Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

1

04.09.2006, 07:46

Mehmet Fırıncı ağabey'in eşi şükran Vahide(Mary Weld):

Koyu bir Katolik ailede yetişen ve Müslüman olduktan sonra şükran Vahide ismini alan Mary Weld:
Risale-i Nur'un Batı’ya vereceği çok şey var



Mary Weld, 1949'da 6 çocuklu Katolik bir ailenin beşinci çocuğu olarak ıngiltere'de doğdu. Rahibelerin yönettiği bir okulda eğitim gördü. Durham Üniversitesi'nde "şark Araştırmaları" okudu. 1982'de aynı okulda doktora yaparken Müslüman oldu ve şükran Vahide adını aldı. 1985'te ıstanbul'a yerleşti. Nur Risaleleri üzerinde çalışmalar yaptı. Said Nursi'nin talebelerinden Mehmet Fırıncı ile evlendi.


Türkiye'de yaşayan bir ıngiliz kadın, Mary Weld, Said Nursi hakkında bir kitap yazmıştı. Acaba kendisiyle tanışmak ister miydim? Kitabı gönderdiler. ınceledim. Sıkı bir araştırmanın süzgecinden geçmiş, okunası bir kitaptı. Fakat yazdıklarından çok kendi hikayesini merak ettim. Müslüman olup şükran Vahide adını alması ve Mehmet Fırıncı'yla evlenmesi romancı yanımı kışkırtmıştı. Sarıyer'deki evlerine gittiğimde şükran Hanım'ı aşırı ketum buldum. Kurduğu cümleler çok kısaydı, geçmişine ve özel yaşamına dair pek açıklayıcı değildi. (Tabii o cümleleri birleştirdiğim için siz bunu fazla hissetmeyeceksiniz) Ne giyiminde ne evin döşenmesinde ıngiliz asıllı olduğuna dair bir işaret yakalayabildim. Evliliği "hizmet" kolaylaşsın diye gerçekleşmişti. Bunlar bende derin bir hüzün uyandırdı. Yaptığı onca değerli çalışmaya rağmen "kaybolmuş" bir insan gibi gördüm onu. Tabii bu sadece kişisel bir izlenim. ışin gerçeği böyle olmayabilir…

Sözler, Mektûbat, Lem'alar, şuâlar, ışaratü'l-ı'caz ve birçok küçük risale ve kitapları Türkçeden ıngilizceye çevirdiniz. Said Nursi'nin Türkçesi Türkler için dahi çok zordur. Siz dilimize bu denli vâkıf mısınız?
Biz Risaleleri okuyarak Türkçe öğrendik zaten. Üniversitede Farsça, Türkçe, Arapça okudum. Öz Türkçe fazla bilmiyorum. Daha ziyade eski sözcükleri biliyorum. şimdiki insanlar için belki ağır gelebilir Risalelerin dili. Bana zor gelmedi. Bir Kur'an tefsiri olarak asıl mefhumları, konseptleri ve üslubunu öğrendikten sonra hiç zorlanmadım. Sözlüklerle, adım adım öğrendim.

Risalelerle ilk karşılaştığınızda kaç yaşındaydınız?
28. ıngiltere'de Durham Üniversitesi'nde Ortadoğu çalışmaları üzerine lisans yapmış ve doktoraya başlamıştım. ıslamiyet'e ilgim vardı. 70'lerde bütün gençler arayış içindeydi. Ben de herkes gibi hayatın manası nedir, diye soruyordum. Umumi bir protest hava vardı. Dünyanın çeşitli bölgelerinde mahrumiyet içinde yaşayan insanlar için adalet ve eşitlik isteyen o gruplara katılmadım. Giderek ıslamiyet ile daha fazla ilgilenmeye başladım. Said Nursi'nin bazı kitapları Amerika'da tercüme edilmişti. Bir Türk verdi bana. Çevremde yabancı talebeler vardı. Araplar, Türkler, Malezyalılar... Onlar iyi insanlardı. Sonra Ramazan geldi ve ben oruç tuttum. Müslüman değildim henüz. Fakat Ramazan'ın sonunda namaz kılmaya başladım. O arkadaşlardan biri fotokopi vermişti bana; abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır falan, o kâğıda bakarak öğrendim. O sene Müslüman oldum; fakat bu uzun bir sürecin son noktasıydı. Müslüman olduktan sonra orada kaldım ve Risalelerle ilgilendim. Hoşuma gitmişti; çünkü iman meseleleri hakkındaydı. Tercümeleri azdı. Daha iyi anlayabilmek için, kendi kendime sözlüğe bakarak kelime kelime tercüme ettim. ılk tercüme ettiğim, Ene Risalesi'ydi. Yani insanın egosu üzerineydi. Çok enteresan buldum.

ınsan birdenbire bir dini bırakıp öbür dine nasıl geçer?
Ben Katolik olarak yetiştirildim. Rahibelerin yönettiği bir okula gitmiştim. Fakat ayrıldıktan sonra katıldığınız dünyada, önceden öğrendiğiniz dinle ilgi kuramıyorsunuz. O zaman dini bıraktım. Din okulda kaldı. Bu okul bizim ailenin geleneğinde var. Bütün kardeşlerim, hepimiz bu gibi okullara gönderilmiştik. Bir din okulu burası, bir manastır. ılkokuldan başlayarak üniversiteye kadar devam eden... Fakat çok akademik bir yer değildi. Dış dünyaya kapalı bir yerdi. Okulun dışındaki dünya bambaşka tabii.

Anne ve babanızla dinî mevzuları konuşuyor muydunuz?
Hayır. Zaten babam hastalandı ve öldü. Nesi vardı bilmiyorum. Ailemle diyaloğum yoktu. Hepsi dindar insanlardı. ısteseydim konuşabilirdim. Fakat fazla sorgulamadım. Okulum yatılıydı. Bazı tatillerde evimize bile gidemedim. Bazı problemler, hastalıklar vardı. Birbirimizden kopuktuk.

Müslüman oluşunuzu aileniz nasıl karşıladı?
Belki bırakırım diye baskı yapmadılar. 31-32 yaşındaydım, fazla bir şey yapamazlardı. ıngilizler böyle durumlarda büyük tepki vermezler zaten.

1985'te Türkiye'ye geldiğinizde bir kültür şoku yaşadınız mı?
Yaşamadım. ıngiltere'de iki-üç sene Müslüman olarak yaşadıktan sonra buraya geldiğim için sorun olmadı. Daha ziyade Fatih'te kaldım.

Koyu dinî bir muhitte, tek başınıza bunalmadınız mı?
Yok. Yaşamımı sürdürebildim. Memnun oldum aslında. ınsanlar yer bulmama ve eşya teminine yardımcı oldular.

Entelektüel olarak Risale okumak ayrı şey, farklı kültürde insanlarla yaşamak ayrı şey...

Tabii o zaman yeni Müslüman'sınız, öğrenmek istiyorsunuz. Gözünüz başka şey görmüyor. Yaşam tabii farklıdır burada. Fakat tek başınasınız, herhangi bir baskı altında değilsiniz. Eski halimden koptuğum için fazla zor gelmedi bana yani. Ondan sonra evlendim.

Müslüman olur olmaz örtündünüz. Örtünmenin bin türlü yolu var. Siz en geleneksel şeklini tercih etmişsiniz. Neden? Çünkü bulunduğum yerdeki Müslümanlar böyleydi. Onların da çoğu Arap'tı. Böyle gördüm, böyle uyguladım.

ıngiltere'yi özlüyor musunuz?
Hayır. Faydası yok yani özlemenin, kendini yormanın. ıstemeseydim buraya gelmezdim. Güzel bir yer burası.

Dilinizi özlüyor musunuz?
ıngilizce kitap okuyorum. Bu yüzden daha ziyade ıngilizce düşünüyorum. Ama Türkçe konuşuyorum.

Ana dilinizi fazla kullanmıyorsunuz. Ülkenize gitmiyorsunuz. ıstanbul'da da farklı ortamlarda bulunmuyorsunuz. Bu kadar içe dönüklük iyi mi kötü mü?
Ben iyi ya da kötü diyemem. Böyledir yani. ınsan duruma göre hareket ediyor.

Mary Weld'i özlüyor musunuz?
Yok, hiç özlemiyorum. Her şeyin seyri vardır. Elhamdülillah, önceki hayatımda okumasaydım, şöyle böyle yapmasaydım bu işi yapamazdım. O zaman şükretmek lazım.

Evinize baktım. Burada kendi kişiliğinizin yansımalarını görmek istedim. ıngiliz stiline dair hiçbir iz yok…
Niye olacak ki? ışte böyledir. Alıştık zaten. Bizkaç senedir buradayız. Ben daha ziyade evdeyim. Yazıyorum, tercüme yapıyorum. ıngilizce olarak daha ziyade Risale-i Nurları dışarı tanıtmada çalışıyorum. 91'den beri her iki senede sempozyumlar oluyor biliyorsunuz.

Said Nursi bugün yaşasaydı ona ne sorardınız?
O 1960'ta vefat ettiğinde demirperde, Sovyet Bloku vardı. Komünizme ve materyalist cereyanlara karşıydı. Tabii zahiren, dünyanın durumu çok değişti. Fakat esasen belki o kadar fazla değişmedi yani. Cenab-ı Hak'tan gelen mesajlarla modernizm, Darvinizm, ateizm gibi salt aklın ürettiği cereyanları mukayese eder ve insanlığın saadeti ve kurtuluşu ancak vahiyle olur der. şimdi 2006'dayız. Demirperde yıkıldı, yeni dünya düzeni, globalizm var. Fakat bu iki cereyan devam ediyor. Aslında o topyekün Batı'ya karşı değildi. Batı medeniyetinde vahiy, ısa Peygamber'in getirdiği mesajlar da vardı; fakat felsefe kısmı galip geldi. Belki şunu sorardım. Yani bu iki cereyan şimdi aynen devam ediyor mu? Yani vahiy ve felsefe mukayesesi modelini bugünkü dünyayı anlamak için kullanabilir miyiz? Çünkü v ahiy galip olmazsa, dünyaya anarşi hakim olur demişti. Ve biz gördük bunu.

Bu, cevabını bildiğiniz bir soruyu onaylatmak olurdu. Ben olsam ona "Senin bıraktığın Kürtler ile şimdiki Kürtler arasındaki farklar neler?" diye sorardım. Çünkü kitabınızdan öğreniyoruz ki "Kürtler ecnebi himayesinde bir muhtariyeti asla kabul etmezler. Onun yerine ölmeyi tercih ederler." diyor o zamanki isyanlar sırasında. Bugünkü manzaraya baktığında acaba ne söylerdi?
Said Nursi, ilk önce Kürtlere Müslüman olarak baktı. şimdiki durumları hakkında bir şey söyleyemeyeceğim. Fakat, Said Nursi, o zaman -ki bu iki makalesi 1920'de, Paris Barış Konferansı esnasında, emperyalist oyunların oynandığı günlerde yazılmış- Kürtlerin Müslüman kimliğini ön plana çıkartarak onları bu oyunlarda kendilerini kullandırmamalarını istedi. Said Nursi, hep birlik ve bütünlük için çalıştı.

Said-i Nursi bugün yaşasaydı Ermeni, Yahudi ve Rum azınlıkların problemlerine bakışını merak etmez miydiniz?
Sorunuzu tam anlayamadım. şimdi, teorik olarak azınlık yoktur ki problem olsun. Fakat belki hatırlatmakta fayda var: ıkinci Meşrutiyet yıllarında Said Nursi meşrutî hükümeti ve dolayısıyla bütün Osmanlı unsurlarına eşit sivil ve siyasî haklar verilmesini, can-ı gönülden destekledi. Meşrutiyet'in hem ıstanbul'da hem Doğu Anadolu'da halklara kabul ettirilmesi için gayret gösterdi. Ayrıca eşit hakların vs. verilmesi hakkındaki argümanlarını ıslam şeriatından alınmış prensiplerle destekledi. Kendisi için bu mesele problem teşkil etmedi ve onu gerekli gördü.

Said-i Nursi Batı'da diğer Müslüman düşünürler kadar çok tanınmıyor. Size göre onun diğerlerinden farkı nedir?
Batı'da Said Nursi diğer Müslüman düşünürler kadar tanınmış değil; ama her geçen gün orada neşredilen kitap, makale vs. sayesinde çok daha iyi tanınıyor. Bana göre, Batılılar ve Müslüman olsun olmasın bütün insanlar için önemi şundan: ıslam'ın esas akide ve inançları için ikna edici kanıtlar sunması, Kur'an'dan alınmış bir düşünce sistemi çerçevesinde bir insanın kendi düşüncelerini kolayca açıklayabileceği iman ve imansızlık tahlillerini takdim etmesi, bulunduğumuz dünyayı Allah'ın varlığını bildiren ayetler olarak görmeyi öğretmesi… Bu yaklaşım, Batı'da Aydınlanma sonrası düşünce cereyanlarından ortaya çıkan birçok sorunu çözüyor, varlığın dünya ve ötesiyle uyumlu bütünlüğünü ispat edip inanan insanı inşa ediyor. Bana göre, Risale-i Nurların Batı'ya vereceği çok şey var. Çünkü post-modern veya post-post modern bir ortamda olan insanlar "spirituality" içinde arayışlarına cevaplar arıyorlar ve maalesef sık sık yarım hakikatlerle veya sapık akımlarla yollarını şaşırıyorlar.


Nuriye Akman'ın röportajıdır...

2

04.09.2006, 09:08

Nuriye Akman denen kadını hiç mi hiç sevmiyorum, sevemiyorum, keşke röportajı başka biri yapsaydı.

Bu röportajın devamı olan haberi haber7.com da okumuştum, yorumun birine bakın "Madem dine imana hizmet ediyor bu adamlar, bak şu röportaja, bir kere bile Hz.Peygamber a.s.m. ismi geçmemiş, falan fisman fişmekan.." gidiyor böyle.

Ne kadar sığ, ne kadar alçak, ne yadar yüzeysel, ne kadar anlayışssız bir zihniyet bu yahu! Allah akıl fikir versin ne diyim, kim dolduruyor insanları böyle bize karşı.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

3

04.09.2006, 09:18

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

Nuriye Akman denen kadını hiç mi hiç sevmiyorum, sevemiyorum, keşke röportajı başka biri yapsaydı.

Bu röportajın devamı olan haberi haber7.com da okumuştum, yorumun birine bakın "Madem dine imana hizmet ediyor bu adamlar, bak şu röportaja, bir kere bile Hz.Peygamber a.s.m. ismi geçmemiş, falan fisman fişmekan.." gidiyor böyle.

Ne kadar sığ, ne kadar alçak, ne yadar yüzeysel, ne kadar anlayışssız bir zihniyet bu yahu! Allah akıl fikir versin ne diyim, kim dolduruyor insanları böyle bize karşı.


Ben de hoşlanmıyorum ama kadın iyi röbortaj yapıyor.
Zaten dikkat ettiyseniz sorulan sorularda maneviyat yok.daha cok şükrran vahide ablamızın maddi mevkisine yönelik sorular sormuş ve merak etmiş.
Soruş tarzı ve beklentileri bunu gayet açık gösteriyor.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir