Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

101

11.05.2007, 18:07

A.s

"Sadırda kalmaz, satırda kalır"

Buraya her gelen falanca şöyle dedi dediğinde inanamayız. Her tür insanla muhatab oluyoruz. Kişi kendinden bahsederse sözüne bakarız ama başkasından bahsediyorsa delil sunmadıkça ben kaale almam. Çünkü verilen bilgiden emin olmak isterim.

Bediüzzaman Said Nursi hakkında da söylenilenlerin, delillendirilmesini isteriz. Bediüzzaman'ı tanıtan en büyük delil ise onun fikirlerini ve hayatını yansıtan eserleri olan Risale-i Nur Külliyatı'dır. Risale-i Nur içeriğiyle çelişen bir şey söylendi ve mübarek zatlara atıflarda bulunuldu. Biz de dedik delil getirin. Bunda yanlış olan şey ne?

Beni ya yanlış anladınız, ya da doğru bildiklerinizi yanlış aktarıyorsunuz... :roll:

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

102

11.05.2007, 18:10

Peki Kuran-I Kerimi okuyan sahabeler nasil nefsine hakim olmus? Kendimizi onlarla kiyaslamiyorum ama onlari örnek aliyor ve Kuran-I Kerim yaninda onun bu zamanin hakiki bir tefsiri olan Risale-I Nur okuyarak onlarin gölgelerine yetismeye calisiyoruz. Elbette ömrümüz hayirla gecse onlarin bir hurma tanesini sadaka vermesinden daha hayirli bir is yapamayacagiz. Yani onlara yetisilmez ama onlari örnek almak gerekir diye düsünüyorum. Müceddidler, evliyalar ve seyhler elbette mübarek insanlardir fakat onlarda asri saadetten ders alip kendi asrina en uygun sekilde anlatmislardir. Iste Bediüzzaman da bunu yapti ve Nur Talebeleri de onun yolunda gitmektedir. Bunda Seriata ve itikada aykiri bir davranis göremiyorum.

Ayrica tarikata girebilirsin yalniz su zamanda bu agir serait altinda muvaffak olmak ancak bir avuc insana nasip olur. Onlarda mimsiz medeniyetten uzak yasayanlar olabilir, cünki günahlar heryeri istila etti ve hayirlar azaldi elbette öyle bir dava vekiline ihtiyacimiz varki hesap gününde, bize sefaati kazandirabilsin. O da ancak Risale-i Nur´la Din-i Mübine hadim olmakla olur.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

103

11.05.2007, 18:22

buna şöyle bak...sahabe de namaz kılar sende kılarsın...sahabede iman etti sen veya bende iman ettik..peki fark nerde....fark yakiin elde etmekte...allahu teala şeriatı ve imanı sadece kalıba değil kalbe de emretmiştir..dillerdeki iman,kalıptaki ibadet aynıdır ama kalplerdeki imanla ibadetteki huşu farklıdır..bunların merkezi ise işte bu kalptir..yani yakinlik elde eden kalptir...rasulullahın nazarına bikere giren mutmain nefse eriyordu...onlara rasulullah sadece islamın zahirini anlatmadı!!o mürşidlerin mürşidi sahabesinin nefsini de terbiye ett...zaten hakiki mürşidlerde kalan miras da budur..allahı bilme ilmi..onları rasulun varisleridir...işte bu ilimle..ümmetin terbiyesi ilmiyle....

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

104

11.05.2007, 18:28

Risale-i Nur´da Kuran-i Kerimin ve bir cok Hadis-i Serifin yani vahyin ve peygamber sohbetinin bir ilmi tefsiridir. Böyle bir ilme kisa zamanda sahip olmus bir cok Nur Talebesi var. Bediüzzaman savas, soguk, hapisane, hastalik, zehir ve göz altina ragmen bütün hayatini ilme adamistir. Iste onun bu Ihlasi Has Nur talebelerinede sirayet etti ve bir cogu evlenmeyi de terk edip iman ilmi ile mesgul olup bir cok insanin ebedi hayatini kurtarmaya vesile olmuslardir Allah onlardan ebediyen razi olsun. Amin.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

105

11.05.2007, 18:30

şeriat "zahire" bakar.... Vesselam...

106

12.05.2007, 01:54

Yirmi Sekizinci Lem'a :

ON birinci Nükte:

Bir düstur
Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur'un dâiresi hâricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa, Risale-i Nur'un penceresinden ışık veren mânevî güneşe bedel bir lâmbayı bulur, belki güneşi kaybeder.

Hem Risale-i Nur'un dâiresindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok ruhları kazandıran ve Sahâbenin sırr-ı verâset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkârânesini gösteren "meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvvet" ise, hâriç dâirelerde o pedere ve o mürşide üç cihetle zarar vermek suretiyle, bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz; birtek peder yerine, pek çok ağabeyi buldurur. Elbette büyük kardeşlerin müteaddit şefkatleri, bir pederin şefkatini hiçe indirir.
Dâireye girmeden evvel bulduğu şeyhi, her fert o şeyhini, mürşidini, dâirede dahi muhâfaza edebilir. Fakat şeyhi olmayan, dâireye girdikten sonra, ancak dâire içinde mürşid arayabilir. Hem Risaletü'n-Nur'un velâyet-i kübrâ olan sırr-ı verâset-i Nübüvvet feyzini veren ders-i hakâik dâiresindeki ilm-i hakikat dahi dâire hâricindeki tarikatlere ihtiyaç bırakmaz. Meğer tarikati yanlış anlayıp, güzel rüyalar, hayaller, nur ve zevklere müptelâ ve âhiret faziletinden ayrı olan dünyevî ve hevesî zevkleri arzulayan ve merciiyet makamını isteyen nefisperestler ola...
Bu dünya dârü'l-hizmettir; külfet ve meşakkat ile ücret ölçülür-dârü'l-mükâfat değil. Onun içindir ki, ehl-i hakikat keşif ve kerâmetlerdeki ezvâk ve envâra ehemmiyet vermiyorlar. Belki bazan kaçıyorlar, setrini istiyorlar.

Hem Risale-i Nur'un dâiresi çok geniştir; şâkirtleri pek çoktur. Hârice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez, belki daha içine almaz. Her insanda bir kalp var. Bir kalp ise, hem dâirede, hem hâriçte olamaz.
Hem hâriçteki irşâda hevesli zâtlar, Risale-i Nur'un şâkirtleriyle meşgul olmamalı. Çünkü üç cihetle zarar görmeleri muhtemeldir. Takvâ dâiresindeki talebeler irşâda muhtaç olmadıkları gibi, hâriçte kesretli namazsızlar var. Onları bırakıp bunlarla meşgul olmak irşad değildir. Eğer bu şâkirtleri severse, evvelâ dâire içine girsin, o şâkirtlere peder değil, belki kardeş olsun-fazileti ziyade ise ağabeyleri olsun.
Hem bu hâdisede göründü ki, Risale-i Nur'a intisâbın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna bu fiyatı veren ve o yolda bütün âlem-i ıslâm nâmına dinsizliğe karşı mücâhede vaziyetini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleği terk edip başka mesleklere giremez.
---------------------------------------------------------------------------
On yedinci Nükte :
En kudsî bir mücâhede-i mâneviyeyi tazammun eden ve sırr-ı verâset-i nübüvvetle velâyet-i kübrânın feyzine mazhar ve sahâbenin sırr-ı meşrebine medâr olan Risâle-i Nur ile hizmet-i kudsiye-i Kur'âniyemize kanâat etmeyip, menfaatı şimdilik bize pek az ve bu vaziyetimize mühim zararı muhtemel tarikat hevesinin birkaç defa şiddetle ihtarımla önü alınmasıdır. Yoksa, hem vahdetimizi bozacaktı, hem dört elifin tesânüdüyle bin yüz on birden dört kıymetine tenzil eden teşettüt-ü efkâr ve bu gayet ağır hâdiseye karşı kuvvetimizi hiçe indiren tenâfür-ü kulûba uğrayacaktı.

Gülistan sahibi şeyh Sa'di-i şirâzî naklediyor, der: "Ben bir ehl-i kalbi tekyede, seyr-i sülûk ile meşgul iken görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde, medresede gördüm. Ne için o feyizli tekkeyi terkedip, bu medreseye geldin, dedim. O da dedi ki: Orada herkes kendi nefsini-eğer muvaffak olursa-kurtarabilir. Burada ise bu âlî-himmet şahıslar kendileriyle beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar. Uluvv-ü cenâb, uluvv-ü himmet bunlardadır. Fazîlet ve himmet bunlardadır. Onun için buraya geldim
." ( ila ahir )
---------------------------------------------------------------------------
Risale-i Nur Talebelerinin neden tarikata ihtiyac olmadiklarini,fakat tarik ehlinin neden Risale-i Nur`a ihtiyaclari oldugunu, burda ap acik izah edilmis.
Ey Kardes bil ki! Hasenatın hayatı niyet iledir. Onların fesadı ise ucb, riya ve gösteriş iledir.
Mesnevi-i Nuriye

107

16.05.2007, 13:58

Alıntı sahibi ""talhagenc""

Allah razı olsun Tarikat-ul-Ashikin . şimdi bizimle aynı şeyi söyledin. Tarikatlere canımız feda. Sadece hizmet şeklimiz farklı bizim. Bizde makam mevki yok. Herkes talebe, herkes hizmetçi. Makam isteyenler tarikate gidebilirler. Biz iman kurtarma derdindeyiz, velayet makamları tarikat mesleğinin işidir.

Üstad hazretleri medrese eğitimi boyunca elbette şeyhlerden ders almıştır. Ama tarikat mensubiyeti yoktur, şeyhlik yapmamıştır. Evet makamı ve mübarekliği vardır, sahabeden sonra gelen müceddid-i ahirzamandır. Ayrıca Risale-i Nur ilmi kesbi değildir. Sunuhat-ı kalbiye ve ilham-ı ilahidir.

Neyse, mesele tatlıya bağlandı. Allah hepinizden razı olsun...



ya işte kardeş bu zaman tarikat zamanı değil iman kurtarma zamanı..bu zamanın mürşidleride bu işi yapıyor..muhammed raşit h.z lerinin sohbetidir..çok nadir insanlar tarikat yapıyor...ve kardeş allaha yemin olsun ölüm anında rasulullahla birlikte sadat-ı kiram gelip şeytanı def ediyor....zaman iman kurtarma zamanı olduğundan şimdi mürşide daha çok ihtiyaç vardır...hayatta yapılan herşey tek amaç içindir oda imanı kurtarmak için...gavs-ı sani nin sohbeti:bu kapıya gelipte imansız giden olmadı....bu sohbeti burda söylemem belki doğru değil ama söylemek icap etti...

108

16.05.2007, 15:40

Alıntı sahibi ""talhagenc""

Allah razı olsun. Güzel anlatmışsınız. Yolunuz mübarek olsun. Size ben o sözden ne kast edildiğini Risale-i Nur'dan alıntılarla anlattım. Ne diyeyim. Sizin yolunuz da Hak yolu sonuçta. Sizi kırmamak adına daha bir şey söylemiyorum. Ama Hadis-i şerif ve Ayet-i Kerime'leri mürşidsiz düşünememenizi de şeyhinize olan aşkınıza bağlıyorum. Aşk, Mevla'ya ulaştırsa da hakikati görmezden gelip, teslimiyetle ulaştırır. Risale-i Nur'un mesleği ise teslimiyeti değil, tahkikatı esas alır. Ayrıca bu her satırını okuduğum yazınızda söylediğiniz hakikatleri ve kazançları, Risale-i Nur şeyhe muhtaç etmeden veriyor, aklı, kalbi, ruhu ve bütün duygularımızı tatmin ederek yapıyor bunu. Sizde şeyh-mürit var manevi makamlar var, biz de ise sadece kardeşlik ve talebelik var. Mesleğimiz bu yüzden burada ayrılıyor.

Ve Bediüzzaman Hazretleri şeyhlerden medrese dersi almışsa da, şEYH EDıNMEMışTıR!!! Mürşid-i Hakiki olarak tevhid-i kıble edinmiş, ve Kur'an-ı Hakim'den başka mürşid-i hakiki edinmemiştir. Biz de onun yolundan gidiyoruz biiznillah...

Allah hepimizden alem-i ıslam olarak razı olsun...



sen ben veya diğerleri bunları yazarken kalbimiz ne ile meşguldu!!!

109

16.05.2007, 21:05

Sayın emmare,

Ben hiçim. Kalbim de bir hiç olarak hakiki malikinden başkasıyla meşgul değildi.

şimdi ben de size sorayım; şeyh olmayan kişi "mürşid" veya "müceddid" olamaz mı?

110

18.05.2007, 13:44

Veysel Karani Hz’leri denilince aklıma ilk gelen onla ilişkili olan ‘’üveysilik’’ kavramıdır. Evet, ‘’üveysilik’’, herhangi bir şeyhe bağlanmadan veya bağlanarak, Peygamber Efendimizin veya vefat etmiş bir velinin ruhaniyeti tarafından terbiye edilmesi demektir. Veysel Karani Hz, Peygamberi görmemiş fakat Peygamberimiz onu gıyabında manen terbiye etmiştir.

Mesela Beyazid-i Bistami,Caferi Sıdık Hz’in ruhu tarafından; Ebul Hasan Harakani,Bayezıdi Bistami Hz’nin ruhu tarafından(bk:tasavvuf terimleri sözlüğü,Süleyman Uludağ); şah-ı Nakşibendî Hz, hacegan silsilesinin başı Abdülhalıkı Gücdüvani Hzin ruhaniyatı tarafından(bk:Altın Silsile); Bediüzzaman Hz, Gavs-ı Azam ve ımamı ALı Hz tarafından; Hace Ahrar, Hace Bahaeddin Nakşibend Hz tarafından(Rabbani,532.M) manen irşad edilmişlerdir.Kısacası Üstad hz'leri üveysidir,ama zahirde bir şeyhe bağlanmadan üveysi olanlardan.....

pek alıntı yapmayı sevmem ama zamanım çok az.ınşaallah istifaza edilir:

'' Yeni Said'in hususî üstadı olan ımam-ı Rabbânî, Gavs-ı Âzam ve ımam-ı Gazâlî, Zeynelâbidin (r.a.) hususan Cevşenü'l-Kebîr münâcâtını bu iki imamdan ders almışım. Ve Hazret-i Hüseyin ve ımam-ı Ali Kerremallahü Veche'den aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenü'l-Kebîr'le daima onlara mânevî irtibatımda.....''

Üstad,ımanın '' ilmelyakînden hakkalyakîne'' yakınlaştıkça daha gitmeyeceğini söyler. imanlı gidebilmenin yollarını şöyle gösterir.Bir tanesi şuhudi bir imanla tarikat yoluyla olanı:
'' ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: "Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî(tarikat ehlinin) ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor."
Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.

''ıkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur'ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.Bu ikinci yol, Risaletü'n-Nur'un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar''

111

23.05.2007, 21:52

NEDEN OLMASIN.

Ben hiçim. Kalbim de bir hiç olarak hakiki malikinden başkasıyla meşgul değildi.

şimdi ben de size sorayım; şeyh olmayan kişi "mürşid" veya "müceddid" olamaz mı?

BENCE OLUR. NEDEN OLMASIN. ALLAH DıLERSE OLMAYACAK YOKTUR.MÜCTEHıDDE OLUR MÜCEDDıDDE,GAVS DA OLUR KUTUPDA AMA O C.C diledimi her şey olur.

112

23.05.2007, 22:51

Peki şeyhi olmayan kişi, Mehdi (r.a) olamaz mı?

Veya şeyhi olan kişi Mehdi (r.a) olabilir mi?

Çünkü bildiğime göre Mehdi'nin (r.a.) manevi makamı Sahabe efendilerimizden sonra geliyor. Sizce manevi makamı daha yüksek olan biri, manevi makamca kendisinden daha aşağıda bulunan evliyaullahı şeyh edinir mi? Edinirse aslında Mehdi (r.a.) olmadığını göstermez mi?

NOT: Olayı Mehdi (r.a,) meselesine getirmemin sebebi, kendi insancıma göre Risale-i Nur ve talebelerinin şahs-ı manevisini temsilen Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin Mehdi (r.a.) olduğuna inanmamdır.

113

24.05.2007, 09:24

olabilir neden olmasın

Olabilir güzel abim neden olmasın siz öyle olduğunuda kabul edebilirsiniz ama hadislerle mehdi a.s siyret ve sureti tarif edilmiştir uyarmı uymazmı bilemem bu konuda üstadında kendi beyanlarıda vardır sanırım.ama siz diyorsanızki o benim mehdimdir olsun vede mübarek olsun şefaatleri hepimizin üzerine ola inşaallah.

114

24.05.2007, 10:07

Ben ahirzaman Mehdisi (r.a.) olduğuna inanıyorum. Bu konuyla ilgili 42 sayfalık konu var;

http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=2632

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri; benim değil, Alem-i ıslam'ın Mehdisidir (r.a.). ıster inanırsınız, ister inanmazsınız. Benim inancım bu. Ama benim inancımı yorumlamayın. Ben asla benim Mehdim demedim!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

115

24.05.2007, 17:32

evet ağbicim öyledir.

Evet abi ahir zamanda beklenen mehdi a.s belkide saidi nursi hazretleridir. tabi bunu sizin gibi velayet yolunun bütün makam ve mevkilerini geçenler anlaya bilir bizim gibi allahın aciz kulları bunu ne bilsin.Buna inanmazsak eğer bir zararımız olur mu onuda bilelimde.

116

24.05.2007, 17:43

Nedense dışardan gelen kardeşler forumda onca yazı varken siyaset ve mehdilik hakkında açılmış bir iki başlığa takılıyor. Oysa forumda imanı takviye edecek binlerce yazı var.

O güzel konuları görmeyip sadece bu tür ufak tefek başlıkları ısrarla kovalamak nedendir bilinmez?

Ben uzun süredir forumdayım ve tecrübem şudur. Siyasi konuları ve mehdilki meselelerini hep Nurcu olmayanlar ısrarla gündeme taşıyor.
Ne tuhaf sonra o başlığı açanlar üstelik foruma böyle şeyler yakışmıyor diyor.

Sonra bir de adaletsizlikle suçluyorlar. Yazık!

Güzel gören güzel düşünür güzel düşünen hayatından lezzet alır.

Malesef bakıyorum bazı kardeşler, şu forumdan lezzet alamıyor.

Allah selamet versin
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

117

24.05.2007, 18:49

ceka kardesim veya abi herneyse.. millet baloncu buyüzdende önce siyaset ve mehdiyete bakıyor:) halbuki kerametle elde edilen imandan kerametsiz elde edilen iman daha yuksektir diyor ustad

118

24.05.2007, 18:51

üstad bu asırda tarikatı kabul ediyor.

niyeki bu yazının yukarıda yazdığınız yazılarla ne lakası var anlamadım.yoksa sizler tarikatı şirk olarak görmeye falandamı başladınız bu yazımı neden sildiniz ki.
mehmed emin er hocanın üstad saidi nursi ve şeyh Seyda ile olan anıları kaynak kendisidir yaşıyor sorabilirsiniz.
mehmeteminer@mynet.com

www.evemizturkiye.com

Sadrettin Hocadan Üstad’la ilgili malumat isteyince bana anlatmaya başladı: “Ben Isparta’ya üstadın ziyaretine gittim. Fakat gayem ondan icazet almaktı. Kendisine dedim ki sizden icazet almak istiyorum. kabul etmedi. Yanında bir ders okuyayım dedim. Onu da kabul etmedi. Ben okuyayım sen dinle dedim. Onu da kabul etmedi. Beni kendine talebe kabul et. Dedim” “Ettim” dedi. Elhamdülillah buna sevindim. Bu konuşma ayakta oldu. Bana otur teklifinde bulunmadı. Bu konuşmadan sonra Diyarbakır’a döndüm. Müftü Halil Efendi ile görüştüm. kendisine Üstadı Methu-sena ederken Müftü, “Üstad Kadı Beydâvi kadar değildir” dedi. Ben de kendisine sen git Kadı Beydavi’yi Alem-i Berzah’tan getir. Benim Üstadı getirmen icap etmiyor. Ben onun talebesiyim.
Eğer “Min’en-nâsi men âmene billâhi vel yevmi’l-âhiri” ayeti hakkında Beydavi’nin zikrettiği nüktelerden daha ziyade nükteler etmezsem bil ki Beydâvi daha Alimdir. senin dilinle kalbin bir değildir dedim. Yani Münafıksın demek istedim” Konuşması bitince Üstadın kitaplarını nereden bulabileceğimi Sadrettin Hocaya sordum. “Elazığ da Emekli Binbaşı Hulusi Bey var. Onun yanına gidersen o sana bulur” dedi.
Daha sonra Hulusi Bey’e mektup gönderip Bediüzzaman’ın kitaplarından istedim. Risale-i Nurla ilgilendiğimden dolayı beni tebrik etti. “Sana yakın iki adres gönderiyorum. Kitapları oradan sor diye cevap yazdı. Adreslerin birisi Bitlisli Manifaturacı Yusuf Efendinin, diğeri ise Emekli Yüzbaşı Mehmet Kayalarındı. Her iki adresten de sordum kitapları elde edemedim. Mehmet Kayalar benden adres istedi. “Kitapları Urfa’dan getirtir sana gönderirim” dedi. Bir müddet bekledim kitaplar gelmedi. şimdiki Malatya müftüsü olan Feyyaz Efendi o zaman yanımda Muhtasar’ul-Meani kitabını okuyordu. Memleketi olan Kulp’a ziyarete her gittiğinde Mehmet Kayaların sohbetinde bulunur dönüştede bana onu Methu sena ederdi. Nihayet bir gün onunla beraber Diyarbakır’a gittiğimde ben de Mehmet Kayalara uğradım. Mehmet Kayalar beni görünce cemaatine önüne vererek dedi ki: Çok mahcup oldum. Daha önce bu zata bazı kitapları getirteceğime dair söz vermiştim, şimdiye kadar getirtemedim. El yazması Sikke-i Tasdiki Gaybiyye ile beşinci şua isimli kitapları bana hediye etti. Hacı Muzaffer Bey de Mektubatı emaneten verdi. Geri köye döndüm.
Bu kitapları mütalaaya başladım. Kalbime geldi ki bu zata muasırız! Sora onu niye ziyaret etmedim diye üzülür, müteessir olurum. Onu, ziyaret etmeye karar verdim. Mehmet Kayalara dedim Üstadın ziyaretine gitmek istiyorum. Oradaki cemaatle iştişare etti gitsin mi? diye sordu. Gitse daha iyi olur dediler. Mehmet Bey de “Peygamberi gören sahabi oldu, Görmeyen tabiin oldu. Görenle görmeyen bir olmaz. Yarın sana bir mektup vereyim Üstada ver dedi ve ayrıca Diyarbakır’dan ayrılmak istiyorum Üstada bu maruzatımı da söyle” dedi. Sabahleyin Mehmet Beyle görüştüm. Bana bu gece Üstad’dan mektup geldiğini, ziyaretçi kabul etmediğini, ziyaretçi gelmemesini yazdığını söyledi. Sonra karar verdik ki bizim gitmemizle ilgili kararımız mektup gelmeden evvel olduğu için gitmen emrine muhalefet olmaz.
Trene bindim Isparta’ya gittim. Nur Boya isimli bir mağazaya gittim. Sahibi Üstadın talebelerindendi. Üstadın ziyaretine geldim dedim. “Üstad dün Eğridir’e gitti. Eğridir’de Çakmakçı Ali Cengiz’e misafir olur” dedi. Otobüse binip Eğridir’e Ali Cengiz’in evine gittim. O da dedi ki “dün gece burada idi. Bugün onu motorla Barla’ya yolcu ettik gitti.
Onu yolcu ederken bir ara abdest alıp başımda şapka ile 2 rekat namaz kıldım. Üstad bana: “Ali sen bizden dolayı işinden geri kaldın. Onun eksikliği nekadarsa ödeyeyim,Fakat şapka ile namaz kıldın oradaki manevi zararı ise ödeyemem” dedi. Ben de kendisine, dedim bu miktar bir tenefüs gibidir. Maddi bir ziyanım olmadı. 7,5 lira motor parasını kendisi verip motora bindi. Otururken “oh güzel. Bununla Amerika’ya kadar gitsem aciz olmam” dedi. Sonra motor hareket etti. Biz de evlerimize döndük.
Akşam yemeğinden Ali Cengiz sonra bana “bir Dua okumaz mısın?” dedi. Bizde yemekten sonra dua okumak adet değil. Üstad yemekten sonra dua etti mi? Dedim. “O bize misafir olur fakat bizimle sofraya oturup yemek yemez. Gece beraberinde ne varsa ondan yer” dedi. Ev sahibinin 10-15 kişi kadar oturmaya gelen komşuları arkadaşları vardı. Beraberce sohbet ediyorduk. Ali Bey hizmet ile meşgul iken orda bulunan kişiler Ali hakkında şöyle haber verdiler: “Ali daha evvel içki içerdi. Namaz kılmazdı. Risale-i Nur talebesi olduktan sonra içkiyi terketti ve namaza başladı. Osmanlıca yazıyı öğrendi. Risaleleri yazmaya başladı. Hatta üstat bile kendisine misafir oluyor. Geçen gece müftüden bahsedilirken bazıları dediler ki müftü Alinin dostudur.
Üstad da dedi ki: “Ali müftünün dostudur. Ali benim dostumdur. Benim dostumun dostu dostumdur.” Daha sonra bazı şeylerden bahsedilirken Üstat: “Ben hakkımı herkese helal ediyorum. Hatta bana zehir içirenlere dahi! Fakat iman şartı ile” dedi. Sohbet bitince herkes dağıldı.
Sabahleyin Ali torba içinde bir francalı ekmek getirdi. “Üstadın yanına gittiğinde ona verirsin. Ali gönderdi dersin. Çünkü o lokantaya gitmez. Kimsenin ekmeğini de yemez. Sana ekmeğin parasını verirse al” dedi. Benimle beraber motora kadar geldi. 7,5 lira motor parasını verdik. Motora bindim ayrıldım. Barlaya yaklaşılınca bir kalabalık su kenarında motoru bekler gördüm. Motor kıyıya yanaşıp indiğimizde o kalabalıktan birisi bana “nerelisin?” dedi. Diyarbakırlıyım dedim. “Nereye gidiyorsun?” dedi. Barlaya gidiyorum dedim. “Barlaya niçin gidiyorsun?” dedi. ışim var dedim. “Ben biliyorum. Sen o zaatın ziyaretine gidiyorsun. O ziyaretçi kabul etmiyor. Çok üzmeyin onu” dedi.
Meğer benimle konuşan Belediye Başkanı imiş. Sonra dedi ki “O bugün kara yolu ile Isparta’ya gitti”. Beraberimdeki arkadaşlar “kulak asma dediler.” O Belediye başkanının yalan söylediğini itham ettiler. Kalabalıktaki Çavuş Rutbeli şahıs ta gitti deyince o zaman arkadaşlarımda da gittiği kanaatı hasıl oldu. Bana: “Bu gece bize misafir ol. Nahiye Müdürü Isparta’ya gitmiş. Yarın dönecek. Onun geleceği araba ile seni Isparta’ya göndeririz” dediler. Bunlar ticaretle uğraşan ve benimle Eğridir’den motorla Barla’ya gelen bir grup yol arkadaşım idiler. Ben dedim, daha erken gitmek istiyorum. Motorla geri döndüm. Arkadaşlar Motorcuya: “Bundan dönüş parası alma” dediler.
Dönüşte motora binenlerden beyaz sakallı kısa boylu biri benimle konuşmaya başladı: “Ben bu nahiyenin imamıyım dedi. Bazen Üstadla beraber bağa giderdik. Bazen bir iki habbe üzüm koparırdı. bunları yiyeceğim bedeli ne kadarsa vereceğim” derdi. Para yerine küçük risaleler verirdi. Hediye kabul etmiyordu. Eğer etseydi bu Barla nahiyesi tümüyle şimdi kendisinin olurdu. Bazen yabana giderdik. Bazen otlara çok dikkatli nazar ederdi. Gözlerinden yaşların aktığını görürdüm. Bu zat memleketimize gelmeden evvel geliratımız bize kifayet etmiyordu. Bu mübarek takriben elli beş seneden beri memleketimize ayak basmıştır. O zamandan beri geliratımız bize kafi geliyor hatta artıyor dışarıya da veriyoruz. Mübarek ilim doludur.”
Eğridir’e dönünce ben tekrar Ali’nin evine gittim. Üstadın Isparta’ya gittiğini söyledim. Verdiği ekmeği kendisine iade ettim. Günlerden de Pazar günü idi. Ali çarşıya gitti geldi. Isparta’ya bir otobüsün gitmekte olduğunu söyledi. hemen o otobüsle Isparta’ya gittim. Doğruca Nur Boya mağazasına gittim. Oraya Üstadın hizmetinde bulunan Ceylan isimli bir şahıs geldi. Ona üstadın ziyaretine geldiğimi söyledim. Gitti geri geldi. Elinde bir Mendil içinde bir şeyler vardı. “Uzaktan beni takip et. Çünkü tarassut var seni görürlerse tutuklarlar” dedi. Elindeki mendil işaret oldu. O mendile bakar onu kaybetmeden takip ettim. Sokakları döneceği zaman bana bakardı kendisini görebileceğim mesafede ve konumda ise sokağı dönerdi. Bir müddet böyle gittik. Nihayet bir kapıdan içeri girdi. O istikamete doğru gittim. Baktım kapıyı tam kapatmamış yarı açık bırakmış. O zaman şapka Kanunu sıkı bir şekilde uygulamada olduğu için başımda şapka vardı. Onu çıkarıp tekke giydim. ıçeri girdim. Sekiz-dokuz basamak yukarı çıktık. Merdiven başında sağlı sollu iki oda vardı. Ceylan isimli şahıs sağdaki odaya girdi. Oradan Zübeyir çıktı. Meğer ki sol taraftaki oda üstadın kaldığı oda imiş. Zübeyir’le beraber üstadın odasına girdik. (Soldaki oda) bir duvarlara, bir yere bir de üstada nazar ettim.
Duvarlarda asılı, yerde serili bir şey görmedim. Sadece tahtadan ibaret, üzerinde yatak serili üstadın oturduğu bir sedir vardı. Yorganı göğsüne doğru çekmişti. Her iki kolunda dirseklere kadar sıvamıştı. Yorganın dışında idi. Başında bir Külah, renkli bir Kefiyede aşağıdan yukarıya doğru kıvrılmış durumdaydı. Sakalı makine ile tıraşlı gibiydi. Bıyıkları yanaklarına kadar uzundu. Saçları Külah altından dört parmak kadar çıkmıştı. Cüssesi iri, parmakları uzun fakat zayıftı. Heybetli bir sesle bana: “Nerelisin” dedi. Sonra bir çok kişileri sordu. Onu da bilmiyorum dedim. “Mehmet Kayaları tanır mısın? dedi” Tanırım dedim. “Niçin geldin?” dedi. Ziyaretinize geldim hem de bazı sorulacak sorularım var dedim. “Sorulara cevap verme vaktim yok. Rahatsızım. Risale-i Nur’a baksaydınız belki de cevabını bulurdunuz” dedi.
Daha sonra Zübeyir’e “bir minder getir” dedi. Getirince baş ucuna sermesini işaret etti. Zübeyir minderi serdi. Bana “otur “ dedi. Zübeyir’e “sen de otur. ışitemediğim olursa anlatırsın” dedi. Sonra bana: “Soruların nedir?” dedi. Dedim ki: Bizim memlekete ımamlık yapanlara halk Zekât veriyor. Bunda şüpheliyim. Zekatla mı imamlık yapalım yoksa maaşla-ücretle para mukabili mi ımamlık yapalım. Veya başka bir iş mi yapalım? “Ücrette minnet vardır. Zekâtta ise minnet yoktur. Zekatta zenginler vekil gibi, müstehaklar ise iyal gibidir. Minnet edecek durum yoktur. Yalnız pazarlık yapmayın gönül de onlara bağlı olmasın. Mal Allah’ındır. Onların eli üzerinde gönderiliyor. Talebelere ders verin. Başka sorun var mı?” dedi. Vardır dedim. şu soruyu sordum.
şeyh Seydâ bana tarikatta Hilafet verdi. Ben kendimi ehil göremiyorum. Eğer bunda mesuliyet varsa özür göstereyim. Kabul etmeyeyim dedim. “şeyhin Kimdir? Kim sana halifelik verdi?” dedi. şeyh Seydâ dedim. “şeyh Seydâ Kimin oğludur?” şeyh Ömeri Zengani’nin oğludur dedim. “Aslen nereden gelmedir?” dedi. Aslan Bağdat’tan gelmedirler dedim. “Aşirine ne diyorlar?” dedi. Araplar aşiri diyorlar dedim. “şeyh Seydâ kimin halifesidir?” dedi. Dayısı şeyh Mehmet Nuri’nin halifesidir dedim. “şeyh Mehmet Nuri Kimin halifesidir?” dedi. şeyh Ömeri Zengani’nin dedim. “Cizre şimdi Türkiye’de mi? Suriye’de mi?” dedi. Türkiye’dedir dedim. şeyh Seydâ ırşada çıkıyor mu?” dedi. Çıkıyor dedim. “Hükümetle alakası nasıldır?” dedi. Seviliyor dedim. “Risale-i Nurla alakası var mıdır?” dedi. Türkçe bilmez fakat Arapça risalelerinizin tümü yanında mevcuttur dedim. Bunun üzerine “Ehli Tarikat daha ziyade imanla alakadardırlar. Ben şeyh Seydâ ile iki cihetle alakadarım. Hem selâm ederim hem de tebrik ederim. Sana vermiş olduğu vazifeyi yap. Fakat hediye kabul etme. Hediye hilafı şeriat değildir. Fakat ıhlas yoktur. ıktisad edin.
Başka sorun var mı?” dedi. Ulumu Arabiyi bitirdim. ıcazet aldım. Bundan sonra ne yapalım dedim. “Ben seni has talebelerimden kabul ettim. Ders verin. Risale-i Nuru okutun. Risale-i Nur bana hacet bırakmamış. On beş gün seni misafir etmek isterdim. Fakat üzerimizde tarassutlar var. Bilseler ki şarktan bir alim gelmiş, inceden inceye tahkikata başlarlar. Ben zaten ziyaretçi kabul etmiyorum. Geçenlerde Menderes Vali ile berabziyaretime gelmek istediler ben kabul etmedim. Biz hastayız, yatakta yatıyoruz. onlar bizden korkuyorlar. Mehmet Kayalara söyle Diyarbakır’dan gitmesin. Diyarbakır merkezdir. Çok şa’şaa etmesin. Sen hemen bugün dön. Paran yoksa sana para vereyim. Soran olursa ziyarete geldim deme. Ticarete geldim de” dedi. Elini öptüm. O da benim elimi öptü. Ağlayarak ayrıldım. Dışarıda saate baktım 45 dakika konuşmamız olmuş. Dönüş için istasyona gittim. Tren hazırdı hemen bindim. Gece gündüz gelerek Diyarbakır’a yetiştim.
Üstadın “şa’şaa etmesin.Diyarbakır’da kalsın” talimatını Mehmet Kayalar’a bildirdim. Mehmet Kayalar bana: “Konya’da indin mi?” dedi. Hayır dedim. “Üstad’dan mektup geldi. Senden bahsediyor. Onun için Konya’da indiğini zannettim” dedi. Ben, mektubun önce nasıl geldiğine hayret ettim. Akıl erdiremedim.
Merhum üstadın selam ve tebrikini mektupla şeyh Seyda’ya bildirdim. Bilahire de kendim gittim. şeyh Seydâ o iki kelimeye çok manalar verdi. Daha başka ihtimaller de vardır dedi. (Selam ve tebrik kelimelerine) O esnada bazıları: “şeyhim Risale-i Nur’u okumak faydalı mıdır?” diye sordular. şeyh efendi: “Evet faydalıdır. Hakikattırlar” dedi. “onların toplantılarına, medreselerine gidebilir miyiz?” diye sordular. şeyh: “Evet” dedi. “Manin olmazsa ben de oturur dinlerim” dedi. “Ziyaretine de gidebilir miyiz?” dediler. “Evet gidebilirsiniz. Mania olmazsa ben de gider ziyaret eder dua talep ederdim” dedi. Dediler ki: “Talebeleri onun için mehdi diyorlar. Mehdi midir?” “Hadislerin zahirine göre Mehdi-i Muntazar değildir. Fakat Selefi Salihin ulemaları gibi bir Alimdir.
Cenabı Hak asrımızda onu göndermiştir. Bazı Firavunların Musa’sıdır. Biz de sizin gibi imanlılara Mus gibiyiz. (Mus = Ustura saç traş eder temizler) Biz Namaz kılmayanlara Namaz kılın, ıçki içenlere içmeyin deriz. Muhataplarımız Mümindirler. bizim vazifemiz böyledir. Onun vazifesi ise öyledir. Herkes vazifesini yapmış oluyor” dedi.
Bilahare merhum Üstad vefat ettiği zaman Urfa’ya ben de gittim. Fakat cenazeye yetişemedim. kendisiyle gelen talebeleri ile görüştüm dediler ki: “Üstad bir gün bize “Arabayı kontrol edin. Uzak yola gidebilir mi?” bakın dedi. Kontrol ettik. Kaç gün sonra birlikte Arabaya bindik. Nereye gideceğini anlayamamıştık. Her zaman Arabaya binip yola giderken bize yavaş sürün, yavaş sürün derdi. Bu defa ne kadar hızlı sürdüysek daha çok hızlı sürün diyordu. Uçar gibi gidiyorduk. Urfa’ya gideceğimizi sonradan yolda öğrendik. Arkamızda Emniyet Said-i Nursi gitmiş diye alarma geçti. Telefonlar yağdırıldı. Fakat Urfa’ya gelinceye kadar bizi bulamadılar. Üstad hasta idi. Lakin Namazlarını oturarak değil hep ayakta kılıyordu. Urfa’ya ulaştığımızda önce ıbrahim Halil Dergahına gitti. Oradan koltuğuna girerek Otele gittik.”
Ben daha sonra geniş bilgi almak için Üstadın kaldığı otele gittim. Otel sahibi şunları anlattı: “Bir ihtiyarı iki kişi koluna girmiş buraya getirdiler. Kim olduğunu bilmiyordum. Daha sonra Üstad olduğunu anladık. Bir çorba içmeyi arzu etti. Ben gittim evde çorba yaptırıp getirdim. Kaşıkla ağzına vermek istedim, ağzını sıkıca kapattı. Gözleriyle bana baktı. Kendisinden korktum. Kendisine ben dostum, dostum! Dedim. Tebessüm etti. Ağzını açtı. Çorbayı verdim içti. Anladım ki beni Zehirlerler diye endişesi varmış demek. Onu geri göndermek için Ankara’dan emir geldi. Fakat Doktorlar geri dönmeye iktidarı yoktur, diye Rapor verdiler. Gece saatlerinde yanına vardık baktık ki vefat etmiş!”
Başka birisi de şunları anlattı: “Bazı arkadaşlarımız Üstadın yattığı karyolayı satın almak istediler. Otelci vermedi.Hava çok yumuşak ve yağmurlu idi. Harran Ovasının çok yağmura ihtiyacı vardı. Mübarek buraya gelince yağmur yağmaya başladı. O esnada da Urfa bazı kuşlarla dolmuştu. Bu kuşlar evvelden yoktu. O anda türediler.”
Orada şeyh Seydâ ile ilgili çeşitli havadisler işittik. Birincisi şeyh Seydâ’nın kaçırıldığı şeklinde idi. ıkinci havadis de şeyh Seydâ’nın kaybolduğu yolunda idi. Üçüncüsü ise şeyh Seydâ’nın tutuklanıp Ankara’ya götürüldüğü söylentisi idi. Ben Urfa’dan eve döndüm. Dediler ki Hac köyünden Hacı Hasan şeyh Seydâ’nın ziyaretinden gelmiş durumu o bilir! Hacı Hasan geldi ondan durumunu sorduk. şunları anlattı: “Bazı arkadaşlarla beraber şeyhin ziyaretine gitmiştik. O anda bir araba dolusu yüksek rutbeli askerlerde şeyhin yanına geldiler. Daha sonra Cizre’ye gittiler. şeyh Efendi bana “hazır ol gideceğiz” dedi. Ben hazırım dedim. Az zaman sonra tekrar etti. Ben yine hazırım dedim. Üçüncü kez tekrar edince, arkadaşlarım da vardır dedim. “Onlar da gelsin ıbrik alın Löküs(Aydınlatıcı) alın kamyona binin bizi takip edin” dedi. Biraz sonra Cizre’ye giden askeri araba geri geldi. şeyh Seydâ bu askeri aracın şoför mahalline bindi. Bize “Hiçbir yerde durmadan bizi takip edin” dedi. Askeri araç hareket etti biz de takip ettik. Midyat’a varınca şeyhin içinde bulunduğu aracı kaybettik.
Serdef köyü yönüne bir arabanın gittiği haberini aldık. şeyh Halil adında şeyh Seydâ’nın o köyde bir Halifesi vardı. Biz o köye gittik. şeyh efendiyi o Halifenin evinde gördük. Etraftan çok ziyaretçiler geldiler. şeyh Seydâ: “Onların ziyaretini Allah kabul etsin. Ben ziyaretçi kabul etmiyorum” dedi. Bunun üzerine Ziyaretçiler şeyhi ziyaret edemeden geri döndüler. Ertesi gün Estel’e döndük. (kazaya) Kaza insanlarla dolmuş. şeyhi ziyaret etmek istiyorlardı. Ziyaretçi kabul etmedi şeyh Efendi. Bunun üzerine halk dedi ki: “Araçtan dışarı çıksın onu uzaktan da görelim kafidir.” şeyh Efendi: “O zaman ama olanların Kalbi kırılır” dedi. Kaymakam “Polisler tedbir alsın. Bir kapıdan girip öbür kapıdan çıkış olmak üzere ziyaret etsinler” dedi. şeyh efendi kabul etti.
Ziyaret bitince Askeri araçtaki Binbaşı: “şeyh Efendi nereye gitmek istiyorsun götüreyim” dedi. şeyh “Eve dönmek istiyorum dedi. Bunun üzerine şeyhin Evinin bulunduğu Serdahli köyüne döndük. Köyde dediler ki Bediüzzaman Vefat etmiş! Vefat haberi gelmiş! şeyh de “Biliyorum” diye Cevap verdi onlara. Bunu nereden öğrendiği, kimin ona bu vefat haberini verdiği hususunda hayret içende kaldık. Bir müddet sonra ben kendim Cizre’ye şeyh efendini ziyaretine gittim. şeyh Seydâ’dan daha yaşlı Seyit Ali isminde bir zatla bu konuyu konuşurken (Bu zat Seyyid olduğu için şeyhin yanında makbul biri idi) dedi ki: “şeyh Efendi o seferden geldikten sonra yanına gittim. Elini öptüm. şeyhim dedim senin bu seferin her zamanki seferlerine benzemedi. Kimseye haber vermeden gittin ve çabuk döndün.” Dedi ki: “Bediüzzaman’ın Ruhunu Mevtalar içinde gördüm. Vefat ettiğini anladım. Kendimi tutamadım. Onun için böyle bir dolaşıp döndüm.” Demek ki bu hadise de beyan ediyor ki birbirleriyle Ruhi bir irtibatları alakaları vardı.
Merhum Üstadın “Alakadarız” sözünün tasdiki oluyor. Üstadın Urfa’da defnedilen cesedi vefatından kısa bir zaman sonra devletçe Urfadan başka; bilinmeyen bir yere nakledildi. Bu nakil konusunda üstadın kardeşi Abdulmecit şunları anlattı:
“Ben Konya’da ımam Hatip Lisesinde öğretmendim. Bir gece bazı askeri yetkililer gelip, üstadın kardeşi olmam hasebiyle na’şının Urfa’dan başka bir yere nakline muvafakat etmemi istediler. Ben razı olmadım. Fakat bu hususta hazırlanmış bir yazıyı bana zorla imzalattılar. Beni de alıp Uçakla Urfa’ya götürdüler. Üstadın Kabrini eştiler. Henüz cesedine, kefenine bir şey olmamıştı. Yüzü güler vaziyette idi. Çıkarıp uçağa koydular. Beni de aralarına aldılar. Uçak havalandı. Afyonda indik. Orada bir arabaya bindirdiler. Araba Isparta içinden geçti. Daha ilerde bir Kabristana vardık. Orada askerler vardı. Hazırlanmış bir kabir de vardı.
Üstadın cesedini o kabre koydular. Oradaki askerlerden sordum. burası neresidir? Birisi: “şehitler tepesi” dedi. Daha ziyade konuşmak istedim. Elini ağzına koyarak bana konuşmamayı işaret etti. Beni ayni gecede getirip Konya’ya bıraktılar. Bu hadise hep gece cereyan etti. Daha sonra bazı devletler ne sebeple naşın nakli yapıldı diye sorduklarında “kardeşinin arzusu ile” dediler..

119

24.05.2007, 18:53

başlık yok.

http://www.evimizturkiye.com/mehmeteminer/Fetvalar/hayat.htm bu da adresi

120

24.05.2007, 18:55

Re: üstad bu asırda tarikatı kabul ediyor.

Alıntı sahibi ""tarikap""

niyeki bu yazının yukarıda yazdığınız yazılarla ne lakası var anlamadım.yoksa sizler tarikatı şirk olarak görmeye falandamı başladınız bu yazımı neden sildiniz ki.


Bu yazınız konu başlığında ve yazı metninde sadece BÜYÜK harfler kullandığınız için silindi. Bu konuda size kaç kare ricada bulunduk, unuttunuz mu?
"We are the Warriors of Love, We Have no Time For Enmity"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir