Birincisi sevmeyenlerinin, ikincisi müfrit sevenlerinin tasavvurundaki Said Nursi idi. Üçüncüsünü ise, eski ve yeni siyle hayatını imanına şahit kılan Said Nursi oluşturuyordu.
Söz sevmek veya sevmemekten açılınca, söz bitiyor. Çünkü sevgi
sorgulanamıyor. Ancak, sevmenin veya sevmemenin gerekçeleri sorgulanabiliyor. Bazen sevgimizde ölçüyü kaçırıyor, bazen de sevgisizliğimizde ölçüyü kaçırıyoruz.
Yüzyılımıza damgasını vurmuş isimlerden Ayetullah Humeyniye, yakınları, bir muhalifini şikâyet etmişler. Efendim, o devrimimiz hakkında ileri geri konuşuyor, insanları kışkırtıyor vs. demişler. Humeyni, Olabilir demiş, Muhalefet etmek herkesin hakkıdır. Bu kez en yakınlarından biri, Ama o sizi sevmiyor demiş. Ayetullahın verdiği cevap herkesin kulağına küpe olası cinsten:
ımanın şartları arasında, beni herkes sevecek diye bir madde yok.
Doğrudur da, sevmenin bir ölçüsü ve âdâbı olduğu gibi, sevmemenin de bir ölçüsü ve âdâbı vardır. Mesela birini sevmiyorsunuz diye onun hakkına tecavüz edemezsiniz. Onun izzet ve şerefiyle oynayamazsınız. Onun hakkında yalan, iftira, karalama, tahkir ve tezyife başvuramazsınız. Onu küçük düşüremezsiniz.
ımanın şartları arasında Merhum Üstadı sevme şartı yoktur elbette. Fakat Üstad da dahil, her müminin imanını sevmek müminliğin şanındandır. Efendimiz demiyor mu ki Birbirinizi sevmedikçe kamil mümin olamazsınız, tam iman etmedikçe cenneti bulamazsınız diye?
Sevmeyenler, Said Nursinin eserlerinin kaynağını açıklarken kullandığı şu gibi cümlelere takılırlar: Nur risaleleri, ne şarkın malumatından ve ilimlerinden, ne de garbın felsefe ve bilimlerinden alınmamıştır. Belki semavî olan Kuranın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir. Buna yazdırıldı, söyletildi, ..içinde izaha muhtaç yerler olmakla birlikte bir bütün halinde kusursuz ve noksansızdır, Kitab-ı Mübindeki ayetlerin ayetleridir gibi kapalı ve açık ibareler de eklenebilir.
Bu tür sözler, aslında yoruma açık sözlerdir. Bazı cümlelerin maksadını aştığı kabul edilse dahi, hüsn-i zan ile yaklaşan kimse bu sözleri, yine Üstadın şu tür sözleri ışığında anlamalıdır: Sözlerdeki hakaik ve kemalat, benim değil Kuranındır ve Kurandan tereşşuh etmiştir. şahsen ben böyle anlamayı tercih ederim. Ömrünü küfür ve ilhad ile mücadeleye adamış bir âlim ve âbidden esirgenen bir hüsnü zan, kimin işine yarar ki?
Onun Âyetul-Kubrâ risalesinin adını Hz. Alinin koyduğunu söylemesi, Mehdinin geliş tarihini Tevbe 32den yola çıkarak cifr yöntemiyle hesaplaması (I. şua) vb. gibi cifr (veya ebced) yoluyla yaptığı yorumları değerlendirme de böyledir. Bu gibi şeyler tekfir ve tadlile mesnet olamazlar. Üstad kendisinin hatasız ve masum olduğunu söylemez ki. Bizzat kendisi risalelerin birçok yerinde hatalarını ve kusurlarını itiraf eder. Okurlarından, risalelerdeki güzelliği Kurana, kusurları kendisine vermelerini ister.
Esasen, onu sevmeyen muhalif ve muarızlarının söylemlerini keskinleştiren unsurlardan biri de, kendisini Üstada nisbet eden müfrit taraftarların aşırı tavırlarıdır. Bazıları yine cifr yöntemiyle kalkıp onun adını 800 yıl önce vefat etmiş olan şeyh Abdülkadir Geylaninin şiirlerinde bulur. Edip Yükselin M. Kemal Paşanın hayatında bulduğu 19 Mucizesi ne kadar ciddi ise, bu da o kadar ciddi olabilir. O Mehdinin kendisinden sonra geleceğini söylemesine rağmen, kendisini ona nisbet edenler içinde Üstadı bire bir Mehdi-i Muntazar olarak gören guruplar vardır. Onun hayatına değil, kitaplarına talip olan çoktur. Onun eserleri, kimi zaman, bereketli hayatını saklamak için bir perde gibi kullanılabilmektedir.
Özetle, onun müfrit taraftarları tarafından ortaya konulan bu gibi aşırı örneklerin ona mal edilmesi, insaf ve vicdanla ne kadar bağdaşır?
Her büyüğün ardından, onu uçuran, mitleştiren, efsaneleştiren, hatta onun sırtından geçinen, onun mirasına konup onu tüketen, onu üreten bir balarısı olmak yerine onu tüketen bir sinek olmayı içine sindirenler çıkar. Bu her meşrepte, mektepte, çizgide bulunur. Ancak, bir değeri istismar edenlere bakarak o değeri gözden düşürmeye kalkmak, yalancı peygamberleri gerekçe göstererek Peygamberlik kurumu hakkında kıymet biçmeye kalkmak gibidir.
Üstadın samimiyetini Allah ödüllendirmiştir. Ardında bıraktığı mücadele ve müktesebat, bunun en büyük şahididir. Onun yaktığı meşale, elden ele, dilden dile, yürekten yüreğe geçerek ufukları tutmuştur.
O Meşrutiyet ilanında Selanikte ahrar adına nutuk atarken de samimiydi, Volkan sayfalarında ıttihatçı çetelere ateş püskürürken de& O, şeriat ısterük! diye ortalığı birbirine katan Avcı Taburlarına nasihat ederken de samimiydi, Divan-ı Harb-i Örfide idamla yargılanırken de. Savaş yıllarında, siyaset kazanının kaynadığı Ankarada; Paşa, Paşa! Namaz kılmayan merduttur!..diye celallenirken de samimiydi, Vandaki mağarada uzlete çekilirken de. şeytandan ve siyasetten Allaha sığınırım derken de samimiydi, Menderesi desteklerken de&
Kendini davasına adamış erlerin hayatı, savaş meydanına benzer. Barışta yapılınca cinayet olan, savaş meydanında kahramanlık olur. Tıpkı, onun ıslâm Birliği meselesinde selefleri arasında saydığı Cemaleddin Afgani gibi, muhalefet ettiği Musa Carullah gibi, Mehmed Akif gibi. Bu yiğit insanlar tutarlı olma kaygısıyla değil, yangından can kurtarma kaygısıyla hareket etmişlerdir. Ruhu şad, mekanı cennet, taksiratı af olsun.