Hem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nasıl ki arz ahâlisine inşikâk-ı kamer mu’cizesini göstermiş; öyle de, semâvât ahalisine Mi’ac mu’cize-i ekberini göstermiştir. ışte, Mi’ac denilen şu mu’cize-i âzâmı, Otuz Birinci Söz olan Mi’ac Risâlesine havâle ederiz. Çünkü o risâle, o mu’cize-i kübrâyı, ne kadar nurânî ve âlî ve doğru olduğunu kat’î bürhanlarla, hattâ mülhidlere karşı da ispat etmiştir. Yalnız, mu’cize-i Mirâcın mukaddimesi olan Beytü’l-Makdis seyahati ve sabahleyin Kureyş kavmi ondan Beytü’l-Makdisin târifâtını istemesi üzerine hâsıl olan bir mu’cizeyi bahsedeceğiz. şöyle ki:
Mi’ac Gecesinin sabahında, mi’racını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzip etti. Dediler: “Eğer Beytü’l-Makdise gitmişsen, Beytü’l-Makdisin kapılarını ve duvarlarını ve ahvâlini bize târif et.” Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman ediyor ki:
“Onların tekziplerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden, Cenâb-ı Hak, Beytü’l-Makdisi bana gösterdi. Ben de Beytü’l-Makdise bakıyorum, birer birer her şeyi târif ediyordum.” (Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr: 41) ışte, o vakit Kureyş baktılar ki, Beytü’l-Makdisten doğru ve tam haber veriyor.
Hem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş’e demiş ki: “Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm. Kafileniz yarın filân vakitte gelecek.” Sonra o vakit kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat taahhur etmiş. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikin tasdikiyle, güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yani, arz, onun sözünü doğru çıkarmak için, vazifesini, seyahatini bir saat tatil etmiştir ve o tatili güneşin sükûnetiyle göstermiştir. (Kadı Iyâz, eş-şifâ, 1: 284)
ışte, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın birtek sözünün tasdiki için, koca arz vazifesini terk eder, koca güneş şâhit olur. Böyle bir zâtı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın ne derece bedbaht olduğunu ve onu tasdik edip emrine “Semi’nâ ve eta’nâ” (ışittik ve itaat ettik) diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla, “Elhamdülillâhi ale’l-îmâni ve’l-ıslâm” (ıman ve ıslâm nimetinden dolayı Allah’a hamd olsun) de.
Mektûbât, s. 180