Cüz ile cüzî, Küll ile küllî
“Bir küll ne şeye muhtaç ise, cüz’ü de o şeye muhtaçtır.”
Mesnevî-i Nuriye
“şu kâinatta, şu görünen tasarrufat ve ef’âl ile hükmeden Sâni’-i Kadîr’in kudretine nisbeten, en büyük küll en küçük cüz’ kadar kolay gelir. Efratça kesretli bir küllînin icadı, bir tek cüz’înin icadı kadar sühuletlidir. Ve en âdi bir cüz’îde, en yüksek bir kıymet-i sanat gösterilebilir.”
Sözler
Cüz, “kısım, parça”, küll ise, “tüm, bütün” demektir. ınsan bedeni bir küll, bir bütündür. Her bir organ ise o bedenin bir cüzü, bir parçası. Arz küresinin tümünü bir küll olarak değerlendirdiğimizde, dağlar, ovalar, denizler o küllün cüzleri olurlar. Güneş sistemimiz bir küll, her bir gezegen ise o küll’den bir cüzdür. Ve nihayet, insan-ı ekber denilen kâinat da bir küll; onu teşkil eden her sistem, her yıldız, her gezegen, her atom, her molekül o büyük insanın organları, hücreleri gibi.
Nur Külliyatında, “bir küll ne şeye muhtaçsa cüzü de o şeye muhtaçtır” buyrulur. Bir elin vazife görmesi için bütün bir bedenin ahenk içinde çalışması gerekiyor. Bedenin çalışması da kâinattaki bütün sistemlerin nizamına bağlı. Demek ki, bir parmak neye muhtaçsa bütün bir beden de o şeye muhtaç. Ve kâinatta kim tasarruf ediyorsa, parmağımızın hareketini yaratan da ancak O.
Ağacın tümü için olduğu gibi, bir tek yaprak için de baharın gelmesi, dünyanın dönmesi, yağmurun yağması, güneşin doğması gerek. Bütün bir âlemin mâliki kim ise, ağacın da, yaprağın da sahibi O. Yoksa, yaprağı ağaç yapıyor değil.
Cüzî ve küllî kelimelerine gelince, sözlük manalarıyla, küllî, ‘bütüne ait, külle mensup’; cüzî ise ‘parçaya ait, parçaya mensup’ demek oluyor. Istılahta ise durum oldukça farklıdır.
Seyyid şerif Cürcânî’nin Tarifat adlı eserinde, “küllî”, ‘tasavvuru ortaklık vukuunu men etmeyen şey’, “cüzî” ise ‘tasavvuru ortaklık vukuunu men eden şey’ olarak tarif edilmiş ve küllî için “insan”, cüzî için ise “Zeyd” misâl verilmiştir.
Zeyd ismi ülkemizde kullanılmadığı için onun yerine Hasan diyerek bu tarifleri şöyle açıklayabiliriz:
ınsan denildiği zaman bütün bir insanlık âlemi hatıra gelir. Bu topluluktan birisine insan denilmesi diğerine de denilmesine mâni değil. Yani bu küllî mânâ, ortaklığı men etmez. Ama cüzî, ortaklığı men eder; ismi Hasan olan birisine Osman diyemezsiniz. Hasan da Osman da ortaklığı kabul etmeyen müstakil isimlerdir.
şu cümle dikkatle incelendiğinde küllînin ıstılah mânâsı çok daha iyi anlaşılıyor:
“şu kâinatta, şu görünen tasarrufat ve ef’âl ile hükmeden Sâni’-i Kadîr’in kudretine nisbeten, en büyük küll en küçük cüz’ kadar kolay gelir. Efratça kesretli bir küllînin icadı, bir tek cüz’înin icadı kadar sühuletlidir. Ve en âdi bir cüz’îde, en yüksek bir kıymet-i san’at gösterilebilir.” (Sözler)
En büyük küll olarak bütün bir kâinatı, en küçük cüz olarak ise bir atomu alabiliriz. ıkisinin yaratılışı arasında ılâhî kudret için bir kolaylık, yahut zorluk söz konusu değil.
“Efratça kesretli bir küllî,” ifadesi üzerinde önemle durmak gerekiyor. Demek ki, küllînin fertleri var. Küllün ise fertleri değil parçaları, kısımları vardır.
ınsan dediğimiz zaman bütün insanları içine alan küllî bir mânâ hatıra gelir. Her bir insan bu küllînin bir ferdidir. Bu ifadeye göre bütün insanların yaratılmasıyla bir insanın yaratılması arasında fark olmadığı anlaşılır. Nitekim Kur’an şöyle der:
“Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir.” (Lokman Suresi, 2
Aynı mânâyı diğer küllî ve cüzîlere de tatbik edebiliriz. Bütün çiçeklerle bir çiçeğin, bütün yıldızlarla bir yıldızın, bütün atomlarla bir atomun yaratılışı arasında fark yok.
Küllî, bir cins, bir topluluk, bir şahs-ı manevî; cüzî ise o küllînin bir ferdidir. Küllî ile cüzî aynı isimle anılırlar, ama küll ile cüze aynı isim verilmez. ınsan küllî bir mânâ, bir tek insana da insan diyoruz. Ama tek bir insanı bir küll olarak düşündüğümüzde onun, meselâ, koluna insan diyemiyoruz; bir ağacın yaprağına yahut dalına ağaç diyemediğimiz gibi.
Bir küllün parçaları yahut küllînin fertleri ayrı ılâhlara isnat edilemez. Parçayı kim yaratmışsa bütünü de o yaratmıştır; fert kimin mahlûku ise nevi de onun mahlûkudur.
Nur Külliyatının bazı cümlelerinde küllî ile küllün, yahut cüzî ile cüz’ün birlikte kullanıldığını görürüz. ılk bakışta aralarında bir fark yok gibi gelir. Ama kanaatimizce bunları tariflerine uygun olarak değerlendirdiğimizde bazı farkların mevcut olduğu anlaşılır.
Bir misâl:
“Evet ey insan! Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibarîyle; sağir bir cüz, hakir bir cüz’î, fakir bir mahlûk, zaîf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudat-ı seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun." (Sözler)
Bu cümlede insan için hem cüz, hem cüz’î denildiğini görüyoruz. “Sağir bir cüz” ifadesinde, bütün kâinat bir tek varlık olarak düşünülüyor ve insan bedeni bu âlemden bir cüz oluyor. “Hakir bir cüz’î” ifadesinde ise, bütün insanlar yahut bütün canlılar âlemi (küllî) içinde insan küçük bir fert (cüz’î) olarak kalıyor.
çok dikkatli okunmalı çünkü çok geçiyor risalei nurda selam