Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

08.05.2006, 13:32

Galibiyet Nedir.Mağlubiyet Nedir.

Hadis-i şerifte geçiyor;Kıyamete kadar galibane devam edecek bir cemaat...
ve "Allah bu dini yalanı ortadan kaldırmak için göndermiştir".Bu hadis-i şeriflerin varlığını esas alarak merak ettiğim ve bazen bana sorulan birkaç soru derc edilmiştir.Yorumalarınızı bekliyorum.
Burda bahsolunan galibiyet nedir?Bir cemaat hangi şartlarda mağlup sayılır?
Dinde Taviz nedir,taviz mağlubiyet sayılır mı?Yalan ile takiye arasında ki fark nedir? Amaca ulaşmak için yalan söylenebilir mi? ımani olmayan bir meselede haksız çıkmak mağlubiyet midir?Güçlüden saklanmak yada şerrine karşı yalancı dönüş yapmak mümkün mü,hangi halde mağlubiyet sayılır? Başarısız olan veya yanlış taktikle yapılan bir mücadeleden mağlup olmadan, dönme şartları nelerdir? Nasıl bir dönüş yalan sayılmaz.Bir cemaatin bölünmesi hangi şartlarda mağlubiyet sayılır?
Madem bahsi geçen cemaat kıyamete kadar hep galib gelecek,neden kıyamet kopuyor?
Madem Allah bu dini yalanı ortadan kaldırmak için gönderdi; bazı Müslümanların yalanla mücadelesi hak mıdır?Böyle yapanlar zahirde galip görünsede mağlup sayılmaz mı?
vesselam...

2

08.05.2006, 15:24

Ahirzamandan haber veren mühim bir hadis
-1-.
Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadis-i şerif hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şakirtlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.
-şedde sayılır, tenvin sayılmaz-fıkrasının makam-ı cifrîsi 1542 ederek nihayet devamına ima eder. -şedde sayılır- fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane, sonra ta ’42’ye kadar gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder. Ve’l-ilmû indallah; , - şedde sayılır- fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1545 olup kâfirin başında kıyâmet kopmasına ima eder.Lâ ya’lemu’l-ğaybe illâllah.
risalei nur herşeyi izah etmiş.
Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beş yüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette 1506’dan ta ’42’ye, ta ’45’e kadar üç inkılâb-ı azimin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu imalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir. ashabının taife-i kübrâsını tarif eden -2- fıkrası, şeddesiz 1506 veya 7 ederek,
1 "Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır." Bu hadis-i şerif, hadis kaynaklarında bu lafızlarla rivayet edildiği gibi, aynı manayı ifade eden farklı lâfızlarla da rivayet edilmiştir (Buhari, 9:125, 162; Müslim,1:137)

2 "Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun kimseler." Fâtiha Sûresi: 1:7.

3

08.05.2006, 15:25

tam tamına fıkrasının makamına tevafuku ve manasına tetabuku ve şedde sayılsa fıkrasına üç mânidar farkla tam muvafakatı ve manen mutabakatı, bu hadisin imasını teyid edip remiz derecesine çıkarıyor. Ve müteaddit âyât-ı Kur’aniyede sırât-ı müstakim kelimesi, bir mana-yı remziyle Risaletü’n-Nur’a manaca ve cifirce ima etmesi remze yakın bir ima ile, Risaletü’n-Nur şakirtlerinin taifesi, ahirzamanda o taife-i kübrâ-i âzamın ahirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işâret eder diye def’aten birden ihtar edildi. -1-.
• • •

4

08.05.2006, 16:04

Sevgili Yunusum; bana, bahsi geçen 1. hadisteki farklı çevirileri yazarmısın hazırlamakta olduğum yazı için çok önemli.
Birde açtığım konuyu murat ettiğim mecraya kaydırmak gayesiyle, daha açık soru örneği göstermek istiyorum.şöyle;
Üstad Zamanın baskısı sonucu Tesettür Risalesini telif etmedi.Yani sakladı.Amma;asla yazdıklarından geri adım atmadı.Bu Mağlubiyet sayılır mı?
Yani bir fikrini izhar eden kişiye baskı yapıldığında "ben aslında öyle demedim
şöyle dedim" diyerek ilk savunduğu fikirden tamamen zıt fikir beyan etmek mağlubiyet midir,yalan mıdır, takiye midir?
Benim sorularımda ki -gizli maksadım -şu idi.şu an tabirdeki gibi 73 fırka zuhur etti.ınsanlara ölçü birimi olarak verilen "onlar kıyamete kadar namağlup devam eder" hadis-i şerifine göre günümüz cemaatleri bu "namağlupluğu" nasıl algılamalı.Mağlup olduğu halde kendini galip ilan eden cemaatler (isim vermeden lütfen) nasıl ayırt edilir.Yada bazı konularda mağlup ilan edilip aslen namağlupluğu devam eden cemaat hangisidir.Sürekli çoğalmak galibiyet midir?
Çünkü bize göre en hak olarak müjdelen fırka,Üstadın deyişiyle yaklaşık 70-80 seneden sonra perde altına girecek.Perde altına girmek sayı olarak azalmayı beraberinde getirir.Bu o zamanlarda mağlubiyet olarak algılanacak.
Oysa hadisi bazıları "Kıyamete kadar galibiyet" olarak çeviriyor. Galibiyet lafzıda sürekli çoğalmayı ihsas ediyor gibi geliyor.O yüzden bu önemli kavramların çok iyi tespit edilmesi gerekiyor ki, herkez "kıyamete kadar galibiyetin", ne demek olduğunu iyi anlasın.
Selam ve muhabbet canım kardeşlerim

5

08.05.2006, 17:12

istediğin çevirileri www.nur.web.tr adresinde bulabilirsin.

"Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır." Bu hadis-i şerif, hadis kaynaklarında bu lafızlarla rivayet edildiği gibi, aynı manayı ifade eden farklı lâfızlarla da rivayet edilmiştir (Buhari, 9:125, 162; Müslim,1:137)
hadis hak üzerinde hakim olacak.diyor.
risalei nur zaman geçtikçe dahada galip gelmeye başladı.halada çok yerlerde dersaneler açılıyor.yeni yeni cemaatlar oluşuyor.
burdaki maglubiyeti bu noktadan anlaman lazım yokda hüküm veren manasında değil.
tesettür risalesini üstad diyor bu yeni cumhuriyet kanunlarına uygun gelmediği için sakladım.onlar üstadı ınkılap aleyhindedir diye mahkum etmek istiyorlardı.üstad ise sakladım sonra neşredilsin diye .sonra diyor polisler onu ortaya çıkardı.
burda kendini koruma sözkonusu.böyle yapmakla mahkeme üstadı beraat ettiriyor.
burda takiyyeceilik,haşa yalan yok.yukarad izah ettim.
bu hadisi üstad yukarda alıntı olarak verdiğim şekilde izah ediyor.
bizim ilmimiz üstad kadar olmadığından elbette hadisdeki murad üstadın açıkladığı şekildedir.selam

6

09.05.2006, 18:30

Yunusum Kardeşim her şeyden önce şunu belirtmek isterim; Tesettür Meselesinde Üstadımızın inanılmaz manevrası galibiyeti getirdi.Yani bu makamda "Bu mağlubiyet sayılır mı?" ,diye sormam sana Üstadı mağlup ilan ettirmek mi istiyor, diye hissettirmesin.Neyse...
"Risale-i Nur zaman geçtikçe daha da galip gelmeye başladı.Halada çok yerlerde dersaneler açılıyor.Yeni yeni cemaatlar oluşuyor.Burdaki mağlubiyeti bu noktadan anlaman lazım ,yoksa hüküm veren manasında değil.", demişsin.Tamam...

Söylemek istediğim şu:Hadis-i şerif; Kıyamete kadar galibane...",diyor.Eğer çoğalmak, yeni cemaatlerin oluşması ve dersanelerin artması galibiyetse; Üstadın Asr Nüktesinde ki,deyişiyle70-80 sene sonra faaliyetler perde altında
devam edecek.Yani güç tekrar batıla geçecek,öyle mi? . Buda ister istemez cemaatin sayıca azalmasına,dersanelerin kapanmasına işaret eden bir delildirEğer bahsedilen galibiyet çoğalmaksa şöyle derim; madem bir cemaat kıyamete kadar galibane devam edecek ve madem 70-80 sene sonra tekrar perde altına girecek ve madem perde altına girmek azalmaya sebebiyet verecek,o zaman diyebiliriz ki;Galibiyet tam olarak sayıca artmak anlamına gelmez.Bence galbiyet tartışılaması gereken bir konu ve bu tarafsız olarak, tüm nüktelerinin beyanıyla, pek çok mağlup veya mağlup olmak üzere olan cemaatlerin silkelenmesine yardımcı olur kanatindeyim.
Bir de önemli bir konuya temas etmek istiyorum:
Güzel bir örnek muradıma yardımcı olur kanatindeyim


Mesele biri dese;" filan cemaat bir ana gövdedir."
Burdaki mana şudur.Birden fazla ana olabilecek cemaat var .Filan cemaatte o ana gövdelerden biridir.Birden fazla gövde var.Niza yok.ıtham yok.Kimse küçümsenme hissine kapılamaz.
Ama dersek; "filan cemaat ana bir gövdedir"
Burdaki mana şudur.Birden fazla gövde var ama;bir tane ana gövde var.Niza çıkar.ıtham kabul edilebilir.Bazıları küçümsendiğini hisseder.Bizi yok saydın der.
şimdi madem hal böyle;bir maksadı beyan için yazı yazan çok dikkat etmeli ve iyice bir dil bilgisine sahip olmalı.Bazen ufak hatalar, yanlış manaları, yanlış manalar nizayı doğurabilir.
Keza; aynen öyle,okuyucu da böyle olmalı.Hatta ek olarak,çok insaflı olmalı. Dikkati öncekinden daha fazla dikkat olmalı. Çünkü dikkatsiz, yüzeysel bir okuma, yada yazıyı şöyle bir gözden geçirip okuma pek çok nizaya kapı açmıştır. Hatta ben inanıyorum ki; dünyada ki savaşların bazısı böyle çıkmış olmalı.Dinlerde ki tahrifler böyle oluşmuştur.Cemaatlerde ki bölünmeler hep bu cenahtandır.
ışte mağlubiyetleri bu yönden alırsak;
Kim ıslamı veya Risaleleri yanlış anladı.Kimin -hangi-mağlubiyeti,okuduğunu yanlış anlamasından kaynaklandı?Kim doğru anlamış ama; korkusundan taviz verdi. "Ben şimdilik ona tabi olmuş gibi yapayım da güçlenince nasıl olsa maksadımı ilan ederim" diyerek takiye adıyla yalana sarıldı.
Kim, diye sorulan sorularda muradım cemaat ismi belirtilmesi değil -hatta belirtene hakkımı helal etmem- mana olarak mağlubiyetin iyi tanımlanması maksadıyla, konu açmaktır.
ılk başta ki sorumun iyi okunmasını isterim.Zira;cevapları, ıslamın zaferine yardım eder kanaatindeyim.Hadis-i şerifte geçen cemaatin mahiyeti ve resmi de -hayal gibi olsa yeter- görünür ,diye inanıyorum.
Selam ve muhabbetle

7

10.05.2006, 08:52

kardeşim hak hiçbir zaman maglup olmayacağını sana anlatmaya çalışıyorum.bunula ilgili bir yazı var .bizi geri bırakan islammı.bu yazıyı okumanı tavsiye ederim.o yazıda kuran,fıkıh adlı forumda.

şimdi üstad bir yerde diyorki hakim değiliz mahkumuz.yani hükmeden değiliz mahkumuz.çünkü hüküm verenler dine karşı gelenlerdir.biz ise onlara karşı herhangi bir hakkımızı kuvvetle alamıyoruz.sadece mahkemede kendimizi savunuyoruz.ama bir kaç sene sonra biz hükmeden olacağız.onlarda mahkum.siyasetin en tepesinden sonuna kadar heryer nur olacak.nurla yönetilecek.70 seneye kadar .ama sonra yine hüküm onların eline geçecek.herşeyi yine onlar yönetecek.sonra kıyamet kopocaktır.
kıyamet kopana kadar galibiyetle devam edecek ten anladığım şu;
hak devamlı galiptir.üstadı ortadan kaldırmak isteyenler ortadan kalktı.
nur risalelerini yok etmek isteyenler amaçlarına ulaşamadılar.yerde nurlar zaman gititkçe dahada çoğalacaktır.bu çoğalmadan sonra azalma sözkonusu değildir.kuvvetin batılın eline geçmesi sözkonusu 70 sene sonra.
yani galibiyette kuvvet bizim elimizde.maglubiyette kuvvet batılın elinde olacak.
düşünki batıl o kadar güçlü kuvvetiyle üstadı ve risaleleri yok etmeye çalıştıkları halde yok edemediler.neden?çünkü hak devamlı galiptir.ondan.yoksa bunu nasıl izah edersin.
batıl bütün kuvvetiyle hücum ediyor.ama bediüzzamana birşey olmuyor.50 sene sonra ona hücum edenler yok oluyor.bunun izahını nasıl yapacaksınki.
sanırım anlatabildim.selam canım kardeşim cevat.

8

10.05.2006, 08:58

şunuda söyliyeyim .keyfiyet kemmiyetten daha önemlidir.yani kıymetli,değerli olan kıymetsiz değersiz olan adet çokluğundan daha önemlidir.50 kilo altınım 1000000 kilo kömürümden daha kıymetlidir.
şimdi nbütün cemaatları düşün bunların içinde risalei nurun sadık talebeleri ne kadardır.az değilmi.işte bu az devamlı galip geliyor çoğunluğa karşı.zaten çoğunluğuda yönetenler bu az sayıda olanlardır.
bunu çoğalarak galip geliyoruz.azalarak maglup olacağız düşüncenin yanlış olduğunu ,burda hakkın devamlı galip olduğunu ve maglup veya galibiyette kuvvetin hakkın veya batılın elinde olduğu zaman olacağını anlatmaya çalışıyorum.selam

9

10.05.2006, 09:48

Dinde Taviz nedir,taviz mağlubiyet sayılır mı?(dinde taviz verilmez.ama kendini koruman için tedbirini alacaksın.mesela namaz kılmak yasak.bunda taviz vermezsin.ama işten atılmamak için gizli olarak vaktinde kılarsın.burda maglubiyetin kuvvette.hakda değil.çünkü sen hak bildiğin namazı eda etmekle galip geldin.)Yalan ile takiye arasında ki fark nedir? Amaca ulaşmak için yalan söylenebilir mi?(Yalana hiçbir cevaz yoktur diyor üstad.maslahat için yalan söylemeyi zaman ortadan kaldırdı.çünkü bu zamanda sınırı yoktur.takiyye ise düşmanı yanıltmaktır.bunda yalan yoktur.sadece onun düşüncesini başka yere çevirmek sözkonusudur.yoksa bildiğin hakikatın hakikat olmadığını göstermek değil.) ımani olmayan bir meselede haksız çıkmak mağlubiyet midir?(maglubiyet kuvvette.hakda değil.hak olmayan bir meselede haksız çıkman elbette hak değildir.hak olmadığından maglubiyetmi değilmi demek boştur.)Güçlüden saklanmak yada şerrine karşı yalancı dönüş yapmak mümkün mü,hangi halde mağlubiyet sayılır?(dinimizde güçlü sana dini bırak veya Allahı inkar et.yoksa öldürüleceksin derlerse.dilinle inkar etmeye izin var.kalble inkar etmeye izin yoktur.hatta böyle bir olay resulullah zamanında olmuş.yine burda hak galip.adam dinini okadar kuvvete karşı bırakmamış.ama kuvvet noktasında maglup olduğundan öyle yapmış.)
Madem bahsi geçen cemaat kıyamete kadar hep galib gelecek,neden kıyamet kopuyor? (imtihan meydanı kapandığı için kıyamet kopar.Allah kaderdeki hükmünü icra ettikten sonra bu meydanı imtihanı kapatacak.Ahiret alemini kuracaktır.kıyametin kopması cemaatle ilgisi yoktur.Allah dilerse.şimdide kopabilir.madem vaad etmiş elbette böyle bir cemaate izin verecektir.çünkü vaad etmiş.)
Madem Allah bu dini yalanı ortadan kaldırmak için gönderdi; bazı Müslümanların yalanla mücadelesi hak mıdır?Böyle yapanlar zahirde galip görünsede mağlup sayılmaz mı? (dediğin ya doğru olmalı veya sukuttur.diyor bediüzzaman.hiçbir cemaat yalancılıkla hareket etmez)

10

10.05.2006, 09:53

cevat bu yazıyı sindire sindire oku.selam.



"Madem El-Hakku Ya'lu haktır. Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?" Sözler, 725

Bir zamanlar sıkça gündeme taşınan şimdi de yer yer nükseden bir hastalık var: Dinin, terakkiye mani olduğunu sanmak ve Hıristiyan ülkelerden geri oluşumuzun sebebini ıslâm dininde aramak.

Bu iddiaya cevap vermeden önce bazı noktalara işaret etmek isterim. Bunlar arasından geçireceğimiz hat bizi sorunun ilk cevabına ulaştıracaktır.

Birinci nokta:
ıslâm dini ilk zuhur ettiği dönemde müslümanlar bir süre müşriklerin baskılarına, zulümlerine maruz kalmışlar, daha sonra devlet haline gelmiş ve bir asır öncesine kadar sürekli ilerlemişlerdir. Asr-ı saadetin bir iman, ahlak, fazilet,adalet ve huzur asrı olması bunun ilk delilidir. Daha sonra Endülüs Emevî devletinin Avrupa’ya ilimde önder olması, Selçuklu ve Osmanlı ımparatorluklarının hem ilim hem de sanatta yükseldikleri şahikalar bu tür iddialarla örtülecek, saklanacak cinsten değildir.

Burada ıslâm ve müslüman kavramlarını birbirinden ayırma gereği ortaya çıkıyor. ılerleyen de müslümanlardır, gerileyen de. ıslâm ne ise odur.

“Bugün sizin dininizi ikmal ettim (kemale erdirdim). Üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak ıslâm’ı beğendim. (ıslâm’a razı oldum.)” Mâide Sûresi, 3

O zaman şu sorunun cevabını aramak gerekiyor:
ımparatorluklar kurduğumuz dönemlerde mi ıslama daha çok bağlıydık, geri kaldığımız dönemlerde mi?

Bir diğer nokta:
Geri kalışımızın sebebi olarak ıslâm’ı gösterenlerin, Müslümanları bir tarafa bırakıp ıslâm üzerinde konuşmaları ve “Kur’anın şu hükümleri, Resulullahın şu hadisleri terakkiye manidir.” diye yola çıkmaları ve delillerini ortaya koymaları lazım gelir.

Meselâ, yalanı, zulmü, içkiyi, kumarı, zinayı, stokçuluğu, faizi, gıybeti, ırkçılığı kısacası her türlü kötülüğü yasaklamanın terakkiye engel olduğunu ispat etmeleri gerekir.

Üçüncü nokta:
Hıristiyanların bizden ileri olmalarını ıslâm’a hamledenlere bir vazife daha düşüyor. O da, bu günkü teknolojinin, maddî kalkınmanın esaslarını ıncil’de arayıp bulmak ve “Biz bunlardan yoksun olduğumuz için geri kaldık.” diye bir gerekçe ile ortaya çıkmak. Bunu yapmaları mümkün değil. Zira ıncil’de ne iktisadi hayata ne de devlet yönetimine dair bir tek ayet mevcut değil.

Son bir noktaya da işaret edip cevabına geçelim:
Bu iddiayı ortaya atanların, dünün çalışkan, cevval, hamiyetli, dürüst, vatansever insanını, bugünün hak hukuk tanımaz, soygunculuğu hüner sayan, şehvet düşkünü, her şeyi nefsine feda eden, egoist insanı haline getiren eğitim düzeninin ıslâmdan kaynaklandığını da ispat etmeleri gerekir.

şimdi, söz konusu sorunun cevabını Nur Müellifinin tespitlerini esas alarak ortaya koymaya çalışalım:

Nur Külliyatından Lemaat adlı eserde şöyle bir soruya yer verilir:

Bir zaman bir sâil dedi: "Madem El-Hakku Ya'lu haktır. Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?"

Yani, “Madem ki hak üstündür, ona üstün gelinmez. Kâfirlerin Müslümanlara, kuvvetlinin haklıya galip gelmesine ne dersiniz?”
Bu sorunun cevabı dört ayrı yönüyle çok öz ama çok doyurucu olarak verilir.
Önce vesileler ezerinde durulur ve bu hikmet dünyasında vesilelerin, sebeplerin çarpıştığına dikkat çekilir. Müslüman olsun kâfir olsun, her kim ulaşmak istediği sonucun ön şartlarını yerine getirir, sebeplerine vesilelerine tam riayet ederse başarı onun olacaktır. Hangi üründen hangi şartlarda hangi tekniklerle ve nasıl bir planlama ile verim alınacağı bellidir. Bu şartlara kim uyar, bu vesileleri kim yerine getirirse başarı onundur.

Soruda geçen kuvvet kavramına da şöyle değinilir: “Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var.”
Başarılı olmak, düşmanınıza, yahut rakiplerinize galip gelmek istiyorsanız kuvvetli olmaya çalışmanız gerekir. Zira, kuvvetin de bir hakkı vardır. O hakkı kim elinde tutarsa galip gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Çelikle tahtayı çarpıştırırsanız tahtanın mağlup düşeceği bellidir.

ıkinci olarak, mesele insandaki sıfatlar alemi yönünden ele alınır. Bütün güzel sıfatlar Allah kelamında zikredilmiş ve Resulullah (asm.) tarafından da en güzel şekilde sergilenmiştir. şu var ki uygulamada nefsin, şeytanın, bozuk toplum yapısının ve daha nice faktörün tesiriyle, bir Müslüman bu güzel sıfatların tümünü hayatında sergilemeyi başaramayabilir. Yine bir gayr-ı müslimde, gördüğü eğitimin ve toplum yapısının bir ürünü olarak bazı güzel sıfatlar bulunabilir. Bunlar ondaki müslim sıfatlardır. Bir iş görüleceği zaman, kalplerdeki inançlar değil, bu sıfatlar çarpışırlar.

Ticaret hayatını örnek verelim: Bilgi, dürüstlük, çalışkanlık, mesai tanzimi, prensiplilik gibi sıfatlar ticaretin sonucuna doğrudan tesir ederler. Bir gayri müslim bu sıfatlara sahipse ve yine bir müslüman bu sıfatlardan mahrumsa o gayri müslimin müslümandan daha zengin olması beklenen bir sonuçtur. Burada kâfir müslümana değil, müslim sıfatlar gayri müslim sıfatlara galip gelmişlerdir. Ve sonuç, sıfatlar aleminde, yine hakkın olmuştur.

Bu konu işlenirken fikrimize ufuklar açan şöyle bir tespite yer verilir:
“Hem dünyada, hayatın hakkı şamil ve âmmdır. O rahmet-i âmmenin bir cilve-i manidar, onun bir sırr-ı hikmeti var; küfür mani değildir.”

Hayatın hakkı umumidir, şamildir. Yani bu noktada mümin, kâfir, insan, hayvan farkı yoktur. Kime hayat verilmişse ona rızk da verilir. Rızk; imanın ve ibadetin değil hayatın hakkıdır. Onların hakkı ahiret yurdunda ebedi saadettir.

Bu ufukta düşüncelerimizi şöyle sürdürebiliriz:
Allah’ın her isminin tecellisi için farklı aynalar, ayrı zeminler söz konusudur. Bunların çoğu, kişinin inancıyla ilgili değildir. Meselâ, Rezzak isminin tecellisinden daha fazla nasip almak isteyen bir çiftçi bunun için gerekli şartları yerine getirdiğinde tarlasına daha fazla mahsul verilir. Burada kişinin inancına bakılmaz. Yine, şafi isminin kendisinde tecelli etmesini isteyen birisi, hastalığına faydalı ilacı kullanır. Onun şifa bulmasında da inancına bakılmaz. Çünkü kişi bu ismin tecellisini istemeyi bilmiştir ve bunun karşılığı olarak kendisine şifa ihsan edilmiştir. Bu yola girmeyen bir insan, kâmil bir mümin de olsa, şifaya kavuşmayabilir.

Buna göre bir Müslüman dünya hayatında ılâhî isimlerin feyzinden faydalanmayı diliyorsa, o tecellilere layık bir ayna olma yolunu tutmalıdır. Bunu yapmazsa sonuç alamaz. Ama aynı mümin ibadet, salih amel ve ihlas şartlarını yerine getirmekle ahiret yurdundaki ılâhî lütuflara talip olmuş olur.

Bu şartları yerine getirmeyen bir insan da dünyada ne kadar başarılı olursa olsun, cennetten nasip alamaz.

Aynı parçada konunun bir üçüncü boyutuna da dikkat çekilir:
Allah’ın iki ayrı kanunlar manzumesi olduğu nazara verilir. Bunlardan birisi insanın iradî fiillerini nizam altına alan Kur’an hükümleridir. Diğeri ise kâinatın ve içindeki eşyanın nizamını sağlayan kanunlardır. Birincisi bildiğimiz şeriattır. ıkincisine de şeriat-ı tekvini deniliyor. Tabiat kanunları bu ikinci şeriattandır.

Kur’an hükümlerine itaat ve isyan edenlerin mükafat ve cezalarını ekseriyetle ahirette görecekleri, tekvini şeriata uyanların yahut uymayanların ise büyük çoğunlukla karşılıklarını bu dünyada görecekleri ifade edilir. Buna göre tekvini şeriata uymayan bir mümin cezasını başarısızlık, sefalet, perişanlık olarak bu dünyada çeker. Bu kanunlara uyan bir gayr-ı müslim ise ılâhî iradeye bilmeyerek de olsa uygun hareket etmesinin mükafatını bu dünyada görür.

Bu üç madde başarının yahut başarısızlığın telem sebepleridir. Ve olayların çok büyük çoğunluğu bu maddelerin biriyle yahut bir kaçıyla açıklanır. şu var ki, bazen bütün şartları yerine getirdiğiniz halde mağlup düşebilirsiniz. Burada ılâhî takdirin gizli bir rahmet hikmet cihetini aramakla mükellefiz. ışte cevabın dördüncü bölümünde bu noktaya işaret edilir; konunun kader ve ılâhî irade yönüne dikkat çekilir.

Dördüncü maddede, batılın kısa süreli de olsa bazen hakka galip gelmesinin, hakkın inkişafına yardım ettiği, onu daha da güçlendirdiği, parlattığı nazara verilir.

Bu maddenin şu noktadan önemi büyüktür:
Bir hadisi-i şerifte “Belaların çoğu peygamberlere, sonra derecesine göre Allah’ın diğer sevgili kullarına gelir.” buyrulur. Peygamberlerin çoğunun ümmetlerinden, hakaret görmeleri, ülkelerinden kovulmaları, işkencelere tabi tutulmaları Rabbanî bir sır ılahî bir hikmettir. Onların çektikleri sıkıntılar, Nur Müellifinin ifadesiyle birer menfi ibadettir. Sabır esasına dayanan, tevekkül ve rıza esasına dayanan ama katlanılması oldukça zor olan bu ibadetin mükafatı da aynı ölçüde büyüktür. Bu sıkıntılarla başta peygamberler olmak üzere Allah’ın sevgili kulları hem manen terakki ederler, hem de çoğu zaman bunun karşılığı olarak hak davaları geç de olsa insanların kalplerinde yer tutar. Onlara zulmedenler kabirlerinde azap çekerlerken, onların ümmetleri yer yüzünde hakkı yaşar ve yaşatırlar.

Bir bitkinin gelişmesinde gecenin ve gündüzün ayrı faydaları olduğu gibi insan ruhunun inkişafında da celal ve cemal tecellilerinin, tesirleri öyledir.

Bu bir ılâhî hikmettir. Ve Hak dostlarına, bu sır ile gelen bela ve musibetlerin ilk üç maddeyle bir ilgilisi yoktur.

11

10.05.2006, 18:26

Sevgili Yunusum;yazılarındaki ikna kabiliyetine ve konulara hakimiyetine bayılıyorum.Seni tebrik ederim.Maaşallah.
Sanırım konu istediğim mecraya yavaş yavaş kayıyor.Sayende tabiki...Senin sözlerine ek olarak bir yazı hazırlıyorum.ınşaallah.Vaktim olmadığından belki yarın veyahut öbür gün biter.Hem belki bu arada başka biri daha yardımcı bir fikir beyan eder.
Selam ve Muhabbetle Canım Kardeşim...

12

20.05.2006, 14:28

Sanırım bir süre ertelediğim bu konu hakkında bir yazı yazma zamanı geldi.
Korku,takiye niyetiyle yalan,taviz,her bildiğini söyleme.ışte mağlubiyetlerin esas sebeplerinden bir kaçı.
Biraz yakından incelemekte fayda görüyorum.Bazı dini cemaatlerin isimlerini vererek mağlup olma sebeplerini veyahut neden mağlup olmaya mahkum olduklarını yazacağıma, siyasi kimlikleri kullanarak yazmayı münasip gördüm.Münasip karşılaştırma kendi zihinlerinizde yapılsın.
Mesela; Rahmetli Adnan Menderes;Üstadın bütün uyarı ve müjdelerine rağmen, korku göstererek,gereği kadar dindarlara sahip çıkamadı. ımansızlığa sürüklenen gençliği ufak hamlelerle kurtarabilirdi Onu zamanında ve daha sonrasında ıslam’a yapılan cinayetlerin çoğunu kesebilirdi. Bunları yazmak yer itibari ile münasip görünmüyor.Araştırılsa haklı olduğum meydana çıkacaktır.Velhasıl, Korkusu,Rahmetli Menderes’in eceline fayda vermedi. Onu zamanında ıslam’a yapılan cinayetleri kesebilirdi.Korku onu mağlup etti.
Keza Süleymen Demirelin’de özellikle son zamanlarda bazı korkaklık emareleri gözüküyor.
Devam ettirse mutlak mağlubiyeti oda tadacak.
ıkinci bir mağlubiyet şekli;düşmanı bütün bütün azdıran, kafiri münafık yapan perde altına sokan, her bildiğini, tehdit vari bir şekilde söylemektir. Her şeyi bilmek hakkın,her bildiğini söyleme hakın yok ,düsturuna itaatsizliktir.
Bu mağlubiyetin en tipik örneği Sayın Necmettin Erbakan’dır. Zira; söyledikelerinin doğru olup olmaması konu değil, uslubu onu hep haksız yapıyor ve düşmanı azdırıyordu. Dolayısı ile ıslam ile bir alıp vermediği olmayan cenahları dahi teyakkuza geçiriyordu.Tepkisini çekiyordu. Adeta,düşmana nereye saldıracağını söyleyen saf bir asker gibi hareket ediyordu.
Yanlışları mağlubiyet getirdi.Ayrıca şunu belirtmeden geçmek istemiyorum:Asıl cesur olması gereken yerde korkak tavrı meşhur olmuştur.
Tabiki bu yanlış mücadelenin sonu hüsran oldu.Artık, zamanında onun peşinden koşan milyonlar küskün durumda.
Takiye adıyla yalan:Çok kavga çıkarır,kalsın, diyorum!

Taviz ise korkaklığın başka bir çeşididir.Yani hep yapmak istiyor hem korkuyor. Karşısındakinin gücünü bildiğinden, mecburiyettir ,zannıyla, bazı farz meseleleri “şunların fikirlerine karşı değilimiş gibi yapayım. Hele bir güçleneyim görürler günlerini”,diyorlar..Yada doğru bildiklerini söylemekten çekiniyorlar.Her bildiğini söyleyen safdil ifratçılara bedel, her bildiğini saklamaya çalışıp tefrite giriyorlar. Doğru olmuyor dostlar, karşınızda aptal yok.Gücünü istişareden alan bir şahs-ı Manevi var. Tabiki verdikleri tavizler rakiplerinin kendilerini sevmelerini sağlamıyor.Bilakis nefret edilen, saygı duylumayan bir köle haline getiriyor.Mevcut hükümet bunun –malesef- en sıcak ve iyi örneği.
Ne yare yarandılar ne sere.Mağlubiyet emaresi ufukta gözükmüştür.
Son olaylar yazdıklarımı haklı çıkarmıyor mu dostlar?
Son olarak bir Hadis-i şerif:
Ebu Davud, Mehalim 10, 4306 de Hz Ebubekirden şöyle bir rivayet yazmış: Ümmetimden bir kısım insanlar Bir fırka nefislerini(n kurtuluşunu esas) alırlar (ve Benî Kantûra ile sulh yolunu) tutarlar. Böylece bunlar küfre düşerler.
Günümüzün Benî Kantûra’sı Yahudilerin gönüllü askeri olan Amerika ve ıngiltere’dir.
Tabiki bunların soğuk savaş askerleri olan fasık,münafık Mason locaları gibi örgütlerdir.
...
ışte Nurların nağmağlup olmaları bu sırlardandır..Her hareketleri vasat olduğundan..Zahirde bazı dönemlerde dursalarda kalplerde ilerliyorlar.Bir cemaat olduklarından, hiç bir siyasi ideoloji peşinde olmadıklarından, hiç bir ilegal oluşum içinde olmadıklarından, Cumhuriyetin ve Demokrasinin gönüllü bekçileri olduklarından, asayişin etkili bir polisi olduklarından, ordusunu sevdiğinden, insanların gönlünde taht kurmaya devam ediyorlar.Tabi ki hiç bir güce hizmetkar olmuyorlari, zulme şerik olmuyorlar. Hakikat bildiklerini kelle koltukta cesurca adilane,söylüyebiliyorlar.Yalansız Takiyenin sanatkarı Nur Cemaatleridir. Gerçek bildiklerinden asla taviz vermiyorlar. ıfrat ve tefrit mesleklerine çok yabancılar. Söylenecek şeyi ,söyleme zamanını;söylenmeyecek şeyi çok iyi görüyorlar.Söylenmeyecek bir şey olduğunda ya yalansız takiye yapıyorlar veyahut susuyorlar.Ama; güçlüye yaranmak için asla yalan söylemiyorlar. Zira biliyorlarki zalime ve kafire yaranılmaz.Yaranmışsan, onlardan olmuşsun demektir.
Söylenecek başka sözleri ,cevap gelirse, diye ertelemek uygun görünüyor.Vesselam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

13

03.08.2006, 16:29

Neden ıslamlar hata tüm insanlar bir avuç Yahudiye teslim oldu? Düşünmüşünüzdür tabiki.
Onların kuvvetleri hak olmalarından kaynaklanmıyor. Allah samimiyetin ödülünü çabuk verendir. Burda samimiyet hak ve batıl ayrımı gözetmez. Zira; Adetullah vardır. Allah'ın cari olan kanunlarını dışına çıkması özel şartlar haricinde söz konusu değildir. Yahudiler de dünya saltanatı için gerekli şartları yerine getirmektedirler. Amma; bu şartlar ıslamlar için bazı yönden farklıdır:.
ıslam yalanı ve zülmü ortadan kaldırmak için gelmiştir. Zülumle abat olanın sonu berbat olur. Hem de Rabbim koca bir hakikati zulm ve yalan üzerine bina etmez. ıslamlar yahudilerin gibi işlese hakim olurlardı belki,ama insanlar hakim olurdu;ıslam değil. Rabbim dinini alır başka bir millete teslim ederdi.
Peki ıslam şu an ne alemde? Ben bunu söyleyince beni benzettiler. Ama doğru olduğuna inanıyorum ve söylemekten çekinmiyorum.

ıslamlar zalim ve yalancı oldular!!!

Basiretleri kapalı. Hem imanları zayıf.Hem Allah'ın sıfatlarında yüzde sekseni iltibas içinde.

Bir sürü ıslam adına terör örgütü mevcut. Terör kelime anlamıyla; amaca ulaşmak için her yolu mübah sayan, kaosla beslenen, bir güç tarafından destekli; silahlı örgüt demektir.
"Bir güç tarafından destekli", tanımını çıkartınız beğenmezseniz. Bu örgütleri samimi ıslam askerleri sayınız arzu ederseniz. Ne değişir ki?
Onların Tanrısı "Antropoformik" bir tanrıdır. Siyasal ıslam'ı savunan bir tanrıdır. Onların tanrısı kimi zaman sırf yahudi diye bir masumun bombalanmasına izin verendin. ıstihbarat adına yalan söylenmesine de izin vermiştir. Onların tanrısı amacı anlamamış bir Müslümanın katline cevaz vermiştir. Onların tanrısının paraya ihtiyacı vardır. Çünkü; bu devirde cari güç paradır.Para için bir holdingle insanları dolandırmak caizdir. Bunların tanrısı amacına uygun düşmeyen bir kanunu değiştirebilmeli, gerekirse saçmalamalı, uydurmalı,geçiştirmeli, abartmalı, hatta yalan bile söylemelidir. Çünkü; onların tanrısı her mekandan münezzeh bir tanrı değildir, yukarda bir yerlerde "Hz Yakupla" güreş tutandır.Teröristlerin, Siyasal islam'ın tanrısı,amaç için tertiplediği oyunları işine gelmeyince yok saymalıdır, oyuna uymayanları yok etmelidir. Onların tanrısı başka bir şekilde zafer kazanamaz çünkü; bir çeşit insan suretindedir.

şimdi sorarım size "Allah indinde makbul din", bu zihniyetle nasıl ihya olacak. Zülme taraftar olmak zülümdür,kaidesince bu terör örgütlerini destekliyenler, samimce ve safça destekliyenler var oldukça ıslam ihya olur mu?
Evet ıslamlar daha çok mağlup olacak, taki zülümden yüz çevirinceye dek. Ne zaman ki imanlarını takviye ederler, ıslam hakikatlerine ulaşırlar ve Allah'ın sıfatlarında iltibastan vaz geçerler, merak buyurmayın Rabbimin orduları çoktur. Bizim için gönderdiği dinini bizim için kıyamete kadar koruyacak odur. Bakın o üstünüzde uçuşan sinek ,hazır bir asker gibi yok edeceği Nemrut arıyor. Lakin; biz düzeldikten sonra bulacak
vesselam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

14

03.08.2006, 19:17

üstadın kıyamet ile yaptıgı tahmin nasıl anlaşılabilir mesela


kesin bir tarih belli olsa insan kıyametten korkmaz derki merak etmeyin


kıyamet biz öldükten sonra kopacak

gerçi ölen insanların bu dehşetli günden etkilenecekleride yazıyor

yeni asya yayınları arasında çıkan bir kitapta kıyametin 1500 lü yılları pek

geçmeyecegi anlatılıyor

üstad ise verimli bir iman hizmeti şartıyla bu süreyi 1545 lere kadar

uzatıyor

15

04.08.2006, 10:18

Yukarıda -yanlışlıkla- şöyle demişim:
Çünkü; onların tanrısı her mekandan münezzeh bir tanrı değildir, yukarda bir yerlerde "Hz Yakupla" güreş tutandır.
Düzeltirim.şöyle
Çünkü; onların tanrısı her mekandan münezzeh bir tanrı değildir, yukarda bir yerlerde "Hz Yakupla bir olup" şeytanla güreş tutandır.
selametle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

16

07.08.2006, 12:23

Sizce ıslam'ın ihyası ekonomik güçle mi olacak? Mesela; ben C..Cola düşmanıyım. ıçmiyorum içirtmiyorum. Ama, bazı kardeşlerimiz, sanki en büyük mesele buymuş gibi ,adeta bu kola meselesini meslek edinmiş, herkeze ve heryerde anlatıp duruyor.

şimdi bir cephede bir mitralyöz yuvası mevcut. Sık ateşi ile ve uzun menzili ile canımızı alıyor. Yanında da el bombası atan birileri var. Bir komutanın tek hedefi sadece kuru gürültü yapan o el bombası atanı imha etmek olsa, (zira; el bombasının menzili mitralyöze göre çok kısadır)mitralyözü önemsemiyormuşçasına, menzili kısa olan, ikinci planda önemli olan el bombası atan askeri amaç yapsa, mühim kuvvetini oraya yönlendirse, muhtemeldir ki o mitralyözün atış alanına girilecek ve çok canlar yanacak. Belki de düşmanın isteği budur. Tuzağa düşmüş olacak. Oysa mitralyözü yok etse ,zaten el bombasını atanı yok etmek kolay olacaktır.
şimdi, bazı saf dil kardeşlerimiz, mühim cepheleri nazardan uzaklaştırmaya sebeb olacak, beyhude bir uğraşı olan Cola savaşı ile nelere sebep olmaktadır, düşündünüz mü? Ne yani C...Colayı batırdık diyelim, ColaTurkayı alacak paraları bittimi ,dersiniz. Tek servetleri dünyaya sattıkları ürünler mi? Bence dünyadaki tüm pamuk tarlaları ve ağaçlar onların para kaynakları. Para basmak için bunlar lazım.Zira, Amerika adına doları basma işi onların değil mi?
Evet C...Colayı ve diğer Yahudi ürünlerini boykot edelim. Ama; esas cephe nerededir? Bunu bilmek lazım. Müsslümanları böyle küçük küçük cephelere nasıl bölebiliyorlar.

Teknoloji meselesi ise ayrı;tüm müslümanlar yerinde zıplasa ısrail'de depreme sebep olur. Bence teknolojilerini bizim başka bir zaafımızdan elde ediyorlar. Büyük cepheleri önemsiz, küçük cepheleri önemli göstererek. Bence esas mesele bu. Müslümanlar en büyük cepheyi fark ettiklerinde zaten yapacak bir şeyleri kalmaz. Bunun için ellerinden geleni yapıyorlar. ışte en büyük güçlerinden birini burdan alıyorlar. Bence bu sorunun cevabını aramalıyız.

Yani küçük cepheleri görüp, büyük cepheleri bilip anlamamız onların sonudur. Peki; bunlar hangi cephelerdir
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir