Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

17.12.2005, 12:37

Sikke-i Tasdik-i Gaybi´den (Günümüze ışaratlar)

Risale-i Nur'dan parlak fıkralar
ve bir kısım güzel mektuplar

LEYLE-ı KADıR'DE ıHTAR EDıLEN BıR MESELE-ı MÜHıMME

Evvelâ : Leyle-i Kadirde kalbe gelen pek uzun ve geniş bir hakikata pek kısaca bir işaret edeceğiz. şöyle ki:
Nev'-i beşer, bu son harb-i umumînin eşedd-i zulüm ve istibdat ile ve merhametsiz tahribat ile ve bir düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle ve mağlûbların dehşetli me'yusiyetleriyle ve galiblerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyle ve dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olması umuma görünmesiyle ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın, mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehşetli yaralanmasiyle ve ebed-perest hissiyat-ı bâkıye ve fıtrî aşk-ı insaniyenin heyecan içinde uyanmasiyle ve gaflet ve dalâletin, en sert, sağır olan tabiatın Kur'anın elmas kılıncı altında parçalanmasiyle ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı en geniş perdesi olan siyasetin rûy-i zeminde pek çirkin, pek gaddarâne hakikî sureti görünmesiyle, elbette ve elbette, hiçbir şüphe yok ki, şimalde, Garbde, Amerika'da
emareleri göründüğüne binaen, nev'-i beşerin mâşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtraten beşerin hakikî sevdiği ve aradığı hayat-ı bakıyeyi bütün kuvvetiyle arayacak ve elbette hiç şüphe yok ki, bin üçyüz altmış senede her asırda üçyüz elli milyon şâkirdi bulunan ve her hükmüne ve dâvasına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlariyle beşere ders veren ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda beşer için hayat-ı bâkıyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde verip bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyanın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtiyle, belki sarîhan ve işareten on binler def'a dâva edip, haber verip, sarsılmaz kat'î delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetlerle hayat-ı bâkıyyeyi kat'iyyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev'-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse ve maddî ve mânevi bir kıyamet başlarında kopmazsa; ısveç, Norveç, Finlândiya ve ıngiltere'nin Kur'anın kabûlüne çalışan meşhur hatibleri ve din-i hakkı arayan Amerika'nın çok ehemmiyetli cemiyeti gibi rûy-i zeminin kıtaları ve hükümetleri, Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyanı arayacaklar ve hakikatlarını anladıktan sonra bütün ruh u canlariyle sarılacaklar. Çünki, bu hakikat noktasında kat'iyyen Kur'anın misli yoktur ve olamaz ve hiç birşey bu mu'cize-i ekberin yerini tutamaz!
Sâniyen: Mâdem Risale-i Nur o mu'cize-i kübrânın elinde bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş ve en muannid düşmanları teslime mecbur etmiş; hem kalbi, hem ruhu, hattâ hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur'aniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka mehaz ve mercii olmayan bir mu'cize-i mâneviyyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi yapıyor ve aleyhinde dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalâletin en sert ve kuvvetli kal'ası olan tabiatı, "Tabiat risalesi" yle parça parça etmiş ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş dâire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde "Asâ-yı Mûsa"daki Meyve'nin Altıncı Mes'elesi ve Birinci, ıkinci, Üçüncü ve Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş; elbette bizlere lâzım ve millete elzemdir ki şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususî dershaneler açılmasına ve izin verilmesine binaen Nur şâkirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük
"Dershane-i Nuriye" açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes'elesini tam anlamaz. Hem îman hakikatlarının izahı olduğu için, hem ilim (Hâşiye), hem mârifet, hem ibadettir. Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşâallah Nur Medreseleri beş on haftada aynı neticeyi te'min edecek ve yirmi senedir ediyor. Ve hem, hükûmet ve millet ve vatan, hem hayat-ı dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok faidesi bulunan bu Kur'an lemeatlarına ve dellâlı bulunan Risale-i Nura değil ilişmek, tamamiyle terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş belâlara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.
Sâlisen : Bu Ramazan-ı şerifte Kur'anı zevk ve şevk ile okumak, benim çok ihtiyacım vardı. Halbuki elemli hastalık, maddî - mânevi sıkıntılar, yorgunluk ve meşgalelerin te'siriyle telâş ettim. Birden Husrev'in şirin kalemiyle mu'cizatlı yazılan mu'cizatlı cüzler ve Hâfız Ali ve Tâhirî'ye pek çok sevap kazandıran parlak ve kerametli "Hizb-ül-Ekber-i Kur'aniye"yi birbiri arkasından okumağa başlarken öyle bir zevk ve şevk verdi ki, bütün o yorgunlukları hiçe indirdi. Hiçbir vesveseye meydan vermeyerek, pek parlak bir surette ders-i Kur'aniyeyi onlardan dinlerken bütün rûh u cânımla arzu ettim ve kasd u azmettim ki, mümkün olduğu derecede aynı "Hizb-ül-Ekber-i Kur'aniye" gibi fotoğrafla mu'cizatlı Kur'anımızı tab'edeceğiz, inşâallah...

(Hâşiye): şayet biri biliyor, taallüm etmeğe muhtaç değilse ibadete muhtaç veya mârifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir dersdir.

Kardeşiniz
Said Nursî

Aziz, Sıddık Kardeşlerim
Evvelâ : Nurun fevkalâde has şâkirdleri, "Sikke-i Gaybiye" müştemilâtiyle, o evliya-yı meşhûreden, kırk günde bir def'a ekmek yeyip kırk gün yemeyen Osman-ı Hâlidî'nin sarih ihbarı ve evlâdlarına vasiyeti ile ve Ispartanın meşhur ehl-i kalb âlimlerinden Topal şükrü'nün zâhir haber vermesiyle çok ehemmiyetli bir hakikatı dâva edip, fakat iki iltibas içinde bu bîçâre, ehemmiyetsiz kardeşleri Said'e bin derece ziyade hisse vermişler. On senedenberi kanaatlarını tâdile çalıştığım halde, o bahadır kardeşler kanaatlarında ileri gidiyorlar. Evet onlar, Onsekizinci Mektuptaki iki ehl-i kalb çobanın macerası gibi, hak bir hakikatı görmüşler, fakat tâbire muhtaçtır. O hakikat da şudur:
Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan îman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i îmanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmiha Risale-i Nurda görmüşler. ımam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zâtın makamını Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bâzan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar. Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nuru bir programı olarak neşr ve tatbik edecek. O zâtın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli îtikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin. O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-i ıslâmiyeyi ıttihad-ı ıslâma bina ederek, ısevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i ıslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş birdairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. ışte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve te'vile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşa verir ve vermiş.. hücumlarına vesile olur. Çünki, birinci vazifenin hakikatını ve kıymetini göremiyorlar, öteki cihetlere hamlederler.
Kardeşlerimin ikinci iltibası : Fâni ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bâzı cihetlerle birinci vazifede pişdarlık eden Nur şâkirdlerinin şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar. Halbuki bu iki iltibas da Risale-i Nurun hakikî ihlâsına ve hiçbir şey'e, hattâ mânevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmamasına bir cihette zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de evhama düşürüp Risale-i Nurun neşrine zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâkî hakikatlar, fânî ve âciz ve sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez!
Elhâsıl : O gelecek zâtın ismini vermek, üç vazifesi birden hatıra geliyor, yanlış olur. Hem hiçbir şey'e âlet olmayan Nurdaki ihlâs zedelenir, avâm-ı mü'minîn nazarında hakikatların kuvveti bir derece noksanlaşır, yakîniyet-i bürhaniye dahi kazâyâ-yı makbûledeki zann-ı galibe inkılâb eder, daha muannid dalâlete ve mütemerrid zındıkaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i îmanda görünmemeye başlar; ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki müceddittir, onun pişdarıdır, denilebilir.
Umum kardeşlerimize binler selâm.
Kardeşiniz
Said Nursî

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir