Musîbetlerin gelmesinin belki de bir hikmeti de bu, bu hakikate yüzümüzü çevirmek.
Bir süredir çektiğim bir sıkıntı vardı, bitti elhamdülillah. Dün bana birşeyler yazmış yine, bana sms attı, okursun dedi, halbuki bitmişti, ne oldu, önemli birşey mi dedim, evet dedi, telefondan anlat diyorum, sen okursun dedi.
Beni bırakma sebebi olarak bazı şeyler sıralamış, uzun uzun yazmış, halbuki ben ona bu böyle gitmez, bu iş burada biter demiştim. Yazının başında diyor ki o beni bırakmış... Hasbünallah.
Sebepler neler mi? Onu anlamamam, ıslam'ın pratiği, yani uygulanışı konusunda dar kafalı olmam, açık görüşlü olamamam ve saire. Gezideydik, gruptan ayrıldım, 150+ kilometre geriye kendim otobüsle döndüm, kafam bozulmuştu çünkü ve bununla çok meşguldü.
Bugün yine görüştük, benim hakkımda olan iddialarının zıttı olan kuvvetli delilleri insafa gelir diye kendisine anlattım, bana bencil ve sırf kendisini ve kendi duygularını düşünen demişti, bana da en çok dokunan oydu, halbuki neleri göze almıştım ve daha alacaktım, bunları da kendisine hatırlattım, pek sesini çıkarmadı, birşey demedi.
Kendisi de kabul ediyor ki, din konusunda kuralları biliyor, ama uygulamaya, yaşamaya yanaşmıyor, sebebi yaşadığı çevre ve çevreden gelecek tepkiler, arkadaşlarının kendisini bırakması ve yalnız kalması korkusu ve bazı diğer sebepler. Buna bir yol vardır, ben onu arıyordum, hep sana bunu anlatmaya çalıştım, alternatifler bulmaya çalıştım dedim. Madem bana inanmıyorsun, alimlerin kitaplarına bak, orada yazıyor dedim. Bana bu sefer herşey kitaplardaki gibi değildir vesairedir, bir takım şeyler söyledi. Dar kafalılık nedir sence dedim, muhkem olan hükmü uygulayabilmek, yaşayabilmek için bir yol aramak mı? O zaman o şehametli Hz.Ömer de, Hz.Ali de r.a. hepsi -haşa- dar kafalıdır dedim.
Kızdı, köpürdü, seninle daha fazla tartışamam, lütfen git, git dedi...
Arkadaşlarını kaybetmek kısmı aklıma geldi ve diğer kaybetmekten korktukları, bugünkü lahikayı okuyunca. Herhalde bunları da, bu lahikadaki hakikatleri de bugün kendisine anlatsaydım, artık beni öldürmek isteme derecesinde olmasa da, önceki söylediklerime nazaran daha da öfkelenecekti. Demedim ona, kaybetmekten korktuğun o arkadaşlarının arkadaşlıkları ancak kabir kapısına kadardır, kıyametten sonra ahirette ise, herkesin kendine yetecek derdi vardır, onlar seni mi umursayacak, demedim, diyemedim...
Sizce ben yanlış mı yaptım, ne halin varsa gör diyip, en başından mı yüzümü çevirseydim. Ben tebliği yaptım, artık kendisi bilir. Makul izahlarla anlatmaya çalıştım ama hep kızdı, hep tersledi. Böyle şeyler olması insanı yaralıyor tabii ki, ama benim de yüzümü dünyadan bir ölçüde çevirmeme yardım etti. Gözüme daha büyük görünen bir musîbetti, olacağı varmış oldu, olmasından çok korkardım. Ama anladım ki, bu dünya kendisine verilen gayrete, hırsa, aşka değmiyor. Evlenirsem inşa'Allah dînine sıkı sıkıya bağlı, hatta beni de yola getirecekbiriyle evlenmek isterim, yoksa gerisi elem, hüzün.
Evleneceğime tabi olup, vicdanımı karartıp, Allah'a karşı mı mahcub olayım hergün tekrar tekrar mı yaralanayım, ıztırab çekeyim, yoksa böyle ihtar edip de, karşılığında "Bana reva mıydı" dediğim şeyleri mi göreyim. Haşa ve kellâ, zaten kalbin öldükten sonra bu dünyada yaşamanın faydası nedir, ağzın tadını kaçıran ihtiyarlık ve lezzetleri sonlandıran kabir işin ucunda olduktan sonra. Öyle olduktan sonra beklediğin nedir ki bu evlilikten, gençlik yıllarını ve önündeki 20-30 yılı zevk içinde mi geçirmek? O kadar yaşayacağın da meçhul.
Üstad'ın dediği gibi, Allah'ı kaybeden neyi bulmuş, O'nu bulan neyi kaybetmiş?
En iyisi Kur'an ve sünnete ittiba, bunu biliyordum, gafletim yüzünden bunu yaşadım, yaşayarak yanlış yaptığımı ve bu sözün doğruluğunu gördüm, ağzım sütten yandı, bunu da söylerim. ınsan aynı yolun yolcusu olmadığı kişiyle hayat arkadaşlığı etmeye çalışmamalı, o arkadaş ne kadar güzel, ne kadar cazip de olsa.
Kalın selâmetle...