Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

01.09.2006, 16:46

barla modeli

Barla modeli
Ümit şimşek




Bediüzzaman’ın Barla hayatından ve o dönemde onun talebeleriyle olan mektuplaşmalarından hareketle sizi Barla Modeli’ni yazmaya sevkeden unsur neydi? ‘Barla Modeli’ derken, özellikle neyi vurgulamak istiyorsunuz?


Risale-i Nur Külliyatı içinde “Lâhikalar” adıyla anılan ve sırasıyla Barla, Kastamonu ve Emirdağ Lâhikalarını içeren yazışmalar önemli bir yekûn tutar. Bunlar, Risale-i Nur’un hizmet boyutuyla ilgili çok önemli belgelerdir. Bir bakıma bu eserlere, Risale-i Nur’un imana dair bahislerinin hayata yansıması olarak da bakabiliriz. Üstelik bu hayat çok eskilerde kalmış, başka yerlerde yaşanmış bir hayat değil, bizim ülkemizde, bizim toplumumuzda ve bizim zamanımızda yaşanmış bir hayattır. Bu yönüyle, Lâhikaların, insan hayatında imanı ateşleme potansiyeli çok yüksektir. Hattâ şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Lâhikalardan soyutlanmış bir şekilde Risale-i Nur’u kavrayabilmek mümkün değildir. Onun için, “Risale-i Nur’u nasıl daha iyi anlayabiliriz?” şeklindeki sorulara her zaman için verdiğim bir cevap var: “Onu Lâhikalarla beraber okuyun.”

Lâhikalar deyince de, Barla Lâhikası, hizmetin ilk olarak ortaya çıktığı yerde ve zamanda yazılmış mektuplardan meydana geldiği için, hiç kuşkusuz, önemli bir yere sahiptir. Burada bir hizmet modeli çıkmış ve şekillenmiştir. Bu hizmet modeli, olayların seyrine bırakılmış, şartların sürüklemesiyle teşekkül etmiş bir model değildir. Bu, elinde hiçbir maddî güç olmayan tek bir adamın, geri kalan dünyayı hiçe sayarak, sadece ideali üzerinde yoğunlaşması, ama ne yaptığını bilerek, nereye doğru adım attığını ve bu dünya üzerinde nasıl bir değişiklik vücuda getirmeyi amaçladığını kesin bir şekilde belirlemiş olarak bir çığır açması ve bu çığırla bütün bir âleme meydan okumasıdır.

Diğer yandan da, böyle bir ideal adamına, toplumun çeşitli kesimlerinden verilen cevaplar vardır ve bunlar da son derece ilgi çekici, hayret uyandırıcı cevaplardır. Bu itibarla, Barla’da teşekkül etmiş olan hizmet modelinin, bence iki veçhesi var:

Birincisi, Risale-i Nur hizmetinin anlaşılmasına yönelik veçhesi.

Diğeri de, hangi inançta olursa olsun, bütün ideal adamlarına ışık tutacak veçhesi.

Kısacası, bu dünyaya bir hiç olarak gelip buradan bir hiç olarak gitmeye razı olmayan, bu hayat içinde birşeyler yapmak isteyen herkesin, bence, Barla’da olup bitenlerden alabileceği bir pay vardır.


Bediüzzaman’ın sonraki hayatından ve o dönemdeki mektuplaşmalarından hareketle, meselâ bir ‘Kastamonu Modeli’ veya ‘Emirdağ Modeli’nden söz edilebilir mi sizce? Cevabınız ‘evet’se, bu yönde bir çalışmanız sözkonusu mu? Yok eğer cevabınız ‘hayır’sa, neden hayır?


Gerek Kastamonu, gerekse Emirdağ dönemlerinde yazılan mektupların da, genel çizgi içine düşmekle beraber, kendilerine ait özellikleri vardır şüphesiz. Ama bunlara model diyemeyiz. Model Barla’da teşekkül etmiştir. Zaten hadisenin hayret verici yönü de buradadır. Daha sonraki yıllarda içinden geçilen şartlara ve haricî güçlerin bütün zorlamalarına rağmen, Barla Modelinde bir değişiklik vücuda gelmeden, bir hizmet çizgisi, Bediüzzaman’ın hayatının sonuna kadar korunmuştur. Bu, işin sonunu en başından gören, hattâ en görülmeyecek yerden gören son derece keskin bir bakışın ürünüdür. Bununla birlikte, bir model olarak değil, ancak içeriklerinin incelenmesi yönünden, Kastamonu ve Emirdağ Lâhikalarının üzerinde de muhakkak çalışmalar yapılmalıdır ve inşaallah yapılacaktır.


Bediüzzaman’ın Barla’da talebeleriyle birlikte gerçekleştirdiği türden bir beraberliği birçok veçhesiyle irdeliyorsunuz kitabınızda. Bu arada, bu modelin ‘saygı ve özgürlüğün, hürmet ve hürriyetin bir arada mükemmel bir şekilde gelişeceği’ni gösterdiğini söylüyorsunuz. Açabilir misiniz?


Hürmet ve hürriyet, veya yeni deyimle saygı ve özgürlük, birbirine zıt kavramlar değildir. Tam tersine, birinin varlığı, diğerinin varlığını da zorunlu olarak gerektirir. Eğer bir yerde bu iki kavramdan biri eksikse, diğerinin de içeriğini sorgulamak için yeterince neden vardır. Özgürlük var da saygı yoksa, bu, “fazilet” başlığı altında incelenecek bir özgürlük ve insanî bir nitelik olamaz. Özgürlüğün olmadığı bir yerdeki saygıdan da, gelse gelse istibdat kokusu gelir. Bediüzzaman, özgürlüğü, imanın bir vasfı olarak sayar ve “ıman ne kadar mükemmelse, hürriyet o kadar parlar” der, buna örnek olarak da Asr-ı Saadeti gösterir. Tabii, burada, Asr-ı Saadetin incelenmesi gibi derin bir konu da karşımıza çıkıyor. Ama bence bu konu, Risale-i Nur talebelerinin hiçbir zaman uzağında kalmaması gereken bir konudur. Çünkü Bediüzzaman, Risale-i Nur’un hizmet metodunu “Sahabe mesleği” olarak tanımlar. Sahabenin Hazret-i Peygamberle birlikte yaşadığı hayatın esaslarına ve inceliklerine nüfuz etmeden bu mesleği anlamak ve yaşamak ne derece mümkün olabilir?


Bediüzzaman’ın Barla’daki talebelerini, “hocasına karşı büyük bir saygı içinde, ama o derece de fikir özgürlüğünü koruyan bir tavırla konuşan, konuşabilen” kişiler olarak tarif ediyor ve “Bediüzzaman’ın insanları tornaya sokarak tek tip bir kişiliğe kavuşturmak, her zaman her hâdise karşısında tıpatıp aynı tepkileri veren robotlar hâline getirmek gibi bir niyeti olmamıştır” diyorsunuz. Bu zamanda özellikle dinî, imanî hizmet camialarında böyle bir problem mi görüyorsunuz ki, bu vurguyu yapıyorsunuz?


Bu problem, toplumun genel bir problemidir. Hattâ bir rejim problemi de diyebiliriz buna. Yasalarımız, Millî Eğitim Bakanlığına, “Türk milletinin bütün fertlerini” belirli özelliklere sahip, belirli konularda aynı tepkileri veren insanlar hâline getirme görevini veriyor. Ancak bu kusur, bulaşıcı bir kusur olarak, ona tepki gösterenlerde de görülebiliyor. Yani insanlar, kendi çocuklarının devletin şekillendirdiği bir robot olma tehlikesine, onları kendileri başka özelliklere sahip birer robot olarak şekillendirmek suretiyle cevap verebiliyorlar. Torna yine bâki, ama farklı bir torna, o kadar. Bediüzzaman’ın böyle bir sonuca karşı aldığı önlemler, mektuplarında açıkça görülüyor. Meselâ Barla Lâhikasındaki en önemli prensiplerinden birisi, “Birbirinizin faziletlerine naşir olunuz” şeklinde ifade edilmiştir. Bu, insanların birbirine baktığı zaman, kendilerinden farklı özelliklerini ve güzelliklerini bulup çıkarmak ve onu yaymak niyetiyle bakmaları demektir. Uygulamayı incelediğimiz zaman da aynı durumla karşılaşırız: Bediüzzaman’ın etrafında tek tip insan olmamıştır. Eğer olsaydı, herşeyden önce, talebelerinin de kendisi gibi giyinmesi, kendisi gibi yiyip içmesi gerekirdi; çünkü çoğunlukla insanlar tornaya kılık kıyafet tarafından sokulur. Ancak Bediüzzaman, bir Nur talebesinin özelliklerini, üç ana madde hâlinde özetlemiş ve bunu Barla Lâhikasının başına yerleştirmiştir. Bunlar da bütünüyle ideali ilgilendiren konulardır ve talebelerinin davranışlarını belirli bir disiplin altına sokmak gibi bir amacı yoktur.


Kitabınızda, Bediüzzaman için “ınsanlardan her bir ferdin, başka canlılardaki bir tür kadar zenginlik gösterebileceği düşüncesindedir; insandaki bu potansiyeli harekete geçirmek ise, onların önünü açarak bir fazilet yarışında alabildiğine serbestlik sağlamakla mümkün olabilir” diyorsunuz. Bu zenginliğin bir ‘çatışma’ potansiyelini de barındırdığı ihtimali geliyor insanın aklına. Mâlûm, zevklerin ve renklerin farklılığı... Okurken, kitabınızda cevabını tam olarak bulamadığım bir soru uyandı zihnimde: Barla Modeli’ni size ilham eden bu insanlar, aralarında hiç mi bir problem veya çatışma yaşamadılar? Yaşadılarsa, bunları nasıl aşabildiler?


Bu insanların, aralarında hiçbir problem yaşamadıklarını düşünmek, elbette ki mümkün değildir. Ama bu konuda elimizde çok fazla bilgi yok. Veya, belki de o günün şartları altında bir arada bulunma şansları pek yoktu; bu da problemlerin azlığında etkili olabilir. Ayrıca, hizmetin ilk andaki tazeliği, o heyecanın çok daha saf bir şekilde yaşanmasını netice veriyor ve bu heyecan içinde, hayatın en büyük problemleri bile küçülüp gidiyordu. Ama fikir ayrılıklarına dair ipuçlarını mektuplarda yer yer görebiliyoruz. Meselâ, o günün şartları içinde açığa vurulduğunda tehlikeli olabilecek bir bahsin yayılmasını, Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Ünlükul uygun görmemiş, Hulûsi Yahyagil ise bu görüşe karşı çıkmıştır. Bediüzzaman’ın bu ihtilâfta Hulûsi Beyi haklı gördüğünü görüyoruz; bunu, Barla Lâhikasındaki mektubunda açıkça dile getirmektedir. Böyle bir durumu, az önce sözünü ettiğimiz saygı ve özgürlük kavramlarından herhangi birinin eksikliği durumunda, çok daha başka şekillerde değerlendirmek mümkün olabilirdi. Ancak Bediüzzaman, hâdiseyi sadece bu yorum farklılığı boyutlarında ele almış ve doğru olan yorumu işaret etmiş; bunun ötesinde, yanlış yorumu suçlayıcı, dışlayıcı veya aşağılayıcı bir ifade kullanmamıştır. Sanırım, bundan da alınacak çok dersler var.


Barla Modeli’nde, Bediüzzaman etrafında oluşan iman hizmetinin her sınıftan, her düzeyden insanı içinde barındırdığını söylüyorsunuz. Seçkincilik veya avâmcılık gibi uçlara kaymadan bu çeşitliliğin başarılması zor. Nasıl başarıldığını merak ettiğim gibi, nasıl sürdürülebildiğini de merak ediyorum doğrusu. Nasıl başardılar?


Bu, dünyada, birkaç cümle ile açıklanması en zor olan şeyler arasında yer alsa gerektir. Ama özet olarak, ilhamın doğrudan doğruya Kur’ân’dan alınmış olması, asıl etkendir diyebilirim. Tabii, kime sorsanız ilhamını Kur’ân’dan alıyordur ve pek çoğu da böyle demekte haklıdır. Ancak Bediüzzaman, bir yandan Kur’ân’ın mesajını, diğer yandan toplumun ihtiyacını çok iyi yakalamış ve her ikisine de yaklaşma açısını çok iyi belirlemiş olmanın avantajına sahiptir. Hattâ, o günün toplumunu da değil, yüzyıllar sonrasının kuşaklarını kendisine muhatap olarak seçmişti Bediüzzaman. Bunda ne kadar başarılı olduğunu da zaman açıkça gösteriyor.

Konunun içerikten başka bir de üslûp yönü var ki, Risale-i Nur’ların toplumun bütün kesimlerini birden cezbetmesinde çok büyük etkendir. Bu etkinin kaynağı da belâgatte aranmalıdır düşüncesindeyim; çünkü beliğ bir kelâmın en önemli bir özelliği, “avâmın onun mânâsını anlaması, havâssın da meziyetlerini zevk etmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Risale-i Nur’un bu özelliği müstesna bir şekilde yansıttığı meydandadır. Tabii, bu konuda da, onun önünde, Kur’ân örneği var; oradan ilhamın nasıl alınmış olduğu, uzun uzadıya akademik çalışmaların konusu olabilecek bir potansiyele sahiptir.


Barla’da Bediüzzaman’ın yazdığı risaleler etrafında gerçekleşen beraberliği ‘bir kitap hareketi’ olarak tarif ediyor ve ‘çeşitli halk tabakaları arasında yayılsa da, bir ilim zeminine oturduğu’nu söylüyorsunuz. “Zaten onun ayırıcı özelliği de ilmi halka götürmesindeki başarısıydı” diyorsunuz. ‘ılmi halka götürmek,’ bir diğer açıdan ‘halkı ilme götürmek’ anlamına mı geliyor?


Kitap hareketi üzerinde ne kadar durulsa azdır. Ne olursa olsun, bilgi de, hizmet de, sağlam esaslara ve sağlam kitaba dayanmak zorundadır. Aksi halde kulaktan dolma bilgiler, hurafeler, kısa zamanda işi içinden çıkılmaz hâle getirir. Zaten Risale-i Nur’un esası, bizzat Müellif tarafından, delil ve bürhan olarak açıklanmıştır. Fakat bu kitap, sadece bir elit tabakanın değil, elitiyle ve avâmıyla bütün kesimlerin can ü gönülden benimsedikleri bir kitap olmuştur. Bu bakımdan ilim halka götürülmüştür diyebiliriz. Fakat diğer şık da aynı geçerliliğe sahiptir; hattâ onsuz olmaz diyebiliriz. ılim, eğer ilim olarak kalacaksa, her seviyedeki halkın seviyesinde bir yükseliş vücuda getirecektir. Bunu da maddî bir şekilde ölçmek her zaman için mümkündür: Bu eserlerin üzerinde sürekli olarak çalışanların, zaman içindeki gelişmelerini takip edebilirsiniz.


Barla Modeli, Morötesi Yayınları’nın Risale Kitaplığı dizisinin ilk kitabı. Onu hangi kitaplar takip edecek?


ıkinci kitabın konusunu veya adını hemen verebilecek durumda değilim. Ancak, Risale-i Nur’un doğrudan doğruya Kur’ân’ı inceleyen ve onun anlaşılmasında okuyucuya yöntemler gösteren bölümleri ile ilgili müstakil çalışmalar, inşaallah bu dizide yer alacak. Bu arada, az önce de geçtiği gibi, diğer Lâhikalar da imkânların ve zamanın müsaadesi nispetinde ele alınacak. Tabii, bu dizide, tek bir kalemin değil, inşaallah, daha pek çok kalemlerin çalışmaları da yayınlanacak.


usimsek@morotesi.com

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir