ışte, o dâvâ ise,
yüz bin meşâhir-i insaniyenin(insanların en meşhurlarının yani peygamberlerin)
ve hadsiz nev-i beşerin yıldızları(sahabelerin,asfiyaların) ve mürşidlerinin(evliyaların) müttefikan,(ittifak ederek)
Kâinat Sahibinin ve Mutasarrıfının (Allahın)binler vaad ve ahdlerine(söz vermesine) istinaden(dayanarak)
haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki:
Herkesin, ımân mukabilinde(karşılığında)
, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü(yani cenneti) kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış.
Eğer ımân vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek.
Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor.
Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik,
bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş
görmüş) ötekiler kaybetmişler.
Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini(yani ebedi cennet hayatının yerini), bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?
ışte o dâvâyı kazandıracak olan hizmetleri
ve yüzde doksanına o dâvâyı kaybettirmeyen
harika bir dâvâ vekilini o işte çalıştıran
vazifeleri bırakıp,
ebedî dünyada kalacak gibi
âfâkî mâlâyaniyatla iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden,
biz Risale-i Nur şakirtleri, herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatımız var.