Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

27.08.2007, 20:45

Risale-i Nur ve Akıl

Risâle-i Nur ve akıl

Özellikle felsefeciler, filozoflar akıl üzerine çok şey söylemiş, muhtelif tarifler yapmışlardır. En özlü ve en kapsamlı tanımlamalarından birisini Bediüzzaman Said Nursî yapmıştır. Burada kısa bir değerlendirme yapacağız.

ıdrak âleti olan akıl, felsefî anlamda, insana has düşünme ve eşyanın sebeplerini yakalama melekesidir. Diğer duygularımız gibi, aklın da çeşitli tanımları yapılabilir. Bediüzzaman aklı; şuurdan ve histen süzülmüş şuurun bir özeti;1 insanın en kıymetli cihazı;2 nurânî bir cevher;3 kâinatın sırlarını açan bir anahtar;4 âlemde tecellî eden Allah’ın isim ve sıfatlarını inceleyen bir âlet; tabiattaki sırları çözen bir keşşaf; insanı sonsuz hayatın mutluluğuna hazırlayan Rabbânî bir mürşid, yol gösterici;5 delil üzere giden;6 insana yüksek maksatlar ve bâkî meyveler gösteren hikmetli bir hediye;7 zâtıyla maddeden mücerret (soyut), fiiliyle maddeyle ilgili bir cevher, şeklinde tanımlar.

Akıl bir hakemdir. Doğru ile eğriyi, iyi ile kötüyü birbirinden ayırır, güzel ile çirkini ölçer ve zıtları birbirinden ayırır. Algının ve idrakin merkezi olan akıl, kalbe bağlı olarak dimağda/beyindedir. Başta kendimizi, eşyanın hakikatini, sâir varlıklarla aramızdaki münasebetleri ve hadiselerin arkasındaki sırları akılla anlamaya, idrak etmeye çalışırız.

Ancak, göz her şeyi göremediği, görmek için ışığa ihtiyacı olduğu gibi akıl da her şeyi anlayamaz. Güneş ziya ve ışık kaynağıdır. Ay, kendi zatında kesiftir, karanlıktır, parlaklığını, nurunu güneşten almaktadır. Kalbi güneşe, aklı kamere benzetirsek; aklın, ışığı, nuru kalpten gelir.

Akıl, insanoğluna bahşedilen en büyük duygu, en mükemmel latife, en muazzam güç kaynaklarından birisidir. Çünkü mekanik, adale gücü, 1/30 beygir gücü olduğu halde, akıl ve zekâ gücü, tabiattaki büyük güç kaynaklarını kontrol edebilmekte, harekete geçirebilmektedir.8

Psikologlar, doğru düşünme, isabetli karar verebilme kabiliyetinin irsî değil, öğrenme ve çalışmaya bağlı olduğunu vurgularlar. Potansiyel yetenek olarak da verilen akıl diğer duygular gibi geliştirilebilir. Bir alt başlıkta da görebileceğimiz gibi Bediüzzaman’ın, aklı üçe ayıran bu değerlendirmeleri, o­nu geliştirebileceğimizi veya tamamen dumura uğratabileceğimizi gösterir.

Bir ölçme değerlendirme âleti, cihazı olan aklın ifrat, tefrit ve vasat olmak üzere üç derecesi bulunur:

Tefritinden, yani akıl çalıştırılamayıp veya eğitilemeyip geri bırakılsa “gabavet”, duyarsızlık doğar.9 Gabavetin psikolojideki karşılığı aptallıktır. Bireysel psikolojinin kurucusu Alfred Adler, aptallığı yalnızca zekâ düzeyinin alçak olması değil, aynı zamanda bir düşünme biçimi olduğunu belirtir:

Saf (pür) aptallık, mantığın taleplerine karşı soğuk davranır ve o­nlara ancak zorlama sonucu uyar. Bir hayat tarzı yoktur. Hayat biçimi de herhangi bir ilgiyi anlayabilmekten uzaktır. Sağduyuya karşı da saygı duymaz.10

Aklın ifratı, çizgiyi aşan aşırı merhalesi cerbezedir. Cerbeze, doğruyu eğri, batılı gerçek gösterecek derecede aldatıcı bir zekâ yapısına sahip olmaktır.

Uzmanlar, bunların zekice iddiaları, fikirleri olabileceğini, zekice hareket edebileceklerini ama aslında korkak ve akılsız olduklarını söylerler.11

Aklın vasatı tercih etmesine, yani rayında olmasına “hikmet” denilir. Hikmet, her şey hakkında doğru, uygun karar verebilme kabiliyetidir. Hikmet sahibi, gerçeği gerçek bilip uyar, yanlışa yanlış der uzaklaşır.

Psikologlar, doğru düşünme, isabetli karar verebilme kabiliyetinin irsî değil, öğrenme ve çalışmaya bağlı olduğunu vurgular. Potansiyel yetenek olarak verilen akıl, diğer duygular gibi geliştirilebilir. Bediüzzaman da Kur’ân’a dayanarak, aklı üçe ayıran bu değerlendirmesiyle akıl gücünü geliştirebileceğimizi veya tamamen dumura uğratabileceğimizi gösterir:

Aklın gelişebilmesi, geliştirilebilmesi için Yaratıcının gönderdiği Kelâm’daki âyetler ile o âyetlerin maddî tezahürleri olan kâinat kitabındaki âyetleri incelemek gerekir. Ki, yüce Yaratıcı, gözlerimizi mütemadiyen oluşsal âleme çevirmemizi, oradaki eserleri temâşâ etmemizi emreder:

“Allah ölüleri diriltir ve size âyetlerini/belgelerini gösterir ki akıllanasınız.”12

Bir kısım filozof veya ilmî otoritelerin, bu delillerden hareketle iman edememesinin sebebi, meseleye direkt bu kast ile yaklaşamamalarındandır. Yani, aklı var, ama aklını hikmet dairesinde kullanmamıştır.

Varlığa iman açısından bakmak da, bir kast, eğilim ve herhangi bir branşa yönelmek gibi bir tahkike dayalıdır.

“Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve âkıbete bakınız.

“Suâl: Nasıl anlayacağız? Biz câhiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz.

“Cevap: Gerçi cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil... ışte, müştebih ağaçları gösteren semereleridir. Öyleyse, benim ve o­nların fikirlerimizin neticelerine bakınız.”13 Meseleyi daha da müşahhaslaştırır:

“Sual: Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? o­nlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz o­nların faziletlerinin esiriyiz.

“Cevap: Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün gereği tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız.”14

Eğer eleştiri görevini; bu perspektiften ele alıp hakkıyla ifâ, yâni dozajını ayarlayıp ifrat veya tefrite düşmeseydik; ilimde, fikirde, hattâ teknikte çok daha büyük merhaleler kat edecek, daha çok ve büyük kabiliyetlerin inkişâfına zemin hazırlamayacak mıydık?

Eleştirinin de âleti akıldır. Ama, akıl da kalbin emrinde olmalıdır. Zira, kalp, duyguların kumandanıdır. “Akleden kalp” Kur’ân’ın tabiridir. Kalp ile beyin arasındaki çift yönlü muhabere ağını oluşturan, yani, beyinden bağımsız, kendine has, kompleks ve esrarlı 40 bini aşkın, adına “kalpteki beyin” denen bir sinir sistemi bulunduğu ve beyinle dört kanal üzerinden iletişim kurduğu tesbit edilmiştir. Kur’ân’da bu “akleden kalp”şeklinde tanımlanıyor olsa gerek.15


Ali FERşADOğLU
afersadoglu@hotmail.com


Dipnotlar:
1- Sözler, s. 103.;
2- şuâlar, s. 16.;
3- Muhâkemât, s. 15.;
4- şuâlar, s. 16.;
5- Sözler, s. 25.;
6- Muhâkemât, (eski) s. 67.;
7- Sözler, s. 47.;
8- Prof. Dr. Ayhan Songar, Enerji ve Hayat, Yeni Asya Yayınları, 1979, ıst., s. 1-2.;
9- ışârâtü’l-ı’câz, s. 29.;
10- Kişilik Bozuklukları ve Toplumsal Bütünleşme, s. 66.;
11- A.g.e., s. 64-65, 68.;
12- Kur’ân, Bakara, 73.;
13- Münâzârât, s. 48-50;
14- A.g.e., s. 59-60.;
15- Kur’ân, Hac, 46.

http://www.saidnursi.de/tr/detay.php?index_id=507
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

2

19.11.2007, 03:20

Alıntı

“Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve âkıbete bakınız.

Bediüzzaman'ı r.a. Bediüzzaman yapan sözlerden biri..ne anlamalıyız, tam olarak?

3

19.11.2007, 08:21

Alıntı

“Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve âkıbete bakınız.


Akıbeti de iyi tahlil etmek gerekir.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

4

19.11.2007, 12:01

Yazı harika! Ali Ferşadoğlu Abimiz'den Allah razı olsun.
Konuyu açmak için ben de değişik bir nokta yazayım:

ınsanda ki akıl Hürriyeti gösterir. Madem akıl var hürriyet var.

ışte Kur'an kesretle "akletmez misiniz?" buyuruyor. ışte ap açık insanın hürriyetini- hür olması- lazım geldiğini- ilan ediyor. Zira, hür olmayan akletmez. Efendisi onun yerinde akleder. Ona "hakikat " budur der.

ışte "hakikatin hürriyetle parlaması ve Hürriyetin imanın hassası olması" bu sırdandır.

Hürriyete küfür diyen ve dünyada ki tüm savaşların hürriyetten çıktığını söyleyenlerin kulakları çınlasın.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir