Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

08.09.2006, 14:42

Hüzün Ve Neşe

25.söz'den

Alıntı

Hüzün ise, iki kısımdır:

Ya fakdü'l-ahbabdan gelir, yani ahbabsızlıktan, sahipsizlikten gelen karanlıklı bir hüzündür ki, dalâletâlûd, tabiatperest, gafletpîşe olan medeniyetin edebiyatının verdiği hüzündür.

ıkinci hüzün, firâkü'l-ahbabdan gelir. Yani ahbab var; firâkında müştâkâne bir hüzün verir. ışte şu hüzün, hidâyetedâ, nurefşân Kur'ân'ın verdiği hüzündür.

Ammâ neşe ise, o da iki kısımdır:

Birisi, nefsi hevesâtına teşvik eder; o da tiyatrocu, sinemacı, romancı medeniyetin edebiyatının şe'nidir.

ıkinci neş'e, nefsi susturup, ruhu, kalbi, aklı, sırrı, maâliyâta, vatan-ı aslîlerine, makarr-ı ebedîlerine, ahbab-ı uhrevîlerine yetişmek için latîf ve edebli mâsumâne bir teşviktir ki; o da Cennet ve saadet-i ebediyeye ve rü'yet-i Cemâlullâha beşeri sevk eden ve şevke getiren Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın verdiği neşedir.

2

09.09.2006, 15:31

teşekkürler nur aşıgı burasını arkadaşlar açıklasa güzel olur sizde tabiki ur aşıgı

masaya yatıralımmı bu konuyu



Alıntı

Ya fakdü'l-ahbabdan gelir, yani ahbabsızlıktan, sahipsizlikten gelen karanlıklı bir hüzündür ki, dalâletâlûd, tabiatperest, gafletpîşe olan medeniyetin edebiyatının verdiği hüzündür.

ıkinci hüzün, firâkü'l-ahbabdan gelir. Yani ahbab var; firâkında müştâkâne bir hüzün verir. ışte şu hüzün, hidâyetedâ, nurefşân Kur'ân'ın verdiği hüzündür.


imanlı bir insanın ahbabadan ayrılıgı acı olmasa gerek çünkü sevdiklerine ahirette

kavuşma ümidi onu teselli eder siz bu konuda neler yazmak isterdiniz

3

09.09.2006, 15:45

Ya fakdü'l-ahbabdan gelir, yani ahbabsızlıktan, sahipsizlikten gelen karanlıklı bir hüzündür ki, dalâletâlûd, tabiatperest, gafletpîşe olan medeniyetin edebiyatının verdiği hüzündür.

Evet bu hüznü en çok Allaha inacı olmayan kişilerde görebiliriz.Sahipsizlik hissi onların içini derinden derine yaralar.Sığınacak birilerinin olmadığını düşünürler..Gerçekten karanlıklı hüzün bu olsa gerek..

Ayrıca sevdiklerinden ayrı kalınca ebedi alemde birlikte olacaklarını düşünmeden hüzünlenirler.. Oysa bilseler kavuşacaklar ebeden birlikte olacaklar bu firak acısı neşeye dönüşecek..

4

09.09.2006, 15:55

veciz açıklamalar için sagol kardeş

5

09.09.2006, 15:57

devam edelim inş..bu konuda başka yazmak isteyen yokmu..

6

09.09.2006, 16:01

Birinde Cennet, cemalullah, dünyadaki sevdiklerinizle kavuşmak,
diğerinde idamı ebedi ve çaresizlik,
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

7

09.09.2006, 16:13

Alıntı

Birisi, nefsi hevesâtına teşvik eder; o da tiyatrocu, sinemacı, romancı medeniyetin edebiyatının şe'nidir



islami içerikli tiyatro sinema roman hariç tutulması gerek degilmi burda

8

09.09.2006, 16:16

Alıntı sahibi ""karatoprak1975""

Alıntı

Birisi, nefsi hevesâtına teşvik eder; o da tiyatrocu, sinemacı, romancı medeniyetin edebiyatının şe'nidir



islami içerikli tiyatro sinema roman hariç tutulması gerek degilmi burda



ıslami içerikli olsa, Helal dairesi içindeyse hariç tutulur elbet.Konu islam olabilir ama helal harama ehemmiyet verilmeli oradada.

9

09.09.2006, 16:19

ımam Gazali, her haramın, bizzat haram olmadığnı söyler, Bediüzzaman da bu görüşü benimser.

Bazı şeylerin haram olması sebebî, arızîdir, yani sonradan işin içine giren kısımlarıdır.

Meselâ müzik. Ulvî ve dînî duyguları pekiştirmektense, yasaklanmış şeyleri övüyor veya destekliyor veya tahrik ediyorsa, bu arızadan ötürü haram olur.

Yani aslen haram olmasa bile, işin içine giren başka bir unsur, onu haram yapar.

Mesela su helaldir, siz onun üstüne rakı koyar içerseniz, durum farklı olur.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

10

09.09.2006, 16:21

Sû'-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler, haramı helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuş ise, mutlak zaruret olmadığı ve sû'-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeğe sebeb olamaz. Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki; ihtiyar haricinde zaruret-i kat'iye ile, sû'-i ihtiyardan neş'et eden hükümleri ayırmıştır. Kanun-u ılahîde ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş.

Üstadım

11

09.09.2006, 16:26

Haassaten incelenmesini isterseniz şöyle diyeyim,

Sinema, tiyatro, roman nedir?

Amacı birşeyler anlatmaktır değil mi?

Birşeyler anlatmak, kendi başına niye haram olsun, yoksa ben de şu an haram işliyorum.

ıllet, hikmet, arıza gibi durumları incelemek lazım.

Bugün bana, sinema filmlerinden kaç tanesini gösterebilirsiniz içinde sevişme, öpüşme sahnesi olmayan? ıçeriği tamamen müstechen olan malum filmlerden bahsetmiyorum. Sıradan, çocukların dahi izlemesine izin verilen filmlerden bahsediyorum.

Kitapların bunlardan aşağı kalır yani yok. Sizin tek okuduğunuz kitap türü, ıslamî kitap türü ise, bundan haberdar olmayabilirsiniz. Eskiden Godfather gibi dünyaca ünlü kitaplardan da okudum, yani mafya kitabında ne işi var demeyin, onda da var, filminde olmayan kadar var hem de. Zaten o kitap, şu an okuduğum tarz dışında okuduğum son kitap oldu.

ışte bu yayın-yayım ve performans dalları, birşeyler anlatmaktan ziyade, insanları şehvet damarından tutmakta kullanıldığından, Üstad böyle demiş olsa gerek.

Yoksa Çağrı filmini izleyip hidayetine vesile olan da var.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

12

09.09.2006, 16:30

her inizdende Allah razı olsun demekki insanlar günahlarla tiryakilik edindiginde


onu kolay kolay bırakmak kolay olmuyor tıpkı sigara ve alkol gibi mesela ben uzun

zaman çok savaştım kendimle tv de komedi dizileri olurdu hoşuma giderdi birde

ailemle izlerdim gğlerdik ama kıyafetlerden ve sarfedilen sözler bizim inancımıza

tersdi zilememek için çok mücadele ettim bazen kayıntı yapıoruz arda kalan hüsran

oluyor hafıza kaybı başlıyor neyse batıl şeyleri iyice tasvir ettim fakat en iyisi

haramdan kaçmanın mücadelesini vermek paylaşımlarınız için sagolun

13

09.09.2006, 16:39

said abinin dediği gibi:bu yayın-yayım ve performans dalları, birşeyler anlatmaktan ziyade, insanları şehvet damarından tutmakta kullanıldığından, Üstad böyle demiş olsa gerek.

Greçekten öyle..
biz ne olursa olsun nefsimize hoş gelen şeylerden uzak duralım..Belki yüzümüz güler onları izlediğimizde ama inanın ruhumuz ağlamaktadır..Maneviyat sarsılır..kalp kararır..Allah muhafaza..

14

10.09.2006, 00:44

Alıntı

Ya fakdü'l-ahbabdan gelir, yani ahbabsızlıktan, sahipsizlikten gelen karanlıklı bir hüzündür ki, dalâletâlûd, tabiatperest, gafletpîşe olan medeniyetin edebiyatının verdiği hüzündür.


“şirk ve dalaletin ve fısk ve sefahatin yolu, insanı nihayet derecede sükut ettiriyor. Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü zaif ve aciz beline yükletir.

Çünkü insan Cenâb-ı Hakk’ı tanımazsa ve O’na tevekkül etmezse, o vakit insan gayet derecede aciz ve zaif, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fani hayvan hükmünde olup, bütün sevdiği ve alâka peyda ettiği bütün eşyadan mütemadiyyen firak elemini çeke çeke, nihayette, baki kalan bütün ahbabını bir firakı elim içinde bırakıp, kabrin zulümatına yalnız olarak gider.

Hem müddet-i hayatında gayet cüzî bir ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ile faydasız çarpışır. Ve hadsiz arzuların ve maksadın tahsiline, semeresiz boşu boşuna çalışır. Hem kendi vücudunu yüklenemediği halde koca dünya yükünü biçare beline ve kafasına yüklenir. Daha cehenneme gitmeden cehennem azabı çeker.”

''Cenâb-ı Hakk’a abd olmazsa, kendi kendine malik zannedecek. Halbuki o cüz’i ihtiyar, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücudunu idare edemiyor. Hayatına mikropları tut, ta zelzeleye kadar bir bir taife düşmanları hayatına karşı tehaccüm vaziyetinde görür. Kendi elemiyle beraber insanların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht-u galası, fena ve zevali ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tazib eder...” (Sözler)

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

15

10.09.2006, 01:36

Alıntı

Ammâ neşe ise, o da iki kısımdır:

Birisi, nefsi hevesâtına teşvik eder; o da tiyatrocu, sinemacı, romancı medeniyetin edebiyatının şe'nidir.


Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktristi karie ihtar eder. Zahiren der: "Sefahet fenadır; insanlara yakışmaz."
Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki, sefahete öyle müşevvikane bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hakim kalamaz
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

16

10.09.2006, 01:59

Alıntı


Ammâ neşe ise, o da iki kısımdır:

Birisi, nefsi hevesâtına teşvik eder; o da tiyatrocu, sinemacı, romancı medeniyetin edebiyatının şe'nidir.



ROMAN:

Avrupa'dan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat romanvari nazarla, Kur'anda olan letaif-i ulviyet, mezaya-yı haşmeti göremez, hem tadamaz.

Kendindeki miheki ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelan; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz:

* Ya aşkla hüsündür, ya hamaset ve şehamet, ya tasvir-i hakikat. ışte yabani edebse hamaset noktasında hakperestliği etmez.

* Belki zalim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvetperestlik hissini telkin eder. Hüsün ve aşk noktasında, aşk-ı hakikî bilmez.

* şehvet-engiz bir zevki nefislere de zerkeder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata san'at-ı ılahî suretinde bakmaz,

* Bir sıbga-i Rahmanî suretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, tasvir ediyor, hem ondan da çıkamaz.


Onun için telkini aşk-ı tabiat olur. Maddeperestlik hissi, kalbe de yerleştirir, ondan ucuzca kendini kurtaramaz.

Yine ondan gelen, dalaletten neş'et eden ruhun ızdırabatına o edebsizlenmiş edeb (müsekkin (uyuşturucu) hem münevvim (uyutucu)); hakikî fayda vermez.

Tek bir ilâcı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitab gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! Meyyit hayat veremez.

Üstadım-kastamonu lahikası ve sözler'den

17

10.09.2006, 02:15

Hem tiyatro gibi tenasühvari, mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.

*Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlüfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz.

*Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktrisi karie ihtar eder. Zahiren der: "Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz."(alkan abi eklemiş zaten :) )

*Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefahete öyle müşevvikane bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.

*ıştihayı kabartır, hevesi tehyic eder, his daha söz dinlemez. Kur'andaki edebse hevayı karıştırmaz.

*Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aşkı, cemalperestlik zevki, hakikatperestlik şevki verir; hem de aldatmaz.

*Kâinata tabiat cihetinde bakmıyor; belki bir san'at-ı ılahî, bir sıbga-i Rahmanî noktasında bahseder, akılları şaşırtmaz.

*Marifet-i Sani'in nurunu telkin eder. Herşeyde âyetini gösterir. Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor, fakat birbirine benzemez.

*Avrupazade edebse fakd-ül ahbabdan, sahibsizlikten neş'et eden gamlı bir hüznü veriyor, ulvî hüznü veremez.

*Zira sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemane aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdar. Âlemi bir vahşetzar tanır, başka çeşit göstermez.

* O surette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahibsiz de olarak yabaniler içinde koyar, hiçbir ümid bırakmaz.

Kendine verdiği şu hissî heyecanla git gide ilhada kadar gider, ta'tile kadar yol verir, dönmesi müşkil olur, belki daha dönemez.



Kur'anın edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür, yetimane değildir. Firak-ul ahbabdan gelir, fakd-ül ahbabdan gelmez.

Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine şuurlu, hem rahmetli bir san'at-ı ılahî onun medar-ı bahsi, tabiattan bahsetmez.

Kör kuvvetin yerine inayetli, hikmetli bir kudret-i ılahî ona medar-ı beyan. Onun için kâinat, vahşetzar suret giymez.

Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cem'iyet-i ahbab. Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.

Her köşede istinas, o cem'iyet içinde mahzunu vaz'ediyor bir hüzn-ü müştakane, bir hiss-i ulvî verir, gamlı bir hüznü vermez.

ıkisi birer şevki de verir: O yabani edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.

Kur'anın şevki ise:Ruh düşer heyecana, şevk-i maâlî verir. ışte bu sırra binaen, şeriat-ı Ahmediye (A.S.M) lehviyatı istemez.

Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip.. Demek hüzn-ü Kur'anî veya şevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez.

Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsanî verse, âlet haramdır. Değişir eşhasa göre, herkes birbirine benzemez.

sözler ve kastamonu lahikasın'dan

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

18

11.09.2006, 14:14

Alıntı

Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve ısevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehân ile ruh-u beşere bu cehennemî hâleti hediye ettin. Sonra anladın ki, bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne atar, hayvânâtın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek! ışte, beşere açtığın yol ve verdiğin saadet bu misale benzer(mesnevi-yi nuriye).
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

19

11.09.2006, 17:36

yeni okuyabildim harika yazılar ya A.R.O Sağolun çok istifade ediyorum
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir