ve kendisi ısa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhâs-ı müthişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar. "

ışte açıkça Muhammed-Mehdi adında, yani adı tıpa tıp böyle olan bir zat beklemek muhali talep etmek gibi bir şey...

ikincisi:
size söz verdiğimiz konuda bir ihmalimiz oldu. inşallah vakit bulrusak o konuya eğiliriz. ama zaten o konunun benzeri "mehdi kimdir" adlı başlık altında tartışılıyor. fakat kardeşler fikri müzakere yerine çoğu kez kavgayı tercih ettikleri için olumlu bir netice elde etmek de güçleşiyor.
neyse tartışmak yine de iyiydir.

üçüncüsü:
suallerinize kısa bir cevap yazmak gerekirse:

Alıntı


Neyse bu vesile ile ögrenmek istedigim bir iki konu var samimi sekilde..

1. Bediuzzaman hz. Isr ael devletinin kurulusune ne buyurdu yani Risalede böyle konu geciyormu..??

2. Bediuzzaman niye Münazarati yazdiktan sonra bazi kelimelerin veya satirlarin üzerine kalem cekti yani sildi nedeni nedir...??

3. Su asrin deccali ve süfyani AB D bilindigi gibi ortadogu da istedigini yapiyor yikiyor müminler müslümanlar her gün ölüyor ve kendi inanclarina göre Mesih geldiginde tüm insanlik yahudiler basta olmak üzere hiristiyan olacak.. Bu yüzden yahudiler icin ortadogunun yapisini degistimeye kalkisiyor.. Risale-i Nur (Mehdinin sahs-i manevisi olarak)buna karsi ne yapacak???


birinci sualiniz:
Risale-i Nurda böyle bir husus var. O da ısrail devletinin niçin çabuk tokat yemediği konusunda bir suale cevap babında. Bilindiği üzere Kuran'da ısrailoğulları ile ilgili bir zillet yani meskenet hadisesi var. bu zillet dolayısyla Yahudi milleti yüzyıllar boyu değişik devletlerden çeşitli zillet ve sıkıntılara maruz kalmışlar. hatta beşyüz küsür yıl önce ıspanyollar yahudileri sınır dışı edince Yahudiler Osmanlıya sığınmışlar. ve Osmanlı da bu yahudileri Selanik iline yerleştirmiş. ama yahudi bunlar.
Osmanlının yıkılmasında yine başrolü üstlenmişler.
işte bu yahudi milletinin israil devletini kurması sonrasında sorulan bir soruya Üstad "Bunlar din muhabbeti için haraket ettiklerinden çabuk tokat yemiyorlar" diye bir cevap veriyor.

ikinci sualiniz:
Bediüzzaman Hazretleri bu gün Türk milleti ile Kürt milleti arasında bir çimento vazifesi yapmaktadır. Üstadın Doğu kökenli olması o bölgede kendisine karşı çok büyük bir muhabbetin oluşmasına yol açmıştır.
Bediüzzaman bu gün Kürt kökenli müslüman kardeşlerimiz arasında tam bir milli ve manevi kahramandır.
Fakat Üstad ömrünün kahir ekseriyetini müslüman türkler arasında geçirmiştir. ışte bu muhabbetler tam bir kaynaşmaya yol açmıştır. Bu gün kürt ve türk müslümanları arasındaki bağın kopmaz bir halkası Bediüzzamandır.
bu noktada, eskiden doğu bölgesine kürdistan denilirdi. Osmanlı zamandında bu tabir Rumeli, kafkasya vs gib tamamen bir teşhis ve tespit için kullanılıyordu. ayrılık gayrılık yoktu. işte münzarat adı eser yazıldığı zaman Üstad doğu illerinde verdiği derslerde "kürdistan" tabirlerini bölgeyi tanımlamak için kullanmıştı.
ama 1950 sonrasında gerek Hutbe-i şamiyenin tercümesini ve gerekse Münazarat adlı eserin tekrar bir tashini yaparken yanlış anlaşılabilecek bazı kelimeleri(kürdistan gibi) değiştirmiştir.
eser sahibi eserinde istediği değişikliği yapma hakkına sahiptir.
olayın özü budur.

üçüncüsü:
bu sualinize doğrusu çok şaşırdım.
Deccal ve Süfyan konusunda adres göstermişsiniz.
bu konuda manevi bir ehliyetiniz var mı bilemiyorum?
yani size bu konu bildirildi mi?
Evet Üstad, Kominizmi ve sosyalizmi büyük deccal, bizdeki Tek Parti idaresini de islam decaali veya süfyan olarak teşhis ediyor.
biz de Üstad'a istinad ederek yorum ve izah yapıyoruz.
Siz neye göre ABD'nin deccal ve süfyan olduğunu söylüyorsunuz, bilemiyorum?

Deccal ve Süfyan kafir-i mutlaktır. Toptan, bütün dinlere düşmandır. Bütün inanç sistemlerine karşıdır. bütün ilahi dinleri ve inanışları reddeder.
bu noktadan bakıldığında ABD devletine deccal dememiz büyük bir mesuliyeti gerektirir.
evet bu gün ABD bir çok yanlışlık yapmaktadır. bir çok müslümanın da hayatının kaybetmesine vesile olmuştur. fakat mesele şahsi hatalar ve zulümlerden kaynaklanmaktadır.
mesela Clinton dönemimde ABD ıslam alemine dost bir politka izlemiş, fakat Bush yönetimi zahirde dost gibi görünmekle fitneyi körüklemiştir.
ama bakarsınız yarın başka birisi durumu düzeltebilir.
meselenin bir başka ciheti daha var:
ıslam alemi bu gün öyle baskıcı rejimlere sahip ki adeta aleyhinde Kadere fetva çıkarıyor. Bir Saddamın, bir Kaddafinin savunulacak tarafı yok. zaten ıslam aleminde şöyle savunulacak bir idari yapı da yok.

bir mesele daha var.
asrın başında Filistin topraklarında ve ötesinde Müslüman Arap kardeşlerimizin, islamın bahadır bir evladı olan Osmanlıyı öldürmek için Ehl-i dalalete yaptıkları yardımın cezası daha bitmemiş gözüküyor.
netice olarak:
Risale-i Nur talebeleri her zulme karşı çıkar.
israilin yaptığı zulümlere de şiddetle karşı çıkıyoruz.
fakat ABD yi deccal olarak görme hatasına da düşmüyoruz.
bu ağır bir mesuliyet.

saygılar

17

28.06.2004, 11:00

arkadaşlar;

ben mercek dergisinde çıkan yazıyı okudum.
gayet güzel bir yazı.
olumsuz bir tarafı yok.
yanlış anlaşılacak bir iki hususu kendilerince düzeltmişler.
üstada ve nurlara karşı ciddi bir muhabbetleri var kardeşlerin.
ama tabi ki yeni bir mehdi beklentilerini yine dile getirmişler.
ve yine Süfyan konusunda ayrı düşünmeye devam ediyoruz.
saygılar

18

28.06.2004, 11:24

Mercek.Org'tan,


Hz.ısa ve Hz. Mehdi Konusundaki şahsi Manevi Yanılgısı


Hz. ısa’nın Yeryüzüneıikinci Gelişi Konusundaki şahsı Manevi
Yanılgısı
Kuran ayetlerinde Hz. ısa'nın ölmediği ancak Allah Katına alındığı haber verilmekte ve çeşitli alametlerle yeryüzüne yeniden döneceği bildirilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) ise, Hz. ısa'nın dünyanın son dönemlerinde mucizevi bir biçimde yeryüzüne döneceğini, Hıristiyanları ve Müslümanları ortak bir din ve ahlakta, ıslam dini üzerinde birleştirerek yeryüzüne barış, adalet ve mutluluk getireceğini hadislerinde çok detaylı olarak haber vermiştir. Kuran’da ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde yer alan bu açıklamalar ve işaretler hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık ve detaylıdır.
Hz. ısa’nın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusu Bediüzzaman Said Nursi’nin de eserlerinde sık sık vurguladığı bir konudur. Ancak Bediüzzaman’ın bu konuyu anlatırken kullandığı “şahsı manevi” kavramı günümüzde gerçek anlamından farklı bir şekilde anlaşılabilmekte ve yanlış yorumlanabilmektedir. Oysa Bediüzzaman’ın Hz. ısa’nın bir şahsı manevi olarak değil bir şahıs olarak yeryüzüne ikinci kez geleceği ve Hz. Mehdi ile birlikte tüm yeryüzüne barış ve huzuru hakim kılacağına dair açıklamaları son derece açıktır.
Her peygamberin ve elçinin çevresinde onun maneviyatının tecellisi olan bir şahsı manevi oluşur. O elçiye tabi olan, onu örnek alan, onun tebliğini izleyenlerin oluşturduğu bir kitle ve hareket de, onun şahsı manevisini oluşturur. Ancak şu çok açıktır ki bir şahıs olmadan onun şahsı manevisinden de söz edebilmek mümkün değildir. Her mümin topluluğunun bir önderi olduğu Kuran’da bildirilen Allah’ın bir adetullahıdır. Dolayısıyla Bediüzzaman Said Nursi de şahsı manevi terimini kullanırken Kuran’ın adetullahında olduğu şekilde kullanmıştır.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de kendi talebeleri ve eserleri için de şahsı manevi tabirini kullanırken, bu şahsı manevinin başında yine kendisi bulunmaktadır. Risale-i Nur’un şahsı manevisine, eserler ile onu takip eden talebeler de dahildir, ama nur hareketinin önderi Bediüzzaman da bu ifadeden ayrı tutulamaz.
Hz. ısa da yeryüzüne tekrar geldiğinde, yine ona yakın kişilerden oluşan bir cemaati olacak, başlarında da Hz. ısa olacaktır. şahıs olmadan şahsı manevisi olması tüm diğer elçilerde olduğu gibi, Hz. ısa için de söz konusu değildir. Nitekim aşağıda yer alan Bediüzzaman’ın sözlerinde, bu konunun hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.
1) ... Hazret-i ısa Aleyhisselâm, ısevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal'ı öldürür... (Mektubat, sf. 6)
Bediüzzaman, bu sözünde ısevilik şahsı manevisinin ne olduğunu açıklamaktadır. Bu izahlarından anlaşıldığı gibi, şahsı manevilik şahsı maneviyi temsil etmemektedir. Buradan şu iki sorunun cevabı çok açık olarak anlaşılmaktadır:
ısevilik şahsı manevisini bir kişi temsil ediyor. Bu kimdir? Hz. ısa.
Hz. ısa kimi temsil ediyor? ısevilik şahsı manevisini.
Bu soruların cevapları da Bediüzzaman’ın Hz. ısa’dan ve şahsı manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya koymaktadır.
2) ...ancak hârika ve mu'cizatlı (mucizeler sahibi) ve umumun makbulü (umumun kabul ettiği) bir zât olabilir ki: O zât, en ziyade alâkadar ve ekser (birçok) insanların peygamberi olan Hazret-i ısa Aleyhisselâm'dır..... (şualar, sf. 463)
Bediüzzaman’ın bu açıklamasında Hz. ısa için bir zat ifadesi kullanılıyor; ıki veya üç değil. Sonra da o zat diye devam edilerek burada bahsedilenin bir şahsı manevi değil, bir şahıs olarak gelecek olan Hz. ısa olduğu tekrar vurgulanıyor. Görüldüğü gibi tüm bunlar hep “tekil” ifadelerdir; ve tümünde de “tek bir şahıstan” bahsedilmektedir, şahsı maneviden değil.
Said Nursi burada ayrıca Deccal’in yaptıklarını ortadan kaldırabilecek mucize sahibi bir kişinin gerekliliğinden bahsediyor. Bu, mucize gösterebilecek tek kişinin de Hz. ısa olduğunu söylüyor. Bir şahsı manevinin mucize göstermesi mümkün olmayacağı için burada da yine bir zat olarak Hz. ısa dan bahsedildiği çok açıktır.
3) ... âlem-i semavatta (gökler aleminde) cism-i beşerîsiyle (insani cismiyle) bulunan şahs-ı Îsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının (Hak dinin) başına geçeceğini.... (Mektubat, sf. 60)
Üstad bu sözünde gök aleminde insani bedeni ile bulunan Hz. ısa’nın yeryüzüne yeniden geleceğini ve hak dinin başına geçeceğini söylemiştir. Bediüzzaman’ın burada bir şahsı maneviden bahsetmediği, bir şahıs ifadesi kullandığı net olarak anlaşılmaktadır. Çünkü “madde olarak varlığı olan bir kişi”den bahsettiği, “insan” anlamına gelen “beşer” kelimesinden kolaylıkla anlaşılabilmektedir.
4) ...bir ısevî cemaatı namı altında ve "Müslüman ısevîleri" ünvanına lâyık bir cem'iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i ısa Aleyhisselâm'ın riyaseti (liderliği) altında öldürecek... (Mektubat, sf. 441)
Üstad bu sözünde de Deccal’in sistemine karşı Hz. ısa’nın liderliğinde bir grup Müslümanın mücadelede bulunacağını bildirmiş; Hz. ısa’dan ayrı, cemaatinden ayrı bahsetmiştir.
5) .... ısa Aleyhisselâm'ı nur-u îman (imanın ışığı) ile tanıyan ve tâbi' olan cemaat-ı ruhaniye-i mücahidînin (ruhani mücahidler cemaatinin) kemmiyeti (sayısı).... (şualar, sf. 464)
Hz. ısa’nın yine imanın nuru ile tanınacağından bahsetmiştir. Bu da onun bir şahsı manevi değil, Hz. ısa’nın zatını kastettiğini göstermektedir.
Ayrıca burada da yine yukarıdaki sözünde olduğu gibi, bir şahsa yani Hz ısa’nın zatına tabi olacak olan bir cemaatten ve Hz. ısa’dan ayrı ayrı bahsedilerek bu konuya açıklık getirilmektedir.
6) Hattâ "Hazret-i ısa Aleyhisselâm gelir. Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder, tâbi' olur." diye rivayeti, bu ittifaka (birleşmeye) ve hakikat-ı Kur'aniyenin metbuiyetine (Kur'an hakikatlerine uyulmasına, tabi olunmasına) ve hâkimiyetine işaret eder. (şualar, sf. 587)
Bediüzzaman’ın bu sözünde Hz. ısa’nın Hz. Mehdi ile birlikte namaz kılacağı anlatılıyor. Pek çok sahih hadiste de yer alan bu ifade, Hz. ısa ile Hz. Mehdi’nin karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını ve bizzat dünyevi bedenleri ile müminlerin başında bulunacaklarını göstermektedir. Bu izah da yine Mehdi’nin ve Hz. ısa’nın birer şahsı manevi değil birer kişi olarak zuhur edeceklerini açıklayan bir başka delildir. Hz. ısa, yeryüzüne önceki gelişinde de namaz ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci kez gelişinde de Allah’ın izniyle bu ibadetine devam edecektir. Kuran’da bu konu şöyle bildirilir:
“(ısa) Dedi ki: "şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti." (Meryem Suresi, 30-31)

Ahir Zamanda Gelecek Olan Hz. Mehdi Bir şahsı Manevi Değildir
Peygamberimiz (sav) tarafından ahir zamanda gönderileceği müjdelenmiş olan, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek çok mübarek ve değerli bir şahıs olan Hz. Mehdi’nin ortaya çıkışı yüzyıllardır ıslam ümmeti tarafından beklenen müjdeli bir olaydır. Nitekim rivayetlerde Hz. Mehdi’nin çıkış alameti olarak bildirilen olayların pek çoğunun ardıardına gerçekleşmesi, bu zuhurun yakın olduğunun açık bir göstergesidir. Peygamber Efendimiz (sav)’in çok sayıdaki hadisinde, ismiyle, vasıflarıyla ve yapacağı işlerle ayrıntılı olarak tarif edilen Hz. Mehdi’nin geleceğine dair Kuran ayetlerinde de işari anlamlarda çeşitli müjdeler vardır. Tüm bu bilgiler dikkatlice incelendiğinde Mehdiyet konusunun tartışmaya yer bırakmayacak derecede kesinlik gösterdiği akıl ve vicdan sahibi her insan tarafından kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin açıklamaları da, Kuran’da yer alan işaretler ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle aynı doğrultudadır. Ancak Bediüzzaman’ın eserlerinde kullandığı “şahsı manevi” kavramı konusundaki yanlış anlaşılma Hz. Mehdi için de söz konusudur. Rivayetlerden ve ıslam alimlerinin izahlarından Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olmayacağı, fiziksel özelliklerine, karakter ve ahlakına, nesebine kadar detaylı olarak tarif edilmiş mübarek bir şahıs olacağı, açık ve net bir biçimde anlaşılmaktadır. Ancak elbette ki Hz. Mehdi’nin de kendisinden önceki tüm elçiler gibi bir şahsı manevisi olacaktır. Hatta rivayetlerde bu şahsı manevinin bütün yeryüzünü kaplayacağı bildirilmiştir. Fakat Hz. Mehdi’nin kendisi de bizzat işin başında olacaktır. Dolayısıyla Hz. Mehdi’nin şahsı manevisi de ona tabi olanlarla birlikte başlarında imam olarak kendisidir. Nitekim Bediüzzaman’ın yazılarında da bu konuyu net olarak açıklayan birçok izah bulunmaktadır. Bediüzzaman’ın aşağıda yer alan sözlerinde Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi değil, bir zatı temsil ettiğine dair açıklamaları, hiçbir ihtilafa yer vermeyecek kadar açık ve nettir.
Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi için kullandığı “o zat” ya da “o şahıs” gibi ifadeler, “şahsı manevi” kavramı konusundaki yanlış anlaşılmalara açıklık getirmektedir.
1) Hem de o eşhasın (o şahısların) şahs-ı manevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi (fevkalade eserleri, izleri) o eşhasın (şahısların) zâtlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı hârika (harika şahıslar yani Hz ısa ve Hz. Mehdi) çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. (Sözler, sf. 343-344)




2) Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine (Peygamberimizin nurani soyuna) bağlanan, ehl-i velayet (velilerin) ve ehl-i kemalin (kamil iman sahiplerinin) başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî (nurlu bir şahıs), o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi (münafıklık akımını) öldürüp dağıtacaktır… (Mektubat, sf. 56-57)
3) …Âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten (Peygamberimizin soyundan) olacak. (şualar, sf. 442)
4) …O zât, o taifenin uzun tedkikatı (o topluluğun u-zun araştırmaları, incelemeleri) ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd (dayanışma) sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir (öğrencilerdir). Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lâhikası-1, sf. 266-267)
Bediüzzaman bu sözünde “o zat” diyerek hitap ettiği Hz. Mehdi’den ayrı, cemaatinden ayrı olarak söz etmiştir.
5) … Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid (Peygamberimiz’in soyundan) bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten (Peygamberimiz’in ailesinden) olacaktır. (Emirdağ Lâhikası-1, sf. 267)
6) O ileride gelecek acib bir şahsın (şaşılan ve hayret uyandıran şahsın) bir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı (önceden gelen takipçisi) ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi (öncü bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, sf. 162)
Bediüzzamanın bu izahları, Mehdi’nin bir şahsı manevi değil, bir kişi olduğunun bir delilini oluşturmaktadır. Bediüzzaman buradaki “acib bir şahıs” ifadesiyle Mehdi’nin bir şahıs olduğunu açıkça belirtmektedir.
Ayrıca Üstad, Mehdi’nin “kumandanlık vasfına” da dikkat çekmektedir. Bir şahsı manevinin kumandanlık sıfatı taşıması söz konusu değildir.
Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi’nin üstleneceği bu büyük görevde kendisinin de “bu acib şahsın” hizmetkarı olabileceğini ifade ederken Hz. Mehdi’nin bir şahıs olduğunu tekrar vurgulamaktadır.
7) Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid (içtihad eden büyük ıslam alimi), hem en büyük bir müceddid (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük ıslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid (doğru yolu gösteren kişi), hem kutb-u a'zam (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden (Peygamberimizin soyundan) olacaktır. (Mektubat, sf. 411, 412, 441)
… bir müçtehid
… bir müceddid
… hâkim
… mehdi
… mürşid
… kutb-u a'zam
… bir zât-ı nuranî
-Bediüzzamanın bu sözünde kullandığı yukarıdaki vasıflar, anlamlarından da anlaşılacağı gibi tek kişiye ait olacak özelliklerdir. Ayrıca Üstad Hz. Mehdi’nin bir zat-ı nurani olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada “bir zat-ı nuraniden” değil, “şahsı manevi-i nuraniden” bahsederdi. Ayrıca burada kullanılan “bir” kelimesi bu konuyu açıklamaktadır. “Zat” ise zaten yine birlik ifade eden bir kelimedir. Açıkça “bir zat” ifadesi kullanılmıştır; “iki” ya da “birileri” denmemiştir.

Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi ve cemaatinin şahsı manevisinden “ve” ifadesini kullanarak iki ayrı kavram olarak bahsetmesi, bu konuya açıklık getiren bir başka delildir.



8 ) Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahibleri, yâni Mehdi ve şâkirdleri (öğrencileri), Cenâb-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir ve o tohumlar sünbüllenir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sf. 172) (Kastamonu Lahikası, sf. 72)
Bediüzzaman burada da Hz. Mehdi ve şahsı manevinin ayrı kavramlar olduğunu açıkça ifade etmektedir. Hz. Mehdi ve şakirtleri olarak iki ayrı kavramdan bahsetmektedir; Hz. Mehdi’nin zatı ve şakirtleri. Buradaki “ve” kelimesi bu konuya açıklık getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ikisinin biraraya gelmesinden Hz. Mehdi’nin şahsı manevisi oluşmaktadır.
9) Hem bu üç vezaifi (vazifeleri) birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi (çürütmemesi) pek uzak, adeta kabil (mümkün) görülmüyor. Ahir zamanda, Al-i Beyt-i Nebevi’nin (asm) (Peygamberimiz’in soyunun) cemaat-i nuraniyesini (nurani cemaatini) temsil eden Hazret-i Mehdi de ve cemaatindeki şahs-ı manevi de ancak içtima edebilir (toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, sf. 139) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 186)
Bu sözde de Hz. Mehdi ve cemaatinin şahsı manevisi yine “ve” ifadesiyle birbirinden ayrılmıştır. Bu izahtan Hz. Mehdi ve şahsı manevinin iki ayrı kavramı temsil ettiği anlaşılmaktadır. Demek ki Hz. Mehdi ve şahsı mavnevisi iki ayrı konudur.
10) … Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahsı manevîsinin üç vazifesi var. (Emirdağ Lâhikası-1 sf. 265)
Bediüzzaman’ın bu sözünde ise Hz. Mehdi’nin cemaatinin şahsı manevisinin yerine getireceği üç büyük vazifeden bahsedilmektedir. Bu cemaatin şahsı manevisini temsil eden, başlarındaki kişi de Hz. Mehdi’dir. Ama bu görevi, bu kudsi cemaatin şahsı manevisi yerine getirmektedir. Bediüzzaman’ın bu açıklaması da yine Hz. Mehdi’nin “şahsı manevisi”nin ve ”zatının” iki ayrı kavram olarak ele alındığını göstermektedir.

Sonuç
Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı “şahsı manevi” kavramı konusundaki yanlış anlaşılmaya açıklık kazandıran bu izahlara daha pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bunlardan sadece birkaç tanesi bile, Hz. ısa’nın ve Hz. Mehdi’nin ahir zamanda beraberlerindeki mümin topluluklarının şahsı manevisi ile birlikte, onlara önderlik ederek zuhur edeceklerinin anlaşılması için yeterlidir.
Bediüzzaman tüm bu sözlerinde “Hz. ısa ve cemaatinin şahsı manevisi” ve “Hz. Mehdi ve onun cemaatinin şahsı manevisi” olarak iki ayrı kavramdan bahsetmektedir. Bu “ikisinin biraraya gelmesinden şahsı manevi kavramının oluştuğunu”, ancak bu mübarek ve kutlu şahısların şahsı manevileriyle birlikte, bizzat beraberlerindeki müminlere önderlik edeceklerini açıklamaktadır. Üstad, Hz. Mehdi’nin, kendisinden önce gelip geçmiş halifeler, emirler, hükümdarlar gibi cismani bir şahıs olacağını ve Resulullah (sav)’in soyundan gelecek bir zat olarak zuhur edeceğini sözlerinde pek çok defa açıkça ifade etmiştir.
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi, “şahsı manevi” kavramını, onun önderi olan, başındaki şahıstan ayrı, müstakil ve bağımsız değerlendirmek büyük bir hata olur. Kuran’da bahsi geçen tüm mümin topluluklarının başında bir elçi ya da bir kumandan yer almaktadır. Ahir zamanda da Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması gibi dünya tarihinin çok müstesna bir döneminde müminlerin başsız, kendi halinde bir topluluk olarak kalmaları Kuran’da bildirilen adetullaha uygun değildir (en doğrusunu Allah bilir).
Hz. ısa ahir zamanda yeryüzüne gelecek, müminlere önderlik edecek ve Hz. Mehdi ile birlikte ıslam’ın nurunun tüm insanları aydınlatmasına vesile olacaklardır. Hz. Mehdi de bir şahsı manevi olarak değil, bizzat gelip ahir zamanda Müslümanların başına geçecek, onları Allah’ın izniyle içine düştükleri sıkıntı ve zorluklardan kurtarıp huzur adalet nimet ve bolluğa kavuşturacaktır.

19

28.06.2004, 11:59

Abdülkadir Said kardeşim;

bu nakille inşallah bizlerle "dalga" geçmemişsinizidir.
Cevabı bildiğinize göre, soru sormak ilginç bir durum değil mi?
saygılar

20

28.06.2004, 13:02

daha yukarıdaki yazıyı bu sabah buldum mercek org dan ve henüz okumadım,

bu yüzden sorunuza bir cevap vermem zor görünüyor

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir