Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

20.08.2007, 09:07

Üstad aklını Risâle-i Nura karıştırmamış!

Her düşünce yapısının, her mütefekkirin kendine has bir hizmet stratejisi, bir metodu, bir sistemi, üslûbu vardır. Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur ile ortaya koyduğu sistem ve metod ise, muhteşem bir orijinalliğe sahiptir. Dolayısıyla biz, onu kendi kafamıza göre şekillendiremeyiz. Onu kendimize değil, kendimizi ona uyarlamaya çalışmalıyız. Risâle-i Nur hizmetlerini anlamaya çalışmalı, ancak, aklımızı karıştırmamalıyız. Yani, “Üstad o zaman böyle söyledi, ama aslında şöyle de olabilir, böyle yapsak daha uygundur, bugünkü şartlara göre şöyle bir metod izlemeliyiz?” gibi bir yola sapamayız.

“Kafa fenerimizle hareket etmeme” meselesini Zübeyir Gündüzalp’in ifadelerinden de çıkarabiliriz. Ki, Üstad’ın hizmetine girdiği ilk günlerde, “şunu yap, bunu yap!” diye dört vazife birden verince, Zübeyir Ağabey ilk zamanlar bocalar. Çocukluğundan beri Bediüzzaman’ın yanında yetişen Ceylan Çalışkan’a gider:

“Herhalde Üstadın işini yapamayacağım!” der.

“Üstadın işini yapmak çok kolay. ışine kafanı karıştırmayacaksın, ne demişse onu yapacaksın. Meselâ, Üstad, gece 00:02’de dilekçe yazdırır ve ‘Götür bunu valiye ver!’ derse; sen kafanı karıştırmayacaksın; götürüp vereceksin. Eğer dersen ki, ‘Gece ikide valiye dilekçe mi verilir? Sabah erken kahvaltımı yaparım, sonra valinin evine doğru giderim. Vali evden çıkarken ben de hemen yakalar, mektubu veririm…’ ışte o zaman Üstadın işine aklını karıştırmış olursun. Akıbet beklediğinin tersine olur. Üstad da seni yanında barındırmaz!”1

ışte içtimaî ve siyasî ölçüler dahil, hizmet stratejisinde de yapmamız gereken şey, Risâle-i Nur’un işlerine aklımızı karıştırmamaktır. Yani, kendi görüşümüzü, metodumuzu, düşüncemizi ona yamamak değil; onun çizdiği stratejiyi, eğip-bükmeden, dosdoğru anlamak ve uygulamaktır. Kafamızı karıştıramayız, zira, Üstadın kendisi karıştırmamış; hatta onların kendi eseri olmadığını, zekâsını karıştırmadığını; siyaset dahil, her meselenin kalbine ihtar edildiğini ifade ediyor:

“ıman hakikatlerini yazmaya şiddetli bir ihtar-ı gaybî hissettim.”2 “Bu münasebetle iki nokta ihtar etmek kalbime geldi.”, “Bu Ramazan-ı şerifteki kıymettar vakitleri radyonun malayaniyatıyla zayi etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki…”, “Size dört meseleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi.”, “Konuşmak lâzım gelmiş diye kalbime ihtar edildi. Bir parça gönderdim. Daha tamamlamaya bir ihtar almadım.”, “Hakikatlerin hizmetine ne vakit ihtiyaç görülse, ihtiyâca göre bir nebze ihsân edilir.”3 “Bu makamda perde indi, yazmaya izin verilmedi. Başka zamana tehir edildi.”4

Dikkat etmemiz gereken diğer bir nokta, yalnızca iman, ibadet, ahlâk, şeriat meseleleriyle değil; Kur’ân ve Sünnet’in içtimaî ve siyasî ölçü, prensip ve hizmet stratejisini de, yine “manevî ihtarlar” alır: “Kalbe ihtar edilen içtimaî hayatımıza ait bir hakikat. Bu içtimaî, siyasî mesele mücmel olarak ihtar edildi.”5

Keza Bediüzzaman, “Kırk seneye yakın siyaseti terk ettiğinden” içtimaî ve siyasî meselelerle ilgilenmediğini, bundan dolayı da ıslâm milleti ve ıslâm hükümeti (Demokratların iktidarı için kullanıyor) büyük bir tehlikeyi, verilmek istenen zararı göremediğini; “ehl-i siyaset ve cemiyet-i beşeriyeye hamiyetle çalışanlar için bana mânevî bir ihtar edildiğinden Üç Noktayı beyan” eder…

Yine, namaz tesbihatı esnasında, Reis-i Cumhura (Celal Bayar) ve Başvekile (Adnan Menderes’e), “Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını tebrik için” kuvvetli bir ihtar ile bunu yazmaya mecbur kaldığını ifade eder.

Bediüzzaman'ın, yazdığı eserleri yüzlerce kez okuması ve aşağıdaki ifadeleri de, Risale-i Nur’un kesin olarak kendi fikrinin ve zekâsının eseri olmadığını gösterir:

“ınsan kusurlardan, nisyandan, sehivden halî değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var; belki de fikrim karışmış, risalede hatalar da olmuş… Risâle-i Nur onun (Bediüzzaman’ın) hüneri olamaz ve onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîm’in bu zamanda bir mu’cize-i maneviyesidir ve rahmet-i ılâhiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşıyla beraber, o hediye-i Kur’âniyeye el atmış. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil:

“Risâle-i Nur’un öyle parçaları var ki; bazı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte ve bazı da on dakikada yazılan risâleler var. Ben yeminle temin ediyorum ki, Eski Said’in kuvve-i hafızası beraber olmak şartıyla, o on dakikalık işi on saatte fikrimle yapamıyorum, o bir saatlik risâleyi iki günde istidadımla, zihnimle yapamıyorum. O altı saatlik risale olan Otuzuncu Sözü ne ben, ne de en müdakkik dindar feylesoflar, altı günde o tahkîkatı yapamaz. Ve hakeza... Demek biz, müflis olduğumuz halde, zengin bir mücevherat dükkânının dellalı ve bir hizmetçisi olmuşuz”.6

“Kalbe ihtar-hatırlatma!”yı kafamıza takmamalıyız. Zira, biz de, “Aklımıza geldi, birden fark ettim, kalbime doğdu!” demez miyiz? Böylesine ilim, zühd, takva sahibi Üstad da, duyguların kumandanı olarak elbette, “kalbine mahiyeti yüksek bir şekilde ihtar!” edilmesi tabiîdir. Hatta “ihtar meselesi” mahkeme ve bilirkişi raporlarında da, suç unsuru olarak bahis mevzuu yapıldığı ve bunu kullanmasının sebebi Risâle-i Nur’da şöyle izah edilir:

“Bir adam kabir kapısında, seksenden geçmiş, kırk seneden beri kendisini inzivaya alıştırmış, yirmi sekiz seneden beri tecrid-i mutlak ve haps ve nefiy içinde bütün bütün dünyadan küsmüş. Otuz beş sene gazeteleri okumamış, dinlememiş. Mukabelesiz ömründe hediye kabul etmemiş, en yakın akrabasından, hattâ kardeşinden hiç mukabelesiz bir şey kabul etmemiş. Hürmetten, teveccüh-ü nastan kaçmak için, halklarla görüşmemek için zaruret olmadan kendine düstur yapmış. Ve bütün dostların medihlerini kendi şahsına almayarak, ya Nurcuların heyetine, ya Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsine havale etmiş. Ve dermiş:

“Ben lâyık değilim. Haddim de değil. Ben bir hizmetkârım; çekirdek gibi çürüdüm, gittim. Risâle-i Nur ise, Kur’ân-ı Hakîmin tefsiridir, mânâsıdır.”

Hemen herkesin dediği gibi, ‘Hatırıma geldi’, yahut ‘Fikrime geldi’, yahut ‘Fikrime ihtar edildi’ gibi tabirleri herkes istimal ediyor. Benim de bunu söylemekten maksadım bu ki: ‘Benim hünerim, benim zekâm değil. Sünûhat kabilinden’ demektir. Bu da herkesin dediği gibi bir sözdür. Eğer vukufsuz ehl-i vukufun verdiği mânâ ilham da olsa, hayvanattan tut, tâ melâikelere, tâ insanlara, tâ herkese bir nev'î ilhama ve sünûhata mazhar oldukları, ehl-i fen ve ehl-i ilim ittifak etmişler. Buna suç diyen, ilim ve fenni inkâr etmek lâzım gelir.

Beşincisi: ‘Müellif, câzibedar bir fitnenin esiri olmak ihtimali olan bir nesli, Risâle-i Nur’dan medet umanlara verdiği cevaplarla kurtaracağına kanîdir.’7

Son olarak şu hususu da nazara verelim: Bediüzzaman, içtimaî ve siyasî meseleleri de iman perspektifinden ele aldığından; Sözler, Mektubat, Lem’alar ve şuâlar adında dört temel eser ve bunların bölümleri olan lahikalarla bir bütün olduğunu, “Risâle-i Nur’un kitapları birbirine tercih edilmez. Herbirinin, kendi makâmında riyâseti var ve bu zamanı tenvir eden bir mu’cize-i mâneviye-i Kur’âniyedir.”8 hatırlatmasını yapar.

Dolayısıyla kendi zamanındaki meseleleri hallettiği gibi, istikbaldeki meseleler için de temel şablonlar, formüller verdiğini de, “Lillâhilhamd, Risâle-i Nur, bu asrın, belki gelen istikbâli tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’âniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalar ile körlere de göstermiş”9 tarzındaki ifadelerinden de anlıyoruz.


Dipnotlar:
1. ıbrahim Kaygusuz, Nurun Sadık Kahramanı/Zübeyir Gündüzalp, s. 147-148.;
2. Emirdağ Lâhikası, s. 326, 39, 52, 76.;
3. Lem’alar, s. 364.;
4. şualar, indeksli, s. 426.;
5. Emirdağ Lâhikası, s. 386-387, 394.;
6. Tarihçe-i Hayat, s. 368.;
7. Emirdağ Lâhikası, s. 361.;
8. Hizmet Rehberi, s. 23.;
9. Kastamonu Lâhikası, s. 6.

Ali FERşADOğLU - Yeni Asya
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

2

20.08.2007, 10:31

Bu yazıyı salim kafa ile bir kez daha okumam lazım.

ınce nükteleri olsa gerek. Zira, Risale-i Nur akıl ve kalbe hitab eder. Bizim kulağımıza bir yerden üfleyen yok ki aklımızı karıştıramıyalım.

Neyse bir kez daha okuduktan sonra... Haddimi aşmak doğru değil.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

3

20.08.2007, 20:53

bu yazıyla aklımda çok değişik düşünceler belirdi... iyice okuyup bazı şeyleri kafama tam yerleştirmem lazım...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

4

21.08.2007, 10:50

Re: Üstad aklını Risâle-i Nura karıştırmamış!

Alıntı sahibi ""@bdullah""


ışte içtimaî ve siyasî ölçüler dahil, hizmet stratejisinde de yapmamız gereken şey, Risâle-i Nur’un işlerine aklımızı karıştırmamaktır. Yani, kendi görüşümüzü, metodumuzu, düşüncemizi ona yamamak değil; onun çizdiği stratejiyi, eğip-bükmeden, dosdoğru anlamak ve uygulamaktır. Kafamızı karıştıramayız, zira, Üstadın kendisi karıştırmamış; hatta onların kendi eseri olmadığını, zekâsını karıştırmadığını; siyaset dahil, her meselenin kalbine ihtar edildiğini ifade ediyor:

Ali FERşADOğLU -


Bu kısım hakkında düşünmek lazım. Anlamamışım.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

5

21.08.2007, 11:02

Sanırım çığırdan bahsediyor. Yani, hizmet noktasında; özgün straateji, metod geliştirmek değil, Risale-i Nur metodunu anlayıp o şekilde işlemekten bahsediyor.
Elbette yeni şeyler ilave etmek eksiltmekte buna dahil. Ancak konuları anlamak adına tefekkür ve akletmek elbette olacaktır.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

6

21.08.2007, 11:05

Bir Abi anlatmıştı.

Üstad bir Zat ile talebelerinin sadakati hakkıda konuşuyormuş.

Zübeyir Abi gelmiş. Üstad ona demiş, "Zübeyir git Stalini öldür"

O hiç bir şey demeden tren istasyonuna gitmiş. Sonra Üstad -ismini hatırlamadığım- başka bir Abiyi göndererek onu geri çağırtmış.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

7

22.08.2007, 17:24

Başlıkla konu uyuşmadığından anlamak hakkında net bir kanaat ortaya koyulamadığından idraki tehir edilmiş ifadeler kullanılıyor..."Üstad aklını karıştırmamış"ifadesinin anlayışıç akla havale edildiğinden..kardeşim bunda bir tezat var demekten de içtinap ediliyor...Hakikat de ifade edilse başlık genellemede kullanıldığından umumiyeti ihatasızlığı ve maksat hedefsizliği anlatılmak istenilenide anlatamamakla kalmış adeta...

Üstad bırakın aklı şeytanı bile kullanmış...Aklı marifeti ilahiyenin babında...enaniyetin taliminde..irade-i cüz-iyyenin sarfında ve terkinde kullanmış...Üstadımızın kullanmadığı bir latife yok...Bu makamda genelleme yapmak hatadır...

Üstada ve Risale-i Nur'a kanaat noktasında ve hizmet emrinin yakiniyeti ve insibağ vs.manalar içerisinde evvel ağabeylerin teslimiyet tavırları akrebiyetin muktezasıdır...Fakat aklın kullanılmaması düşünülemez..Zaten meselenin mebde-i akıldır...Hatta Üstadımızın ıfade ettiği"ıman aklın ihtiyariyledir"Teklif akla yapılır...Vs vs vs...Değişik ifadeler Nurların müteaddit yerlerinde vardır"...."Akıl karşılarına çıktı.Ben sizin gibi uçamam,hüccete tabi hissemi isterim"meyanındaki dersler gibi...

Kısaca;ilmin imanın ımtihanın mebde-i Akıldır...Ve Latifelerin imtizacı kemalatın esasıdır...Konu hususi bir makamın ve konunun içeriğinden iktibastır..Risale-i Nur"Kalp ile akıl arasında açılan yeni bir yol diye üstadımızın ifade ettiği bir meslektir...ıla ahir

Muhabbetle

8

22.10.2009, 23:50


Aklı karıştırmamak şu olsa gerek:


Risâle-i Nur'ları okurken "Bediüzzaman'da hatâ yapar, o da sıradan bir alim" gibisinden,

Nurlara tenkid nazarıyla baka baka, güya aklı kullanarak, akla yolunu şaşırtmak..

Halbuki yazmadığını "yazdırıldığını" bir çoğumuz biliriz bu eserlerin..

Hattâ Üstad r.a. aynı şeyi başka Zâtlar için de der:

"Bu memurin-i Rabbaniye, fiiliyatlarıyla ve amelleriyle de memuriyetlerinin musaddıkı olurlar.
...
Bunların, Kitabullahın tefsiri ve ahkam-ı diniyenin izahı

ve zamanın fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedinde yazdıkları eserler,

kendi tilka-i nefislerinin ve kariha-i ulviyelerinin mahsülü değildir,

kendi zeka ve irfanlarının neticesi değildir.

Bunlar, doğrudan doğruya memba-ı vahy olan Zat-ı Pak-i Risaletin (a.s.m.) manevi ilham ve telkinatıdır.

Celcelutiye ve Mesnevi-i Şerif ve Fütuhul-Gayb ve emsali asar hep bu nevidendir.

Bu asar-ı kudsiyeye o zevat-ı alişan ancak tercüman hükmündedirler.

Bu zevat-ı mukaddesenin, o asar-ı bergüzidenin tanziminde ve tarz-ı beyanında, bir hisseleri vardır;

yani bu zevat-ı kudsiye, o mananın mazharı, miratı ve makesi hükmündedirler." ilâ âhir..

15. Şuâ | 577

9

23.10.2009, 00:15

Hem vekilimiz Ahmed Beye
haber veriniz ki, müdafaayı makineyle yazdığı vakit sıhhatine pekçok
dikkat etsin
. Çünkü ifadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin ve
bazen bir noktanın yanlışıyla
bir mesele değişir, mânâ bozulur. Hem buraya gelen iki makine, size müsaade verilmezse geri gitsinler. (14. şua)

üstadımız belki bir derece ihtiyarının karıştığı müdafaatlarında dahi, bir harfe ve noktaya dahi sıhhatine çok dikkat edin, yani ne şekilde yazıldı ise o şekilde neşredilsin çünki ifadelerim başkasına benzemiyor dediği halde, risale-i nurun tevhidi ve imani meselelerindeki hakikatlerinin yazıldığı şekilde muhafaza edilmemesi nelere yol açabilir düşünülsün. Herhangi bir kelime ya da ibareyi, silmek veya değiştirmek nelere yol açabilir idrak edilsin. Bir harf ya da bazen bir noktanın yanlışı ile mesele değişirken, mana bozulurken, birileri çıkıp o kelimelerin yerine harf değil kelimeyi ya çıkarmak, ya da çıkartıp başka kelimeler ibareler koymak şeklinde o hakikatleri değiştirirse ne hallere düşülür düşünelim. Üstadımızın 14. şuada yazdığı bir mektubundan yukarıdaki satırları hep aklımızda tutalım.



10

25.10.2009, 17:20


Zübeyr Ağabeyin
ibret alınması gereken bir sadakat örneğide şuydu:

"Üstad'ımız ölmüş olsa ve tekarar gelse 'Zübeyir, ben bu Risale-i Nurları yanlış yazdım.

Şöyle olsa çok daha iyi olurdu.' dese,

ben Risale-i Nur 'dan aldığım hizmet istikametiyle Üstad'ımın elini öperim.

'Üstad'ım , sana hürmetim sonsuz.Emret senin için öleyim !

Fakat ben bu şekilde hizmet edeceğim .'der, yoluma devam ederim"

(İhsan Atasoy'un kitabından)


Hizmet ve sadakatte Zübeyir misâl olamadıktan sonra, dâmenine tenkid parmağı uzanamaz..!

Aklını tenkidle karıştıran, değil âlemi, kendini bile kurtaramaz..

Bu hizmet tenkid ve dedikodudan pâk olan, Mehdi'nin hizmetidir..

O hizmetin hâdimleri, mahşerde Peygamber'in a.s.m. gözünün nûrudur..

Tenkide kalkışanlar, ettikleri zulmün kıyasını iyi bellesinler..!

Allah'dan korksunlar..!





11

25.10.2009, 23:07

Üstad aklını...

Mele-i ala'nın sakinleri sizlere gıptayla bakıyor.Selam olsun Mehdi'nin arkasında saf bağlıyanlara...Selam olsun O'nun arkasında sağlam duranlara.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir