Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

29.07.2006, 20:45

Bediüzzaman 'ın Seyyidliği Meselesi

Bediüzzaman 'ın Seyyidliği



Birgün Emirdağ’da, Nur talebelerinden Ahmet Feyzi Kul’un Üstadın vasıfları ve yüksek makamından bahsedip cifir ve ebced hesabıyla çıkardığı tevafukları anlattığında, Osman Çalışkan’da, “Biz Üstadımızı Kürt olarak biliyoruz. Ahmet Feyzi Efendinin anlattığı büyük müceddit ise Âl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır” gibisinden bir şüphe uyanmıştı.

Bu hadiseden az sonra Bediüzzaman Hazretleri, Osman Çalışkan’ı yanına çağırmış ve “Kardeşim, ben hem Hasenîyim, hem de Hüseynîyim… Ahmed Feyzi’nin bütün söylediklerini kabul ediyorum. Haydi git!” demişti.1

Evet, Bediüzzaman’ın Kürt olması seyyidliğine engel değildir. Doğuda öyle aşiretler vardır ki Kürt oldukları halde bütünüyle seyyiddirler. Çünkü nesiller fetihler, göçler, farklı evlilikler sebebiyle zamanla dünyanın değişik yerlerine dağılmış, karışmışlardır. Meselâ Abbasîlerin yanlış tutumlarına tepki gösterdikleri için o günün tabiriyle Kürdistan bölgesine birkısım Ehl-i Beytin göç ettikleri bilinmektedir. Bediüzzaman’ın dedelerinin de bu göç esnasında buralara gelip yerleşmeleri mümkündür. Nitekim Bugün Mardin’deki Arvasîler, Hakkari’deki Ahmedîler ve Muş’taki Nehrîlerin Ehl-i Beytten2 oldukları düşünülürse, Kürt olmanın Ehl-i Beytten olmaya engel olmadığı açıkça görülür.

Nitekim, Hz. Üstadın, “Denizli Kahramanı” diye iltifat ettiği merhum Hasan Feyzi, onun Kürt olmasının seyyidliğine engel olmadığını, Kürdistan’da doğduğu için bu isimle anıldığını, böylece kendini gizlediğini söyleyerek3 bu gerçeği teyid eder.

Bediüzzaman’ın, Urfalı Salih Özcan’a da seyyidliğinden söz ettiğini görüyoruz. Salih Özcan ziyaretlerine geldiklerinde, nesebini sormuş, seyyid ve Hüseynî olduğunu öğrenmişti. Üstad da ona, “Ben hem Hasenîyim, hem de Hüseynîyim” cevabını vermişti.4

Nur Talebelerinin de Bediüzzaman’ın seyyidliği konusunda hiçbir tereddütleri yoktur. Meselâ Ahmed Feyzi, Zübeyr, Ahmed Nazif, Ceylan, Tabancalı, Salahaddin ve Sungur imzalarıyla neşrolan bir mektupta, Bediüzzaman’dan, envar-ı Muhammediyeyi (a.s.m.), maarif-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ve füyûzât-ı şem’-i ılâhiyeyi en şaşaalı şekilde parlatan, Kur’ân’ın ve hadisin riyazî [matematiksel] işaretleri kendisinde son bulan, Nebevî hitapları ifade eden âyet-i celilelerin riyazî beyanlarını kendi üzerinde toplayan kişi olarak bahseder ve şöyle derler:

“O Zât, hizmet-i îmaniye noktasında risaletin bir mir’at-ı mücellâsı [peygamberliğin parlak bir aynası] ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında [soyca] son dehan-ı hakikati [hakikati dile getiren dudağı] ve şem-i ılâhînin hizmet-i îmaniye cihetinde bir son hamil-i zîsaadeti olduğuna şüphe yoktur.”5


Dipnotlar:1- A. Badıllı, Bediüzzaman Said Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, 1:36. 2- A.g.e., s. 1:35. 3- Emirdağ Lahikası (Osmanlıca), s. 16. 4- Son şahitler, 3:238 (1994 Baskısı); Bediüzzaman Said Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, 1:35-39.5- şuâlar, s. 578.

05.07.2005

şABAN DÖğEN
Yeni Asya

2

30.07.2006, 10:14

Üstad'ımızın seyyid olduğunu biliyoruz. Peygamberimizin soyundan gelmiştir fakat soy kütüğünü bilen var mı? Yani kimlerden gelmiştir.


SElametle

3

21.10.2009, 18:31


“Üstadımız hem birinci, hem de ikinci Âl’dendir”


Tam tekmil son baskı Lem’âlar isimli eserde yer alan bazı Nur talebelerinin vâzıh izahlarında, Üstadlarının her yönüyle Ehl-i Beytten olduğuna dair kesin kanaat ve ifadeleri var.

İşte, “Büyük Ruhlu Küçük Ali”nin imzasıyla Yirmi İkinci Lem’ânın “Hatime”sinde yer alan “Haşiye”nin hülâsası:

“İmam-ı Ali Radiyallahu Anh, (’Eminnî mine’l-fecet/Kurtar, emân ve emniyet ver’ ve ‘Lâ tehşâ/Çekinme, korkma’) gibi kerâmetli kelimeleriyle, bizlerin hapisten, mahkemeden kurtulacağınıı hârika bir tarzda izhâr ediyor.

“Çünkü, evlâdından olan Gavs-ı Geylânî (ra), kendi omzunda Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın kademini (ayak izini) gördüğü gibi, evlâdından olan ve her asırda Âl-i Beytten gelen mehdî ve müceddit, verese-i enbiya olan muhakkikleri, fertleri görüp kendi kademini o mübarek gelecek zatlara basmış.

“Hususen, Risâle-i Nur müellifi zamanın Abdülkadir’i Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine, sâir evliyaya muhalif olarak müphem değil, sarihan haber vermesi, bizce birinci Âl’den olduğu kati’dir. Çünkü, sinek gibi bir mahlûkun Üstadımızı taciz etmemesi, neslinden olan Abdülkadir-i Geylânî’den irsiyet almıştır.

“Gerçi, Üstadımız mahkemede ehl-i vukufa karşı ikinci Âl-i Beytten olduğunu onlara ispat etti. Fakat, maksadı tam ihlâsa muvafık olduğu için, kendi şahsını azlediyor; Kur’ân’ın bir elmas kılıcı olan Risâle-i Nur’u gösteriyor.” (Age, s. 418.)

Bu son paragrafta bahsi geçen hadise, 1944′teki Denizli mahkemesinde cereyan etti. Üstad Bediüzzaman, bu hususta şunları kaydediyor: “..Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirtlerin bu itikatlarına göre, bana karşı demişler ki: ‘Eğer Mehdilik dâvâ etse, bütün şakirdleri kabul edecekler.’ Ben de onlara demiştim: ‘…Gerçi, mânen ben Hazret-i Ali’nin (r.a.) bir veled-i manevisi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselam bir mânâda hakiki Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim. Fakat, bu zaman şahs-ı manevî zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlâsa tam muhalif olmasından, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlası bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum’ dedim, o ehl-i vukuf sustu.” (Emirdağ Lâhikası, s. 232.)

Bu arada, Küçük Ali’in ifadeleri arasında geçen “birinci ve ikinci Âl-i Beyt”in izahına kısaca bakmakta fayda var.

Bu hususla alâkalı olarak, yine son baskı Lem’âların Dokuzuncu Lem’âsında şu ifadeler yer alıyor: “…Kat’iyen bil ki, Resul-i Ekrem Âl’dir; biri Aleyhisselâtü Vesselâmın iki Âl’i var. Biri, nesebîde şahs-ı mânevisi ve nuranîsinin Risâlet noktasındaki Âl’i var.” (Lem’âlar, s. 142; Y. A. Neşriyat)



4

21.10.2009, 18:32


Üstad hem seyyid, hem de şeriftir


Nur’un has şâkirdlerinden Büyük Ruhlu Küçük Ali (Isparta) gibi, Denizli kahramanı Hasan Feyzi Efendi de, Üstad Bediüzzaman’ın Âl-i Beytten olduğuna inanmış; hatta onun hem seyyid, hem de şerif olduğuna tam kanaat getirmiş bir âlim-i veli şahsiyettir.

Hasan Feyzi’yi Üstad Bediüzzaman’a götüren ve bağlayan pusula, kendisiyle aynı ismi taşıyan hocasının hocası olan zatın uzun yıllar önce talebelerine müjdelemiş olduğu kerâmetli bir haberdir.

Bu müjdeli haberle ilgili olarak Bediüzzaman Said Nursî’ye bir mektup yazan Milaslı Halil İbrahim, Üstadına hitaben şöyle diyor: “Muhterem efendim. Mesmuatıma nazaran (duyduğuma göre), Denizli de, bundan yetmiş seksen sene evvel (1877–78 yılları) büyük bir evliyadan Hasan Feyzi isminde bir zat, bir gün talebelerine, ‘Bugün Kürdistan’da bir evliya dünyaya geldi’ diye beşarette bulunmakla zât-ı devletlerini işaret buyurmuş.” (Emirdağ Lâhikası, s. 172.)

Şimdi, bu tek paragraflık ifadeden çıkarılabilecek birçok mânâ var. Bunlardan iki tanesinden kısaca bahsedelim.

Birincisi: Kendi mânevî şahsiyeti ile alâkalı bir mesele olduğu için, Üstad burada sükût etmekle iktifa ediyor. Yani, ne “Evet, o zat benden bahsediyor” diyor, ne de “Hayır, işaret edilen kişi ben değilim” diye reddediyor. İkincisi: Yine mânevî hüviyeti ile alâkalı olduğu için, bu müjdeli sözün içindeki bir tâbiri “evliya” şeklinde tâdil ediyor, değiştiriyor. Böylelikle, kendisine izafe edilen o kudsî hüviyeti gizliyor, örtüyor, setrediyor…

Burada bir gizlemenin, yahut perdelemenin söz konusu olduğunu şuradan anlıyoruz ki, bir kimse doğar doğmaz dünyaya “evliya” makamında gelmez. Bir kimse, sonradan evliya, ulemâ, urefâ, vesaire olur. “Bugün dünyaya geldi” denilen kişi, olsa olsa “beklenen”, yahut “tavzif edilen” bir zât olur. Dolayısıyla, söz konusu müjdeli haberin orijinalinde, “evliya” tâbirinin yerinde bir başka ifade vardır ki, onu da burada perdeyi yırtarcasına dillendirmek istemiyoruz. Âriflere bu kadarlık bir târif kifayetli olmalı.

Gelelim, Hasan Feyzi Efendinin, bir zamanlar “Said-i Kürdî” de denilen Üstad Bediüzzaman’ın zahirî ve batınî nesli, nesebi, hüviyeti ve milliyeti ile alâkalı düşünce ve kanaatlerine…



5

21.10.2009, 18:34

Hasan Feyzi, Üstadının zahiren Kürt olmakla beraber, hakikatte seyyid ve şerif oluğuna dair fikir ve itikadını şu sözlerle ifade ediyor:

“Ona (Bediüzzaman’a) ‘Kürdî’ denilmesi ve kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali’de (r.a.) görülen ‘Yâ müdrike’ kelimesinin hazf ve kalbiyle (tersinden ve düzünden iki mânâ: Ey Kürt ve ey idrak eden) ‘Kürt’ imâ ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürtlüğüne delâlet etmez ve onun mânevî silsile-i şerafet ve siyadetten (şerif ve seyyid olmaktan) tenzil ve teb’idini (düşürme ve uzaklaştırmayı) icap ettirmez.

“Bu isnad ve izafe (yani, onun Kürdî lâkabı), Kürdistan’da doğup büyüyen ve bu lâkapla mâruf ve meşhûr olan bu zâtın Risâletin-Nur’un tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir; yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir.

“Kürtçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup, hakikî hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mânâ ve maksadıyla değildir diye düşünüyorum.” (Emirdağ Lâhikası, s. 75.)

Nur’un has ve halis bir şâkirdi olan Hasan Feyzi’nin bu izah tarzı Üstad Bediüzzaman tarafından da tensip edilerek tasvip görmüş olmalı ki, lâhikaya derc edilmiş.

Uzunca bir mektuptan aldığımız bu kısacık iktibasın bilhassa son cümlesinde geçen “kendini setr ve ihfa” ile “hakikî hüviyet ve milliyet” ifadeleri üzerinde derinlemesine düşünmek lâzım. Meselâ, “Neden ve niçin ’setr ve ihfâ’?” Ve meselâ “Nedir şu ‘hakikî hüviyet ve milliyet’?”

Evet, ayrılığına dayanamayacak kadar Üstadına bağlanan Denizli kahramanı Hasan Feyzi, Üstad Bediüzzaman tarafından isimlerinin yanına “sistem” tâbirini koymuş olduğu üç sâdık talebesinden biridir. Sistem, yani “model kişilik”, yahut “örnek şahsiyet” demektir. Diğer iki talebe ise, biri İslâmköylü Hafız Ali, diğeri de Ermenekli Zübeyir Gündüzalp’tir.



6

21.10.2009, 18:35


Bu arada, Son Şahitler isimli eserde yer alan hatıra notlarından anlaşıldığı kadarıyla, Üstad Bediüzzaman, kardeşlik bağlarıyla yakınlık duyduğu Emirdağlı Osman Çalışkan ile Urfalı Salih Özcan’a da, hususî sohbet çerçevesinde, hem anne tarafından, hem baba tarafından evlâd-ı Resûl olduğunu, yani neseben de Seyyit ve Şerif olduğunu ifade etmiş bulunuyor.


Muhtemelen bu iki zatın da Üstad Bediüzzaman’ın neslen seyyid olduğuna dair bazı tereddütleri vaki olmuştur ki, hususî ve istisnaî bir izaha ihtiyaç duyulmuş.

Tereddüt yaşamayanlar

Risâle-i Nur dairesi içinde “saff-ı evvel” diye de tâbir edilen Nurun ilk talebeleri, üstadları olan Hazret-i Bediüzzaman’ın manevî şahsiyet ve hüviyeti hakkında herhangi bir tereddüt dahi yaşamadılar.

Bu yüzden onlar, hiç çekinmeden hayatlarını aziz Üstadlarına ve Nur’un kudsî hizmetine seve seve fedâ ettiler. Hapis, sürgün, zindan, işkence demeden, gönül rahatlığıyla her türlü zahmete, meşakkate katlandılar.

Üstelik, dünyevî ve maddî hiçbir karşılık, hiçbir menfaat beklentisi içinde olmadan…

Zira onlar, kelimenin tam mânâsıyla birer dâvâ adamıydı. Üstadlarının seyyid ve şerif, yani Âl-i Beytten olduğuna tereddütsüzce inandıkları gibi, Mehdiyet noktasında da başkaca herhangi bir arayış, yahut beklenti içinde değillerdi.

Risâle-i Nur, bu meseleleri hallettiği için, onlar da buna tam kanaat ile, bu merhaleyi aşmışlardı. Kime ve neye hizmet ettiklerini gayet iyi biliyorlardı.

Evet, hizmetinde iken de, Üstadlarının manevî makam ve hüviyetini bilâtereddüt biliyorlardı. Ama, onlar buna rağmen hiç gevşemediler. Bir yandan okuyup kendilerini yetiştirmeye, bir yandan da Nurun hizmeti için dört bir yana koşturmaya devam ettiler. Zaten, asıl mühim mesele de bu değil miydi: Dâvâyı iyi anlamak ve hizmet yolunda üstün gayret sarf etmek.

(Yeni Asya, M. Lâtif Salihoğlu)

7

22.10.2009, 07:52

Bediüzzaman'ın Seyyidliği...

Üstad'ımızın seyyid olduğunu biliyoruz. Peygamberimizin soyundan gelmiştir fakat soy kütüğünü bilen var mı? Yani kimlerden gelmiştir.


SElametle





Cizre taraflarından, İslam'ı öğretmek amaçlı olarak, üç yüz sene öncesi,Bitis-Hizan-Nurs karyesine gelip yerleşmişlerdir. Alim ve fazıl bir ailedir. Şartlar zordur, tabiat çilelidir. insanlar Din'in hakikatlerine muhtaçtır.
Üstad'ın babası Mirza Efendi'dir.Neseben Evlad-ı Resul'dendir. Annesi Nuriye Hanım'dır. O'da Evlad-ı Resul'dendir. Üstad'ın dedesi Ali Efendi, Büyük dedesi Hızır, Ceddi Mirza Halid, O'nun babası Mirza Reşan'dır. Bu bilgiler N.Şahiner'in Son Şahitler'inden alınmıştır.


Van'ın Erek Dağı eteklerinde, Nur Menzilleri'ni ziyerette dinlediğim , Bir Hatıra'yı nakletmek istiyorum.


Erek Dağı'ndaki mağralardan birinde, Üstad Hz.leri bir gece acip bir rü'ya görür. Sabahleyin, Molla Resul Ağabeye anlatır. Der ki; Büyük ve ıssız bir çöldeyim. Hararet, susuzluk ve bitkinlik. Çölde yalnızım. Ne tarafa gideceğimi bilemiyorum. O esnada bir ses beni çağırıyor. Said dayına gel. Said dayına gel. Baktım, diyor, Mübarek Üstad'ımız. Baktım..İmam Şarani beni çağırıyor. ( Demek ki İmam Şarani, Annesi tarafından Üstad'ımızın dayısı oluyor.)

İmam Şarani'nin en belirgin özelliği; mezheblerin benzeyen yönlerini bulup ortaya çıkarması ve ahirzaman, kıyamet, mehdiyet konularında çoklukla hadis nakletmesidir. Bilinen eseri ,Kıyamet ve Ahiret'tir. Büyük bir alimdir.Mısır'da yaşamıştır. Yavuz Selim'in Mısır'ı alacağını, önceden haber vermiştir.Birazda Yavuz'dan övgüyle bahsetmiştir. Sen bir Arap olarak, nasıl olurda Türkler'den övgüyle bahsedersin diye İmam Şarani'ye yasak getirmiştir. Tüm eserlerini yasaklamıştır. Dolayısıyla İmam Şarani'nin fazla intişar etmemesinin en büyük sebebi budur.
Risale-i Nurlar'da Üstad'ımız bildiğim kadarıyla, üç yerde İmam Şarani'den bahsetmektedir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir